11.11.2005 - Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Konuşma Metni
11 Kasım 2005

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve yaşanan son gelişmeler, Türk Milletini tehlikelerle dolu çok zor ve sıkıntılı günlerin beklediğinin habercisidir. Her cephede yaşanan çöküntü Türkiye’yi hızla siyasal ve toplumsal bir kaosa sürüklemektedir.

Aziz Milletimiz geçtiğimiz Ramazan’ı ve bayramı ümitsizliğin ve yılgınlığın burukluğu içinde geçirmiştir. Cumhuriyetimizin 82. yıldönümü de toplumsal karamsarlığın ve sıkıntıların had safhaya ulaştığı böyle bir ortamda idrak edilmiştir.

Avrupa Birliği ile ilişkilerde de çıkmaz bir yola girilmiştir. 9 Kasım günü açıklanan Türkiye İlerleme Raporu, yeni Katılım Ortaklığı belgesi ve 2005 genişleme stratejisi belgesi, AB macerasında nasıl bir açmaza sürüklendiğini göstermesi bakımından ibret verici olmuştur.

Bugünkü basın toplantımızda bu karanlık tablo ve bundan çıkış yolları hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Bu vesileyle basınımızın değerli mensuplarını ve aziz dava arkadaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyor, geçmiş Ramazan ve Cumhuriyet bayramınızı en iyi dileklerimle kutluyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP iktidarının üçüncü yılında Türkiye, kanunsuzluğun kol gezdiği, vurgun ve hırsızlığın prim yaptığı bir skandallar ve yolsuzluklar ülkesi haline getirilmiştir.

Türk Milletinin temiz duygularını ve beklentilerini acımasızca istismar ederek işbaşına gelen AKP, üç yıllık icraatıyla milletin kutsal emanetine ihanet etmiştir.

Yoksulluk ve sefaletin pençesinde kıvranan ve bir ölüm kalım savaşı veren Türk milleti AKP macerasının bedelini çok ağır biçimde ödemiştir. AKP iktidarı Türkiye için her manada bir yıkım dönemi olmuştur.

Türk Milletine sırtını dönen AKP hükümeti, Türkiye üzerinde hain emelleri ve hesapları olan mihrakların ve ülkenin yağma ve talan edilmesinden azami pay kapmaya çalışan çıkar çevrelerinin ümit ve geçim kapısı haline gelmiştir.

Bugün Türkiye’de, manevi değerler üzerinden ucuz siyaset yapan, Türkiye’nin milli çıkarlarını, onurunu ve haysiyetini işportada pazarlayan ve şahsi ihtirasları için Türk milletinin geleceğini ateşe atan sakat ve çarpık bir zihniyet işbaşındadır.

Siyaseti şahsi çıkar ve ikbal aracı olarak gören bu ilkesiz kadrolar iktidarda oldukları üç yıl boyunca ahlaki ve fikri temellerden yoksun bir yönetim anlayışını hakim kılmak için sinsi bir tahrip kampanyası yürütmüştür.

Planlı bir gerilim politikasıyla devlet ve toplum hayatımızı kemiren, devletin tüm kurumlarıyla kısır bir çekişme ve çatışma içine giren bu fesat odağı el attığı her şeyi kırıp dökmüştür. Bunun sonucu ülkede her şeyin çivisi çıkmış, bütün ölçü ve ayarlar kaçmıştır.

3 Kasım tarihini milletin iktidara geldiği gün ve sessiz devrimin başlangıcı olarak göstermeye çalışan Başbakan’a buradan şu gerçeği hatırlatmak istiyorum:

Türk Milleti AKP hakkındaki hükmünü esasen vermiştir. Bunun seçim sandığında tescili sadece bir zaman meselesidir. Türk Milleti, emanetine ihanet edenleri hiçbir zaman unutmayacak, sessiz devrim iddiasıyla Türkiye’yi sessiz ve sinsi biçimde talan edenleri asla affetmeyecektir.

Bu bakımdan 3 Kasım tarihi, milli iradenin siyaset tüccarları tarafından ifsat edildiği kara bir günün yıldönümü olarak anılacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP döneminin en karanlık sayfalarından biri Türkiye’nin milli birliğini tehlikeye düşürecek adımlar atılması olmuştur.

Hükümetin aczi ve gaflet siyaseti sonucu, bölücü terör bu dönemde yeniden hortlamıştır. Türkiye’nin milli birliğini hedef alan bölücü tahrikler de bu dönemde hız kazanmıştır. AKP’nin Avrupa Birliği karşısındaki teslimiyetçi siyasetinden cesaret alan etnik bölücülük siyasi arenaya çıkmıştır.

