28.08.2005 - 11'nci Beyşehir Anadolu Kurultayında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
11'nci Beyşehir Anadolu Kurultayı'nda
Yapmış Oldukları Konuşma Metni

28 Ağustos 2005

 

Çok Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Genç Bozkurtlarım, Ülküdaşlarım,

Bu ülkeyi Karşılıksız Sevme Bahtiyarlığına Ermiş Hanımefendiler, Beyefendiler,

Sevgili Misafirler,

Aziz Konyalı, Beyşehirli Hemşerilerim,

Basınımızın seçkin Temsilcileri,

Sözlerime başlarken hepinizi Yüce Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Bu yıl 11. sini yapmakta olduğumuz Anadolu Kurultayı’nda bizleri buluşturan Cenab-ı Hakka şükürler olsun.

Huzurlarınızda, her yıl bize bu muhteşem coşkuyu yaşatan, Beyşehir’in bu güzel havasını birlikte teneffüs etmemizi sağlayan, hareketimizin gurur vesilelerinden birisi olan bu kurultaya emeği geçen il ve ilçe teşkilatları yöneticilerimize ve mensuplarımıza, bu güzel şehrimizin mahalli ve mülki erkanına ve buraya teşrif eden siz kıymetli kardeşlerime sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Çok Kıymetli Misafirler,
Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan bu güne, ilk kez bu kadar ciddi bir beka, yani varolma problemi ile yüzyüzedir.

Son birkaç yıldan beri AB ve ABD’ye endeksli olarak yaşanan dış ve iç politik gelişmeler Türkiye’yi her geçen gün kuşatılan, köşeye kıstırılan bir ülke haline getirmektedir.

3 Ekim sendromu içinde kıvranan, AB ile müzakerelere başlayabilmek için ülkeyi ateşe atmaya razı olan bir Hükümet işbaşındadır.

Türkiye’nin milli dava ve yaklaşımları birer birer terk edilmektedir.

Yıllardan beri Milliyetçi Hareket olarak ifade ettiğimiz ve yine burada Beyşehir Kurultayı’nda söylediğimiz zaman bazı belli çevrelerin, AB teslimiyetçilerinin hep bir ağızdan itiraz ettiği Kıbrıs konusu, ne yazık ki, bu gün tam da söylediğimiz gibi gelişmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni Türkiye’nin AB perspektifinin önünde engel ilan edenlerin, içinde Milliyetçi Hareket’in bulunmadığı senaryolar üzerinde çalışanların maskeleri bu gün birer birer düşmektedir.

Bunlardan bir kısmı, çıkarları uğruna bu ülkeye ve millete ihanette hiçbir tereddüt göstermeyenler, diğer bir kısmı ise, hiçbir şeyden haberdar olmayan kullanılan, yönlendirilenlerdir.

Bu Hükümetin, üç yıl önce değil müzakere başlangıcı, üyelik için bile ön şart olmadığı iddia edilen Kıbrıs konusunda sergilediği teslimiyetçi ve tavizkar anlayış Türk tarihinde hep üzüntü ve utançla hatırlanacak bir kara leke olacaktır.

Hükümetin hukuken hiçbir bağlayıcılığı olmayan, siyaseten göz boyamak ve iç tansiyonu düşürmek üzere hazırladığı deklarasyon kesinlikle, Kıbrıs’ın tamamen Rumlaştırılmasına engel olmaya yetmeyecektir.

Bazı gayrı milli çevrelerin, “AB içindeki 24 ülkeyi tanıyıp Kıbrıs’ı tanımamak olur mu?” söylemleri de bir başka cehalet örneğidir.

Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmalar, ülkemizin içinde bulunmadığı hiçbir uluslararası ortama Kıbrıs’ın tek başına alınmamasını öngörmektedir.

Gerçek böyle iken, uluslararası ilişkilerin en temel kurallarına riayet etmeyenlerin sorgulanması yoluna gidilmemekte; siyaset terziliği ile milletimiz kandırılmak istenmektedir.

Annan Planı’na Kıbrıs Türkü “evet” dedi de ne oldu?

Hani, Annan Planı bizim tarafımızdan kabul edildiği takdirde Rum kesimi köşeye sıkışacak ve bütün dünya haklı olduğumuzu anlayacaktı?

Anladılar mı? Yoksa Rum’un, Yunan’ın yanında mı yer aldılar?

Bu milleti her zaman aynı basit senaryo ile uyutacaklarını düşünenler iyi bilmelidir ki, aziz Türk milleti her şeyi bütün açıklığı ile görmektedir.

Büyük Türk milleti bu zillete asla müsaade etmeyecektir.

Bu büyük yanlışların müsebbiplerini hiçbir şekilde hoş görmeyecek, affetmeyecektir.

Muhterem Misafirler,
Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Gönüldaşlarım,

Son dönemlerde ülke gündemini bölücü terör örgütü belirler hale gelmiştir. Maalesef, her alanda başarısız olduğu artık iyice ortaya çıkan Hükümetin üst üste atmış olduğu yanlış adımlar da bölücü örgütün şovlarına en müsait zeminlerin oluşmasına yardımcı olmaktadır.

Sayın Başbakan, bazı çevrelerin etkisiyle, terör örgütü ile muhatap hale gelmiştir. Ya farkında değil, veya farkında değilmiş gibi davranmaktadır.

Bir taraftan eli binlerce insanın kanına bulanmış hainbaşının serbest bırakılmasını dahi telaffuz edecek kadar gözü dönmüş, vicdandan, akıldan, izandan nasibini almamışlar; diğer yanda Sayın Başbakan’a Barzani’yi, Talabani’yi muhatap almasını, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinden Türkiye’nin rahatsız olmamasını salık veren gafiller var.

Şu anda, Türkiye böyle yönetiliyor. O Sayın Başbakan’da kendisine yapılan milli uyarıları hiçe sayıyor, Türk milletinin hassasiyetlerini dile getirenleri “işlerine baksınlar” sözüyle güya dikkate almıyor.

Bu tam da sayın Başbakana yakışan bir tavırdır.

Terör örgütünü dikkate alıp, sözde aydınların tesiri ile milli çıkarlarımızı hiçe sayıp; Türkiye’yi ateşe atmaya hazır olanlardan elbette ki, ciddi olmalarını, durup düşünmelerini ve doğru politikalar uygulamalarını bekleyemeyiz.

Diğer yandan, yıllardan beri, küresel terör tehdidinden en fazla yakınan ABD ve AB ülkeleri, sözkonusu bölücü terör örgütü ve onun her biri onlarca insanın katili olan yandaşları olunca ağız değiştirmektedir. Taraf olmaya gelince yıllardan beri müttefik oldukları Türkiye’yi değil, terör örgütünü tercih edebilmektedir.

Türk Milleti bütün bunları da görmektedir. Elbette ki, yeri ve zamanı geldiği zaman bu çifte standartlar, bu haksızlıklar ve ortaklığa, dostluğa yakışmayan tutum ve davranışlar sahiplerinin yüzüne vurulacaktır.

Kıymetli Beyşehirliler,
Saygıdeğer Misafirler,
Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin sorunu bölücü, yıkıcı, eli kanlı cani terör örgütüdür. Doğusunun da batısının da sorunu budur.

Binyıldan beri etle tırnak gibi içiçe yaşamış, kardeşlik içinde olmuş, derin akrabalıklar, hısımlıklar kurmuş ve tekleşmiş bir milletin fertlerini birbirlerine karşı sorun olarak adlandırmak son derece vahim bir yanlıştır.

Adeta bir çiçek bahçesi gibi, her renkten, her kokudan büyük bir ahenk ve güzellik içinde bezenmiş bu ülkeyi ve insanlarımızı hiç kimsenin ve hiçbir gücün birbirinden ayırmasına asla müsaade ve müsahama gösteremeyiz.

İyi bilinmelidir ki, bu bayrak kıyamete kadar bu milletin üstünde dalgalanacaktır. Bilinmelidir ki, bu vatan, bu devlet dünya durdukça yaşayacaktır.

Çünkü, bu milletin evlatları, bu vatanı, bayrağı, bu devleti karşılıksız seven yüce gönüllü, yiğit insanlardır.

Muhterem Misafirler,
Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Ülküdaşlarım,

Teslimiyetçi Hükümetin her alandaki tavizci tutumunun bir sonucunu da özelleştirmede yaşamaktayız.

Ülkeye yabancı sermaye getirilmesi adı altında peşkeş ve talan ekonomisine hız kazandırılmıştır.

Milletin alın teri, uzun yılların birikimi dev tesisler çok kısa sürede çar-çur edilecek rakamlara ya yandaşlara veya yabancılara adeta hibe edilmektedir. Bu tatlı taksimatın adına da özelleştirme denmektedir.

Bu yapılanın adı özelleştirme değil, olsa olsa sayın Başbakanın ifadeleriyle “ahbabı yararına” güzelleştirmedir.

Aldatma ve kandırmada başuzman olan bu hükümet, şimdi de 3 Ekim tarihi itibariyle her bedeli ödemek, her tavizi vermek pahasına AB ile müzakerelere başlayabilirse, bilin ki bunu da davullu-zurnalı kutlayacak ve adeta bir zafer havasında takdim edecektir.

Ancak, çok iyi bilinmelidir ki, Hükümetin tavizlerinin sadece milli politikalarımızdan ödün vermekle kalmayacağı, zaten bu hükümetle birlikte perişan olan köylü ve çiftçimizin de perişan edileceği anlamını taşımaktadır.

AB müzakere süreci içinde, tarım kesimine yönelik çok ciddi kısıtlamalara evet denecektir. Bakın, burada söylüyorum, ektiğinin biçtiğinin karşılığını alamayan çiftçimizin ocağına incir ağacı dikilecek ama, daha da önemlisi Türkiye, tarımsal üretimde batıya muhtaç hale getirilecektir.

Şu anda, hububat üreten çiftçi kardeşlerim emeklerinin karşılığını alamamıştır. İki yıl öncesinin fiyatlarından daha düşük bir fiyatla ürününü elden çıkarmaya uğraşmaktadır. Mazota, gübreye, işçiliğe gelen zamları kimsenin gözü görmemektedir. Başbakan çiftçiyi “bedavacılar” diye azarlayabilmektedir.

Kim bedavacı, alnının terini döke döke çalışan, evine helal rızık götürmeye uğraşan ama çalışmasının karşılığını bulamayan şu mübarek Anadolu insanı mı? Yoksa, onun emeklerini berhava eden, saçıp savuran, açım, işsizim, geçinemiyorum diyen vatandaşımıza kulak tıkayan, fırça atanlar mı?

Ekonomi, parlak nutuklarla idare edilse, mutlaka en iyi bu hükümet idare ederdi. Ancak, öyle lafla peynir gemisinin yürümediği ortaya çıkmıştır. Piyasalarda yaprak kımıldamıyor. Esnaf iş yapamıyor, işyerleri bir bir kapanıyor. İflaslar çığ gibi büyüyor. Ama hükümet hala ekonominin çok iyi gittiğinden bahsediyor…

Türkiye, tarihinin en fazla borç alınan ama hiçbir şey üretilemeyen bir dönemini yaşıyor. Aldıkları borçları ne esnafa, ne köylüye, ne işçiye ne de memura veren yok. Aldıkları çarçur ettiklerine yetmiyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bereketsiz, böyle vaktini boşa harcayan, böyle israf eden, böyle yolsuzluk ve hırsızlıklara müsaade ve müsamaha gösteren bir başka hükümet olmamıştır.

Ancak, huzurlarınızda bir kez daha ifade ediyorum: Bu hükümetin suyu ısınmıştır. Artık gidicidir. Ancak, öyle büyük bir tahribat bırakmaktadır ki geride, tamiri de, tadili de zaman alacak.

Bunların ülkede yaptığı tahribatı ne giderken Yunan İzmir’e yaptı, ne de çıkarken İsrail Gazze’de…

Yüce Allah’ın izniyle, siz aziz dava arkadaşlarımın gayretiyle, yüce milletimizin tasvibiyle inşallah Milliyetçi Hareket, tek başına güçlü iktidarı ile milletimizi, devletimizi, ülkemizi yeniden huzura, sükuna, güvenlik ve esenliğe taşıyacaktır.

Aziz Dava Arkadaşlarım, Gönüldaşlarım, Ülküdaşlarım;

Gün, birlik günüdür.

Gün, Türkiye için şahlanış günüdür.

Gün, her an uçurumun kenarına doğru götürülmek istenilen devletimizin ve ülkemizin kaderini Allah’ın izniyle Türk milliyetçilerinin ele alma günüdür.

Bunun için, Milliyetçi Hareket’in tek başına, güçlü iktidarı gerekmektedir.

Bu da ancak sizlerle olacaktır.

Her ülküdaşımın, her milliyetçi hareket mensubunun sadece kendi oyu değil, sadece ailesinin oyu değil, ulaşabildiği herkesin, bu ülke için yüreği atan her vatandaşımızın oyunu Harekete kazandırması gerekmektedir. Yani, artık 9 değil, her ülküdaşım 99 oy almalıdır.

İnşallah, önümüzdeki Anadolu Kurultayı, Milliyetçi Hareket’in tek başına iktidarının ve millete hizmetinin kutlandığı kurultay olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Yüce Allah’a emanet olun.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı