Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Basın Mensupları, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere, 10 Ocak tarihi Gazeteciler Günü olarak kutlanmaktadır. Büyük bir fedakârlık ve özveriyle görevlerini yapmaya çalışan gazeteci kardeşlerimizin bu anlamlı gününü tekrar tebrik ediyorum. Bu meslek grubunda çalışanların birçok sıkıntısı olmasına rağmen, gece demeden gündüz demeden milletimizi bilgilendirmek ve haberdar etmek için çalıştıklarını iyi biliyorum. Günümüzde medyanın, demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesine ne kadar katkı sağladığı ve bu konuda vazgeçilmez niteliklere sahip olduğu kuşkusuzdur. Milletimizin gözü ve kulağı olan medyanın çok sesli ve tarafsız bir biçimde varlığını sürdürmesi, demokratik kültürün gelişmesinde ve kökleşmesinde büyük rolü olacaktır. Sahip oldukları bilgi ve deneyimlerle, kamuoyunu yönlendiren, yanlışı ayna gibi yansıtan ve özellikle siyasetin verdiği kararların millet hayrına olmasında emek ve mesai sarfeden gazeteci kardeşlerimin bizim açımızdan önemleri çok fazladır. Bu vesileyle burada bulunan ve bulunmayan tüm gazeteci arkadaşlarıma çalışmalarında başarılar diliyor, sağlıklı ve huzurlu bir hayat geçirmelerini Cenab-ı Allah’tan temenni ediyorum.
Muhterem Milletvekilleri, Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da esnaf ve sanatkârlarımızla bir araya gelerek çok faydalı bir toplantı gerçekleştirdik. Esnaf ve sanatkârlarımız, bize karşı ilgilerini en üst düzeyde gösterdiler. Hepsine buradan teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Yaptığımız toplantıyla birlikte dikkat ve özenle takip ettiğimiz sorunlarını masaya yatırdık ve bunlara yönelik çözüm yollarımızı kendileriyle paylaştık. 491 iş kolunda faaliyet gösteren ve sayıları iki milyona ulaşan esnafımızın ağırlaşan problemlerinin artık beklemeye tahammülünün olmadığını bir kez daha yakından gördük. Özellikle İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odasına bağlı olarak faaliyet gösteren kardeşlerimizin, karşılaştığı zorlukların ne denli büyük olduğuna şahit olduk. Uzun bir süredir, esnaf ve sanatkârımız hükümet tarafından ihmal edilmekte ve ekonomik açmazlar karşısında savunmasız bırakılmaktadır. Bunu çok iyi biliyoruz ve gerekli hazırlıklarımızı ve projelerimizi sürekli güncelliyoruz. Maalesef AKP hükümetinin gözü ve idraki, konu esnafımız olduğu zaman kapanmakta ve politikalarına vurdumduymazlık hâkim olmaktadır. Esnafımızı vergi ve sigorta primleri rahatsız etmekte, bu çerçevede üst üste yığılan borçlar soluk aldırmaz bir hale getirmektedir. Elbette, uygulaması planlanan borçların taksitlendirilmesi ve kredi kartıyla ödenme imkânı bir kolaylıktır, ama esnafımızın derdine orta ve uzun vadede deva olması mümkün değildir. Meseleyi yalnızca devlete olan borçların tahsili mesabesine indirirsek, o zaman esnafımızın hangi güçlüklerle ve kronikleşen hangi sorunlarla boğuştuğunu anlamaktan uzaklaşmış oluruz. Bugünkü şartlarda esas gündem esnaf ve sanatkârımızın derinleşen; iş yapmasının ve müşterilerinin çoğalmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Eğer vatandaşımızın satın alma gücü zayıfsa ve ekonomik olarak yetersizse, bu olumsuzluk doğrudan doğruya esnafımıza sirayet edecektir. Ekonomi yatırım ve tüketim harcamaları etrafında şekillenmekte ve bu ikisinin toplamı da millet olarak elde edeceğimiz geliri ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, vatandaşlarımızın cebinde harcayacak parası olmadığı ya da ancak karnını doyuracak kadarına sahip olduğu zaman esnaf ve sanatkârımız da dara düşecek ve kepenklerini siftah yapmadan kapatmak durumunda kalacaklardır. Üstelik sosyal ve ekonomik yapının düzenleyicisi ve denge unsuru olan esnafımızın huzurlu ve mutlu olmadığı bir yerde istikrarı aramak nafile ve beyhude bir çaba olacaktır. Esnafımızın gerçekten de sorunları büyüktür ve iktidardan umduklarını bu zamana kadar bulamamışlardır. Mesela yayılan büyük alışveriş merkezlerinin, geleneksel iş kollarında çalışan kardeşlerimizi ciddi düzeyde tehdit etmesine Başbakan Erdoğan ve hükümeti sürekli bigâne kalmıştır. Bu zihniyete göre bakkallar kapanmalı, terziler işlememeli, manavlar kapısına kilit vurmalıdır. Nitekim AKP’nin talana ve yalana dayalı politikaları esnaf ve sanatkarımızı dışlamış ve kendi kaderine terk etmiştir. Buna karşılık bu iktidar uluslararası para baronlarını memnun etmiş, hırsızları rahatlatmış, yağmacıları güldürmüş ve yandaşların servetine servet katmalarına ortam hazırlamıştır. Elbette zalimin bir hükmü varsa, esnafımızın da sandıkta söyleyecek bir sözünün olduğuna yürekten inanıyorum. İnşallah önümüzdeki milletvekilliği genel seçimlerinden sonra iktidar olduğumuz takdirde, esnaf ve sanatkârımızın sorunlarını mutlaka aşacak ve hak ettikleri refahı kendilerine sunacağız. Bu uğurda son derece kararlıyız, azimliyiz ve samimiyiz. Esnafımızla el ele, çiftçimizle omuz omuza olacağız. Memurumuzun arkasında, işçimizin yanında bulunacağız. Emeklimizin umudu, dul ve yetimimizin destekçisi olarak tavizsiz bir duruş göstereceğiz. Mutlaka başaracağız, hepsine kazandıracağız ve herkesi feraha kavuşturacağız. Güçlü devleti, mutlu milleti ve huzurlu ferdi kesinkes vatansever Türkiye sevdalıları ile gerçekleştireceğiz. İnanıyorum ki, aziz milletimiz Milliyetçi Hareket’e hizmet etme fırsatı verecek ve yıkım taşeronu AKP zihniyetini ve kol kola girdiği niyeti karanlık mihrakları sandıkta yapacağı tercihle de perişan edecektir.
