17.01.2006 - Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı
Konuşma Metni
17 Ocak 2006

 

Sayın Basın Mensupları,

2006 yılının Türkiyemize ve Aziz Milletimize huzur, refah ve mutluluk getirmesi temennisiyle hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yeni yıl, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir kader yılı olacaktır. Sürekli hırpalanan, güç kaybeden ve gelecek ümidi yara alan Türkiye, her alanda yaşanan ağır tahribat sonucu artık duvara dayanmıştır.

Şartların giderek ağırlaştığı bugünkü ortamda Türkiye’yi yeniden ayağa kaldıracak yeni bir başlangıç yapılması bu bakımdan hayati önem kazanmıştır.

Türkiye’nin içine hapsedildiği siyasi, iktisadi ve sosyal kriz sarmalının aşılması ve ülkenin karanlık bir yola sürüklenmesinin önüne geçilebilmesi için 2006 yılı bir şans olarak görülmelidir.

Bugünkü basın toplantımızda son dönemde yaşanan gelişmeler hakkında kısa bir değerlendirme yapmak ve önümüzdeki sürece ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket Partisi, demokrasinin özüne ve ruhuna samimiyetle bağlı, köklü bir siyasi geleneğin temsilcisidir.

Bizim yegâne güç kaynağımız büyük Türk Milletidir.

Aziz milletimizin şaşmaz sağduyusunu Türkiye’nin geleceğinin en güçlü teminatı olarak gören Milliyetçi Hareket, ülkenin karşı karşıya bulunduğu ağır bunalımdan çıkış yollarının Türkiye içinde ve Türk milleti tarafından bulunacağına gönülden inanmaktadır.

Türkiye’nin önündeki sorunların ve tehlikelerin büyüklüğü, bu yöndeki inancımızı asla sarsamayacaktır. Türkiye bu badireyi de aşacaktır.

Türkiye’nin kurtuluşu, her şeyden önce, bugün hakim kılınmaya çalışılan ahlaki temellerden yoksun ve her manada çürümüş kapkaç siyaseti anlayışından kurtulmakla mümkündür.

Bu çarpık zihniyetin temsilcisi olan AKP’nin demokratik yollarla tasfiyesi bu kurtuluşun başlangıcı olacaktır.

Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklardan oluşan “3Y” ile mücadele sloganıyla işbaşına gelen AKP’nin maskesi çok kısa zamanda düşmüş ve gerçek yüzü açığı çıkmıştır.

Bu parlak sözlerle Türk Milletini aldatan AKP’nin Türkiye’ye getirdiği, sadece ve sadece, Yalan siyaseti, Yağma ve Yozlaşma kültürü olmuştur.

Yoksulluğu bitireceği sözü veren AKP, işsizlik alanında rekor kırmış, açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlar yaratmıştır.

Türk köylüsüne, işçisine, esnafına ve memuruna sırt çeviren hükümet, Türkiye’nin kaynaklarını bir avuç vurguncuya peşkeş çekmiş, bunların değirmenine su taşımıştır.

Yolsuzlukla mücadele edeceğini söyleyen AKP, yarattığı yeni bir hanedan sınıfı eliyle Türkiye’yi yağmalamak için eşi görülmemiş bir seferberlik ve yarış başlatmıştır.

AKP’nin yasaklarla mücadeleden ne anladığı da icraatıyla ortaya konulmuştur. Tabuları yıkmak sloganıyla yola çıkan AKP Hükümeti, Türk Milletini hor ve hakir görmeyi, Türklüğe ve Türk tarihine hakaret etmeyi serbest bırakmıştır.

Terör propagandasını ve teröre yardım ve yataklığı suç olmaktan çıkaran AKP, Türkiye’nin milli birliğini ve üniter yapısını hedef alan bölücü tahriklerin ve ihanet çağrılarının önünü açmıştır.

Bütün bunlar, insan hakları ve özgürlüklerinin geliştirilmesi ve demokratikleşme adı altında yapılmış, Avrupa Birliği uyum süreci buna kılıf uydurulmasının aracı olarak kullanılmıştır.

Buna karşılık, Anadolu meydanlarında namusum denilerek istismar edilen ve seçim malzemesi olarak kullanılan başörtüsü konusunda ise tam bir riyakârlık sergilenmiştir.

Sayın Basın Mensupları,

AKP iktidarının dördüncü yılına girilirken, Türkiye çok hayati bir kavşak noktasıyla karşı karşıyadır.

AKP kadrolarının hiçbir sınır tanımayan siyasi ihtiraslarının ve küçük hesaplarının Türkiye’nin geleceğini ateşe atmakta olduğunu artık herkes idrak etmek durumundadır.

Hükümetin hezeyanları, Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü bile hedef alacak noktalara kadar taşınmıştır.

AKP’nin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, bölücü heveslerin cüret ve cesaret kazanmasına yol açan şartları hazırlaması olmuştur.

Silahlı terörden beslenen siyasi bölücülük sorununu masum bir etnik kimlik talebi olarak gören ve siyasi çözüm sözü veren Sayın Erdoğan, İmralı’daki cani ile aynı çizgide buluşmuştur.

Ateşle oynadığını hala idrak edemeyen Başbakan, Türk milli kimliğini de tartışmaya açarak bu ihanet yolunda inatla yürümeye kararlı olduğunu göstermiştir.

Bunun sonucu Türk milletinin bin yıldır paylaştığı ortak değerlere karşı topyekün bir inkâr, dışlama ve aşağılama kampanyası başlatılmıştır.

Demokratikleşme maskesi arkasında yürütülen bu kampanyanın açık hedefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kimliği ve kuruluş ilkeleridir.

Başbakan Erdoğan bu konuda da İmralı ile ağız birliği içine girmiştir.

Bu utanç verici durum, AKP’nin siyasi siciline silinmeyecek kara bir leke olarak geçmiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Önümüzdeki döneme bakıldığında, Avrupa Birliği ile ilişkilerde maskelerin düşeceği ve gerçeklerin daha iyi anlaşılacağı sancılı bir sürece girilmekte olduğu görülmektedir.

Bugüne kadar Avrupa Birliği yalanı rüzgarıyla yol almaya çalışan hükümet için bu konuda yolun sonuna gelinmiştir.

AB’nin baskı ve dayatmalarının giderek artması ve vadelere bağlı siyasi faturaların Türkiye’nin önüne bir bir getirilmesiyle, 3 Ekim göstermelik AB sürecinin nasıl büyük bir aldatmaca olduğu ortaya çıkacaktır.

Kıbrıs konusunda Türkiye üzerindeki cenderenin giderek daralması ve hükümetin bunun karşısındaki çaresizliği ve samimiyetsizliği, Kıbrıs’ın AB sürecinde ilk kırılma noktası olacağının işaretidir.

Rum yönetimini tanıma sonucunu doğuracak Kıbrıs Ek Protokolü’nü hala Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunmayan ve bundan kaçış yolları arayışına giren AKP’nin ikiyüzlü tutumu, AB ile ilişkilerde kaçınılmaz bir çatışma yörüngesine girildiğinin somut bir göstergesi sayılmalıdır.

Bir dizi dayatma ipoteği altına sokulan ve kördüğüm haline gelen AB sürecinin, bu haliyle sağlıklı bir zeminde sürdürebilir olmadığı çok açıktır. Bu denkleminin değişmemesi halinde, ilişkiler hakim olan hastalıklı yapının kangrene dönüşmesi kaçınılmazdır.

Türklüğe hakaret suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi konusunda yaşanan son gelişmeler ve yargıya müdahale tartışmaları, AKP’nin teslimiyet anlayışının Türkiye’yi hangi noktaya getirdiğini acı bir şekilde göstermiştir.

Türkiye’nin temel kurumlarını Avrupa Birliği’nin vesayeti altına sokan hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki AKP çoğunluğunu AB’nin dayatmalarını karşılamak için sipariş kanun hazırlayan bir mekanizma haline getirmiştir.

Türk Ceza Kanunu’nu AB’nin talepleri doğrultusunda değiştiren AKP, buna rağmen Brüksel’i tam olarak tatmin edememenin sıkıntısını yaşamaktadır.

Avrupa Birliği’nin şimdiki hedefi Türk Ceza Kanunu’nun 301 ve 305. maddelerinin kaldırılmasıdır.

Türklüğü, Cumhuriyeti ve devlet organlarını aşağılamanın suç olmaktan çıkarılması dayatması önümüze getirilmiştir. Aynı şekilde 305. madde ile düzenlenen Türkiye’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü, milli güvenliği ve Cumhuriyet’in Anayasa’da belirtilen temel nitelikleri aleyhindeki fiillerin suç sayılmaması istenilmektedir.

Türkiye’nin içinden de yandaş bulan bu dayatmaların iyi niyetle izahı ve uluslararası ilişkilerde geçerli asgari nezaket ve saygı ile bağdaştırılması mümkün değildir.

Hükümetin AB karşısındaki teslimiyet ve ezikliğinden cesaret alan Brüksel komiserleri, Türkiye’yi adeta bir sömürge gibi görmekte ve bağımsız mahkemeler başta olmak üzere devletin temel kurumlarını aşağılamak için aleni tahriklerde ve müdahalelerde bulunmayı kendileri için doğal bir hak saymaktadır.

Avrupa Birliği’nin bu küstahlıkları yapmasına imkân hazırlayan AKP hükümeti ve Başbakan’ın, şimdi Avrupa Birliği’nin Türk adaletine baskı yaptığından şikayet etmesi tam bir kara mizah örneğidir.

Türk mahkemelerini Avrupa’nın vesayeti altına sokan ve bağımsız Türk yargısına doğrudan müdahale ederek eski DEP milletvekillerinin yeniden yargılanmak üzere serbest bırakılmasını sağlayan hükümetin başkanı şimdi eserinden şikayetçidir.

Yakın bir geçmişte yaşanan bu siyasi müdahale ve hukuk rezaletinin mimarı olan Başbakan, eğer unutkanlık rahatsızlığı ile malül değilse, tam bir ikiyüzlülük sergilemektedir.

Türkiye’nin tarihini karalayarak Türk milletini peşinen mahkûm etmeyi amaçlayan faaliyetler konusunda yargıya açıkça cephe alan Başbakan’ın, işine gelmeyince bu konuda başkalarına Anayasa dersi vermeye kalkışması, içinde bulunduğu çelişkiler yumağının hazin bir tezahürüdür.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye yeni yıla Türk Ceza Kanunu ve yargı bağımsızlığı etrafında başlatılan tartışmalarla girmiştir.

Avrupa Birliği’nin Türk adaletini hedef alan baskı ve müdahalesinin önümüzdeki dönemde artarak süreceği görülmektedir.

AKP hükümetinin bu konuda da Avrupa Birliği’ne boyun eğeceğinden kimse şüphe duymamalıdır. Zira hükümet, nefes borusu olarak gördüğü AB karşısında ezik ve çaresizdir. Siyasi himaye karşılığı gönüllü olarak kabul ettiği bu ipoteği kırmaya niyeti ve cesareti yoktur.

AKP hükümeti, devlete ve millete hakaret ve iftira etmeyi özgürlük alanı olarak görmekte ve bunu da demokratikleşmenin bir gereği saymaktadır. Avrupa Birliği’nin koruyucu kanatları altında suç işleme imtiyazına sahip olduğunu zanneden bir avuç bedbahtı daha da cesaretlendirmek, bu bakımdan bu hükümet için yerine getirmekten kaçınamayacağını bir Avrupa Birliği görev talimatıdır.

Teröristlere geniş hareket imkânı sağladığı en yetkili ağızlardan şikayet konusu yapılan terörle mücadele mevzuatının hala sürüncemede bırakılması da, aynı sakat anlayışın bir sonucudur.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’nin karşı karşıya bırakıldığı bugünkü tablo her yönüyle elem ve esef vericidir.

Milli değerlerimizin ve kurumlarımızın yıpratılmasını ve yozlaştırılmasını ve milli bilincin köreltilmesini amaçlayan maksatlı bir kampanya bütün çirkinliğiyle sürdürülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esasları ve devletin Anayasal kurumları, Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu oyunda hedef haline getirilmiştir.

Siyasi amaçları, siyasi geçmişleri ve sicilleri Türk milleti tarafından çok iyi bilinen bütün mihraklar, Türk milleti ve devleti ile hesaplaşmak için bu cephede saf tutmuştur.

Nihai amaç, Türkiye’nin içten çözülerek çökertilmesidir.

Bölücü tahriklerin ve ihanet provalarının demokratikleşme normu olarak görüldüğü ve prim yaptığı Türkiye’de, milli hassasiyetlere sahip çıkmak, milli birliğimizi ve bağımsızlığımızı savunmak, neredeyse ayıplanacak çağdışı bir tavır olarak mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.

Ne hazindir ki bugün Türkiye’de bütün ayarlar kaçmış, düşürülmedik seviye ve çiğnenmedik ahlaki ölçü kalmamıştır. İrtifa kaybı sadece siyaset adabı ve üslubunda yaşanmamış, bizatihi siyaset ayağa düşürülmüştür.

Böyle bir ortamda, milli vicdanın sesi olan Milliyetçi Hareket’in her vesileyle hedef alınması, arızi bir hezeyan ve bir tesadüf olarak sayılmamalıdır.

Son dönemde Milliyetçi Hareket’e karşı başlatılmak istenen karalama ve husumet kampanyası bu büyük oyunun bir parçası olarak görülmelidir.

Bir cinayet hükümlüsünün yargı kararıyla salıverilmesi etrafında başlayan tartışmaların, birden yön değiştirerek Milliyetçi Hareket’e yönelik bir suçlama kampanyasına dönüştürülmesinin nedenleri burada aranmalıdır.

Bir yargı kararının uygulanmasıyla gündeme gelen tepkilere ideolojik bir boyut kazandırılarak Milliyetçi Harekete karşı geçmişe dönük bir hesaplaşma amacıyla bir suçlama seferberliği başlatılmasının akıl, mantık, insaf ve ahlak ölçüleriyle izahı bulunmamaktadır.

Türk milliyetçiliği ülküsüne karşı tarihin ve vicdanların mahkûm ettiği eski husumet senaryolarını yeniden gündeme taşıyanların ve Milliyetçi Hareket’i yalan ve iftirayla karalamaya çalışanların amaçları, siyasi ahlak anlayışları ve akideleri esasen bizlerin malumudur.

Milliyetçi Hareket’in dışındaki kişiler, olaylar ve gelişmeleri bize mal etmeye yeltenenlere buradan açıkça soruyorum:

Siz infaz hukukunun uygulanması çerçevesinde, yargı kararına dayalı bir hukuki işlem sonucu ortaya çıkan durumu ve burada bir hesap hatası yapıldığını mı tartışıyorsunuz, yoksa gerçekleri saptırarak ve ahlak dışı yollara başvurarak Türk Milliyetçiliğine karşı dinmek bilmeyen kinlerinizi kusmak için ucuz ve sahte bir vesile ve bahane mi arıyorsunuz?

Şimdi sureti haktan görünerek sahneye çıkan ve geçmişle yüzleşme edebiyatı yapanlara hatırlatmak isteriz ki, Türkiye’de 1968’den bu yana yaşananların tüm yönleriyle dürüst ve namuslu olarak ortaya konulup, herkesin tarih ve millet önünde açık bir vicdan muhasebesi ve yüzleşmesi yapmasına biz hazırız.

Milliyetçi Hareket’in bundan çekineceği, gocunacağı hiçbir şey yoktur. Bu yüzleşmeden zararlı çıkacak olanlar, şahsi çıkarları dışında inançları ve idealleri olmayan, rüzgârın estiği istikamete göre yön değiştiren ve her devrin ve her fikrin adamı olmayı içine sindirebilen fırsatçı ilkesizlerdir.

Milliyetçi Hareket’in bu konuda başı dik, vicdanı rahattır. Bu hezeyanların Milliyetçi Hareket’in şerefli geçmişine ve Türk Milleti’nin huzurunda kırk yıldır gururla taşıdığı siyasi kimliğine leke süremeyeceğini herkes çok iyi bilmelidir.

Bugün bir yargı kararının vicdanları yaralamasından yola çıkarak Milliyetçi Hareket’i suçlamak için yaygara kopartanlara, yakın geçmişte idam cezasını kimlerin kaldırdığını ve buna kimlerin alkış tuttuğunu bu vesileyle hatırlatmak isteriz.

Kanlı terörist Öcalan’ı ipten kurtarmak için MHP’nin tek başına direnmesine rağmen idam cezasını kaldıranların ve o dönemde bunu destekleyenlerin şimdi kamu vicdanının rahatsız olması adına sergiledikleri tavır ve Milliyetçi Hareket’e karşı bir husumet cephesi içinde yerlerini almaları, ibret verici olduğu kadar çok hazin bir tecellidir.

Bu konuyu kapatmadan önce herkesi şu hususlar üzerinde çok iyi düşünmeye davet etmek istiyorum: Devlet kurumları görevlerinin başındadır. Adalet Bakanı bu konuda yazılı emir yoluna başvuracağını açıklamıştır. Sonuçta Türk adaleti hükmünü verecek, buna göre de gereği ne ise bu yapılacaktır.

Türkiye’de kanunların uygulanması hükümetin siyasi sorumluluğu altındadır.

Hükümet, görevinin ve sorumluluğunun icabını yerine getirmek ve hükümet etme makamının bir yakınma ve şikayet mercii, bir ağlama duvarı olmadığını artık idrak etmek durumundadır.

Hükümet, hükümetliğini bilmelidir. Hükümet olmanın gereğini yapmayan göstermelik bir yönetimin ise bu görevde bir dakika dahi kalmaya hakkı yoktur.

Herkes bu sürecin sonucunu beklemeli ve konuyu saptırarak altından kalkamayacağı hezeyanlarda bulunmaktan ve sapla samanı birbirine karıştırmaktan kaçınmalıdır.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve ağırlaşan şartlar, milletin hakemliğine başvurmayı kaçınılmaz kılmaktadır.

Bu yüksek ateş ve tansiyonla yaşanması artık mümkün değildir.

Bu bakımdan önümüzdeki tek seçenek, tek demokratik çıkış yolu erken seçimdir. Emanetin asli sahibi olan Türk milletinin iradesine başvurulmasıdır.

Türkiye’de erken seçim siyasi gündeme girmiş ve bu süreç başlamıştır. 2006 yılı bunun vadesinin belirleneceği yıl olacaktır.

AKP’nin bu süreci geri çevirmek amacıyla giriştiği tüm manevralara ve oluşturduğu direnç cephesine rağmen, seçim sandığının Türk milletinin önüne getirilmesini önlemeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

Türk milleti, emanetine ihanet eden AKP’den davacıdır.

Bu siyasi hesap sandık başında görülecek ve AKP sorumluları için Türk adaleti önünde hesap verme dönemi başlatılacaktır.

Bu noktada erken seçimle ilgili iki husus üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Birinci husus, seçimden kaçmak için başvurulan ekonomik ve siyasi istikrar safsatasıdır.

Bu konuda giderek sıkışan Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin siyasi istikrarı yakaladığı yalanının arkasına saklanarak erken seçimin ihanet olacağı iddiasıyla ortaya çıkmıştır.

Başbakan’ın sözünü ettiği siyasi istikrar, AKP ve yandaşlarının kurumsal kimlik kazandırdığı ve istikrarlı bir şekilde uyguladığı vurgun, soygun ve talan tezgâhının adıdır.

Çıkar hesabıyla bu koroya katılan çevrelerin siyasi ve ekonomik istikrarın devamından anladığı da, Türkiye’ye ağır bedeller ödeten sayısal bir Meclis çoğunluğu eliyle bu tezgahın sürdürülmesidir.

Faiz ve dövizin yükselmesi, sıcak paranın çıkması ve borsanın düşmesi senaryoları, bunun için Türk milletine karşı bir tehdit silahı olarak kullanılmaktadır.

Bu konuda başlatılan yalan pazarlamasının ve Türk milletine korku salınmaya çalışılmasının tek amacı biraz daha zaman kazanmaktır.

Bu vurgun düzenini sürdürmek için kullanılan diğer bir yalan da, ciddi bir iktidar alternatifi olmadığı iddiasıdır.

Çaresizliğin zirvesini yaşayan hükümetin de yönlendirilmiş kamuoyu yoklamalarıyla desteklenmeye çalışılan bu yalan kampanyasından medet umduğu anlaşılmaktadır.

Gelinen bugünkü noktada, bunları konuşmak ve tartışmak artık yersiz ve gereksizdir.

Milliyetçi Hareket’in bu konuda söyleyeceği şudur: Getirin seçim sandığını, sonucunu hep birlikte görelim.

Sayın Basın Mensupları,

Erken seçim konusunda inandırıcı olmayan ucuz kahramanlık gösterileri yapan Başbakan, aslında yolun sonuna gelindiğini görmektedir.

Politikaları her alanda iflas eden ve yalan malzemesi tükenen hükümet, istemese ve itiraf etmese de, gelişen şartların erken seçimi zorlayacağının farkındadır.

Bu bakımdan seçimlerin kendileri için ehveni şer görülebilecek bir zamanlama ile yapılması üzerinde ciddi olarak düşünmeye başladıkları görülmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın yüzde on seçim barajı ve Türkiye Milletvekilliği konularında geçtiğimiz yıl sonunda dile getirdiği görüşler bu bakımdan anlamlıdır.

Avrupa Birliği’nin yüzde on barajının düşürülmesi dayatmaları karşısında çıkış yolu arayan hükümetin, önümüzdeki erken seçimlerde uygulanacak yeni bir seçim sistemi üzerinde çalışma yaptığı anlaşılmaktadır.

Başbakan Erdoğan, 450 milletvekilliğinin seçim bölgeleri esas alınarak, 100 milletvekilinin ise ülke genelinde alınan oylara göre seçilmesini ve bu 100 milletvekili için barajın düşürülmesini öngören bir model önermiştir.

Hükümetin düşünceleri bütün yönleriyle henüz ortaya konulmamış olmakla birlikte, bu konudaki görüşlerimizi kısaca dile getirmek istiyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin mevcut seçim sisteminin değiştirmesini konusunda herhangi bir talebi ve beklentisi bulunmamaktadır.

MHP bugünkü seçim sistemiyle ve tek başına iktidara gelecektir. Seçim mevzuatı ile oynanması MHP iktidarını hiçbir şekilde etkilemeyecektir.

Yüzde on barajının korunması, teröre desteklerini kesmeyen bölücü ve ayrılıkçı akımların tahriklerini Meclis’e taşımalarının önlenmesi yanında istikrar içinde demokratikleşmenin sağlanması bakımından önem arzetmektedir.

Böyle bir gelişme ülkeyi ağır bir gerginlik ortamına sürükleme riskini taşıyacaktır. Bu bakımdan demokratik katılım ve temsilde adalet ilkelerinin Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu terör olgusunun siyasi meşruiyet kazanma stratejisi ışığında değerlendirilmesi kaçınılmazdır.

Milliyetçi Hareket, bu düşüncelerle seçim barajıyla oynanmasına karşıdır.

Başbakan’ın Türkiye Milletvekilliği önerisi ise birçok bakımdan muğlâktır. Bunun seçim kanunuyla düzenlenemeyeceği, bunun için Anayasa’nın 75. maddesinin değiştirilmesi gerektiği ortadadır.

Hükümetin bu konuyu kapsamlı bir Anayasa değişiklik paketi içinde Meclis’e getireceği ve paketin bütünü üzerinde muhalefetin desteğini almak için bunu bir pazarlık unsuru olarak kullanma eğilimde olduğu tahmin edilmektedir.

Türkiye’nin gündemine giren Anayasa değişikliği, önümüzdeki dönemde en çok tartışılacak konuların başında yer alacaktır.

AKP’nin bu konudaki gerçek niyetleri ve samimiyet derecesi, değişiklik paketinin kapsamı ve diğer unsurları ortaya konulduğunda daha iyi anlaşılacak ve değerlendirilebilecektir.

Bütün temennimiz, bu konunun Türkiye’de yeni gerginlik ve kutuplaşmalara yol açmaması ve siyaset kurumunun bu sorumluluk anlayışıyla hareket etmesidir.

Önümüzdeki günlerde bu konuda yaşanacak gelişmelerin izleyeceği seyirden bağımsız olarak şu gerçek bütün siyasi partiler tarafından çok iyi görülmelidir: 2006 yılı, Türkiye’de erken seçim yılıdır. Anayasa değişikliği konusunun da erken seçim süreciyle birlikte ele alınması kaçınılmaz olacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Yakın siyasi tarihimizin en karanlık dönemlerinden birisi olan AKP yönetiminde büyük sıkıntılar yaşayan Türk Milleti, yakında bunlardan kurtulacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, yaraları sararak Türkiye’yi ayağa kaldırmaya hazırdır.

Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin onuruna ve haysiyetine sahip çıkacak, milli değerlerini ve çıkarlarını koruyacak, ülkenin milli birliğine ve kardeşliğine bekçilik yapacak ve Aziz Milletimizin aydınlık geleceğini hazırlayacak bir yönetim anlayışı ve projesiyle ve bunun için gerekli yetişmiş idealist kadrolarıyla iktidara yürümektedir.

Milliyetçi Hareket’in Türkiye projesinin merkezinde, Türk Milletinin her alanda refah ve mutluluğunu sağlayacak şartları hazırlamak ve Türkiye’yi dünya milletler topluluğu içinde fazlasıyla layık olduğu mümtaz konuma taşımak azim ve kararlılığı yatmaktadır.

Aziz Milletimizin desteği ve Yüce Allah’ın yardımıyla bu hedefe ulaşılacağına olan inancımız tamdır.

Bu duygularla hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı