Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
12 Haziran 2011 seçimleri sonrası oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem çalışmaları tartışmalı yargı kararları, şiddet çağrılarının ve tehditlerin gölgesinde gergin bir ortamda başlamaktadır. Bu durum Türkiye’nin huzuru ve demokratik rejimin geleceği açısından her yönüyle endişe vericidir. Seçimlerin genel yönetimi ve denetimiyle görevli Anayasal organ olan Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları seçim sürecinde olduğu gibi bugün de tartışılmaktadır. Bu konulardaki hukuki ve siyasi meşruiyet tartışmalarında ipin ucunun kaçtığını, bütün ölçülerin kaybedildiğini esefle izlemekteyiz. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim sürecinde parlak bir sınav veremediği bir vakıadır. Bazı bağımsızların adaylıklarını önce kabul etmemesi, arkasından tehdit ve baskıların etkisiyle bundan rücu etmesi YSK’nın tasarruflarının meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Adaylıkları veto edilenlerin kitleleri tahrik ederek şiddet ortamı yaratması ve AKP hükümetinin bunları himayesi altına alarak siyasi baskı yapması sonucu “eksik evrak tamamlandı” gerekçesiyle YSK geri adım atmak durumunda kalmıştır. Yaşanan bu gelişmelerin en tehlikeli sonucu, şiddeti siyasi araç olarak kullananların bu yöntemle sonuç alınacağını görmüş olmaları ve bundan ilerisi için cüret ve cesaret kazanmalarıdır. Yüksek Seçim Kurulu’nun vicdanları yaralayan, bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşüren diğer bir icraatı, Başbakan Erdoğan’ın seçim sürecinde MHP aleyhine hayasızca yürüttüğü kampanya karşısında sessiz kalması olmuştur. Bu konudaki başvurumuzu reddederek işlem yapmayan YSK itibar kaybetmiştir. Partimizle ilişkisi kesilen bir şahsın adaylığını düşürmemesi de bu güven ve itibar aşınmasını derinleştirmiştir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde Diyarbakır’dan bağımsız olarak katılan ve seçilen bir milletvekiliyle ilgili olarak YSK’nın aldığı son karar, çok tehlikeli bir siyasi gerginliğe yol açmıştır. YSK’nın Anayasa ve ilgili mevzuat hükümlerine dayanarak aldığı bu karar üzerine başlayan milli iradenin üstünlüğü ve siyasi temsil tartışmaları siyasi gündemin merkezine oturmuştur. Hakkında milletvekili seçilmeye mani mahkumiyet hükmü olan bir kişinin adaylığını seçim öncesi iptal etmeyen YSK bu konuda sorumlu ve basiretli davranmamıştır. Zamanında görev ve sorumluluğun gereğini yapmayan YSK bugünkü tartışmaların yolunu açmış, bunu şiddet ve kaos ortamı yaratmak için kullanmak isteyen çevrelere malzeme vermiştir. Bu vesileyle başlatılan şiddet ve TBMM’ni boykot çağrıları, hayasızca yapılan tahrik ve tehditler Türkiye’yi çok vahim sonuçları olacak karanlık bir dönemin beklediğinin habercisidir. Türk toplumu esasen çok gergindir. Bölücü tahrikler toplumsal bünyemizi hırpalamış ve yaralamıştır. 22 Haziran 2011 günü Tunceli Nazimiye’de alçakça şehit edilen iki kahraman emniyet görevlimizin acısı hala yürekleri dağlamaktadır. Böyle bir ortamda siyasi tahriklerde bulunmak ve sokak gösterileriyle şiddete başvurmak hepimizin altında kalacağı bir felakete davetiye çıkarmak olacaktır. Bu bakımdan herkes ve her kesim anayasa ve yasalara saygılı olmak, Türkiye’nin geleceğini her türlü siyasi düşünce ve hesabın üstünde tutan bir sorumluluk anlayışıyla hareket etmek zorundadır. Bu düşüncelerle herkesi ortamı zehirlemekten, gerginlik, tahrik ve husumet siyasetine bel bağlamaktan ve siyasi kriz tellallığı yapmaktan vazgeçmeye çağırıyorum. Bu ülke hepimizindir. Türkiye’yi bugünkü bunalım ortamından çıkarıp aydınlık, mutlu ve huzurlu bir geleceğe taşımak hepimizin ortak milli görevidir. Siyasette varlık nedenimiz de budur.
|