Değerli Arkadaşlarım, 2011 yılı ülkemiz açısından birçok gelişmeye ve önemli olaya sahne olacaktır. Bunların en başında da bu yıl yapılacak olan 24.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri gelmektedir. Hedefimiz tek başına iktidara ‘Tam Yol İlerlemek’tir ve milletimizin artan sorunlarına çareler üretmektir. Misak-ı Milli’nin 90. yıldönümünü idrak edeceğimiz 28 Ocak 2011 günü saat 15.00’de, Anadolu Gösteri Merkezi’nde yapacağımız bir toplantıyla seçim beyannamemizi açıklayacağız ve nasıl bir Türkiye amaçladığımızı, milletimizin refaha ve mutluluğa ulaşması için neler yapacağımızı inşallah burada duyuracağız. Pek tabii olarak diğer siyasi partiler de ülkemizin geleceğiyle ilgili plan, program ve niyetlerini ortaya koyacaklardır. Ve aziz milletimiz kendisine en yakın bulduğu ve inandırıcı gördüğü partiyi oylarıyla yetkilendirecek ve iktidar sorumluluğunu teslim edecektir. Esasen demokrasinin güzelliği ve derin manası da burada kendisini göstermektedir. Bu kapsamda son günlerde Başbakan Erdoğan’ın önümüzdeki seçime dönük bazı konuşma ve beyanlarında dikkatimizi çeken ve kısaca da olsa üzerinde durmamızı gerektiren bazı hedefleri bulunmaktadır. Başbakan 27 Aralık 2010 tarihli Meclis Genel Kurulu konuşmasında 2023 vizyonunu ortaya koymuş ve bunu izleyen süreçlerde devam ettirmiş ve en son geçtiğimiz haftaki grup konuşmasında da bu tutumunu sürdürmüştür. Başbakan Erdoğan’ın Cumhuriyetimizin 100.yıl dönümüne dönük bu hedef ve öngörüleri, önünü dahi görmekten aciz, günü kurtarmanın arayışında olan bir hükümet için sevindiricidir. Ancak Başbakan’ın sözlerinde bir yenilik ve şaşıracağımız, imreneceğimiz farklı bir durum da bulunmamaktadır. 2023 tarihinde Türkiye’nin nerede olması gerektiğini ilk açıklayan, ulaşılması gereken hedefleri ilk defa büyük Türk milletiyle paylaşan Milliyetçi Hareket Partisi ve şahsım olmuştur. Hatta 2023 hedefini, 2000 tarihinde, 2001 ile 2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na koyan bizatihi MHP’dir Hatırlanacağı üzere, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı TBMM Genel Kurulu’nun 27 Haziran 2000 tarihli ve 119’ncu birleşiminde kabul edilmiştir. 2001-2023 yıllarını içine alan Uzun Vadeli Gelişmenin Temel Amaçları ve Stratejisi’ni biz daha o yıllarda milletimizle paylaşmış ve devlet politikası haline getirmiştik. Bugün Başbakan’ın ısrarla bahsettiği, 2023’de ülkemizin dünyanın en büyük on ekonomisinden birisi olma beyanı, bizim 2000 yılında tayin ettiğimiz bir hedeftir. Amacımız yıllık yüzde 7’lik bir büyümeyle, 2023’de 1,9 trilyon dolara ulaşmış bir milli gelir hacmini yakalamak olarak somutlaşmıştı. Kişi başına düşen gelir miktarı açısından da AB üyesi ülkelerin düzeyine erişmeyi öngörmüştük. Parti olarak 2023 hedeflerimizi yıllarca savunduk ve milletimize gelişmiş ve küresel klasmanda lider Türkiye’yi kuracağımızın her fırsatta sözünü verdik. Burada, çok ayrıntısına girmek istemediğim 2023 hedeflerini merak edenler, 57. hükümet döneminde tarafıma bağlı olarak çalışan Devlet Planlama Teşkilatı’nın arşivinden Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Programı’nı temin ederek 2023 vizyonunun içeriğini ve asıl sahibinin kim olduğunu açıklıkla görebilirler. Başbakan’ın yıllar önce Türk milletinin önüne koyduğumuz 2023 hedefini benimsemesi kendisi için bir gelişmedir, ancak bu vizyonu özümsemesine kalitesinin ve siyasi sicilinin de çok müsait olmadığını bu vesileyle hatırlatmak isterim.
Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye AKP iktidarıyla tarihinin en sıkıntılı dönemlerini geçirmektedir. Her alanda kökleşen bunalım ve kaos; devlet ve millet arasındaki köprülerin temelini oymakta, vatandaşlarımızın yaşadığı hayal kırıklıklarına durmadan yenisi eklemektedir. En hayati özelliğe sahip ve özenle muhafaza etmemiz gereken ne varsa AKP döneminde kuşatılmış, saldırıya maruz kalmış ve hayasızca tahrip edilmiştir. Milli kimliğimiz, dilimiz, üniter devlet yapımız, ekonomimiz, hukukumuz, tarihimiz, Türklük gururumuz ve inançlarımız Başbakan Erdoğan’ın yönetimi altındaki siyasi menfaat çetesi tarafından haciz altına alınmış, hırpalanmış ve değersizleştirilmek için yoğun gayret gösterilmiştir. Millet olarak birlikte yaşamamızı sağlayan kurum, kural ve ilkeler bu hükümet tarafından linç edilmek istenmiştir. En tehlikelisi ise yargı kurumlarına siyasi nüfuz edilmesi ve adalet duygusunun yıpratılması olmuştur. Bildiğiniz gibi, AKP zihniyeti iktidara geldiği ilk zamanlarından bugüne kadar özellikle hukukun üstünlüğü anlayışında büyük gedikler açmış ve adalet kurumuna darbe üstüne darbe vurmuştur. Kişiye özel anayasa değişiklikleri, yasa ve yönetmelik tanımayan başına buyruk idari tasarruflar, yanlı ve yandaş yargı oluşturma ısrarları AKP’nin kötü sicilinin bazı çirkinlikleri olarak malumlarınızdır. 22 Aralık 2002 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan’ın sırf başbakan olabilmesi için yapılan CHP destekli adrese teslim anayasa değişikliği bunlardan birisidir. Böylece Başbakan Erdoğan’ın nasıl ve ne şekilde olduğu mutlaka bir gün anlaşılacak olan bir ara seçim oyunuyla, istifa eden partili milletvekili arkadaşının yerine seçilerek TBMM’ne girmesinin önü açılmıştır. Diyebiliriz ki Başbakan Erdoğan; iktidarı süresince, karşısına çıkan hukuki engelleri hiç önemsememiş, ciddiye bile almamış ve yalnızca soyut yazılı hükümler olarak görerek sorumsuzca hareket etmeyi tercih etmiştir. Adalet bilinci ve hukuk anlayışı AKP’yle birlikte ağır darbe almış, ruhunu ve yaptırım gücünü kaybetmiş; haksızlıkların ve usulsüzlüklerin artmasını teşvik etmiştir. Üzülerek söylemeliyim ki, yapılan her yanlışa hukuki kılıf bulunmuş, adalet eğilip bükülmüş; güçlünün meşru ve haklı olduğu, zayıfın korunaksız ve çaresiz olduğu bir düzenin tohumları AKP eliyle saçılmıştır. Hukuk alanında sonu gelmeyen tartışmaların hepsi toplumsal yapıya misliyle yansımış ve insanımızın güvenini ve inancını sarmıştır. Yolsuzluklara damardan giriyoruz iddialarıyla, devlet kaynakları peşkeş çekilmiş, fakirin, gurebanın rızkına el konulmuştur. İhale mafyalarının mevzuat engeline takılmadan ve takılsa da himmet gösterilerek soygun düzeni meşrulaştırılmıştır. Görevini kötüye kullananlar affedilmiş, itibarları AKP eliyle iade edilmiştir. AKP hükümetleri döneminde bürokrasi, yandaş olmayanlar için eziyet merkezine dönüşmüş, mahkeme kararları uygulanmamış ve özellikle milli kaygıları olanların hakları gasp edilmiştir. Sahte şikâyet mektupları ve uydurma isnatlarla düzmece raporlar tanzim edilmiş ve birçok insanımız ancak sömürge yönetimlerinde rastlayabileceğimiz bir mezalime maruz kalmıştır. Türk milleti AKP hükümetleri döneminde mahkemelere düşmüş, devlet organları kavgaya tutuşmuş, her tarafa yayılan cepheleşme eğilimleri toplum ve devlet hayatını felç etmiştir. AKP iktidarı, kendi çıkarları uğruna sahip olduğu siyasal gücü ahlaksızca kullanmış, bunun sonucunda herkesin kendisine göre adalet arayışında olduğu, müştereklerin kaybolduğu ve hukuk üstünlüğünün sorgulandığı bir sosyal yapının filizlenmesine yol açmıştır. Hukukun etkisizleştirilmesi ile Türk milletinin koruma duvarları iktidar zihniyet tarafından bir bir yıkılmıştır. Bunun adına da demokratikleşme denilmiş, yabancı dayatmaların köle sadakatiyle kabullenilmesi bir gelişme olarak takdim edilmiştir. Türk Ceza Kanunun 301.maddesindeki Türklük ifadesinin çıkarılmasıyla; Türklük değerlerine ve Türklüğün varlığına yönelik tahkir ve tezyiflerin yolu açılmış, ve hatta hakaret edilmesinin kapıları ardına kadar aralanmıştır. Azınlık vakıflarıyla ilgili değişikliklerin yapılması ve mahalli düzeydeki dillerin radyo ve televizyon yayınlarında kullanılması yine AKP’nin hukuk üzerindeki tahrifatıyla hayat bulmuştur. Türk milletinin aleyhine olan ne varsa hukuk bunlara alet edilmiş, elbette sonucunda adalet duygusuna olan itimat büyük oranda zayıflamıştır. Eğer bugün adalet kurumunun çökme aşamasına geldiğinden bahsediyorsak ve verilen kararların vicdanlarda karşılık bulmadığını söylüyorsak bundan öncelikle sorumlu şüphesiz Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Tabiidir ki yargı kurumlarının ve burada görev alan hukukçuların bu marazi durumdan muaf olduklarını ileri sürmemiz de mümkün olmayacaktır. Biz, siyasi sorumlu olarak elbette hükümetin yakasından tutacağız; ancak adalet dağıtan pozisyonda olanların kendilerini gözden geçirmelerinde ve bir öz eleştiri yapmalarında da sonsuz yararlar olacağına inanıyoruz. AKP’yle birlikte yargı, adalet, hukuk kavram ve kurumları talihsiz ve tehlikeli mecralara sokulmuş, asıl anlamlarından uzaklaştırılmış ve iktidar savaşının ortasına itilmişlerdir. 12 Eylül Anayasa değişiklikleri ile ilgili Referandum öncesinde üstünlülerin hukukundan, hukukun üstünlüğüne geçileceğini ilan eden Başbakan Erdoğan’ın; buradaki amacının kendi hukukunu oluşturmak olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Daha çok hukuk sözüyle ne kast edildiği bugün daha da netleşmiştir. Demokrasinin sunduğu imkânların arkasına gizlenerek, aydınlığı ve adaleti taşlayan bu zihniyetin hukuksuzluğu yaygınlaştırarak Türkiye Cumhuriyeti’ni darp etmek istediği anlaşılmıştır. AKP iktidarının yaptığı anayasa değişikliğiyle ileride hesap vermekten kurtulmayı planladığı ve PKK açılımının hukuksal alt yapısını oluşturmaya yönelik kirli bir niyet taşıdığı artık berraklaşmıştır. Biz bu konudaki uyarılarımızı yaparken afakî konuşmamış ve AKP’nin yol haritasında ki puslu tarafları ışıtarak göstermiştik. Ve daha o günlerde, Anayasa Mahkemesi’ne ya da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na kimin atanıp atanmayacağı konusuyla adalet sisteminin sorunlarının bitirilemeyeceğini açıklıkla vurgulamıştık. Acı da olsa görüşlerimizde ve uyarılarımızda ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkmıştır. Hukukun siyasal amaçlar uğruna çarpıtılması ve kullanılması vahim gelişmeleri tetikleyecektir. İnsaf, izan, merhamet ve utanma duygusu olmayan iktidar kadroları kendilerini rahata erdirecek ve koruyacak hukuk normlarını ve hukuk teknisyenlerini yargıya sızdırmanın ve yerleştirmenin arayışında olmuşlardır. Başbakan’ın hukukun üstünlüğüne geçildi dediği ülkemizde suçlar artmış, asayişsizlik doludizgin ilerlemiştir. Hükümetin hiçbir ciddi tedbir alamadığı emniyet ve asayiş hizmetlerinde yaşanan büyük kaos, vatandaşlarımızın güvenlik ve huzurunu fazlasıyla kaçırmıştır. AKP’nin kaderine terk ettiği sokaklar şiddetin ve suçun yuvaları haline gelmiş, özellikle kapkaç, hırsızlık, cinayet ve cinsel içerikli suçlarda muazzam artışlar yaşanmıştır. İktidarın sorumsuz ve umursamaz tavırları sonucunda özellikle büyük kentlerde vatandaşlarımız tehdide, şiddete maruz kalmış, asayişe yönelik hadiseler artık vatandaşın günlük hayatını etkileyecek boyutlara ulaşmıştır. Her gün bir yöremizde ölüme varan trajediler meydana gelmiştir ve gelmeye de devam etmektedir. Ancak Başbakan ve hükümetine göre her şey normaldir ve bu tespitler zenginleşen ve huzura eren Türkiye’yi çekemeyenlerin marifetidir. Ülkemizin huzur ve güvenliğinin, emniyet ve asayişinin tarihte görülmediği kadar bozulduğu bu dönemde AKP zihniyeti hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya, suçu olağan bir sonuç gibi algılamaya devam etmiştir. Görevinde kalması artık sakıncalı olan İçişleri Bakanı hiçbir olaya müdahil olmadığı gibi böyle bir niyeti de yoktur. Yıkım projesinin mesafe alması için çırpınan bu zatın, ülkenin içişlerini kanun kaçaklarına teslim ettiği görülmektedir. Ülkemizde yaygınlaşan suç eğilimleri, en aşağılık cinayetlerdeki artışlar ve ne yazık ki bunlara yönelik adaletin gecikmesi tam bir skandaldır ve bu da AKP’nin eserinden başka bir şey değildir. Suçlular dışarıdadır ve masumlar tedirgindir. Caniler işbaşındadır, uğursuzlar faaliyet içindedir, ama buna karşılık AKP yandaş yargı oluşturmanın peşindedir. Şiddet zehirli sarmaşıklarıyla her tarafı sarmıştır, iyi ve dürüst vatandaş olmak neredeyse külfet haline dönüşmüştür. Bölücülerin affedilerek konutlarda ağırlandığı günlerden itibaren her şeyin çivisi çıkmış ve kuralsızlık hüküm sürmeye başlamıştır. Demokratikleşme adı altında bölücülük propagandası ile teröre yardım ve yataklığı suç olmaktan çıkaran AKP yönetimi, Türkiye’nin milli birliğini ve üniter yapısını da böylelikle tartışmaya açmıştır. Bu kapsamda Başbakan Erdoğan’ın sürekli Türk milletini azınlık seviyesine indirgeyen hezeyanları duyulmuş, Türkiyelilik adı ile öne sürülen zırvalar İmralı Canavarı tarafından memnuniyetle karşılanmış ve desteklenmiştir. Hukuk ve adalet, adi suçlarda olduğu kadar bölücülük karşısında da etkisiz kalmış; ve milletimiz sırtı sıvazlanan suçluların salıverilmesine alışmaya zorlanmıştır. Geçekten de dokuzuncu yılının içine giren iktidar partisinin, bu süre zarfında hukukun daha iyi işlemesi, adaletin gecikmemesi ve herkesin hakkından memnun olması için attığı bir adım olmamıştır. Bu iktidar döneminde hukukun üstünlüğü prensibine hiç sadık kalınmamış, yapılanları ‘hukuka uyduramadık o halde hukuku bunlara uyduralım’ sözleriyle meşrulaştırma girişimlerine tesadüf edilmiştir. Unutmayalım ki; rüşvet, taraflılık, kayırmacılık fecaatlerinin olduğu bir hukuk düzenin birlikte yaşamaya hizmet etmesi ve adaletin dağıtılmasını sağlaması imkânsızdır. Bugün durmadan hukuksal kararlardaki yanlışları konuşuyorsak ve milletimizde adaletin yerini bulmadığına dönük derin bir kaygı bulunuyorsa; biliniz ki bu durumda hukukun üstünlüğü tükenme noktasına gelmiştir. İşte AKP’nin kendinden menkul demokrasi boyasıyla çizdiği Türkiye manzarasının hukuk ve adaletle ilgili kısımlarının karanlık ve tahammül edilemez tarafları bunlardan ibarettir. Başbakan Erdoğan’ın ‘gönül haritası üzerinde kardeşliğin resmini çizmekten’ anladığı budur. Sözde kardeşliğin, dayanışmanın, paylaşmanın resmini çizme mücadelesi verdikleri yalanını söyleyen Başbakan, aslında suçun, adaletsizliğin ve kardeş kavgasının kanlı manzarasını kırdığı hukuk fırçasıyla şekillendirmeye çabalamaktadır. Ve kendisi de, yanına aldığı işbirlikçilerle birlikte bu resim karşısında sırıtmakta, bunun adına gelişme ve istikrar demektedir. Ne var ki mazlumun ağı, haklının bedduası, milletin kahrı, adaletin şamarı bu iktidarın üzerine olacak ve hepsini Allah’ı izniyle siyasetten silip süpürecektir.
Muhterem Milletvekilleri, Son günlerde, Ceza Muhakemesi Kanunun 102.maddesinin 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, tutuklu bulunan bazı kişilerin serbest kalması dikkatleri bir kez daha yargı alanına çevirmiştir. 2004 yılında bu kanunda yapılan değişiklikler 2005 yılında yürürlüğe girmiş ve bu kapsamda daha önce olmayan tutuklukla ilgili süre sınırlamasında belli bir kural getirilmiş ve uygulamaya konulmuştur. Buraya kadar diyebileceğimiz bir şey yoktur. Üstelik adil yargılama hakkının ihlal edilmesi ve Türkiye’nin tazminat ödemeye mahkûm olması nedeniyle, tutukluluk süresine sınırlandırma getirilmesi elbette doğru olmuştur. Ancak asıl sorun bundan sonradır ve sancılı seyir izleyen süreçte daha da belirginlik kazanmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunun tutukluluk halinin sınırlandırmasıyla ilgili hükmünün uygulanması; bekleyen dosyalar ve süren hukuki safhalar nedeniyle geçiş dönemine ihtiyaç olduğu gerekçesiyle, 1 Nisan 2008’e kadar ertelenmiştir. Ancak bu tarihte de maksat hâsıl olmayınca, bu defa da 31 Aralık 2010 tarihine kadar yasa hükmünün hayata geçmesi uzatılmıştır. Sonuç olarak bu yılın ilk günlerinde, tutukluluk sürelerinin dolmasıyla bazı suçluların tutuksuz yargılanmalarına karar verilmiş ve serbest kalmaları sağlanmıştır. Ne var ki örgütlü suçlar kapsamında en hunhar cinayetleri işleyen ve insanlık dışı yöntemlerle canlara kıyan PKK ve Hizbullah teröristlerinin tahliye edilmesi, ve bunların davul-zurnalı törenlerle karşılanması milletimizde infial yaratmıştır. Bu konu etrafında kamuoyunda yapılan tartışmalar, AKP hükümetinin yüksek yargıyı hedef alan suçlamaları ve karşılıklı açıklamalar siyasi gündemin merkezine oturmuştur. Söz konusu vahim gelişmelerin münferit olaylarla sınırlandırılmış soyut bir çerçevede ele alınması, karanlık resmin bütününün görülmesine ve sağlıklı bir sonuca ulaşılmasına engel olacaktır. Bu noktaya gelinmesinin nedenleri ve sorumlularının daha iyi anlaşılması için konunun her yönüyle kapsamlı ve bir bütünlük içinde ele alınması bizim açımızdan gerekli ve kaçınılmaz olmuştur. Her şeyden önce açıklıkla ifade etmeliyim ki; adalet mülkün temelidir. İnsan hakları ve özgürlüklerinin nihai teminatı ve devletin temel taşıdır. Yargının yara alması, adalete duyulan güvenin zedelenmesi ve yargı organlarının siyasi düşüncelerle ve baskı yöntemleriyle etkisiz hale getirilmesi Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüktür. Türk hukuk sisteminin çözümsüz bırakılan ciddi yapısal sorun ve sıkıntıları olduğu, bunların yılların birikimiyle kangren haline geldiği bildiğimiz ve üzerinde durduğumuz gerçekler arasındadır. Bununla birlikte Türkiye sekiz yılı aşkın bir süredir büyük bir Meclis çoğunluğuna sahip olan AKP hükümetleri tarafından yönetilmektedir. AKP’nin iktidar dönemi, tahribatı her alanda görülen ve giderek derinleşen bir yıkım dönemi olmuştur. Türk yargısı, hukuk sistemimiz ve adalet mekanizmamız da bu yıkım ve tahribattan nasibini ziyadesiyle almıştır. Yargının yapısal sorunlarını köklü çözümlere kavuşturacak, giderek ağırlaşan ve katlanılamaz hale gelen sıkıntılarına çare bulacak olan öncelikle yürütme ve yasama organlarıdır. Hükümet etmek makamı ağlama duvarı, şikâyet etme ve bahane üretme makamı değildir. Başbakan Erdoğan ve hükümeti, yargının bugün içine düştüğü kısır döngü ve çıkmazın nedenlerini ilk önce kendilerinde, önyargılı siyasi hesaplarında ve çarpık siyaset zihniyetlerinde aramalıdır. Dokuzuncu yılına giren AKP iktidarı döneminde; √ Gerçek anlamda bir yargı reformu için hiçbir adım atılmamış, √ İç hukuk mevzuatımız yenilenememiş, evrensel demokratik normlarla güçlendirilmemiş, √ Yargının iş yükünün hafifletilmesi ve dava sürelerinin kısaltılması için gerekli tedbirler alınamamış, √ Bölge Adliye Mahkemeleri hayata geçirilememiş ve, √ Kolluk kuvvetleri idari yapılanması ve araç-gereçle donatılarak adli hizmet sunan etkin bir yapıya kavuşturulamamıştır.
AKP’nin tek başına iktidar süresi içinde; √ Hakim, savcı ve yardımcı personel açığı giderilememiş, √ Hakim ve savcıların mali ve sosyal hakları ve diğer özlük haklarında gerekli iyileştirmeler yapılmamış, √ Adli Tıp Kurumunun yargı bağımsızlığı anlayışıyla özerk yapısının korunması ve güçlendirilmesi amacıyla düzenlemeler ve etkin denetim gerçekleştirilememiş, √ Yüksek yargının içtihat oluşturma işlevinin önündeki engellerin kaldırılması için gerekli adımlar atılmamıştır. AKP siyasi hesap ve düşüncelerle sekiz yılı aşkındır yargıyı kuşatma altına almış, her vesileyle karalamış ve suçlamış, toplum nezdinde itibarsız hale getirmek için seferberlik başlatmıştır.
AKP hükümetleri; √ Yargının sorunlarıyla, giderek ağırlaşan bu sorunların çözümüyle uğraşmamış, bunun yerine yargının yapısıyla uğraşmıştır. √ Yargının kronik sorunlarının çözümüyle ilgilenmemiş, bunun yerine yargının çözülmesine, siyasi etki altına alınarak ele geçirilmesine çalışmıştır. √ Adalet sarayları yaptım, fiziki sorunları hallettim diyerek bununla övünmüş, ana yargının yapısal sorunlarının kemikleşerek kangren haline gelmesine seyirci kalmıştır. Bugün gelinen noktada yaşanan gelişmelerin arka planını anlamak için, AKP’nin yargı alanındaki karanlık ve lekeli sicilinin hatırlanması gerekli olacaktır. Yargının yapısal sorunlarının çözümü için bugüne kadar kılını bile kıpırdatmayan Başbakan ve hükümeti, şimdi kendisini kurtarabilmek için herkese çamur atmakta, herkesi suçlamaktadır. Yargının ağır işleyişi, Adli Tıp Kurumunun bu konuda takoz gibi çalışması, Yargıtay’ın iş yükünün altından kalkamaması nedeniyle dava dosyalarının sürüncemede kalmasında adalet mekanizmasının kusuru ve ihmali varsa, bunu giderecek tedbirlerin süratle alınması en başta hükümetin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğu da yerine getirmeyen hükümet hala laf yarışı ile temize çıkacağı hesabını yapmakta ve bugün gelinen yargı çıkmazını kullanarak Yüksek Yargı üzerinden operasyon yapmaya hazırlanmaktadır. Bu konuda bugün karşımıza çıkarılan tablo her yönüyle karanlık, acı ve utanç vericidir. √ Tahliye edilen Hizbullah ve PKK teröristleri bugün aramızda dolaşmaktadır. √ Hizbullah teröristlerinin tutuklu bulundukları dönemde cezaevinde internet üzerinden dışarıyla irtibat kurmalarına ve terör faaliyetlerini hapishaneden de yönlendirmelerine izin verildiği ortaya çıkmıştır. Bu vahim durum karşısında yapılması gereken en öncelikli husus bu teröristlerin dosyalarının süratle ele alınarak yargı süreçlerinin sonuçlandırılmasıdır. √ Bunun yanı sıra, Hizbullah teröristlerinin cezaevinde internet aracılığıyla dışarıdakilerle haberleşmesinin sorumluları derhal ortaya çıkarılmalı ve cezalandırılmalıdır. √ Adalet Bakanlığı’nın başındaki Bakan da siyasi sorumluluğunun gereğini yerine getirerek ya istifa etmeli, ya da görevden alınmalıdır. √ Yargının acil sorunlarına acil çözümler için yürütme ile yargı organları biran önce bir araya gelmeli ve bu konularda mutabık kalınacak acil önlemler paketi TBMM’nin önüne getirilerek süratle yasalaştırılmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda yapıcı bir tutum içinde olacak ve yargı çıkmazının aşılması için her desteği verecektir.
Değerli Milletvekilleri, Yıllarca süren davaların karara bağlanamaması, adaletin gecikmesi ve hukuka olan güvenin sarsılması bugünkü şartlarda karşı karşıya olduğumuz en ciddi krizlerden birisidir. Aziz millet fertlerinin içine düştükleri ihtilafları adaletli bir şekilde çözülememekte ve adalete duydukları ihtiyaç bir türlü karşılanamamaktadır Mesele yalnızca Ceza Muhakemesi Kanunun 102.maddesi kapsamında bazı katillerin serbest kalması değildir. Bu yaşanan hadise hukuktaki sarsıntıların ve adaletteki gerilemenin yalnızca bir örneğidir. Yoksa sırf bu gelişmelere bakarak AKP’yi suçlamamız doğru ve hakkaniyetli olmayacaktır. Ancak, söz konusu maddenin 31 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle, tutukluluk halleri devam edenlerin serbest kalacağı bilinmesine rağmen, gerekli önlemlerin alınmaması ihmaldir, aymazlıktır ve gafletten öte bir davranıştır. Bu kadar ertelenen 102. maddenin yürürlük tarihi, biraz daha ileri bir tarihe bırakılabilir ve iş yükünün fazlalığından kaynaklanan mazeretlerin de önüne geçilebilirdi. Domuz bağlarıyla insanların canlarına kast eden canilerin, bölücü hainlerin elini kolunu sallayarak ve üstelik coşkulu kalabalıklar eşliğinde karşılanması milletimizi öfkelendirmiştir. Bu gelişme kuşkusuz adalete olan bağlılığın ve hukukun üstünlüğüne olan güvenin daha da azalmasına yol açmıştır. AKP hukukunun ülkemizi düşürdüğü ilkel ve sorunlu yerin içinde adaletsizlik gün geçtikçe yayılmaktadır. Bir zaman sonra, Allah korusun, herkesin kendi hukukunu uygulamaya başlaması devlet ve millet hayatının parçalanmasına ve dağılmasına neden olabilecektir Bize göre AKP zihniyetinin adaletten ve hukuktan ne anladığı meçhul ve karanlıktır. Türkiye’de hukukun üstünlüğünün yerine esasen üstünlerin hukukunun geçmesi bu iktidar zamanında gerçekleşmiş ve hukuksal süreçler siyasal müdahale ve etkilerle yönlendirilmeye çalışılmıştır. Bakınız, hukukun objektifliğinin ve güvenirliğinin en ağır darbeyi aldığı yer şüpheniz olmasın ki Habur’da tezgâh altı kurulan mahkemeler olmuştur. Hukuk burada katledilmiş ve Recep Tayyip Erdoğan’ın alnına kara bir leke olarak yapışmıştır. ‘Pişman değiliz’ diyen canilere, ısrarla Ceza Kanunundaki pişmanlık hükümlerini uygulayan ve meydan okumalara sessiz kalarak sineye çeken sözde hukukçuları ve bunlara fırsat veren AKP hükümetini dünya durdukça Türk milleti nefretle hatırlayacaktır. Milletimizin şerefini, itibarını ve haysiyeti iki paralık edenler, hukuku yalama yapmışlar ve adalet kavramının çarpıtılmasına neden olmuşlardır. Habur’da teröristi anında affeden, ama sıra vatandaşlarımızın haklarını almasına gelince yıllarca mahkeme kapılarında süründüren hukuk sisteminin düzgünlüğünden ve etkinliğinden bahsetmek için yalnızca AKP yandaşı olmak yeterli olacaktır. İşte düzeltilmesi gereken bu hastalıklı yapıdır. AKP’nin ileri demokrasi yalanları ve hukukun üstünlüğü sözlerinin aslında istismar ve milletimizi kandırmaya dönük siyasi manevra olduğu şimdi daha da belirginlik kazanmıştır. Türkiye’nin Habur’da kırılan ve dağılan hukuk yapısına, Kandil fitnesinin itmesiyle yürüyen barış sözlerine, İmralı patentli özgürlük yutturmacısına ve AKP merkezli boyalı demokrasi anlayışına daha fazla katlanması söz konusu değildir. Gerçekler ortadadır. AKP hükümeti hukuku taraflı ve yanlı bir hale getirmiştir. Vatandaşlarımız mahkemelerde adaletin dağıtıldığına itibar etmemekte, güçlünün ve tanıdığı olanın her işini yürüteceğine inanmaktadır. Bu şartlar altında millet birliği ve bütünlüğüyle devlet düzenin sağlanması ihtimal dâhilinde olmayacaktır. Şayet yıkım projesinin gizli kalan taraflarında; hukuka güvenin sarsılarak, farklı bir devlet yapılanması altında yeni bir hukuk planlaması akıllardan geçiyorsa; o zaman bu niyeti taşıyanlara haddini bildirmek bizim için siyasi namus meselesi olacaktır. Gerekli tedbirler alınmadığı için; bugün yüzlerce insanın kanına giren canilerin serbest kalması aslında başka hukuk facialarının habercisidir. Bununla birlikte, AKP’nin siyasi süreçte daha fazla bulunması halinde ve yarın şartlar oluştuğunda İmralı’da yatan hainin salıverilmesi içten bile olmayacaktır. AKP hukuksuzdur, adaletsizdir, yolsuzluk markasıdır ve yoksulluğun koruyucusudur. Ülkemizi risklerle dolu belirsizliğe ve içinden çıkılmaz karmaşaya doğru hızla sürüklemektedir. Ancak bilinmelidir ki, biz bunu önlemeye kararlı ve yeminliyiz. Ve iktidarımızda hukukun üstünlüğünü sağlayarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın ve yandaşlarının yargılanmalarını sağlayıp milletimiz adına yaptıklarından dolayı teker teker hesaba çekeceğimizden kimsenin tereddüdü olmamalıdır.
Değerli Milletvekilleri, Demokrasi olmadan hukuk devletinin var olması ve yaşaması çok zordur. Etkili ve objektif kıstaslara göre kurgulanmış bir hukuk düzeninin özünde etik ve politik bir anlaşmanın olması gerekmektedir. Takdir edersiniz ki hukuk sosyal olayların sonucudur. Ve kaynağını sosyal ilişkilerden almaktadır. Hukuk normları doğal olarak örf, adet ve ahlakla bir bütünlük arz edecek ve milletin ihtiyaçlarını bu şekilde karşılayacaktır. Dikkat etmemiz gereken önemli hususlardan birisi de şudur: Hukuk kurallarının bilimsel bir yöntem çerçevesinde, kültür ve felsefeyle değerlendirilmesi yapılmazsa, kapsayıcı hukuki sonuçlar üretilmesi hayal olacaktır. Uygulamada hukuksal hükümleri tatbik edenler; aklın, mantığın, kültürün bakış açısı içinde hukuk düzeniyle sosyal realite arasındaki bağı saptayamazsa, herkesin vicdanını rahatlatan kararlar ortaya çıkmayacaktır. Hukuk normlarının yalnızca fiilli bir şey, kanun koyucu ve toplum tarafından önceden verilmiş bir olgu olarak görülmesi yanlış sonuçların doğmasına neden olabilecektir. Gözetilen amaçlar arasında adalet, özgürlük ve eşitlik fikirlerinin hayata geçmesi hareket noktası olarak ele alınmıyorsa, bu şartlar altında oluşan hukuki süreçler birlikte yaşama inancına zarar vermeye başlayacaktır. Çıkarların dengelenmesini ve ahlaksal temellendirmeyi ancak ve ancak kaynağını sosyal gerçeklerden alan hukuk uygulamalarıyla yapmak mümkündür. Şüphesiz güç ve çıkar dengesinin kurulmasında beliren boşluklar, hukuk devleti ilkesinin etkin işletilmesiyle doldurulabilecektir. İyi yapılandırılmış ve planlanmış hukuk kuralları, farklı açılardan bakıldığında hem bağlayıcı hem de özgürlüğün garantisi haline geleceklerdir. Ayrıca hukukla ahlak arasında birbirini bütünleyen bir ilişki söz konusudur. Kabul etmek lazımdır ki, hukuksal düzenlemeler, dar anlamda sadece ahlaksal sorunlara değil; pragmatik ve etik sorunların yanı sıra, ihtilaflı çıkarlar arasındaki uzlaşmanın nasıl sağlanacağına da odaklanır. Bugün Türkiye’de, mevcut hukuk sisteminin bu söylediklerimizi dikkate aldığını söylemekten çok uzak olduğumuz acı da olsa bir hakikattir. Her şeyden önce gelişmeler, siyasi iktidarın hukukun etkin işlemesi gibi bir kaygısı ve hedefi olmadığını göstermektedir. Bu zamana kadar edindiğimiz tecrübeler, AKP zihniyetinin yargıya yalnızca kendi taraftarlarını yerleştirmek ve politikalarını gelecekte karşısına çıkacak problemleri şimdiden etkisizleştirmek üzerine bina ettiğine işaret etmektedir. İktidarın uygulamaları ve tercihleri; Anayasa Mahkemesi’ne ya da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na yapılacak bir atamanın, hukukun asıl sorunlarına eğilmekten daha önemli olduğunu ortaya koymuştur. Üstelik hukukun siyasallaştırılmasıyla da inandırıcılığı ve bağlayıcılığı zedelenmekte ve çıkan kararların objektifliği ciddi anlamda tartışılmaktadır. AKP’nin yargıyı kuşatması ve kendi yargısını oluşturmak için en olmadık tertiplerin içine girmesi emin olun ki geleceğimiz açısından tehlikelerle dolu bir ortamın vasat bulmasına sebep olmaktadır. Doğrudur, bugün yargıda uzman personel eksikliği ve fiziki şartlarla ilgili problemler vardır ve bunların da uzun bir geçmişi bulunmaktadır. Ancak sırf bu mazeretlere sığınarak, vatandaşlarımızın çözümünü bekledikleri sorunlarının giderilememesi haksızlıktır, yanlıştır ve kabul edilemez bir durumdur. Hukukun gerçek anlamda üstünlüğü sağlanmak isteniyorsa herkes elini taşın altına koyacak ve üzerine düşen sorumlulukları harfiyen yerine getirecektir. Bunun içinde kuşkusuz yargı erkinde görev yapan kişilerde olmalıdır ve işi yükü bahane edilerek sorunların yıllarca halledilmeden kalmasına müsaade edilmemelidir. Madem yargının işleyişinde sorunlar vardır ve hukuk sistemi olması gerektiği gibi çalışmamaktadır; o zaman sorumlu ve yetkili konumda bulunanlar bu konuya mutlaka eğilmeli ve gerekli tedbirleri vakit geçirmeksizin almalıdırlar. Bu itibarla atışma ve çekişme yerine, Yargıtay Başkanı ile Başbakan bir araya gelmeli ve yapılacaklar hakkında mutabakatla sonuçlanacak karşılıklı bir diyalog zemini oluşturmalıdırlar. Hiçbir gerekçeye aldırmadan, kanayan adalet sisteminin tedavisi yapılmalı ve vatandaşlarımızın huzursuzluğu ve endişesi gecikmeksizin giderilmelidir. Adaletin zamanında ve herkesi rahatlatacak bir sonuca ulaşması Türk milletinin devletine güvenini tahkim edecek ve haklının mağdur edilmesine izin vermeyecektir. Ayrıca yargının kapsamlı bir reforma tabi tutulabilmesi ve adaletin aileden başlayarak toplum yapısına kadar tesis edilebilmesi için gerekli sosyal, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik girişimler mutlaka hükümet eliyle başlatılmalıdır. Yapılması gerekenlerin içinde en önemli hususlardan birisi de suçun ve suçlunun ürediği sosyal yapının düzeltilmesi ve insanımızın mahkeme kapılarında ömür çürütmesinin önüne geçilmesidir. Özgürlük ve yaptırım arasında kurulacak sağlıklı bir ilişki ağının suçun kaynaklarını ve suçluyu oluşturan faktörleri zayıflatacağı ve sorun çözme kültürünün hoşgörü ikliminde yaygınlaşmasıyla da adaletin güçleneceğine inancım tamdır. Ancak AKP’nin niyetinde ve gündeminde hukukun üstünlüğü gibi bir hedefinin olmadığı da açık ve bellidir. Nitekim AKP iktidarıyla birlikte egemen bir hal alan güçlünün lehine işleyen adalet anlayışı; doğrunun yanlış karşısında diz çökmesine ve gerilemesine yol açmıştır. İnşallah milletimiz partimize destek verdiği takdirde yargı kapsamlı bir reforma tabi tutulacak ve adalet sisteminde belirlenen sorunların giderilmesi için her türlü gayret gösterilecektir. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
|