23.11.2005 - MYK Toplantısında Yapmış Olduğu Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin

Merkez Yönetim Kurulu Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

23 Kasım 2005

 

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Merkez Yönetim Kurulumuzun bugünkü toplantısında, Türkiye’nin gündemindeki acil konular değerlendirilecek ve erken genel seçim hazırlıkları ele alınacaktır.

Bu toplantımız öncesinde, yaşanan son gelişmeler hakkındaki görüşlerimizi kısaca dile getirmek ve önümüzdeki sancılı döneme ilişkin bazı endişelerimizi aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Bu vesileyle basınımızın değerli temsilcilerini ve bütün dava arkadaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP yönetiminde Türkiye için kayıp yıllar olarak geçen üç yıl geride kalmıştır. Hükümet bugün üçüncü yılını tamamlamıştır.

Dürüstlükten uzak, muktedir olmayan AKP’nin gölge hükümeti döneminde Türkiye büyük kan kaybetmiştir.

Türkiye’nin hayrına ciddi hiçbir icraat yapmayan AKP, içi boş sloganlarla Türk milletini aldatmaya ve gerilim politikalarıyla tabanını ayakta tutmaya çalışmıştır.

Büyük iddialarla ve hayali vaatlerle iktidara gelen AKP’nin gerçek yüzü kısa sürede anlaşılmış, istismar ve yalandan ibaret olan siyasi sermayesi tükenmiştir.

AKP kadroları devlet kaynaklarını talan etmek için yarışa girmiş ve yolsuzluk çamuruna batmıştır.

Krizlere karşı direnci ve rekabet gücü artırılmış, kurumsal yapısı güçlendirilmiş bir ekonomi devralan hükümet, çizilen pembe tablolara rağmen ekonomide gerçek bir iyileşme sağlayamamıştır. İMF politikalarının esiri olmuştur.

Sıcak para cenneti haline gelen Türkiye’de cari ve dış ticaret açığı, borçlanma ve işsizlikte Cumhuriyet tarihinin rekorları kırılmıştır.

Toplumun tüm kesimleri kan ağlamakta, açlık ve yoksulluğun pençesinde yaşam savaşı vermektedir.

AKP iktidarında devlet kurumlarında büyük tahribat yapılmış, devlet mekanizmaları felce uğratılmıştır. Siyaset kurumunda yaşanan yozlaşma ve itibar kaybı had safhaya ulaşmıştır. Bugün Türkiye’de siyaset tıkanmıştır.

Türkiye’nin güvenliğini ve milli birliğini hedef alan kanlı terör, AKP döneminde yeni bir cesaretle sahneye çıkmıştır. Ayrılıkçı ihanet odaklarının tahrikleri çok tehlikeli boyutlar kazanmıştır.

Devletin güvenlik kuvvetlerinin terörle mücadelesini zaafa uğratan AKP hükümeti, bölücü hevesleri cesaretlendiren etnik maceralar peşinde koşmuştur.

Dış politika alanında Türkiye her konuda zemin kaybetmiş, çok ciddi boyutlara ulaşan bir çöküntü yaşanmıştır. Hayati dış politika konularında Türkiye çok ağır ipotekler altına sokulmuş, milli çıkarlarımız adeta rehin alınmıştır.

Üç yıllık AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin karşısına işte böyle bir karanlık tablo çıkarılmıştır.

Ekonomide “sat kurtul”, dış politikada “ver kurtul” düşüncesiyle hareket eden yozlaşmış bir siyasi kültürün temsilcisi olan AKP’nin sonu da “kaç kurtul” olacaktır.

Hesap verme gününün geldiğini gören AKP yöneticileri son dönemde akıl, mantık, sağduyu ve sorumluluk ölçülerini bütünüyle kaybetmişlerdir.

Hergün bir yenisine şahit olduğumuz hezeyanların hangi aşırı noktalara kadar taşınabileceğini kestirmek artık mümkün değildir.

Hükümetin bölücü terör konusundaki tehlikeli yaklaşımları ve Hakkari’de yaşanan son tahrikler karşısında Başbakan’ın tutumu, bu zihniyet tasfiye edilmezse Türkiye’yi çok zor ve sancılı günlerin beklediğini göstermiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Şemdinli’deki bölücü kışkırtmaların ve ülke sathına yayılan olayların gerçek niteliğinin ve amacının bütün yönleriyle çok iyi anlaşılması gereklidir.

Bilindiği gibi AKP döneminde yeniden hortlayan PKK terörü, Irak sınırına mücavir alanlarda seçilen pilot bölgelerde vur-kaç ve mayın döşeme eylemleriyle başlamıştır. Bu bölgedeki diğer noktalara da tedricen yayılan terör, köprübaşları tutma stratejisi izlemiştir.

Hakkari’de yaşanan olayların her şeyden önce bu perspektif içinde ele alınması kaçınılmazdır. Bölgede tırmanan tahrikler, Şemdinli’deki olaylarla başlamamıştır.

PKK terör örgütünün Hakkari’yi pilot bölge olarak seçtiğini gösteren terör eylemlerinin üç aydan fazla bir süredir devam ettiği bu bölgede, Şemdinli’deki patlamanın kimin amacına hizmet edeceği üzerinde çok iyi düşünülmelidir.

Burada bir hususu belirtmek istiyorum: Bir hukuk devleti olan Türkiye’de, kanunlara göre suç teşkil eden bir eylem yapıldıysa, gerçeklerin açığa çıkarılması, suçluların bulunması ve cezalandırılması devletin temel görevi ve sorumluluğudur.

Bu da devletin yetkili adalet makamlarının, resmi savcı ve hakimlerinin görevidir.

Bütün bunlar hukukun üstünlüğü ilkesinin gereğidir. Ancak, Şemdinli olayı sonrası yaşananlara bakıldığında, devletin resmi savcı ve hakimlerinin yerini, PKK’nın sözcülerinin aldığı görülmüştür.

Şemdinli’deki bombalamadan hemen sonra, büyük bir tahrik kampanyası başlatılmış ve geniş bir cephe devleti karalayarak peşinen suçlu gösterme yarışına girmiştir.

Ayrılıkçı terörün sivil uzantıları, bir merkezden düğmeye basılmış gibi, bu amaçla anında seferber olmuştur.

Türk kamuoyu, medyanın da alet olduğu yoğun bir propaganda kampanyasıyla psikolojik baskı altına alınmış, devlet suçluluk psikolojine sokulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik güçlerine karşı toplu bir siyasi linç girişimi başlatılmıştır.

“Derin devlet” hezeyanlarıyla yürütülen bu linç kampanyası aslında Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu “derin ihanetin” boyutlarını göstermiştir.

Bu husumet cephesinin amacı çok açıktır: Amaç, devlet otoritesini ve devlete güveni sarsmak, güvenlik kuvvetlerinin terörle mücadele azmini ve kararlılığını kırmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik kuvvetlerini bir işgal gücü olarak gören bu hainler, devletin bölgeden çekilmesi için silahlı isyan girişimi başlatmıştır.

Şemdinli’de başlatılan bu tahrikler Yüksekova, Van, Ağrı, Cizre, Diyarbakır, Isparta, İstanbul ve Mersin de sirayet ettirilmiş ve devlete meydan okuyan gövde gösterileri ve ihanet provaları sahnelenmiştir.

Bölücü kışkırtıcıların örgüt yandaşlarını “terörist devlet” sloganıyla sokağa döktüğü bu gösterilerde, terör örgütü PKK ve İmralı canisi lehine sloganlar atılmış ve güvenlik kuvvetlerimiz silahlı saldırıların hedefi olmuştur.

Kanlı terör örgütünün dağdaki militanları güvenlik kuvvetlerimizi hain pusularla şehit ederken, sivil uzantıları şehirlerde terör estirmiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan ve AKP yetkilileri ise Şemdinli olayları sonrasındaki beyanlarıyla devletin peşinen suçlanmasını adeta haklı göstermeye çalışan bir aymazlık ve sorumsuzluk sergilemiştir.

Devlet olmanın gereği, olayı aydınlatarak sorumluları adalete sevketmek iken, hükümet “sonuna kadar gidilecek, bedel ödettirilecek” gibi beyanlarla tahrikçi ve intikamcı duyguları kaşımış, terör örgütünün propagandasına malzeme sağlamıştır.

Başbakan, bu tutumunu Hakkari’ye sessizce yaptığı gecikmiş ziyarette de sürdürmüştür.

Türkiye’deki terör sorununu, etnik bir kimlik sorunu gibi gösterip siyasi çözüm reçeteleri sözü veren, Türkiyelilik kimliğini savunan ve Türk milleti kavramından rahatsız olan Başbakan, AB baskısı ve siyasi kazanç hesabıyla ayrılıkçı hevesleri okşamanın neye mal olacağını hâlâ idrak edemediğini göstermiştir.

Üst kimlik-alt kimlik zırvalarını tekrarlamış, Türk milletinden ayrı bir milli kimlik tanımı yapmıştır.

Bu noktada Şemdinli olayları sonrasında yapılan açıklamalarda terörün maşası olan bölücülerin dile getirdiği talepler herkes için uyarıcı ve düşündürücü olmalıdır.

Basına da yansıyan bu taleplerden birincisi Başbakan Erdoğan’ın son Diyarbakır macerasında ortaya koyduğu siyasi çözümün hayata geçirilmesi olmuştur.

Siyasi bölücülüğün odağı olan bu çevreler Başbakan’a Diyarbakır’da verdiği sözü hatırlatmış ve bunun gereğini yerine getirmezse siyasi bedel ödettirecekleri tehdidinde bulunmuştur. Her konuda ulu orta konuşan Başbakan, bunun karşısında sessiz kalmıştır.

Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü için PKK simgeleri ve İmralı canisinin posterleri altında miting yapan bu art niyetli grupların ikinci talebi Avrupa Birliği’ne yöneltilmiştir. Avrupa Birliği, Kürt sorununun siyasi çözüme ortak olmaya davet edilmiştir.

Bugüne kadar Avrupa Birliği’nin her dayatmasını kabul ederek AB sürecini böylesine ağır ipotekler altına sokan AKP için bu talep sürpriz sayılamayacaktır.

Türkiye’yi bu noktaya bilerek getiren ve bölücü heveslerin iştahını kabartan AKP şimdi ektiklerini biçmektedir. Ancak, bunun faturasını da Türk milleti ödemektedir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin karşısındaki büyük siyasi komplonun tüm yönleriyle anlaşılabilmesi için Irak bağlantısı üzerinde çok iyi düşünülmelidir.

Kuzey Irak, bugün Türkiye’nin ve bölgenin güvenliği ve istikrarı önünde en büyük tehdit ve tehlike haline gelmiştir.

ABD işgal güçlerinin vesayeti altında Kuzey Irak’ta oluşturulan otonom yapılanma, Türkiye’deki ayrılıkçı emeller için bir cazibe merkezi olarak görülmekte ve bu amaçla kullanılmaktadır.

ABD’nin kuklası Peşmerge lideri Barzani’nin, Türkiye’yi hedef alan faaliyetleri son dönemde hız ve cüret kazanmıştır.

Türkiye’deki sorunun, bir Kürt sorunu olduğu konusunda Başbakan Erdoğan’la teşhis birliği içinde olan bu zat, hergün siyasi çözüm çağrıları yapmaktadır. Bu konuda terör örgütü ile Türkiye arasında arabuluculuk rolüne soyunmuştur.

Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK teröristleri de aynı zat tarafından himaye ve kontrol edilmekte, Türkiye’ye karşı bir baskı ve tehdit aracı olarak kullanılmaktadır.

AKP hükümeti, hem Irak kaynaklı PKK terörü, hem de Türkiye’ye açıkça husumet ilan eden bu peşmerge liderinin tahrikleri karşısında tam anlamıyla sessiz, tepkisiz ve hareketsiz kalmıştır.

AKP, bu tutumuyla sadece Türkiye’deki bölücülerin değil Barzani’nin de en büyük cesaret kaynağı haline gelmiştir.

Bütün bu olanların sonunda, Türkiye PKK terörünün hain talepleri, Barzani’nin bu yöndeki tahrikleri ve AB’nin dayatmalarının kıskacı içine alınmıştır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Son günlerde yaşanan başörtüsü tartışmaları da AKP’nin aldatma ve riyaya dayalı siyaset anlayışına ışık tutmuş ve ikiyüzlülüğünü kamuoyu vicdanında tescil etmiştir.

Başörtüsü meselesi AKP için sadece bir istismar kapısıdır. İktidarda bulunduğu üç yıl boyunca bu sorunu çözmek konusunda niyeti, iradesi ve cesareti olmadığı bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.

Seçim meydanlarında başörtüsü namusumuzdur diye haykıran Başbakan, hükümette bulunduğu üç yılı bu konuda herkesi sürekli şikayet etmekle geçirmiştir. Hükümet etme makamını ağlama duvarına çevirmiştir.

Türbana özgürlük sloganıyla sokağa dökülen gençlerimiz, AKP iktidara gelince önce sokaktan çekilmişler, sonrasında da ümitsizlik ve çaresizlik içinde ortada bırakılmışlardır. AKP hükümeti namusum dediği bu konuyu dini ulemaya ve bir moda tasarımı olarak moda dünyasına havale etmiştir.

Başbakan’ın başörtüsü sicilinin satırbaşları bunlardır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Başbakan’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin son başörtüsü kararı hakkındaki beyanları, mahkeme kararının niteliğini ve sonuçlarını hiç anlamadığı gibi, bundan adeta gizli bir sevinç duyduğunu göstermiştir.

Avrupa Mahkemesi esasen bir tespit organıdır. Önüne gelen davalarda verdiği kararlar, bu konuda Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine bir aykırılık bulunup bulunmadığını belirlemekle sınırlıdır.

Avrupa Mahkemesi son kararında, Üniversite’de başörtüyü yasaklayan idari uygulamanın bu konudaki Türk mevzuatına ve milli mahkemelerinin verdiği kararlara uygun olduğu, bu bakımdan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde korunan haklar bakımından bir ihlal teşkil etmediği sonucuna varmıştır.

Mahkemenin söylediği, başörtüsü yasağının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olduğu değildir. Bu konuda Türkiye’de gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve milli mahkeme içtihatlarının buna göre değişmesi halinde, Üniversitelerde başörtüsünü serbest kalmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı teşkil etmeyecektir. Mahkeme bunu söylemiştir.

Avrupa Mahkemesi, sorunun Türkiye’de çözümlenebileceğine işaret etmiş ve bunun için adres olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni göstermiştir. Başbakan ise bunu bile anlamamış, daha doğrusu anlamak istememiştir.

Meclis çoğunluğuyla bu konuyu çözmek imkânı bulunan AKP’nin amacı, bu işi bir kangren halinde sürüncemede bırakmak ve önümüzdeki seçimlerde bir aldatma aracı olarak istismar etmektir.

Din ulemalarından görüş alınması gibi söylemler, AKP’nin saptırma çabasından başka bir anlam taşımayan boş sözlerdir.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP’nin eseri olan bu Türkiye tablosu, en erken bir tarihte seçime gidilmesini her yönden gerekli kılmaktadır.

AKP’nin tüm direnmelerine rağmen, Türkiye’de erken genel seçim süreci başlamıştır. Bunun kanuni gereklerinin tamamlanması sadece bir zaman meselesidir.

Harekete geçen erken seçim dinamiklerinden geriye dönüş artık mümkün değildir. Bu noktadan sonra seçim sandığının Türk milletinin önüne gelmesini önlemeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

2006 yılı, Türkiye’de erken seçim yılıdır.

Türkiye’nin AKP zihniyetinden demokratik yollardan kurtulması için geriye sayım başlamıştır.

Siyasi mevta haline gelen AKP’nin tasfiyesinde sona yaklaşılmakta olması, Türkiyemiz için hiç şüphesiz çok hayırlı bir gelişmedir. Bu sürecin en kısa sürede ve suhuletle tamamlanmasının ülkenin geleceği bakımından hayati önem taşıdığını vurgulamak isterim.

Aslında Başbakan Erdoğan ve AKP yöneticileri de yolun bittiğini ve 2006’da erken seçimin kaçınılmaz olduğunu anlamışlardır.

Hepinizin hatırlayacağı gibi, erken seçim tarihinin belirlenmesinde Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanacak tıkanıkların etkili olacağını bundan önceki basın toplantımızda dile getirmiştim. Şimdi bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.

Avrupa Birliği ile ilişkiler, ağır şartların boyunduruğunda göstermelik olarak sürdürülmektedir. 3 Ekim sanal müzakere süreci, Türkiye’nin sürekli hırpalanacağı yeni bir baskı ve dayatma dönemini başlatmıştır.

Bütün bu gerçekleri Türk milletinden saklamak için yoğun bir psikolojik etkileme ve yanıltma kampanyası yürütülmektedir.

9 Kasım AB raporlarıyla önümüze çıkarılan dayatma ve tuzaklar bile kamuoyundan saklanmıştır. Türk basını bu konuda maalesef objektif olamamış, samimiyet sınavı verememiştir.

Türkiye’de bu anlamda karartma günleri yaşanmaktadır.

Ancak bu konudaki gerçekler çok yakın bir zamanda görülecektir. AKP’nin teslimiyet anlayışıyla kabul ettiği dayatmaların faturaları çok yakında önümüze getirilecektir.

Bu noktaya gelindiğinde, müzakere sürecinin göstermelik olarak bile sürdürülmesi artık mümkün olmayacaktır. Zira, AB bu vadeleri bir bir belirlemiş ve Türkiye’nin bu dayatmaların gereğini yerine getirmemesi halinde uygulanacak yaptırmaları da somut olarak ortaya koymuştur.

İlişkilerde yaşanacak bu tıkanıklar, AKP açısından 2006 yılında erken seçim tarihinin belirlenmesinde etkili olacaktır. En önemli kırılma noktası da Kıbrıs konusunda yaşanacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Bilindiği gibi AKP, Avrupa Birliği hayal yolculuğunu sürdürebilmek uğruna Kıbrıs konusunda bütün dayatmaları kabul etmiş ve ciddi tavizler vermiştir.

Bu konuda vadesi gelecek ilk fatura, Rum bayraklı gemilerin ve uçakların Türk limanlarına gelmelerine izin verilmesi olacaktır. AKP hükümeti Kıbrıs ek Protokolünü imzalamakla böyle bir yükümlülük altına girmiştir.

Hükümetin Kıbrıs ek protokolünü hala onay için Meclis’e getirmemiş olmasının nedenlerinin başında bu gelmektedir.

Öte yandan hükümete yakın çevreler, Protokolün imzalanmasının Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması anlamına gelmediği hususunda Türkiye’nin yaptığı tek taraflı açıklamanın Meclis onayından kaçırılması için zemin yoklamasına başlamışlardır.

Bütün bunlar AKP’nin samimiyetsizliğinin ve riyakârlığının göstergeleridir. AKP onay işlemini geciktirerek faturanın önüne gelmesini mümkün olduğu kadar ileriye atmayı planlamaktadır.

Ancak, AB bunun takipçisi olacağını ve Türkiye’nin limanlarını 2006’da açması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur.

Bu bakımdan konu 2006 yılı içinde Türkiye’nin önüne gelecektir.

AKP ya limanları Rum gemilerine açacak, ya da en büyük yalan sermayesi olan AB süreci tıkanacaktır. Bu durumda AKP’nin ucuz bir kahramanlık yaparak AB’ne karşı çıkan parti olarak erken seçime gitmesi muhtemeldir.

Hükümetin, böyle bir ortamın kendisi için “kötünün iyisi” olacağı hesabını yaptığı anlaşılmaktadır.

AKP’nin bugüne kadar siyasi ömrünü uzatmak için bir araç olarak kullandığı sanal AB sürecinin, siyasi tasfiyesini bu şekilde çabuklaştıracak olması, AKP için hazin bir tecelli sayılabilecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Erken seçime gidilen süreçte Milliyetçi Hareket Partisi’nin hazırlıklarında son aşamaya gelinmiştir.

Milliyetçi Hareket, seçkin kadroları, tecrübe birikimi ve Türkiye’nin sorunlarına kalıcı çözümler getirmek için geliştirdiği somut program ve projelerle iktidara hazırdır.

Başbakan Erdoğan’ın ve AKP yönetiminin Türk Milliyetçilerine karşı sergilediği hırçınlık, Milliyetçi Hareketin iktidar yürüyüşünden duyulan tedirginlik ve korkunun açık bir göstergesidir.

Türk basın holdinglerinin bir kısmının Milliyetçi Hareket’in sesini kısmak için sürdürdüğü kota uygulamasının şimdi topyekün bir ambargoya dönüşmesinin nedeni de aynı endişede aranmalıdır.

Ancak, önümüze hangi güçlükler çıkarılırsa çıkarılsın, Milliyetçi Hareketin bayrağı altında Türk milletinin bu iktidar yürüyüşü engellenemeyecektir.

MHP, hiç kimseye diyet borcu olmadan, sadece aziz milletimizin desteğiyle iktidara gelecektir.

Bizim yegâne gücümüz, sağlam inançlarımız ve sarsılmaz ideallerimizdir.

Yegâne güvencemiz de Büyük Türk Milletidir.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli

Milliyetçi Hareket Partisi

Genel Başkanı