Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 3 Eylül 2007 Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Değerli Üyeleri, 60. Cumhuriyet Hükümeti’nin Programı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüş ve düşüncelerini açıklamak amacıyla huzurunuzda bulunuyorum. 23. Dönem çalışmalarının Türkiye’nin huzuru, güvenliği, kardeşliği ve mutluluğunun hayrına sonuçlar doğurması dileğiyle Yüce Meclis’i en derin saygılarımla selamlıyorum. Bu duygularla 22 Temmuz 2007 seçimleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olan değerli milletvekillerini kutluyorum. Türkiye’nin içinden geçtiği bu hassas dönemde, Anayasa’da çizilen çerçevede ve milletvekili yeminlerine sadık kalarak icra edecekleri görevlerinde kendilerine başarılar diliyorum. Bütün siyasi partilerimizin Yüce Meclis’i bekleyen tarihi görev ve sorumlulukların bilinci içinde olduklarını ve sözleri ve fiilleriyle bunun gereklerini yerine getireceklerini ümit ve temenni ettiğimizi buradan belirtmek istiyorum. Türkiye 22 Temmuz seçimlerine demokrasimiz açısından bir olgunluk sınavı sayılamayacak sancılı bir süreç sonrası gitmiştir. Sandık başında tecelli eden milli irade ortaya yeni bir siyasi tablo çıkarmıştır. 23. Yasama Dönemi, geniş bir yelpazeye yapılan farklı siyasi görüşlerin Meclis’te temsil edildiği yeni bir açılımla başlamıştır. Katılımın yüksek olduğu seçimler, geçtiğimiz dönemdeki demokrasi çarpıklığını gidermiş ve Meclis’te temsil oranı yüzde seksenbeşler düzeyini aşmıştır. Bugün itibariyle, Meclis’te, dördü grup kurma hakkı bulunan yedi siyasi parti temsil edilmektedir. Bunu, genç Türk demokrasisinin geleceği açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat olarak gördüğümüzü belirtmek isterim. 22 Temmuz seçimlerinde aziz milletimiz AKP’ye ikinci dönem iktidar görevi vermiştir. Türk milletinin bu kararını herkes kabul etmek ve buna saygı göstermek durumundadır. Parlamenter demokrasilerde egemenliğin yegane sahibi Türk milletidir. Demokrasiye inanan herkesin şimdi yapması gereken, bu milli iradeyi sorgulamak veya zafer sarhoşluğuna kapılmak değil, bunun anlamını çok iyi değerlendirmek ve bundan gerekli sonuçları çıkartmak olmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi aziz milletimizin bize verdiği muhalefet görevini ve sorumluluğunu saygıyla karşılamıştır. Önümüzdeki dönemde temel amacımız, bu takdire uygun olarak, ilkeli, seviyeli, dürüst, sorumlu ve etkili bir muhalefet anlayışı sergilemektir. MHP, kısır çekişmelerin ve gerginliklerin tarafı olmayarak Türkiye’nin sorunlarının çözümüne, sarsılmaz ve değişmez ilke ve inanışları doğrultusunda, yapıcı katkılarda bulunacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu konuda siyaset geleneğimizin gelişmesine hizmet edecek bir örnek oluşturmaya kararlıdır.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Seçim sonrası dönemde iktidar partisinin sergilemesi beklenen tutum ve anlayışla ilgili olarak, unutulmaması gereken bazı gerçekleri bu vesileyle kısaca hatırlatmak isterim. Bunlardan birincisi, demokrasi’nin ruhu ve gerçek anlamıyla ilgilidir. Demokrasi, Meclis’te sandalye sayısına dayanan basit ve çıplak bir aritmetik denklemi veya işlemi değildir. Dürüst, temiz ve namuslu bir siyaset anlayışını gerektiren demokrasi, sağlam inanışlara ve teminatlara dayanan bir ahlak, fazilet ve faragat rejimidir. Demokrasi’nin yaşaması ve kök salması için şart olan manevi iklimin temel unsurlarının itidal, basiret, hoşgörü, karşılıklı anlayış, demokratik uzlaşma kültürü ve siyasi sorumluluk ahlakı olduğu unutulmamalıdır. Bu gerçekler karşısında, milli iradeyi bir kılıf olarak kullanarak demokrasiyi basit bir parmak hesabına dayanan Meclis çoğunluğuna indirgemek, demokrasinin özüne olan inançsızlığın bir ifadesi sayılacaktır. Bu bahiste dikkatlerinize getirmek istediğim diğer bir husus, seçim sonuçlarının ifade ettiği anlamın münhasıran rakamsal sonuçlara bakılarak değerlendirilemeyeceği gerçeğidir. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonuçlarının AKP iktidarı açısından doğru okunması ve anlaşılması bu bakımdan büyük önem taşımaktadır. Seçimlerde AKP’nin oylarını önemli ölçüde arttırdığı tartışılmaz bir gerçektir. Ancak, artan bu desteğin ne anlam taşıdığı çok iyi anlaşılmalıdır. Türkiye AKP’nin önceki iktidarında büyük bir yıpranma, yozlaşma ve yıkım dönemi yaşamıştır. Bunun ağır tahribatı ortada durmakta ve etkileri her alanda ağırlaşarak hissedilmektedir. 22 Temmuz seçimleri bu karanlık dönemi aklamamıştır. Seçim sandığı başında tercihini ortaya koyan Türk Milleti, ortak değerlerimiz olan milli kimlik, milli birlik, Cumhuriyet’in temelleri ve devletin kuruluş ilkelerinin tahrip edilmesi sonucunu doğuracak gaflet politikalarının sürdürülmesi için AKP’ye izin ve icazet vermemiştir. AKP iktidarının bu gerçekleri çok iyi görmesi ve bu ikinci dönemde geçmişteki hatalardan ders alması, Türkiye’nin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Türkiye çok ağır bir bunalım sürecinden geçmekte, ülke ve millet olarak içine sürüklendiğimiz kriz ortamı giderek derinleşmektedir. Önümüzdeki bu nazik dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati görev ve sorumluluklarla karşı karşıyadır. Bu bunalım sürecinden çıkış yollarının aranacağı tek organ, milli iradenin tecelli ettiği yegâne yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Türkiye’nin sorunları ortak aklın ve sağduyunun rehberliğinde bu kutsal çatı altında çözülecektir. Bunun için, ilk önce, sorun alanları ve dinamikleri hakkında, iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerin üzerinde buluşabileceği asgari bir müşterek zemininin oluşturulması hayati önem taşımaktadır. Bu yöndeki ortak çabalarda hareket noktamız, doğru tespit ve teşhislere dayalı, dürüst ve objektif bir değerlendirme yapmak olmalıdır. Temel sorun alanları, önem ve öncelik itibariyle üç ana noktada toplanabilecektir. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin karşısındaki çok ciddi iç ve dış güvenlik tehlikeleri ve tehditleridir. Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terör, siyasi ayrılıkçılık hevesleri ve etnik tahrikler önümüzdeki en büyük sorundur. Bugün Türkiye’de iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır. Türkiye’nin varlığına ve milli birliğine kastetmeyi amaçlayan kanlı terör son dönemde tırmanmış, etnik bölünmeye zemin hazırlamaya yönelik iç ve dış tahrik ve dayatmalar hız kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcı olan bütün ilke ve esaslar tartışmaya açılmış, milli devlet niteliğini ve üniter yapısını tasfiye etmeyi hedef alan bir kampanya başlatılmıştır. Türkiye, bilinçli, sistemli ve sinsi tahriklerle bir kavga ve iç çatışma ortamına çekilmek istenmektedir. İkinci büyük sorun ise, Türkiye’nin çok tehlikeli bir cepheleşme sürecine sürüklenmiş olmasıdır. Toplumsal huzursuzluk, gerginlik ve çatışma alanları her geçen gün genişlemekte, kamplaşma ve kutuplaşma sürecinin yıkıcı tahribatı Türkiye’yi için için kemirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri, demokratik rejim, milli ve manevi değerlerimiz siyasi ve toplumsal çatışma alanı haline getirilmiştir. Türk milleti, “ilerici-gerici”, “laik-dindar”, “inançlı-inançsız” ayrımına dayalı kamplara bölünmüş, buna dayalı iki Türkiye tablosu çizilmeye çalışılmıştır. Türkiye’nin bu gerginlik denklemini aşmak, bu kısır döngüyü kırmak zorunda olduğunu herkes kabul etmelidir. Her alana yayılan bu süreci durdurmak, Türkiye’nin birlik, bütünlük ve huzur içinde ve demokrasimizi koruyarak onurlu ve aydınlık bir geleceğe yürümesini sağlamak siyaset kurumunun önündeki en öncelikli görev ve sorumluluktur. Siyasi partiler varlık nedenlerinin bu olduğunu anlamalıdır. Üçüncü sorun alanını, siyasi ve sosyal bünyemizle ilgili yapısal hastalıklar oluşturmaktadır. Siyasi ve ahlaki çürüme devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmıştır. Yozlaşma kültürü her alanda kök salmış, Türkiye yolsuzluk, vurgun, talan ve kanunsuzluklar ülkesi olmuştur. Bunun sonucunda devlete ve adalete olan güven duygusu zedelenmiştir. Siyaset kurumu kirlenmiş ve toplum nazarında çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Çok genel çerçevesiyle çizmeye çalıştığım çalıştığım bu Türkiye manzarası, her yönüyle karanlık bir tablodur. Siyasi partilerin ülke sorunları hakkında farklı görüş ve yaklaşımlara sahip olmaları doğaldır. Ancak, Türkiye’nin kaderini ilgilendiren hayati meselelerde asgari müştereklerde buluşulması bir zarurettir. Burada hepimizin aynı geminin yolcusu olduğu unutulmamalı, Türkiye’nin geleceğini her düşüncenin üstünde tutan milli bir seferberlik ruhu sergilenmelidir. Yüce Meclis bu konularda üzerinde birleşebileceğimiz Milli Hassasiyetler Paydası oluşturmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu hususlardaki samimi düşüncelerini siyasi partilerin değerlendirmesine sunmak istemektedir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Türkiye’nin önündeki en büyük sorun olan kanlı terör ve etnik bölücülük son dönemde tehlikeli boyutlar kazanmıştır. Türk milletinin kardeşliğini, devletin siyasi yapısını ve toprak bütünlüğünü hedef alan etnik tahrikler pervasızca sürdürülmektedir. Milli kimlik ekseninde sürdürülen tartışmalar, Türk milletini parçalamayı ve üniter yapıda kurulmuş milli devlet niteliğini tasfiye etmeyi amaçlayan stratejinin ilk perdesi olarak görülmelidir. Etnik köken temelinde bölünmeyi amaçlayan bu süreçte, Türk vatandaşlarının Türk milletine mensubiyet şuurunun zayıflamasına ve Türklüğün etnik bir alt kimlik konumuna itilmesine çalışılmaktadır. Etnik kimliklerin milli azınlık olarak tanınması, bu etnik özelliklere Anayasa teminatı altında siyasi ve hukuki statü kazandırılması, Türkiye’nin milli birliğini yıkarak Türk milletinden ayrı bir millet yaratma arayışlarının temel stratejisidir. Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu hain oyunun nihai hedefi, tek millet-tek devlet esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birlik, bölünmez bütünlük ve milli egemenlik anlayışının yeniden tanımlanması ve çok kimlikli, çok milletli parçalı bir devlet yapısının devletin yeni kuruluş esası olarak kabul edilmesidir. Kanlı terörden beslenen etnik bölücülük sorununun, temel hak ve özgürlük sorunu ve meşru bir kimlik talebi olarak tanımlanmaya çalışılmasının amacı budur. Toplumsal huzur ve barışın sağlanması için demokratikleşme alanının genişletilerek siyasi açılım yapılması çağrıları da aynı amaca yöneliktir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Türk milleti ve milli kimlik kavramları ile devletin kuruluş ilkelerinin doğru anlaşılması hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin uzun tarihi geçmişine bakıldığında şu gerçekleri herkes teslim edecektir: Millet kavramı, her dönemde, etnik köken, dil, din ve mezhep farklılıklarını aşan kaynaştırıcı bir kavram olarak görülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda millet kavramı bu niteliğiyle kabul edilmiştir. Ortak kültür, tarih bilinci ve paylaşılan ortak değerler esas alınmıştır. Etnik köken, dil ve din gibi farklı özelliklere bakılmamıştır. Türk milletini oluşturan temel bağ, kan bağı ve soybirliği değil kültür ve duygularda ortaklıktır. Ortak bir geçmişi paylaşan, ortak bir kültürü yaşayan ve ortak bir gelecek idealine inanan tüm Türk vatandaşları, etnik kökenleri ne olursa olsun, Türk milleti kimliğinde birleşmişler ve Türk Milletine ortaklaşa vücut vermişlerdir. Bin yıla yakın bir süredir birlikte yaşayan, ortak bir kaderi paylaşan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı bütün Türk vatandaşları, Türk milletinin eşit ve onurlu bireyleri ve evlatlarıdır. Bu sarsılmaz milli bağ, Türk milli kimliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır. Türk milli kimliğinde bu şekilde birleşilmesi, Türk vatandaşlarının etnik kökenlerini, dil ve dinlerini inkar veya yok saymak anlamına asla gelmemektedir. Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, ne mutlu bu kimliği benimseyene anlamı taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir. Şerefli Türk bayrağı ve İstiklal Marşımız bütün Türk vatandaşlarının ortak mukaddesatıdır. Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller, tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. Bu tarihi, kültürel, siyasi ve hukuki gerçekler karşısında; Türk devletine ve Türk milletine mensubiyetin, Türkiyelilik gibi coğrafi bir terimle tanımlanması, Hukuki bir statü olan vatandaşlık bağının üst kimlik olarak kabul edilerek, kurucu milli kimliğin bir alt-kimlik konumuna itilmesi ve, Bu sanal kavramlar temelinde Türk milletine kimlik arayışına girilmesi, tek kelimeyle abesle iştigaldir. Türkiye’nin milli devlet niteliği, uniter yapısı ve milli birliğinin her türlü tartışmasının üzerinde tutulması, Türk milletinin gelecek sigortası olarak görülmelidir. Bu ilke ve esaslar, Türk milletinin demokratik düzen içinde birarada ve kardeşçe yaşamasının da asgari şartlarıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en öncelikli görevi, Türkiye’nin birliğine, huzuruna ve genç Türk demokrasisine sahip çıkmak olmalıdır. Ancak, milli kimlik, milli kültür ve paylaşılan ortak değerler yok sayılarak, etnik kimlikler okşanarak ve etnik farklılıklar kaşınarak demokrasinin, toplumsal huzur ve dayanışmanın geliştiği dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bölücü terörün siyasi gündemine hizmet edecek zorlamaların bir kardeş kavgasına davetiye çıkarmak olacağı artık idrak edilmelidir. Türkiye’yi bölme, etnik tahriklerle Türkiye’nin milli birliğini yıkmaya çalışma ve iç çatışma kışkırtıcılığı yapmanın demokratik hak ve özgürlüklerle savunulamayacağı ortadadır.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi’nin temsil ettiği Türk Milliyetçiliği ülküsü, bu esaslara dayanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anlayışımızın temelleri de bunlardır. Milliyetçi Hareket, kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen ve bunları sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklayan bir anlayışın sahibidir. Bu milli duruşumuzu, Türkiye’yi 36 etnik gruba bölen ve MHP’yi etnik bölücülerle aynı denklemin çatışmacı diğer ucu olarak göstermeye çalışan Sayın Başbakan’a bu vesileyle bir kere daha hatırlatmak isterim. Bizim durduğumuz nokta budur. Bu ilkeler Milliyetçi Hareket Partisi’nin TBMM 23. Dönem çalışmalarında değişmeyen rehberi olacaktır. Başta yeni Anayasa olmak üzere terörle mücadele ve siyasi reform konularındaki yaklaşımımıza bu ilkeler yön verecektir. Şimdi başta iktidar partisi olmak üzere bütün siyasi partilerden beklenen, bu milli konularda nerede durduklarını, özetlemeye çalıştığım bu değerler manzumesinin neresinde bulunduklarını sözleri ve fiilleriyle ortaya koymalarıdır.
Sayın Başkan, Yüce Meclis’in Değerli Üyeleri, Cumhuriyet, demokratik rejim ve Türkiye’nin milli ve manevi değerleri milli birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel temelleridir. Ülke ve millet olarak Türkiye’nin kaderi ve geleceği, her şeyden önce bu temellerin sarsılmamasına bağlıdır. Türkiye’nin onurlu ve aydınlık geleceği ancak bu temeller üzerinde yükselecektir. Bunların iç siyaset malzemesi olarak kullanılması Türkiye’nin milli birliğini zedeleyen bir husumet cepheleşmesinin zeminini hazırlamaktadır. Son dönemde laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü ekseninde hız kazanan kısır tartışma ve çekişmeler bu bakımdan endişe vericidir. Laiklik ilkesi ve din ve inanç konuları, çok yönlü hassasiyetler taşıyan nazik konulardır. Bu konuları siyasi amaçlarla sürekli kaşıyan ve kullanan karşıt kutuplar, Türkiye’nin karşısında bir gerginlik denklemi çıkarmıştır. Bu ayrıştırıcı siyasi istismar politikaları sonucu bu değerler siyasi gerilim hattına dönüştürülmüştür. Türk milleti, hem cumhuriyeti ve demokrasiyi, hem de manevi değerlerini birlikte yaşatma iradesine ve tecrübesine sahiptir. Burada temel sorun, bu temel değerler üzerinden nifak ve istismar siyaseti yapan çarpık zihniyetlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri ve manevi değerlerinin siyasi ve toplumsal çatışma arenası olmaktan çıkarılması için, ilk önce, bu değerlerin iç siyaset malzemesi ve siyasi rant kapısı olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Türk milletinin din ve inanç temelinde kamplara bölünmesinin çok tehlikeli bir husumet cepheleşmesi olacağını herkes görmelidir. Dini inançlar Cumhuriyete ve devlete meydan okuma aracı olarak kullanılmamalı, devlet ve kurumları da inançlarla kavgalı duruma düşmemeye, böyle bir görüntü vermemeye özen göstermelidir. Hem laiklik ilkesinin hem de Türk milletinin inanç ve değerlerinin sürekli gerginlik ve çekişme konusu olmaktan çıkarılması için, siyaset kurumu üzerine düşen görev ve sorumluluğun gereklerini iyi niyetle yerine getirmelidir. Kronik gerginlik kaynağı haline gelen toplumsal huzursuzluk konuları, toplumumuzu kucaklayacak bir sağduyu ve hoşgörü ortamı yaratılması yoluyla gündemden çıkarılmalıdır. Bireysel hak ve özgürlükler, devletin temel ilkeleri, Anayasal düzenin esasları ve hukuk sistemi bu konuda rehber olmalıdır. Herkes, bu yönde milli bir mutabakata varılması için ortak çaba göstermelidir. Burada en büyük görev iktidar partisinindir. Bunun için dürüst ve samimi olmaları yeterlidir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Siyasi ve toplumsal bünyemizi zehirleyen kronik hastalıklarla mücadele, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önündeki en önemli konulardan birisidir. Dürüst ve namuslu bir siyaset anlayışının tesisi, siyasi ve ahlaki kirlilikle topyekün mücadele ve gerginlikten beslenen çatışmacı siyaset kültürü yerine, siyasi sorumluluk ahlakı ve demokratik uzlaşı kültürünün siyasi ve toplumsal hayatımıza hakim kılınması, Parlamenter demokrasinin geleceği bakımından hayati önem taşımaktadır. Bu amaçla öncelikli olarak ele alınması gereken temel konular şu başlıklar altında toplanabilecektir. Türkiye’de, son dönemde, her alanda kurumsallaşan vurgun, soygun ve yolsuzluk hanedanlığı kurulmuştur. Bu hanedanlığın çökertilmesi, yolsuzluk ve kanunsuzlukların kökünün kazınması ve sorumlularından Türk adaleti önünde hesap sorulmasının sağlanması, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset kurumunun kaçamayacağı siyasi, vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi siyasi ve ahlaki yozlaşma ile mücadelede Türk toplumuna örnek ve öncü olmak zorundadır. Devlet yönetiminde bulunanların, kamu gücünü, yetkilerini ve imkânlarını kullananların her yönüyle hesap verecek durumda olmaları, kendileri bakımından ahlaki bir vecibe olarak görülmelidir. Bu, aynı zamanda demokratik rejimin de sigortasıdır. Bu bakımdan Parlamento’nun itibarını korumak, demokratik rejimin geleceğine, milli irade ve millet egemenliğinin üstünlüğüne sahip çıkmak için de elzemdir. Parlamento’nun demokrasiyi korumak için elindeki en önemli vasıta, sergileyeceği ahlaki duruş, tasarruf ve davranışlarıyla Türk milletinin vicdanında kazanacağı itibardır. Demokratik rejimin teminatının aranacağı yegâne yer, kamu vicdanıdır. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, vicdanları yaralayan bir kangren haline gelen milletvekili dokunulmazlığı ayıbı ve özründen biran önce kurtulmalıdır. Türk milletinden aldığı yetkiyle ikinci dönem iktidar olan AKP, bu konudaki direnişinden vazgeçmek durumunda olduğunu artık idrak etmelidir. Bugün Türkiye’nin, IMF ve Avrupa Birliği çıpasından çok daha önemli olan siyasi ve toplumsal ahlak çıpasına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu yolu açacak olan da Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu amaçla, milletvekili dokunulmazlığı yasama faaliyetleriyle sınırlı bir çerçevede süratle kaldırılmalı, yolsuzlukla topyekün mücadele için milli bir program bu Parlamento çatısı altında uygulamaya konulmalıdır. Bunun yanı sıra, siyasi partilerin ve üst siyasi yönetim kadrolarının her kademedeki faaliyetlerini etik esaslara bağlayan kapsamlı bir Siyasi Ahlak Yasası çıkartılması öncelikli bir hedef olarak belirlenmelidir. Bununla bağlantılı olarak, sosyal ahlak üçgeni olarak tanımlanabilecek siyaset, medya ve iş dünyası ilişkilerinde hakim olacak temel ahlak kuralları da behemehal hayata geçirilmelidir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Hükümet Programının ağırlık merkezini oluşturan ekonomik ve mali politikalar bölümleri, saptırılmış ve kurgulanmış rakamlarla pembe tablolar çizmektedir. Bu konular elbette bütçe görüşmelerinde her yönüyle ele alınacak ve gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya konulacaktır. Ancak, bu vesileyle kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. AKP’nin ekonomik performansını 2002 yılını referans alarak “Cumhuriyet tarihimizin en parlak dönemlerinden biri” olarak nitelendiren Hükümet Programı, bundan önceki dönemi kayıp yıllar olarak mahkûm etmiştir. AKP, 2002 yılında, krizlere karşı dayanıklılığı arttırılmış, hesapları şeffaflaştırılmış, görev zararları tasfiye edilmiş, rekabet gücü artırılmış, Merkez Bankası bağımsız ve etkin bir şekilde görev yapacak hale getirilmiş, bankacılık sistemi disipline edilmiş, sosyal güvenlik sisteminde önemli düzenlemeler yapılmış bir ekonomi devralmıştır. İktidara geldikten sonra yeni bir ekonomik program ortaya koyacağını söyleyen AKP, bunun yerine, sürekli eleştirdiği 57. Hükümet’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını” aynen uygulamıştır. Bunun yanı sıra, AKP hükümetinin ortaya koyduğu ekonomik hedefler de, aslında 57. Hükümet döneminde hazırlanan Sekizinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın 2023 Vizyonu Belgesinde yer alan hedeflerdir. Bu bakımdan, bugün gelinen noktada bu alanlarda övünülecek bir başarı varsa, kayıp yıllar olarak topyekün karalanan bu dönemin bunda sahip olduğu pay inkâr edilemez bir gerçektir. Bu hakkın teslim edilmesi, siyasi ve ahlaki bir yükümlülüktür. Ancak, AKP Hükümeti bunun icabını yerine getirme erdemini gösterememiştir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Sözlerime son vermeden önce Hükümet Programı’nın dış politika bölümü üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Hükümet Programı’nın en büyük zaafı, iç ve dış terör tehditleriyle mücadelede gereken asgari irade ve kararlılığı ortaya koyamamış olmasıdır. Irak’taki gelişmeler Türkiye’nin karşısına çok vahim bir güvenlik tehdidi çıkarmıştır. Türkiye Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütünü fiili saldırısı altındadır. Kuzey Irak’taki gruplar terör kartını Türkiye’ye karşı bir tehdit silahı olarak kullanmakta ve milli birliğimizi hedef alan hayasız tahriklerini sürdürmektedir. Bu gerçeklere rağmen AKP hükümeti terörle mücadele konusunu yuvarlak ve içi boş sözlerle geçiştirmiştir. Bu konuda askeri güçle desteklenen etkili bir siyasi caydırıcılık stratejisi uygulama iradesi ve cesareti olmadığını bir kere daha tescil etmiştir. Öte yandan, Program’da Kuzey Irak’ta son aşamaya gelen Türkiye’ye düşmanlık temelindeki etnik siyasi yapılanmaya ve bu grupların saldırıları altında varlık mücadelesi veren Türkmen kardeşlerimize hiç yer verilmemesi, AKP hükümetinin temelden sakat Irak politikasını sürdüreceğinin bir itirafı olmuştur. Hükümet Programı’nın Kıbrıs ve AB ile ilişkiler konusundaki bölümleri de, AKP hükümeti ile özdeşleşen teslimiyetçi politikalarda ısrar edileceğini göstermektedir. Türkiye-AB-Kıbrıs ilişkilerinin bir çıkmaza saplandığı; Türkiye’nin sanal AB sürecinin Kıbrıs ipoteğine bağlandığı ve Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün AB dayatmalarının boyunduruğu altına sokulduğu bir gerçektir. AKP hükümeti, bugüne kadar, bu konuda hem Rum tarafına hem de AB’ye ümit ve cesaret vermiştir. 60. Hükümet Programı, AKP’nin Türkiye’nin ve Türklüğün Kıbrıs’tan tasfiyesini öngören sürecin taşeronluğunu yapmaya devam edeceğini ortaya koymuştur. Program’da Kıbrıs’ta bulunacak siyasi çözüme ilişkin Türkiye’nin vazgeçemeyeceği güvenlik, garantörlük, iki kesimlilik ve siyasi eşitlik gibi ilkelere hiç yer verilmemesi, bunun bir göstergesidir. Bütün bunlar AKP hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümünü, Rumlar’ın istediği bir çerçevede, AB’ye havale ettiğini ortaya koymaktadır. AKP hükümetinin sergilediği bu acz ve teslimiyet Türkiye’nin karşısına, limanların açılmasından başlayarak GKRY’yi tanıma sonucunu doğuracak adımlar atması ve Kıbrıs’ta Rumlar’ın istekleri zemininde yeni bir çözüm süreci başlatılması dayatmalarını çıkaracaktır. Hükümetin bütün bunları kabul edecek bir teslimiyet içinde olmasını esefle karşıladığımızı ifade etmek isterim. AB ile ilişkiler, bugüne kadar AKP hükümeti tarafından bir meşruiyet sigortası olarak görülmüş ve AB’nin her dayatmasının gereğini yerine getirmek bir ev ödevi olarak kabul edilmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimleri nedeniyle AB’den siyasi mola alan AKP’nin, önümüzdeki dönemde bu çarpık anlayışla “bıraktığı yerden yola devam edeceği” anlaşılmaktadır. Bu zihniyetin Türkiye’nin karşısına çıkaracağı tehlikeler ve sosyal bünyemiz üzerindeki tahribat, maalesef yaşanarak görülecektir.
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi’nin önümüzdeki nazik ve güç dönemde sergileyeceği siyaset anlayışı, bu ilke ve inançlardan feyz alacaktır. Parlamento çalışmalarında rehberimiz olacak bu ilkeler, Türkiye’yi seven herkesin arkasında duracağı ortak kırmızı çizgiler olarak görülmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, iktidarın bu çerçeve içinde kalacak ve Türkiye’nin hayrına olacak her icraatını desteklemeyi bir vatanseverlik görevi sayacaktır. Ancak, Türkiye’nin bu kırmızı çizgilerinin çiğnenmesi, demokratikleşme ve modernleşme adı altında Cumhuriyetin temel ilkeleri ve devletin kuruluş esaslarıyla oynanmaya kalkışılması halinde, bunlara karşı her demokratik zeminde sonuna kadar direneceğimizi herkes çok iyi bilmelidir. Hükümet Programları iktidarların siyasi hedeflerini ortaya koyan yol haritası niteliğinde siyasi taahhüt belgeleridir. Bunların siyasi iktidarların geçmiş sicillerinden soyutlanarak anlaşılması ve değerlendirilmesi doğru ve mümkün değildir. Bu bakımdan 60. hükümetinin programının AKP’nin geçmiş dönemdeki icraat sicilinin ve bunun ağır tahribatının ışığında değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Geride bıraktığımız bu dönemin vicdanlarda namuslu bir muhasebesi yapılmadan, yaşanan yolsuzlukların ve kanunsuzlukların hesabı yargı önünde görülmeden ve AKP hükümeti geçmişteki hatalarından dönme iradesini somut olarak ortaya koymadan, Sayın Başbakan’ın ifadesiyle yeni ve “ak” bir sayfa açılması düşünülemeyecektir. Geçmişin karanlığını sözle aydınlatmak mümkün değildir. AKP’nin bugüne kadar yaptıkları, bundan sonraki icraatının bir göstergesi ve teminatıdır. En azından, bugün itibariyle, bu konuda elimizde güvenilir başka bir değerlendirme ölçüsü bulunmamaktadır. Bu düşüncelerle MHP grubu güven oylamasında ret oyu verecektir. Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyor, hepinize şükranlarımı sunuyorum.
Dr. Devlet Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |