25.08.2011 - Ankara Ülkü Ocakları'nın Düzenlediği İftar Yemeğinde Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Ankara Ülkü Ocakları'nın Düzenlediği İftar Yemeğinde Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
25 Ağustos 2011

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Yarınların Güvencesi Sevgili Bozkurtlar, Asenalar,

Kıymetli Basın Mensupları,

Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Ankara Ülkü Ocakları’nın tertiplediği bu iftar programında, sizlerle aynı ortamı paylaşmaktan ve aynı sofrada bulunmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Manevi iklimin kutlu havasını ruhumuzla buluşturduğumuz Mübarek Ramazan ayında, bizlerin kavuşmasını nasip eden Cenab-ı Allah’a hamd ediyorum.

İlahi rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı, bereket ve bolluk pınarlarının çağlayanlar gibi aktığı bu kutsal ayın; Türk-İslam Dünyası’nın hasret kaldığı huzur ve esenliğe ulaşmasında bir dönüm noktası olmasını diliyorum.

İnancım odur ki, semaya açılan elleri, duayla titreyen gönülleri, özlemle, samimiyetle, içtenlikle yapılan niyazları Yüce Allah karşılıksız bırakmayacak, sevdiklerinden ve sevenlerinden olmayı bizlerden esirgemeyecektir.

Sonuna yaklaştığımız Ramazan ayında, yaptığımız ibadetlerin kabul edilmesini temenni ediyor, hepinize hoş geldiniz diyorum.

Muhterem Misafirler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

İçinden geçtiğimiz bu kutlu ayın şu günlerinde, biriken ve tesir alanı sürekli genişleyen sorunları maalesef hepiniz görüyor ve şahit oluyorsunuz.

Dilerdim ki, buluştuğumuz iftar sofrasının etrafında umutlarımızı, heyecanlarımızı ve sevinçlerimizi paylaşalım.

Ancak bundan son derece uzak olduğumuzu üzülerek ifade etmek istiyorum.

Esasında katlanan sorunların ağırlık merkezi insanlığın huzur, esenlik ve refah hanesine kaymış ve burayı hâkimiyeti altına almıştır.

Bu haliyle insanlığın içinde kıvrandığı derin anlam bunalımı ve büyük boyutlu karmaşa yerkürenin de istikrarını ve düzenini hat safhada tehdit etmektedir.

Savaşlar, sosyal ve siyasal krizler, etnik ve mezhep temelli mücadeleler, ekonomik çöküşler, çevre felaketleri ve terör gibi konu başlıkları yaşadığımız çağa istikrarsızlık damgasını vurmuştur.

Bu manzaradan gelişmiş ya da azgelişmiş hiçbir ülkenin muaf olmadığını bilmek ve anlamak lazımdır.

Küreselleşme paradigmasının etkisi ve dayatmasıyla herhangi bir coğrafyadaki dengesizliğin, çatışma alanlarının ve gerilimlerin kısa süre içinde başka yerlere sirayet ettiği bir realitedir.

Sorunların yayılmasındaki hız ve kapsam elbette benzer reflekslerin, şartların ve ortamın varlığıyla yakından ilişkilidir.

Diyebiliriz ki, önümüzdeki dönemde huzur ve güvenlikteki aşınmalar, gevşeyen ve zayıflayan değerler insanlık adına telafisi çor zor maliyetler ortaya çıkaracaktır.

Bugünkü açmazların temelinde;  önü alınmayan hegemonya mücadelesinin neden olduğu ihtiraslar ve azgınlıklar bulunmaktadır.

Batı’nın Doğuyla ilişkisi hep bu zeminde vücut bulmuş ve somutlaşmıştır.

Açıkça söylemek lazımdır ki, yüzyıllardır tatmin olmayan sömürgeci hevesler ve emperyal iştahlar sürekli olarak içinde bulunduğumuz coğrafyaları hedef tahtası haline getirmiştir.

Nitekim 1096’da başlayan Haçlı seferlerinin hala tam olarak amacına ulaşamadığı ve devamlı olarak ısrarını sürdürdüğü malumlarınızdır.

Küresel aktörlerin bu tespitimizi teyit edici birçok açıklaması, eğilimi ve yaklaşımını da görmek mümkündür.

Takip edilen kolonyal yöntem ve taktikler özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren değişmiş ve dolaylı bir içerik kazanmıştır.

Bu yolda emin adımlarla ilerlemek amacıyla; hem ülkemiz hem de komşu coğrafyalar demokrasi, özgürlük, barış ve insani müdahale sözleriyle kuşatma altına alınmıştır.

Asıl anlamından uzaklaştırılan bu kavramlarla tahrik edilen ve kışkırtılan halk yığınları yönetimleri devirmekte, rejimleri sallamaktadır.

Sonuç olarak, küresel çevreler tarafından kurgulanan ve ilerletilen sinsi planlar, şaibeli senaryolar ve kirli tezgâhlar Dünya’nın sosyal ve siyasal dengesini temelinden sarsmış durumdadır.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Tunus’ta başlayan kasırga Libya’yı da vurmuş ve sonunda Şam’ın kapısına dayanmıştır.

Bundan sonra sırayı hangi ülke ya da ülkelerin alacağı ise az çok belirginlik kazanmıştır.

Batı’nın dolaylı kolonyal müdahalesi kapsamında dün inşa edilen otoriter yönetimler ve halka rağmen imali gerçekleştirilen diktatörler birer birer koltuklarından düşmekte ve yaptıklarının bedelini ağır ödemektedirler.

Oysaki aynı suça iştirak eden ve hatta suça yol açan ortamı oluşturan asıl failler ise yeni eylemleri için kolları sıvamışlardır.

En son olarak Libya’da Kaddafi’nin yaşadıkları ibretlik ve ders niteliğindedir.

NATO güçlerinin yol açmasıyla ilerleyen muhalif unsurlar, nihayetinde bu ülkenin kritik ve önemli noktalarını ele geçirmişler ve bir devre son vermişlerdir.

Sözde demokrasi ve özgürlük naraları altında şekil alan Libya’nın, bundan sonra hangi olayları yaşayacağını ve nelerle karşılaşacağını görmek yakında mümkün olacaktır.

Ancak muhaliflerin sevinç gösterilerini en başta ABD ve Fransa bayraklarını öperek göstermeleri ve minnet duygularını aşırı bir şekilde dile getirmeleri önümüzdeki yıllarda da bu ülkelerde değişen bir şey olmayacağının açık kanıtıdır.

Aklımıza, benzer görüntülerin Irak işgali esnasında da ortaya çıktığı hususu gelmektedir.

Ne var ki sarayları yağma edenler, heykelleri devirerek işgalcilere kucak açanlar, daha sonra kan, tecavüz ve katliamdan oluşan faturaya katlanmak durumunda kalmışlardır.

Meseleyi yalnızca Kaddafi’nin gitmesine odaklayan dar kafalıların, sosyal ve toplumsal gelişme ve değişme kanallarının yerel dinamiklerden beslenmeden bir sonuca hizmet etmeyeceğini bilmeleri gerekmektedir.

Yıllarca Saddam’ı teşvik edenlerin işi bitince tasfiye etmeleri, arkasında durulan Bin Ali’nin birden bire ülkesinden gönderilmesi, Mübarek’i destekleyenlerin bir zaman sonra kafes içinde mahkemeye çıkarmaları ve çadırıyla başkentlerde misafir edilen Kaddafi’nin yolun sonuna gelmesi birçok açıdan düşündürücü ve almasını bilenler için nasihatlerle doludur.

Anlaşıldığı kadarıyla 95 yıl önce yapılan gizli antlaşmalarla taksim edilen eski hâkimiyet havzamızdaki topraklar,  şimdilerde yeniden ele alınmış ve aç gözlülerin hedefine tekrar yerleşmiştir.

Bunun ne kadar acı ve hazin bir tekerrür olduğunu eminim ki takdir edersiniz.

Müslüman toplumların ayaklarına vurulan prangalara sessiz kalması ve uluslararası stratejik hesaplara kurban edilmeleri telafisi çok zor olacak bir alçalma ve hezimettir.

Adeta Batı’nın deney ve oyun sahası haline gelen komşu coğrafyaların bu görünümü yüreklerimizi burkmaktadır.

Müslüman Arap ülkelerinin uzaktan kumanda ile yönetilmeleri, insani değerleri Batılıların penceresinden ele almaları ve doğal kaynaklarından dolayı tahakküme maruz kalmaları bizim açımızdan üzüntü vericidir.

Hiç şüpheniz olmasın ki, Peygamber efendimiz muhteşem tebliğini böylesi bir ilkelliğe ve acizliğe düşülmesi için yapmamıştır.

Ancak bunu değiştirecek ve tersine çevirecek gücün de yine bu ülkeler ve onlara destek olacak Türk milleti olduğunu büyük bir kararlılıkla söylemeliyim.

Önümüzdeki süreçte Suriye’deki gelişmelerin seyri önemlidir ve Ortadoğu denklemi bunun sonucunda tekrar kurulacaktır.

Bu gelişmeler karşısında AKP hükümetinin aldığı pozisyon ve içine girdiği çarpık ilişkiler ağı ülkemizi yeni sıkıntıların içine sürükleyecektir.

Başbakan Erdoğan BOP eşbaşkanı sıfatıyla, eski dostlarını yüzüstü bırakırken, bu mübarek ayda vefa duygularından ne kadar mahrum olduğunu açıkça göstermiştir.

Dün; ‘dostum, kardeşim’ dediği otokrat kişiler Batı’nın yeni konsepti çerçevesinde görevlerinden uzaklaştırılırken, Başbakan rol çalmak ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazmettirmek amacıyla hepsine sırtını dönmüştür.

Küresel güç merkezlerinin planları komşu coğrafyalara uygulanırken, Başbakan Erdoğan’ın buna mihmandarlık yapması ve kraldan çok kralcı kesilmesi ülkemizin saygınlığı ve milletimizin yüksek erdemi bakımından utanç vericidir.

Gerek Suriye gerekse de Libya muhaliflerinin Türkiye’de ağırlanması, destek verilmesi ve hatta parasal yardımda bulunulması kabul edilemez bir durum ve hesabı mutlaka sorulacak iki yüzlülüktür.

Bizim için öncelikle komşu coğrafyaların istikrarı ve bütünlüğü önemli olmalıdır ve her ülke kendi meselesini kendi sosyal ve ekonomik dinamizmiyle çözebilmelidir.

Eğer Suriye ya da Libya’da değişim gerekli ve mümkünse, bunun yolu iç dinamiklerin harekete geçmesi ve yöneticilerin bu ihtiyaca açıkça cevap vermelerinden geçecektir.

Başbakan Erdoğan, komşu ülkelerin iç sorunlarına küresel güçlerin yanında hizalanarak bu kadar taraf olmuşken, bundan böyle ülke olarak bölgesel itibar ve inandırıcılığımızdan nasıl bahsedecektir?

İflas eden dış politikayla Türkiye’nin hak ve hukukunu muhataplarına karşı nasıl savunacaktır?

Başkalarının iç karışıklıklarına bu kadar açık müdahil olduktan sonra, kendi içimizdeki meselelere taraf olmaya çalışacak ülkelere tutarlılık adına ne söyleyecektir ve nasıl bir duruş sergileyecektir?

Bunlar mutlaka cevaplandırılması ve üzerinde düşünülmesi gereken sorulardır.

Türkiye’yi, Ortadoğu’nun bulanık ve dipsiz kuyusuna Batı’nın sesi ve mayın tarayıcısı olarak indirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Bu itibarla, Dışişleri Bakanı’nın Trablus’un muhaliflerce ele geçirilmesi üzerine hemen destek vermek amacıyla Bingazi’ye gitmesi ve Batı’nın planları doğrultusunda mesajlar vermesi sorunludur ve başka problemlere kapı aralayacaktır.

Gerçekten de komşu coğrafyalardaki depremlerin ülkemizin etnik ve mezhep fay hattını çatlatması büyük badirelere neden olabilecektir.

Üstelik Tunus’ta başlayarak Akdeniz kıyı şeridi boyunca ilerleyen Ortadoğu kaosunun yoluna en sonunda İran ve Türkiye çıkacaktır.

940 yıldır Türk milletinin Anadolu’yu yurt tutmasını içine sindiremeyenler yavaş yavaş emellerine muvaffak olmaktadır.

Bu bariz tehlikeyi fark edemeyen AKP hükümeti, ön tarafta İsrail’le kavga ederken, arka tarafta ittifak içine girmiş ve İran’ın çevresini boşaltmak için hamleler yapmıştır.

Nitekim geçtiğimiz yıl NATO’nun ‘Füze Savunma Sistemi’ni ülkemize konuşlandırma kararı ve hükümetin de seve seve onay vermesi buna net kanıttır.

AKP hükümeti, ‘One Minute’in şişirdiği sanal kahramanlık havası ve bunun yarattığı uygun ortam eşliğinde Müslüman Arap toplumunun önce sempatisini kazanmış, sonra da sırtından hançerlemiştir.

Geriye dönüp baktığımızda, bunun AKP’nin ve Başbakan’ın klasik bir alışkanlığı ve karakteri olduğu ortaya çıkacaktır.

Bugünler mutlaka geçecek ve Türkiye taşıdığı yükten bir gün kurtulacaktır.

İşte o zaman gerçekler meydana çıkacak ve yüzde 50 oy almış bir zihniyetin karanlıkta kalan yüzü ve maskelenmiş niyetleri herkes tarafından anlaşılacaktır.

Biz bunu anlatmaktan, haykırmaktan ve milletimizle paylaşmaktan asla usanmayacağız ve geri durmayacağız.

Ülkemizin, Arap baharı diye yutturulmaya çalışılan Ortadoğu sıtmasına yakalanmadan, içine girdiği türbülanstan bir an önce çıkması ve enerji paylaşımında konu mankeni olmaktan uzaklaşması geldiğimiz bugünkü ortamda en büyük dileğimizdir.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sevgili Bozkurtlar,

Türkiye iyi yönetilmeyen bir ülkenin tüm emarelerini göstermektedir.

AKP iktidarının ileri demokrasi iddiasıyla girdiği sözde ustalık dönemi çok sancılı geçmektedir.

Millet ve devlet olarak normal ve huzurlu bir güne dahi neredeyse hasret kalınmıştır.

Toplumun sinir uçları tahrip edilmekte ve hassasiyetiyle oynanmaktadır.

Kaos her taraftadır ve AKP’nin yaydığı karanlık her tarafa çökmüştür.

Eğitimden ekonomiye, sanattan siyasete her alanda çözülme ve dağılma yaşanmaktadır.

Bakınız en son olarak, Türk sporunun hali skandal bir düzeye ulaşmıştır.

Şike ve teşvik primi iddialarıyla Türk futbolu ateşe atılmış ve asırlık kulüplere gönül veren milyonlarca taraftar büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır.

Temmuz ayının ilk haftasından bu tarafa süren adli ve idari kovuşturma sürecinin hala bir sonuca ulaşamadığı anlaşılmaktadır.

Uzayan hukuki süreçten ve ortaya çıkan talihsiz tablodan en büyük zararı Türk sporu görmektedir.

Üstelik UEFA’nın baskı ve belirleyiciliği altında Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligine katılamayacağı yönünde alınan kararın Türk futbolunun güvenirliğine ve saygınlığına gölge düşürdüğü ortadadır.

Şike ya da teşvik primiyle ilgili hukuki süreç tamamlanmadan, 104 yıllık mazisi bulunan kulübümüzün tümüyle zan ve töhmet altına alınması bizim açımızdan doğru ve yerinde olmamıştır.

Kimler sporun ahlakıyla bağdaşmayan bir suça karışmışsa kulüplerin kurumsal kimliğinden ayırt edilmeli ve bunlara gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır.

Bu itibarla Fenerbahçe Spor Kulübü’nün uluslararası müsabakalardan çıkarılmasını ve buna ortam hazırlayanları şiddetle kınadığımızı buradan ifade etmek istiyorum.

Türkiye Futbol Federasyon’un kriz yönetmedeki beceriksizliği, siyasi müdahalelerle içinin boşatılması ve rant paylaşım merkezi haline gelmesi bugünkü yıkımın fitilini ateşlemiştir.

Ülkemiz, AKP’nin yönetimi altında uluslararası alanda tartışmalı ve kuşkulu bir alana itilmiştir.

Bu elbette millet olarak hak etmediğimiz haysiyet kırıcı bir durumdur.

Diğer taraftan terör saldırıları dayanılmaz bir noktaya gelmiştir.

Bölücü tahrikler ve kanlı eylemler zıvanadan çıkmıştır.

Şiddet ve dehşet dalgası her tarafı sarmış ve Anadolu şehitlerle ağlamıştır.

Buradan tüm şehitlerimize bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılara ise acil şifa dileklerimi iletiyorum.

Ne hazindir ki, tarumar edilmedik, sulandırılmadık, yerle bir edilmedik, harap edilmedik ve tahrip edilmedik hiçbir şey kalmamıştır.

Şehitlik, vatan, devlet, bayrak, Türklük, millet kavramları ve inançları bunlar arasındadır.

Terörle mücadelenin üst düzeye çıkması gereken bir dönemde, TSK’nın zirvesinde bulunan müstafi bir kişinin kurmay heyetine yaptığı değerlendirmelerinin ve özeleştirilerinin kayıt altına alınarak yayımlanması, devlet mahremiyetinin ve ciddiyetinin kesinlikle kalmadığını göstermektedir.

Çürüme her tarafa yayılmış, virüs millet ve devlet hayatını felç etmiştir.

Şüphesiz bu kayıtların muhteviyatı ayrı bir tartışma konusudur ve üzerinde mutlaka durulmalıdır.

Eğer bu ülkede TSK’nın en üst makamında bulunan kişi dinlenebiliyorsa herkesin bu tehdide açık ve muhatap olduğu kuşkusuzdur.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere herkes dinlemeye tabi tutulma riskiyle yüz yüzedir.

İşin daha vahim tarafı ise, AKP sözcülerinin, bahane bulma yarışına girerek topu yabancı istihbaratlara atmalarıdır.

Bu pişkinliğe göre madem Türkiye yabancı istihbaratların örtülü operasyon merkezi haline gelmiştir; o zaman AKP hükümeti ne ile meşguldür ve kime ya da hangi çevrelere hizmet etmektedir?

Bu telefon dinlemelerindeki amaç nedir ve hangi hedefler gözetilmektedir?

Maksat, Türkiye’nin terörle mücadelesini milletimizin gözünde değersizleştirmek ve şehitliği sorgulatmak ise böyle bir alçaklığın altından AKP asla kalkamayacaktır.

Hayasızca ortam dinlemesi yapanların ve gizli video kayıtlarıyla herkesi izleyenlerin bulunup adalete teslim edilmesi AKP hükümetinin namus ve şeref borcudur.

Aksi takdirde bu dinleme ve kayıtlardan kendisinin sorumlu olacağını, tele kulak rezaletleri ve siyasi röntgencilikle isminin yan yana anılacağını bilmesi gerekmektedir.

Artık, Türk devleti bu kadar gedik vermişken, kırmızı çizgileri bu kadar ihlal edilmişken Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti daha neyin gelişmesinden ve istikrarından bahsedecektir?

Ne yazık ki Bugün Türkiye’de;

Devlet ayaklar altındadır.

Millet parçalanmanın sınırındadır.

İnsanımız ümitsiz ve sessizdir.

Kurumlar yozlaşmanın dibindedir.

Toplum bezgin, yorgun ve tepkisizdir.

AKP’yi tercih etmiş aziz vatandaşlarım bu gelişmeleri iyi bir şekilde değerlendirmeli ve Türkiye’nin batağa doğru gittiğini artık görmelidirler.

Türk milleti elbette bu karanlık tünelden çıkacak ve başına geçirilmeye çalışılan ikinci çuvalı bu defa yırtıp atacaktır.

Bunun için milli heyecanın ve şuurun taşıyıcısı siz değerli dava arkadaşlarıma büyük görevler düşmektedir.

Kıymetli Ülküdaşlarım,

Ülkemiz zor ve kritik bir dönemden geçmektedir.

Türk milletinin birliğini bozmak için provokasyonlar alabildiğine sahnelenmekte ve değişik vatan köşelerinde çatışma ortamı zinde tutulmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle kavgadan ve sonu olmayan tartışmalardan uzak durunuz.

Taşıdığınız kutlu misyona yakışır bir şekilde davranarak kışkırtmalara ve tahriklere asla kapılmayınız.

İstenen ve mayalanan kardeş kavgasıdır ve bunun alt yapısı hızla olgunlaştırılmaktadır.

Sizin yeriniz sokaklar değil; kütüphaneler, laboratuarlar, dost ve arkadaş ortamları olmalıdır.

Hepiniz duyarlıklarınızın, ilkelerinizin ışığı altında hayatın içinde olmalısınız.

İnsani ilişkilerinizi daha çok geliştirmelisiniz ve sosyal yönünüzü dengeli bir şekilde kuvvetlendirmelisiniz.

Türk milletinin bundan sonraki istikameti sizin vereceğiniz tepki ve üstleneceğiniz sorumlulukla yakından ilişkili olacaktır.

Ve her adımınızda, eğer varsa kaygılarınızın sizi umutlarınızın arkasına düşürmesine izin vermeyiniz.

Başarıya inanınız ve bunu elde etmek için cüret ediniz, kendinizi aşmanın yollarını açınız.

Tarihin yol göstericiliğinde, ülkemizin nasıl bir coğrafyada yer aldığını sürekli gözünüzün önünde tutunuz.

Türkiye’nin ancak ve ancak milli şuuru kendisine rehber etmiş ellerde yükseleceğini ve Türk milletinin bu sayede küresel sisteme nizam vereceğini unutmayınız.

Ahlaki değerlerin yol göstericiliğinden hiç uzaklaşmayınız.

Sadakat ve vefanın milliyetçi-ülkücü harekette çok önemli olduğunu biliniz.

Ülkü bir adanmışlık ve eşsiz bir tutkuysa, o halde istismarcılara ve ülkücülükten geçinenlere karşı da çok dikkat etmelisiniz.

Sadakati cebindeki bozuk parayla özdeş gören, her olay karşısında kıvraklıklar sergileyen ve bunu da şartların gereği olarak yorumlayanların sözlerine azami uyanıklıkla yaklaşınız.

Hepinizin Türk tarihinin sorumluluğunu kafanızda taşıdığına inanıyorum.

Şehitlerimizin aziz hatıralarını kalbinizde yücelttiğinizi düşünüyorum.

Bundan sonra Türk milletinin varlığı ve birliği konusunda aldığınız tarihi görevi daha yükseklere çıkarmakla mükellefsiniz.

Ülkücünün varlığı ve anlam kaynağı işte burasıdır.

Bunun için çok çalışmalısınız ve inandıklarınızdan asla taviz vermemelisiniz.

Dünyayı anlayacak geniş bir vizyon, Türklüğün yaşadığı her yere ulaşacak berrak bir bakış, İslam coğrafyasını ruhuna işlemiş irfan dolu bir idrakle ülkücü hareket geleceğin lider ülkesini inşa edecektir.

Bozkurt asırlar öncesinde olduğu gibi, ay ışığında tekrar yol gösterici olarak belirecek ve Türk milletininin bağımsız ve onurlu bir şekilde tarihsel yolculuğuna devam etmesini temin edecektir.

Ümidim ve beklentim budur ve sizlere güvenim sonsuzdur.

Bu akşam aynı sofrayı paylaştığım her bir dava arkadaşıma teşekkürlerimi sunuyor, tuttuğumuz oruçların Cenab-ı Allah tarafından kabul edilmesini niyaz ediyorum.

Ayrıca yarın dualarla karşılayacağımız Kadir Gecesi’nin aziz milletimize ve siz değerli dava arkadaşlarıma güzellikler ve hayırlar getirmesini diliyorum.

Hepinizi bir kez daha sevgilerimle selamlıyor ve Mübarek Ramazan bayramınızı şimdiden tebrik ediyorum.

Sağ olun, var olun.