Kanlı terör eylemleri ve bunun siyasi uzantılarının devlete meydan okuyan ağır tahrikleri, İmralı’daki cani tarafından serbestçe ve alenen yönetilmiştir.

Bütün bunlara karşı sessiz ve hareketsiz kalan hükümet, bu hain emellere daha da cesaret kazandıracak arayışlar içine girmiştir.

Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin karşısındaki silahlı bölücü terör sorununu etnik bir kimlik talebi olarak görmüş ve buna siyasi ve hukuki statü kazandırılması anlamına gelecek sorumsuz beyanlarıyla bölücü heveslerin iştahını kabartmıştır.

Sorunun teşhisinde ve tedavisinde tam bir gaflet içinde olan Başbakan Erdoğan, siyasi çözüm talepleri için zemin hazırlamış, bölücü terörün siyasi kimlik ve meşruiyet kazanma çabalarının önünü açmıştır.

Terörün tırmanması ve bölücü tahriklerin hız kazanması için böyle bir müsait ortam hazırlayan hükümet, teröre karşı etkili bir mücadele yürütmede ise devletin güvenlik kuvvetlerini zaafa uğratılmıştır.

Bütün bunlar, AKP hükümetinin terörle mücadele niyetini taşımadığını ve bu konuda siyasi iradeden yoksun bulunduğunu göstermiştir. Başbakan Erdoğan bölücülerle flört ederek siyasi kazanç sağlamak ve Avrupa Birliğine şirin görünmek sevdası peşinde koşmaktadır.

Terörle mücadele için gerekli yasal düzenlemelerin hala yapılamaması, AKP’nin bu konudaki gerçek niyetlerini ve gizli gündemini açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği korkusunun yanı sıra Başbakan’ın bölücülükten medet uman siyasi hesapları ve AKP içindeki dengeler ve lobiler, bu alanda gerekli olan asgari adımların atılmasını imkânsız kılmaktadır.

Bu acı gerçek bizzat Başbakan tarafından itiraf edilmiştir. Terörle mücadeleyi Avrupa Birliği normlarına aykırı gören Başbakan ve AKP sözcüleri, Kopenhag Siyasi kriterleri çerçevesinde verilen haklardan geriye dönüş olmayacağını açıklayarak, bölücü odaklara teminat vermiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP hükümetinin Irak politikası ve burada yuvalanan PKK teröristlerine karşı harekete geçmemesi de, terörle mücadele iradesi taşımadığının diğer bir göstergesi olmuştur.

Çok vahim gelişmelerin yaşandığı Irak konusunda Türkiye’nin çıkarlarını ön planda tutan bir politikası bulunmayan AKP, bu konuda ABD’nin ve peşmerge gruplarının dümen suyuna girmiştir. Kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK terörü bütün şiddetiyle sürerken, hükümet affedilmeyecek bir sessizlik ve atalet içindedir.

Kuzey Irak’taki terörist yuvalarına karşı sınır ötesi askeri harekat imkanını kullanmayı hiçbir zaman düşünmeyen hükümet, bu konuda laf olsun kabilinden ve arkasında duramayacağı kuru sıkı beyanlarla yetinmiştir.

Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması yolunda alınan mesafe karşısında da bugüne kadar sessiz kalan AKP hükümeti, bu tavrıyla hem Irak’taki peşmerge gruplarına, hem de Türkiye’deki bölücü çevrelere cesaret kazandırmıştır.

ABD’nin himayesinden ve AKP’nin bu gaflet ve teslimiyetçiliğinden cesaret alan Peşmerge liderleri, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan meydan okumalarda bulunmaya cüret etmiştir.

Son ABD ve Avrupa ziyaretlerinde Kürt bölgesi Başkanı sıfatıyla büyük itibar gören Barzani’nin bu konudaki hezeyanları çok düşündürücüdür.

PKK terörünü Türkiye’ye karşı bir şantaj silahı olarak kullanmaya çalışan bu zat, tek çıkış yolunun sorunun Türkiye içinde barışçı ve demokratik çözüme kavuşturulması olduğunu söylemiştir. Türkiye’de bu yönde olumlu gelişmeler yaşandığını belirten Barzani, bu konuda referans olarak da Başbakan Erdoğan’ın son Diyarbakır ziyaretini ve burada yaptığı sorumsuz beyanları göstermiştir.

Başbakan’ın bunlar karşısında yine sessiz kalmasından cesaret alan bu peşmerge lideri, daha da ileri giderek, Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli Türk vatandaşlarını da içine alacak bağımsız bir devlet kurulmasının vazgeçilmez bir hak olduğunu söyleyecek kadar çizmeyi aşmıştır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

AKP’nin politikalarının her konuda iflas ettiği, yaşanan olaylar ve acı tecrübelerle sabittir. Türk Milletine her anlamada çöküntü yaşatan ve Türkiye’yi bir enkaza çeviren AKP, büyük bir yalan pazarlaması ve umut ticaretiyle ayakta kalmaya çaba harcamaktadır.

Siyasi ve ekonomik istikrar yalanı ve Avrupa Birliği hayal ticareti, AKP’yi suni teneffüsle yaşatmak için bir nefes borusu olarak görülmektedir.

Bu amaçla AKP’yi siyasi ve ekonomik istikrarın teminatı ve Türkiye’yi Avrupa Birliği medeniyet projesine taşıyan çağdaş ve öncü kadrolar olarak göstermek için sahte imajlar yaratılmaktadır.

Siyasi çıkarları için AKP’nin koltuk değneği olmayı içine sindirebilen çevreler, bu amaçla bir riya yarışına girmişlerdir. Türk basınının bir bölümünün de, adeta AKP’nin imaj danışmanı ve reklam ajansı gibi çalıştığına ibretle şahit olunmaktadır.

Bütün bu çabaların beyhude olduğu gün gibi ortadadır. Avrupa Birliği macerasında yaşanan acı gerçekler ve 9 Kasım günü yayınlanan Avrupa Birliği Türkiye İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesi, AKP’nin ve bu yalan ittifakının foyasını ortaya çıkarmıştır.

Bu iki belge AB’nin Türkiye’ye ön yargılı çarpık bakış açısını yansıtan bir dayatma manifestosu niteliğindedir. 3 Ekim’de başlayan göstermelik süreçte Türkiye’nin karşısına çıkacak dayatmaların ve ödettirilecek ağır faturaların toplu dökümü, bu belgelerle Türkiye’nin önüne konulmuştur.

AKP’nin teslimiyetçiliği sonucu, AB ile ilişkilerde şimdi tahsilat dönemine girilmiştir. Bütün bu faturaların taksit taksit ödenmesi için Türkiye’nin önüne ödeme vadeleri konulmuştur.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

9 Kasım belgelerinde yer alan dayatmaların neler olduğuna geçmeden önce, bu belgelerin gerisinde yatan anlayışa kısaca değinmek istiyorum.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakış açısının merkezinde, zorla milli azınlık yaratma düşüncesi yatmaktadır. AB’nin bu konudaki sakat bakış açısı, Türk vatandaşları arasında etnik temelde farklılık ve ayrışma yaratma anlayışına dayanmaktadır. Bu niyet, İlerleme Raporu ve Katılım Ortaklığı Belgesine bir kere daha yansıtılmıştır. Belgelerin her ikisi de özde bu anlayışla kaleme alınmıştır.

Bu şekilde suni olarak milli azınlıklar yaratılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliğinin ve üniter yapısının tartışılmaya açılmasını da beraberinde getirecektir. Bunu sonunda da karşımıza Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve esaslarının yeniden düzenlenmesi talepleri çıkacaktır.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’den esasen istediği, kademeli bir süreç içinde bu milli azınlıklara siyasi ve hukuki statü tanınması ve bunun Anayasa’da ifadesini bulmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara sahip vatandaşları arasında böyle bir ayırım ve sınıflandırma yapılmasının Türkiye’nin milli birliğini tahrip edeceği ve karşımıza etnik çatışma ve ayrışma sürecini çıkaracağı çok açıktır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Avrupa Birliği, bu tutumuyla Türkiye’nin milli birliğine kastetmek isteyen terör örgütünün ve bölücü emeller besleyen ihanet cephesinin en büyük cesaret kaynağı olmaktadır.

Bölücü terör sorununa da bu açıdan bakan Avrupa Birliği’nin reklamını yaptığı siyasi çözüm reçeteleri de aynı anlayışa dayanmaktadır.

Teröristleri de kapsayacak şekilde genel siyasi af çıkarılması, etnik bölücülüğün siyasi hayata entegre edilmesi, siyasi çözüm arayışlarının bunlarla diyalog kurularak yürütülmesi taleplerinin arkasında da aynı sakat anlayış yatmaktadır.

Bu konuyu kapatmadan önce AB’nin Türkiye stratejisi hakkındaki şu tespitimizi açıkça ortaya koymak istiyorum: PKK terörü konusunda Türkiye’ye karşı ikiyüzlü bir tutum sergileyen AB, şimdi de terör örgütünün siyasi kimlik kazanması için seferber olmuştur.

AB’nin niyeti ve beklentisi, bölücü ve ayrılıkçı emeller peşinde koşanların ve PKK terörünün amaçlarına hala bağlı olan odakların, siyasi bir maske takarak siyaset yapması yolunun açılmasıdır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

9 Kasım günü açıklanan AB belgelerinde Türkiye’ye yöneltilen talep ve dayatmalar sekiz ana başlık altında toplanmaktadır. Bunların başında da azınlık hakları yer almaktadır.

İlerleme Raporu’nun azınlık hakları bölümünün hemen girişinde Türkiye’de Lozan Antlaşmasında yer alan azınlıklar dışında, azınlık sayılması gereken topluluklar olduğu vurgulanmaktadır.

Bu çerçevede kültürel haklar ön plana çıkarılmakta ve şu konular Türkiye’nin adım atması gereken hususlar olarak önümüze getirilmektedir.

Birinci talep, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Haklar sözleşmelerine koyduğu çekincelerin kaldırılmasıyla ilgilidir.

Türkiye bu sözleşmelere taraf olurken, azınlıkların eğitim haklarının korunması konusunda çekince koymuştur. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın resmi dilin Türkçe olduğunu ve Türkçeden başka dillerin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağı ve öğretilemeyeceğini amir 3. cü ve 42. maddelerin geçerliliğini sürdüreceğini kayıt altına almıştır.

Şimdi AB bu çekincelerin kaldırılmasını isterken, fiiliyatta Anayasa’nın 3. ve 42. maddelerinin değiştirilmesini talep etmektedir.

Kürtçe dahil Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılması ve Kürtçe’nin öğretilmesi önündeki engellerin kaldırılması, AB’nin bu kapsamdaki ikinci talebidir.

Bu çerçevede Türkiye’den iki alanda adım atması istenmektedir. Birincisi, mahalli radyo ve televizyonların serbestçe ve denetime tabi olmadan Kürtçe yayın yapmalarının önünün açılmasıdır.

İkinci istek ise, özel kurslar vasıtasıyla Kürtçe öğreniminde karşılaşılan, öğretim programı ve öğretmen atanmasının onaylanması konularındaki kısıtlayıcı uygulamaların kaldırılması ve devlet okullarında Kürtçenin anadil olarak okutulması için gerekli önlemlerin alınmasıdır. Burada, yine Anayasa’nın 42. maddesinin değişmesi istenmektedir.

Türkiye’de, zaman içinde, ayrı bir milli mensubiyet şuuru yaratılmasını amaçlayan bu yaklaşımda, dil merkezli kültürel hakların bu sürecin ilk adımı olarak ön plana çıkarılması bir tesadüf değildir. Türk vatandaşlarının Türklük bilincini ve mensubiyet şuurunu zayıflatarak, bunun yerine “Türkiyelilik” kimliğinin oluşturulmasında, dil en önemli araç olarak görülmektedir.

Kürtçe kurs ve Radyo/TV yayınları üzerindeki devlet denetiminin tamamen kaldırılmasını amaçlayan AB, şimdi de bir adım daha ileri giderek, Kürtçe’nin resmi devlet okullarında ana dil olarak öğretilmesi ve bunun için Anayasa’nın değiştirilmesi talebiyle karşımıza çıkmıştır.

Türkiye’ye baskı yapılarak adım adım ilerletilmesi öngörülen bu sürecin bir sonraki aşamasında, Türkiye’den başta Kürtçe olmak üzere azınlık dillerinin resmi okullarda, anadilin ötesinde, seçmeli eğitim dili olarak kabul edilmesi istenecektir.

Bunun arkasından, bu dillerde eğitimin Türk milli eğitim sistemi içine alınarak resmi statü tanınması Türkiye’nin önüne getirilecektir. Bu sürecin sonunda da, bu azınlık dillerinin Türkçe ile eşit statüde resmi dil olarak kabulü dayatması gelecektir.

İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki durum, azınlık hakları alt başlığı altında yer almıştır.

Bu çerçevede, bölgenin sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlarının çözümü için henüz kapsamlı bir siyaset belirlenmediği tespiti yapılmış, buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın son Diyarbakır ziyareti ve “Kürt sorunu” olarak tanımladığı sorunun demokratik yollardan çözümü sözü vermesi AB tarafından takdirle karşılanmıştır.

Başbakan’ı bu nedenle öven Avrupa Birliği, buna karşılık, teröristlerin cirit attığı bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin bunlarla mücadele için aldığı yol kontrolü gibi güvenlik önlemlerini ve bazı durumlarda gösterdiklerini iddia ettiği uygun olmayan tepkileri şikayet konusu yapmıştır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Avrupa Birliği’nin İmralı’daki caniyi himaye altına alma gayretlerinin son raporda da sürüyor olması esef vericidir. Bu eli kanlı katilin yeniden yargılanması konusu 9 Kasım belgelerinde de yer almıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yeniden yargılanmaya ilişkin kararlarının tam olarak uygulanması talebi teröristbaşına ismen atıf yapılarak Türkiye’nin karşısına getirilmiştir.

Bu hususa raporun insan hakları ve azınlıkların korunması başlığı altında yer verilmiş olması, AB açısından utanç verici bir gelişme olmuştur.

Bu çerçevede, Türkiye’nin bu caninin adil yargılanmamasından sorumlu olduğu belirtilmiş ve Türk makamlarının Avrupa Mahkemesinin yeniden yargılama kararının gereğini yerine getirmek için alacağı önlemlerin beklendiği ifade edilmiştir.

Avrupa Birliği, bu tutumuyla, Avrupa Mahkemesinin İmralı katilinin yeniden mahkemeye çıkarılması konusunda tamamen siyasi düşüncelerle aldığı bu hukuk ve ahlak dışı kararın uygulanması için her yola başvuracağını ve bunun ısrarlı takipçisi olacağını bu vesileyle bir kere daha göstermiştir.

AB’nin Türkiye’ye karşı böyle bir dayatmada bulunabilmesinin başlıca sorumlusu AB’ne teslim olan AKP hükümetidir. AB korkusuyla Türkiye’nin haysiyetini ayaklar altına alan bu hükümet, ne yazık ki hala İmralı canisinin yeniden yargılanmasının söz konusu dahi olamayacağını açıklayacak kadar ilkeli ve onurlu bir tavır sergileyememiştir.

9 Kasım belgelerinde yer alan bir diğer talep de, Türkiye’nin siyasi partiler mevzuatını AB uygulamaları ve standardıyla uyumlu haline getirmesi olmuştur.

Bunun amacı da açıktır. Avrupa Birliği, etnik bölücülük kimliğiyle siyaset yapma yolunun açılmasını istemektedir.

Bunun yanı sıra, siyasi partilerin faaliyetlerinde Türkçe dışındaki dilleri kullanmasının önündeki engeller de İlerleme Raporunda tenkit konusu yapılmış ve Kürtçenin bu amaçla kullanımına izin verilmesi istenilmiştir.

Aynı şekilde, terör örgütünün sivil uzantısı bölücü partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilmesi için yüzde 10 ülke seçim barajının hâlâ kalkmadığı olumsuz bir unsur gibi takdim edilmiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

İlerleme Raporu’nun din hürriyeti bölümünde, Alevi vatandaşlarımız bu kere Sünni olmayan Müslüman topluluk olarak tanımlanmış ve gayri Müslim vatandaşlarımıza ilişkin uzun bir listeden oluşan talepler ortaya konulmuştur. Bu çerçevede Türkiye’den şu konularda adım atması istenmiştir.

İlk olarak Ermeni, Rum ve Yahudi cemaatlerine tüzel kişilik tanınacak, gayrimenkulleri üzerinde tasarruf etmelerinin önündeki engeller tamamen kaldırılacak, bu cemaatlere ait vakıflar yasal denetim dışında bırakılacak ve bunlar için gerekli acil yasal düzenlemeler gecikmeksizin yapılacaktır.

Bunun yanı sıra, Ermeni topluluğu için yeni bir idari düzenleme yapılarak bunun uygulamaya konulması talebi ilk kez Türkiye’nin karşısına getirilmiştir. AB’nin bundan ne kastettiği, bu konuda hükümetin hangi temasları yürüttüğü Türk milleti tarafından bilinmemektedir. Hükümet herhalde Türk kamuoyunu bu konuda aydınlatmak sorumluluğunun gereğini yakında yerine getirecektir. Bu yapılmadığı takdirde, hükümetin gizli görüşmelerle azınlıklara ilişkin pazarlıklar içine girdiği sonucunu çıkarmamızın doğal karşılanması gerekecektir.

İlerleme Raporun’da, ayrıca, Türkiye’den Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Fener Rum Patrikliğine “ekümenlik” sıfatını kullanmasına izin verilmesi ve kilise yönetimi seçimlerine Türkiye’nin karışmaması istenilmiştir.

Ruhban okulu konusunda, Milli Eğitim Bakanı şahit gösterilmiş ve Bakanın okulun kapalı kalmasına karşı olduğunu Ekim 2005’de açıklamasına rağmen, bu konuda hiçbir adım atılamadığı kaydedilmiştir.

Hatırlanacağı gibi Milli Eğitim Bakanı söz konusu beyanında “kendisine kalsa, Ruhban Okulu’nu 24 saat içinde açacağını” söylemiştir. Şimdi AB bu sözün gereğini yerine getirmesini AKP’den istemektedir.

Türk milli eğitiminin sorunlarını içinden çıkılmaz hale getiren ve başörtüsü ve İmam Hatipliler konularını sadece seçim ve istismar malzemesi olarak gördüğü artık anlaşılan AKP, şimdi kendisine yakışanı yapacak ve AB’nin talimatlarına uygun olarak Fener Rum Patrikhanesi’nin papaz eğitimi ihtiyacını karşılamak için Ruhban Okulu’nu açacaktır.

İlerleme Raporun’da Türkiye’nin karşısına yeni bir talep olarak çıkarılan diğer bir konu da, Yunanistan vatandaşlarının ve Gökçeada’daki Yunan azınlığının gayrimenkulleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasıdır.

Bu çerçevede, Kıbrıs olayları sonrası Yunanistan’a göç eden Rumların gayrimenkulleri üzerinde alım-satım-devir gibi işlemler yapmalarının ve Gökçeada’daki Yunan azınlığın gayrimenkul satın alması önündeki engellerin kaldırılmasının istenildiği anlaşılmaktadır.

Bu konu da ilk defa AB raporunda yer almaktadır. Bu noktada üzerinde durulması gerek husus, Yunan asıllı Türk vatandaşlarının değil, bizatihi Yunanistan vatandaşlarını ilgilendiren bir konunun Türkiye-AB ilişkileri denklemine sokulmuş olmasıdır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AB’nin önümüze koyduğu dayatma listesindeki diğer bir kalem de Türkiye’nin milli güvenlik ve ülkenin bölünmez bütünlüğü konusundaki mevzuatını köklü biçimde değiştirmesi talebidir.

İlerleme Raporunda bu konuda üç istek yer almıştır.

İlk planda Türklüğü, Türkiye Cumhuriyetini ve devlet organlarını alenen aşağılama fillerini düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin uygulanması ağır biçimde eleştirilmiştir.

AB’nin dayatmalarına boyun eğerek Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birlik ve bölünmez bütünlüğü aleyhindeki fiilleri ve terör propagandası yapmayı suç olmaktan çıkaran AKP’den, şimdi de Türklüğü aşağılamayı cezalandırmaması istenilmektedir.

Bu başlık altındaki diğer talepler ise, Türkiye’nin milli güvenlik tanımının kapsamının daraltılması ve kuruluş amaçları ve faaliyetleri Anayasa’ya aykırı olan derneklerin tescil edilmesi olmuştur.

Avrupa Birliği, derneklerin tescilinde Anayasa’da yer alan ülkenin bölünmez bütünlüğü ve laiklik ilkelerinin yorumunun değiştirilmesini ve Anayasa’nın temel ilkelerine aykırı amaçlar için dernek kurulmasına izin verilmesini istemektedir.

9 Kasım belgelerindeki talep ve dayatma listesinin son bölümünde Kıbrıs ve Yunanistan konularında Türkiye’ye ödettirilmek istenilen ağır faturalar yer almaktadır.

Buna göre, Türkiye Kıbrıs Rumlarını bütün Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak tanıyacak, sahte Rum Cumhuriyeti ile ilişkileri diplomatik ilişki kurulması yönünde normalleştirmek için adımlar atacak, 1963 Ankara Antlaşması’nı Rumlara da teşmil eden Kıbrıs ek protokolünü onaylayarak uygulamaya koyacak ve Rum gemileri ve uçaklarının Türk limanlarına ve havaalanlarına gelmesini yasaklayan uygulamaya son verecektir.

Bunun yanı sıra, Türkiye Kıbrıs Rum Yönetimi’nin uluslararası örgütlere üye olması üzerindeki vetosunu da kaldıracaktır.

Yunanistan ve Ege sorunları konusunda da Türkiye’nin önüne iki somut talep ve dayatmayla çıkılmıştır.

Türkiye, ilk olarak, Ege sorunlarının Yunanistan’ın istediği çerçevede çözümü için Uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yetkisini tanıyacaktır.

Bunun yanı sıra, İlerleme Raporunda Türkiye’nin Ege’de Yunan karasularının 12 mile çıkarılmasını savaş sebebi sayacağına ilişkin siyaseti üzerinde özel olarak durulmuştur. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın Nisan 2005’de bu politikanın değişebileceği hakkındaki açıklamasına ve Dışişleri Bakanı’nın buna karşı olmadığına ilişkin beyanına atıf yapılarak, buna rağmen bu siyasetin değişmediği vurgulanmıştır.

Avrupa Birliği Türkiye’nin 12 mili savaş sebebi sayma konusundaki bugüne kadar etkili olan caydırıcılık siyasetini değiştirmesini ilk defa gündeme getirmiştir.

Bunun anlamı ve amacı da çok açıktır. Avrupa Birliği, Meclis Başkanı ile Dışişleri Bakanı’nın bu hayati konudaki devlet politikasına alenen aykırı sorumsuz beyanlarını dayanak yaparak, Türkiye’nin geri adım atmasını sağlamak ve böylece Yunanistan’ın karasularını 12 mile genişleterek Ege’yi bütünüyle bir Yunan gölü haline dönüştürmesinin zeminini hazırlamak istemektedir.

Avrupa Birliği Ermenistan konusuna değinmekten bu defa da kendisini alamamıştır. 2005 genişleme stratejisi belgesinde, Türkiye’nin AB’nin ortak dış politikasıyla uyumlu hale gelmesi bağlamında Ermenistan sınırının hala kapalı olduğu belirtilmiştir.

Sayın Basın Mensupları,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

AB ile ilişkilerde bu noktaya gelinmesinin başlıca sorumlusu, her konuda AB’ye teslim olan AKP hükümetidir. Bugüne kadar yapılan hatalar Türkiye’nin karşısına bu haysiyet kırıcı tabloyu çıkarmıştır.

Siyasi ömrünü birkaç ay daha uzatmak hesabıyla 3 Ekim’de Türkiye’ye karşı ayrımcı ve aşağılayıcı muamele yapılmasını kabul eden AKP, bu sonucu bilerek hazırlamıştır.

Hükümetin ve içimizdeki Brüksel lobilerinin bir bayram gibi kutladığı 17 Aralık ve 3 Ekim sahte başarılarının gerçek niteliği şimdi daha iyi anlaşılmıştır.

Türkiye’nin nasıl bir tehlikeli maceraya sürüklendiği ve Türk milletinin nasıl aldatıldığı şimdi daha iyi görülmüştür.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin son üç yıl boyunca AB sürecinin her aşamasında dile getirdiği görüşler ortadadır.

Türkiye’nin tehlikeli bir yola sokulmakta olduğunu ısrarla savunan Milliyetçi Hareket, bugün karşımıza çıkarılan bu vahim durumu zamanında görmüştür. Başta hükümet olmak üzere ilgili bütün çevreleri bu konuda uyarmıştır.

Ancak, bu samimi çabalarımız sonuç vermemiş, AKP hükümeti Türkiye’yi bu bataklığa saplamıştır.

Bugün gelinen noktaya bakıldığında, MHP’nin bütünüyle haklı çıktığını idrak ve izan sahibi herkes kabul edecektir.

Biz, bu gelişme karşısında, Türkiye’nin geleceği bakımından büyük bir endişe ve üzüntü duyuyoruz. Bununla birlikte, belirtmek istiyorum ki, bu konuda uyarı görevini ısrarla yapmış olmanın da huzuru içindeyiz.

Şimdi herkes namuslu bir vicdan muhasebesi yapmak ve Türkiye’nin ve Aziz Milletimizin geleceğini her türlü düşüncenin üzerinde tutan bir vatanseverlik anlayışıyla dürüst ve ilkeli bir tavır sergilemek durumundadır.

AKP hükümeti, şimdi tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Tarihi bir kavşak noktasına gelinmiştir.

AB, Katılım Ortaklığı Belgesiyle Türkiye’nin yerine getireceği öncelikli talepleri ve şartları ortaya koymuş ve bunları kısa ve orta vadeli uygulama takvimine bağlamıştır.

Şimdi hükümetin bunları kabul ederek uygulama takvimini açıklaması ve bu amaçla bir milli program hazırlaması istenmektedir.

Burada çok önemli bir gerçeğe herkesin dikkatini çekmek istiyorum:

Katılım Ortaklığı Belgesi, AB’nin Türkiye’den yapmasını istediği hususları genel ifadelerle ve ana başlıklar halinde sıralamıştır. Bunlardan ne kastedildiği ise İlerleme Raporunda çok ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

Bu durumda AKP’nin İlerleme Raporu AB’nin gözlemlerini içeren bir belge olarak Türkiye’yi bağlamaz, biz Katılım Ortaklığı Belgesine bakarız demek hakkı ve imkanı yoktur.

Bu noktada Türk milletini aldatmak artık mümkün değildir. Çünkü, Katılım Ortaklığı Belgesi’nin giriş bölümünde, Türkiye’nin İlerleme Raporunda belirtilen tüm konuların gereğini yerine getirmenin şart olduğu açık bir hüküm olarak yer almıştır.

Bu konuda hükümete bir uyarıda bulunmayı gerekli görüyoruz:

Karşımıza çıkartılan bu talep ve dayatmaların, kendisine saygısı olan bir devlet tarafından kabulü mümkün değildir. Üstelik 9 Kasım belgeleri Türkiye için ikinci sınıf ortaklıkla sonuçlanacak çıkmaz bir sokağın yol haritasıdır. Bütün bu dayatmalar kabul edilse bile, Türkiye’ye biçilen konum AB’nin yörüngesinde bir taabiyet ilişkisidir.

AB sürecinin bu ipotekler altında ilerlemesi esasen mümkün değildir. İlişkilerin yeni bir tanıma kavuşturulması artık elzemdir.

Bu bakımdan AKP, her şeye rağmen, bu dayatmaları kabul ederek Türk devletini bağlayacak bir milli program hazırlayacaksa, kendisine tavsiyemiz bunu AB’nin istediği gibi uzun vadeli değil, 6 aylık bir program olarak sunmasıdır.

Zira, AKP çok yakında tasfiye olacaktır. Giderayak üstleneceği böylesine ağır taahhütlerin Milliyetçi Hareket’in iktidarını bağlamayacağını herkese şimdiden hatırlatmak isteriz.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

AKP’nin gerçek yüzü ve kimliği artık açığa çıkmıştır. Kapkaç siyaseti anlayışının temsilcisi olan bu kadroların göz boyama, yanıltma ve aldatma, yalan ve inkardan ibaret olan siyasi sermayesi artık tükenmiştir.

İçi boş sloganlarla, sanal umut ve vaatlerle, hayali başarı hikayeleriyle Türk Milletini yeniden kandırma imkanları artık kalmamıştır.

AKP hükümeti siyasi meşruiyetini de bütünüyle yitirmiştir.

Oyun bitmiş, yolun sonuna gelinmiştir. 2006 yılı, Türkiye’nin en büyük siyasi kamburu olan AKP’den kurtuluş yılı olacaktır.

Erken seçim Türkiye’nin gündemine girmiş, milli hesaplaşma günü ufukta görülmüştür.

AKP kadroları iktidar döneminde yaptıklarının hesabını Türk adaleti önünde vereceklerdir. Milliyetçi Hareket’in yaklaşan iktidarında, yetim hakkına el uzatmanın ve şahsi çıkar peşinde koşarak Türkiye’nin geleceğini karartmanın hesabı bir bir sorulacaktır.

AKP yönetimi bu hesap verme gününün gelmekte olduğunu çok iyi bilmektedir. Son dönemde yaşadıkları paniğin ve her gün yeni bir hezeyan sergilemelerinin nedeni budur.

Başbakan Erdoğan’ın siyasi üslubunda görülen seviye düşüklüğü ve kontrolsüz biçimde herkese çatmasının nedeni de, hesap verme korkusunun yarattığı derin ruhi çöküntüde aranmalıdır.

Ancak, korkunun ecele faydası yoktur.

Milliyetçi Hareket’in iktidar yürüyüşünde sona yaklaşılmıştır.

Milliyetçi Hareket, yangın yerinde dönen Türkiye’yi ayağa kaldırmak, Türkiye’nin milli birliğine, onuruna ve haysiyetine sahip çıkmak, Türk Milletini onurlu bir geleceğe taşımak ve yetim hakkına el uzatanlardan hesap sormak için iktidara gelmektedir.

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli

Milliyetçi Hareket Partisi

Genel Başkanı