18.09.2011 - MYK ve Milletvekilleri Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni. - Kızılcahamam
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
MYK ve Milletvekilleri Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
18 Eylül 2011 - Kızılcahamam

 

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Partimizin, 17-18 Eylül tarihlerini kapsayan ve Merkez Yönetim Kurulu Üyeleriyle birlikte Milletvekillerinin katılımıyla Kızılcıhamam’da tertip edilen toplantıların son günündeyiz.

Bu vesileyle yapmış olduğumuz basın toplantısına hoş geldiniz.

Konuşmama başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dün ve bugün partimizin milletvekilleri ve MYK üyeleri ortak toplantılar yaparak verimli ve başarılı çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.

Son gelişmelerin aldığı boyut ve ülkemizin temel sorunları detaylı bir şekilde ele alınmış ve partimizin bundan sonra uygulayacağı politikalar değerlendirilmiştir.

Milletimizi meşgul eden ve doğrudan ilgilendiren konu başlıkları etrafında görüş alış verişinde bulunulmuştur.

12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçiminden bu tarafa geçen 97 günlük sürede; ülkemizin muhatap kaldığı sosyal, siyasal, ekonomik ve bölücü terör merkezli sorunları masaya yatırılmıştır.

Uluslararası ilişkiler, yeni anayasa ve artan terörün neden olduğu gelişmelerle ilgili takdire şayan sunumlar yapılmış ve toplantımıza katılan değerli arkadaşlarımız çok yönlü bilgilendirilmiştir.

TBMM grup çalışmaları hakkında gerekli ve ihtiyaç duyulan bilgileri de Grup Başkanvekillerimiz vermişlerdir.

Milletvekillerimiz ve MYK üyelerimiz görüş ve düşüncelerini karşılıklı olarak paylaşmışlar ve çok önemli fikirlerin ortaya çıkmasına kaynaklık etmişlerdir.

Bu kapsamda partimizin önümüzdeki süreçte, TBMM’nin açılmasıyla birlikte izleyeceği stratejisinin ana hatları da oluşmuştur.

Türkiye’nin çok ağır gündemle çevrelendiği bir dönemde, iki gün süren siyasi çalışmalarımız partimiz açısından çok yararlı sonuçlara vesile olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi siyasi, ekonomik ve toplumsal gündemi işgal eden meseleleri dikkatle ve titizlikle izlemekte; bunlara yönelik politikalarını sağlıklı, düzgün, berrak ve milli ilkeler dâhilinde şekillendirmektedir.

Önce ülkem ve milletim, sonra partim anlayışının gereği de zaten budur ve bu olmalıdır.

Türkiye’nin içine düşürüldüğü yangından çıkabilmesi, kaybolan ayar ve ölçülerinin tekrar dengeye gelebilmesi için soğukkanlı, kararlı ve milli hassasiyetler ekseninde oluşacak yaklaşımlara çok ihtiyaç vardır.

Bu itibarla taşıdığımız tarihi sorumluluğun farkında ve bilincinde olarak adımlarımızı atıyor ve mücadelemizi veriyoruz.

Malumlarınız olacağı üzere, Türkiye’nin her alanda derinlere kök salan sorunları bulunmaktadır.

Sosyal ve ekonomik bünyemiz harap olmuş; yozlaşma, yoksulluk ve yolsuzluk birbirine paralel bir şekilde artış göstermiştir.

Ülkemizin bugünkü manzarasında;

Siyaset kirlenmiş, değersizleşmiş ve idealden sapmıştır.

Ekonominin beli bükülmüş ve toplumsal gerçeklerden kopmuştur.

Toplum baskı altına alınmış ve gerçeklerle arasına set çekilmiştir.

Devlet hırpalanmış ve kötülüklerin başı olarak sunulmuştur.

Vatandaşımız ezilmiş, dışlanmış, günü kurtarmanın telaşına düşürülmüştür.

Ve milletimiz ayrışmanın girdabına kadar savrulmuştur.

Bu gerçekler meydanda iken, Türk milletinin yararına ve menfaatine olmayan politikalara ve uygulamalara sessiz kalmamız, duyarsız olmamız ve tepkisiz durmamız eşyanın tabiatına aykırıdır.

İşte iki gün süreyle devam eden parti içi çalışmalarımızda bu hususlar bir kez daha teyit edilmiş; iştahla, heyecanla ve coşkuyla önünüzdeki yeni ufuklara odaklanma konusunda tam bir mutabakat sağlanmıştır.

Bildiğiniz gibi millet olarak karşı karşıya olduğumuz risk ve tehditlerin, bekamızı tahrip eden olayların çoğaldığı bir zaman aralığından geçiyoruz.

Ülkemizi kuşatan şaibeli ilişkiler ağı adım adım ihaneti güçlendirmeye, meşrulaştırmaya ve olağanlaştırmaya çalışmaktadır.

Bugün çok vahim hadiselerin sıradanlaştırılma çabalarına üzülerek ve içimiz acıyarak şahit oluyoruz.

Özellikle son zamanlarda milletimiz hayal tacirliğinin vadesi hiç gelmeyecek vaatleriyle oyalanmakta, hayâsızca istismar edilmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın Batı’nın stratejik planları gereğince kullanılan bir figür haline gelmesi, bunun karşılığında ise kendisine Ortadoğu’da hareket alanı açılması büyük bir talihsizlik ve sebep olacağı sonuçları itibariyle tükenişin ayak sesleridir.

Bu çerçevede yapacağım değerlendirmelere geçmeden önce, basına yansıdığı kadarıyla, AKP’nin teröristlerle yaptığı görüşmeleri ifşa eden ses kaydı hakkında partimizin görüşlerini ve değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli Basın Mensupları,

AKP hükümetinin dokuz yıllık iktidar yıllarında karanlık ve kirli niyetler hızla mesafe almış ve Türk devleti tesir alanı gittikçe genişleyen bölücü saldırıların kucağına düşmüştür.

Vatanımızı bölmeyi, milletimizi parçalamayı hedefine koyan PKK terör örgütüne AKP hükümetinin hoşgörü ve iyi niyetle yaklaşması Türk tarihinin gördüğü en büyük rezalet olarak karşımızdadır.

En son olarak Norveç’in başkenti Oslo’da kurulan ihanet masalarının ve konuşulanların deşifre olmasıyla AKP’nin PKK’yla yanak yanağa, diz dize olması somut olarak belirginlik kazanmıştır.

Başbakan özel temsilcisinin yanı sıra, dönemin MİT müsteşar yardımcısının da hazır bulunduğu ortamda, PKK militanlarının ve koordinatör sıfatıyla bulunan yabancı bir şahsın yer aldığı anlaşılmıştır.

Görüşmelerin reddedilmesine yönelik herhangi bir irade beyanı ortaya çıkmadığından dolayı PKK-AKP ilişkisi kesinleşmiştir.

Gizli ses ya da video kayıtlarıyla suç isnat eden, ortam dinleyen, çamur atan ve tuzaklar kuran iktidar partisinin, bu defa da kendisi aynı duruma düşmüştür.

Beşinci Oslo görüşmesi olarak tanımı ve tarifi yapılan hıyanet buluşmasının servis edilmesiyle, AKP’nin maskesi düşmüş ve inkârcı Başbakan’ın fotoğrafı netleşmiştir.

PKK’yla yapılan müzakerelerin iki boyutu olduğunu görmek lazımdır.

Bunlardan birincisi, müzakerenin bizatihi varlığı ve terör örgütüyle kurulan yoğun temas ve görüşme trafiğidir.

İkinci olarak da, konuşmaların muhteviyatı ve beraberindeki utanç verici diyaloglardır.

Yandaş ve işgüzar basının, PKK’yla yapılan kirli görüşmelerin daha çok şekli kısmına odaklanması, devletin terörü bitirmek için her yolu deneyeceğini mazeret olarak ileri sürmesi kepazelikten başka bir anlam taşımamaktadır.

Üstelik bizimle benzerliği çok tartışmalı olan bazı ülkelerin terörle mücadele tecrübeleri ve yaptıkları pazarlıklar kıyaslanmış, bu doğrultuda beyhude gerekçeler üretilmiştir.

Bilinmelidir ki artık ihanet mızrağını kimsenin çuvala sığdırması mümkün değildir.

Devletimizi ve milletimizi hunhar saldırılarıyla yıkmak ve yok etmek isteyen bölücü terör örgütünü aklamaya ve görüşmeleri masum hale getirmeye kim yelteniyorsa PKK’yla aynı safta görünecektir.

Başbakan Erdoğan zaten malumumuz olan bir konuda suçüstü yakalanmış ve kanlı örgütle nasıl sarmaş dolaş olduğunu somut olarak göstermiştir.

Hali hazırda MİT Müsteşarlığı görevini yürüten şahsın, Başbakanlık müsteşar yardımcısı olduğu dönemde, Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi unvanıyla PKK’lılarla görüştüğü ortaya çıkmıştır.

Böylelikle Başbakan Erdoğan ve hükümetinin kandan beslenen teröristlerle gizli pazarlıklar yürüttüğü ve teröre teslim oldukları bir kez daha tescil edilmiştir.

Kandil-İmralı-AKP fotoğrafında eksik yan kalmamış, melanet tüm acı ve katlanılmaz haliyle netleşmiştir.

Hatırlanacağı gibi, PKK’yla yapılan müzakereler geçtiğimiz yılın Haziran ayından itibaren gündeme gelmiştir.

Bunu da ilk defa açığa çıkaran şahsım olmuştur.

Başbakan Erdoğan bu durum karşısında öfke nöbetlerine kapılmış, meydanlarda kendini kaybederek bizi şerefsizlikle ve alçaklıkla itham etmiştir.

Hakaretlerle şahsıma ve partime saldıran Başbakan ısrarla ve yüzü kızarmadan terör örgütüyle masaya oturmadıklarını ve oturmayacaklarını ilan etmiştir.

Ancak daha sonra sözlerinin altında kalacağını anlayan bu yalan abidesi, İmralı’yla görüşmeleri devletin üzerine yıkmış ve işin içinden sıyrılma hesapları yapmıştır.

Arkasından devlette devamlılık olduğunu ileri sürerek kendilerinden önce de İmralı’yla irtibat kurulduğunu ifade etmiş ve bunu sık sık tekrar etmekten kaçınmamıştır.

Terör örgütü elebaşısıyla görüşme iddialarının kapatılamayacak bir noktaya geldiğini anlayan Başbakan Erdoğan, bu defa da ‘iddia sahibi iddiasını ispatla mükelleftir’ diyerek hedef şaşırtmaya çalışmıştır.

12 Eylül Anayasa Referandumu öncesi yapılan pazarlıklar neticesinde de, PKK’nın sözde ateşkes kararının referandum sonrasına kadar uzatıldığı ve yeni anayasada PKK dayatmalarının karşılanması konusunda umutlar verildiği hatırlardadır.

AKP’nin PKK’yla birlikte adımladığı yolun sonunda;

√  Türk milletinin etnik kimlikler arasında ayrıştırılması,

√  Son vatanımızın barış sözleriyle bölünmesi,

√  İmralı canisinin önce ev hapsi, sonrada serbest kalması,

Planlanan yeni anayasayla Türkiye’nin birlikte yaşama ülküsünün dinamitlenmesi,

√  Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması,

Demokratik özerklik fitnesi kapsamında federasyonun kurulması yer almaktadır.

Takdir edeceğiniz üzere bunlar Türk milletine açıkça meydan okumadır ve ihanetten başka bir anlama gelmemektedir.

Başbakan Erdoğan tıpkı mirasyedi bir talancı gibi, milli yeminlerimizi ittifak halinde olduğu küresel güçlerle birlikte çiğnemektedir.

Kendisinin bu eylemleri Anayasa suçunu oluşturmaktadır ve vatana düşmanlık anlamına gelmektedir.

Bu Mondrosçu zihniyetin, PKK’yla aynı kareye düşerken milletin şeref ve itibarını hiç dikkate almadığı görülmektedir.

Aldığı millet desteğini yanlış yorumlayan Başbakan’ın, verdiği tavizlerle PKK patentli kanlı saldırıların asıl müsebbibi olduğu şüphesizdir.

PKK’yla aynı masaya yüz süren Başbakan Erdoğan’ın bize yönelik ‘şerefsiz’ küfrü bir kez daha havada kalmış ve şerefsizliğin kimin sıfatı olduğu, kimin yakasına yapıştığı ve kimin kartvizitine kazındığı açıkça gözler önüne serilmiştir.

Müfterinin, yalancının, inkârcının, ikiyüzlünün kim olduğunu aziz milletimiz ibretlik bir biçimde bu son hadiselerden sonra görmüş ve idrak etmiştir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

PKK’yla kurulan pazarlık masasında, Başbakan özel temsilcisinin ve zamanın MİT müsteşar yardımcısının sözleri, mülahazaları ve tespitleri AKP’nin gerçek yüzünü göstermesi bakımından önemlidir.

Başbakan Erdoğan’ın özel temsilci olarak görevlendirdiği şahıs,  İmralı canisine “sayın” ifadesini pervasızca kullanmıştır.

Geçmişte Recep Tayyip Erdoğan’ın bebek katiline sayın sıfatını layık görmesiyle başlayan eğilim, yüksek bürokratlara da sirayet etmiş ve vahim bir alışkanlık haline gelmiştir.

Özellikle görüşmelerin süre, seyir ve sınırını İmralı canisinin belirlediği, mekân hâkiminin de yine aynı çürümüş kişinin olduğu anlaşılmaktadır.

Tarihi şan ve zaferle içiçe geçen Türk milletinin böylesi bir zelil duruma düşürülmesi ve devlet itibarının bu denli ayaklar altına alınması arsızlık ve nimet bilmezliktir.

Basına yansıyan ses kaydındaki karşılıklı konuşmalardan, İmralı’yla Avrupa ve Kandil arasında mesaj alışverişinin yapıldığı görülmektedir.

AKP, terör kuryesi ve posta kutusu olarak aracılık hizmetleri de vermiş ve bunu sözde problemi çözme adına üstlenmiştir.

PKK’nın talepleri konusunda itirazı olmayan AKP hükümetinin, yalnızca Türkiye’deki reel şartların izin verdiği ölçüde hareket edebildiği temsilcilerce itiraf edilmiştir.

Başbakan Erdoğan’a göre Mehmetçiğimizi, polisimizi şehit eden, masum vatandaşların canına kast eden, insanlarımızı kaçıran, haraç alan, yol kesen caniler aslında hoş görülürken milletin göstereceği refleksler de hesaba katılmalıdır.

Açıkça söylemek isterim ki, Recep Tayyip Erdoğan ve partisi Türk milletini kandırmakta ve kutsallarımıza faturası gelecekte çıkacak ağır zayiatlar vermektedir.

Bunu kabul etmemiz, onay vermemiz ve sineye çekmemiz tabiatıyla mümkün değildir.

Başbakan Erdoğan hıyanetin doruğuna tırmandıkça, millet ve devletimiz ne yazık ki irtifa kaybetmektedir.

Diğer taraftan basına yansıyan Oslo’daki ihanet görüşmelerinde bizim için açıklanması gereken ve milletimizin cevabını merak ettiği önemli bazı sorular da bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın bunlara cevap vermesi kalan şerefinin ve siyasi namusunun da düzeyini gösterecektir.

1- Habur girişinde mutabakat sağlanan ancak PKK’nın uymadığı ve AKP planlarının bozulduğu konular nelerdir? Beşinci Oslo görüşmesinden önceki diğer dört görüşmede neler konuşulmuş ve hangi sözler verilmiştir?

2- İmralı canisi ve terör örgütüyle yüzde doksan-doksanbeş oranında mutabakat sağlanan konular nelerdir? Sağlanan mutabakat çerçevesinde kamuoyunun hazırlanması için yurtiçine yönelik yürütülen kampanyaların sınırları nerede ve hangi seviyede tutulmuştur?

3- Kanlı örgütün devlete verdiği ve devletin de yurtdışındaki teröristlerle paylaştığı anlaşılan sözde “önderlik yol haritası” neleri içermektedir? Teröristlerin bildiği konuları milletimizden saklamak ahlakla, erdemle, ileri demokrasiyle nasıl bağdaşmaktadır?

4- PKK militanı Sabri Ok hakkında açılmayacağı sözü verilen ancak daha sonra bazıları açılan davalar neleri ihtiva etmektedir? Bir hukuk devletinde hükümet bir teröriste yasa dışı taahhütte nasıl bulunabilmektedir?

5- Üzerinde devlet çapında konsensüs oluşturulan konular ve bu konularda bugüne kadar yapılanlar nelerdir?

6- Dönemin MİT müsteşar yardımcısı “Beğenseniz de beğenmeseniz de yeterli bulsanız da bulmasanız da bir yıl içerisinde yürüttüğümüz çalışmalar bugün bu meseleyi Türk kamuoyunda ve Türk parlamentosunda tartışılabilir bir hale getirmiştir.

Bugün itibariyle geldiğimiz noktada önümüzde işte hazırlığını yapmakta olan bir hükümet ortaya neyi koyacağını neyi yapıp neyi yapamayacağını hukukçulara vermiş, Adalet Bakanlığı ayrı bir çalışma yürütüyor daha sonuç raporu çıkmamış bilmem ne Bakanına bir görev vermiş çalış bakalım raporunu çıkart demiş daha sonucu çıkmamış.” demektedir. Bu kapsamda bakanlıkların çalışmaları nelerdir? Ne gibi yasal düzenlemeler yapılmıştır? Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi bunun için mi alınmıştır ve MİT Müsteşarlığı ya da Başbakanlığa bağlı başka bir birimce iç kamuoyuna yönelik herhangi bir psikolojik harekât uygulanmış mıdır?

7- PKK terör örgütü hangi konularda sözde iyi niyet göstermiştir? Milletimizi manipüle etmek maksadıyla, kanlı terör örgütünden silah bırakması sembolik manada mı istenmiştir?

8- Bölücü terör yandaşlarının lehine kanunsuz işlemler yapılmış mıdır? Terör örgütü propagandasına imkân veren, mesela mevzuat ihlalini göze alarak frekans tahsisi gibi uygulamalar ne hakla ve ne cüretle yerine getirilmiştir?

9- MİT eski müsteşar yardımcısının dile getirdiği, metropollere PKK tarafından yerleştirilen ve vatandaşlarımızı vahşice öldürmeye ayarlı bombalar hangi şehirlerimizdedir?  Bu konuda bir tedbir alınmış, failler yakalanmış mıdır?

Gerçeklerin daha iyi anlaşılabilmesi için bu sorularımızın acilen karşılık bulması hayati derecede önemlidir.

Sayın Basın Mensupları,

AKP’yle birlikte dağdaki eşkıya hak arayan özgürlük savaşçısı, terör örgütü barış gönüllüsü, Mehmetçik insan haklarına kast eden garabet olarak tasvir edilmiştir.

Bu gerilemenin büyük bir hezimet ve hüsran olduğu tartışmasızdır.

Ne büyük bir çelişkidir ki, bir tarafta evlatlarımız şehit edilmekte, öbür tarafta kanlı terör örgütüyle pazarlıklar sürmektedir.

İmralı canisini yücelten, sözde entelektüel birikimini ve zihni kabiliyetini öven bürokratlar AKP’yi temsilen devletin haysiyetini iki paralık etmektedir.

12 Haziran’dan bu tarafa 64 vatan evladını katleden canilere şirin görünmek ve taleplerini karşılamak amacıyla bütün isteklerine rıza gösterilmiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla, sözde anlaşma metinleri bile oluşturulmuş, ancak Milletvekilliği Genel Seçimi nedeniyle Başbakan Erdoğan tarafından siyasi maliyeti olabileceği düşüncesiyle imzalanmamıştır.

Başbakan Erdoğan, PKK’nın siyalaşması konusunda karar vermiş, ancak taraflar zamanlamayı iyi tayin edemediklerinden uzlaşılan konular resmileşememiştir.

Bütün gerçekler AKP’nin PKK’ya teslim olduğunu göstermektedir.

Başbakan Erdoğan, PKK açılımıyla teröristlerin ümidi ve cesaret kaynağı haline gelmiştir.

PKK’yla yapılan müzakereleri İmralı canisinin hazırladığı ve yönlendirdiği, AKP hükümetinin eline verdiği yol haritasıyla inisiyatif elde ettiği ortaya çıkmıştır.

Sözde ateşkes kararlarının uzatılması başta olmak üzere; seçim barajının düşürülmesi, İmralı canisinin tutukluluk şartlarının iyileştirilmesi ve bölücü talepler bütünüyle görüşülmüştür.

Yabancı koordinatörlerin arabuluculuğuyla AKP, PKK’yla ittifak sağlamış ve Türkiye’nin altını oyma konusunda hemfikir olmuştur.

Elbette görevlendirilen özel temsilcinin, Başbakan Erdoğan’ın samimi olduğu yönünde PKK militanlarına teminat vermesi, doğal olarak masanın bir tarafında Recep Tayyip Erdoğan’ın oturduğunun açık bir delilidir.

Bu itibarla, Başbakan Erdoğan’ın terörle mücadele politikaları iflas etmiş ve milletimiz vicdansızca kandırılmıştır.

Nitekim Kandil’e yönelik kara hareketi yapabilmek için peşmerge yönetimini ikna çabaları bu tükenişin emareleri arasındadır.

Ayrıca Kandil’e yönelik kara hareketinin yüksek sesle duyurulması, PKK’ya durumunu gözden geçirmesi için ikaz; milletimizin artan beklentilerini yönetmek için ise bir taktiktir.

Bu nedenle devamlı falso veren İçişleri Bakanı ile Başbakan’ın ters düşmesi yalnızca görüntüdedir.

Yıkım projesi sayesinde Türk milleti dağılmanın ve Türk devleti de parçalanmanın kapısına dayanmıştır.

Ufukta görünen bu felaket; Başbakan’ın art niyetli, milli gerçeklerle çelişen ve karanlık politikalarından ilham almış ve çok tehlikeli bir noktaya çıkmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin buna tahammül etmesi mümkün değildir.

AKP, PKK’yla aynı hizaya gelmesinin ve milletimizi yalanlarıyla istismar etmesinin elbette hesabını verecektir.

Başbakan Erdoğan’ın ilgili bürokrat hakkında; ‘harcamayız, yemeyiz’ türünden kaba ifadelerinin de hiçbir geçerliliği ve kalıcılığı bulunmamaktadır.

Asıl kendisi bu skandalın siyasi vebalini ödemek için hazırlık yapmalı ve şimdiden pişmanlık göstererek aziz milletimizden özür ve af dilemelidir.

Bu zihniyetin alnına kazınan zillet ve onursuzluk yaftası aksi takdirde hayatı boyunca çıkmayacak ve beddualar peşini bırakmayacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

AKP hükümetinin izlediği dış politika ülkemizi pürüzlü, engebeli ve tahrip düzeyi yüksek bir alana doğru hızla çekmektedir.

Başbakan Erdoğan uluslararası çevrelerden aldığı gazla Türk dış politikasının omurgasını zedelemiş; Türkiye’yi değişken, güvenilmez, bir dediği bir dediğini tutmayan, zamana ve şartlara göre kıvrılan, kişilere, başkentlere göre esneyen bağımlı bir ülke durumuna sokmuştur.

AKP hükümeti “kazan-kazan” klişesiyle başlattığı uluslararası ilişkiler politikasında; “ön aldık, dik durduk, sözümüz dinlendi, tabuları yıktık ve sıfır sorun” gibi ara duraklarla mola vermiş, ne var ki yine de hedeflerinin çok gerisine düşmekten kaçamamıştır.

Zira hükümetin vizyon fukarası olması ve arkasındaki muazzam beşeri ve coğrafi gücü küresel menfaat ön plana çıkınca unutması ve yabancı başkentlerin kapılarında aman dilenmesi başarısızlığının açık resmidir.

AKP’nin dış politikası, ülkemizin milli çıkarlarını korumak ve savunmak yerine, günü ve görüntüyü kurtarmaya odaklanmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın “sıfır sorun” sloganı nihayetinde duvara toslamış ve herkesle sorun yaşayan bir içeriğe bürünmüştür.

Türkiye gündem belirleyen değil, gündemin peşinden sürüklenen bir ülke görünümündedir.

Buna rağmen Başbakan Erdoğan sahte İsrail düşmanlığı ve karşıtlığıyla kişisel imajını korumaya ve kendisini avutmaya çalışmaktadır.

İsrail’in uluslararası hukuku ve insanlığın kurallarını çiğneyerek Mavi Marmara gemisine saldırmasının ve dokuz vatandaşımızı hunharca katletmesinin üzerinden onbeş aya yakın bir süre geçmiştir.

Bilindiği üzere, bu alçak saldırı karşısında iktidar ve muhalefetiyle Türkiye kenetlenmiş; İsrail’e etkili yaptırımlar uygulanması, siyasi, ekonomik, hukuki ve askeri alanlarda gerekli tedbirlerin alınması konusunda ortak tavır sergilenmiştir.

TBMM’deki siyasi partiler bu konuda bir bildiri yayınlamış ve İsrail’e kaşı alınması beklenen acil tedbirler konusunda AKP hükümetine çağrıda bulunmuşlardır.

Ancak hükümet İsrail’e karşı hiçbir tedbir almamış ve atalet içinde bu ülkenin peşinden koşmuştur.

Bununla da yetinmemiş, konuyu Birleşmiş Milletlere havale ederek oluşturulan soruşturma komisyonun insafına teslim etmiştir.

Komisyonun İsrail’in Gazze ablukasına meşruiyet kazandıran raporunun basına sızması üzerine Başbakan ve hükümeti telaşla İsrail’e karşı onbeş ay önce alması gereken bazı önlemleri açıklamıştır.

Bu hezimetin milletimizde yaratacağı infial ve tepkinin böylelikle  önü alınmak istenmiştir.

Meselenin hükümet tarafından Lahey Adalet Divanına taşınma kararlılığının da açmazları ve bazı sorunlu hukuki tarafları vardır.

AKP hükümetinin İsrail’e karşı uygulayacağı tedbirler esasen gecikmiş ve yetersizdir.

Bir defa ekonomik yaptırımlar pakette yer almamıştır.

Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestîsi için gerekli önlemlerin alınma ifadesi de belirsizliklerle ve tehlikelerle doludur.

Mavi Marmara’yı korumasız bir şekilde ve göz göre göre İsrail saldırısına maruz bırakan AKP hükümetinin, bugün bu kararı alması son derece düşündürücüdür.

Başbakan tribünlere oynamayı bırakmalı ve şu sorularımıza açıklıkla cevap vermelidir:

Yardım gemilerine askeri destek denizde nereye kadar sürecektir?

Gazze’ye kadar, uluslararası suların bittiği karasularının başladığı noktaya kadar gidilecek midir?

Türk donanması, yabancı ülke karasularına söz konusu amaç çerçevesinde girebilecek midir?

Başbakan Erdoğan’ın kendi ağzından çıkanı kulağı duymamakta ve şov uğruna gözü kararmışçasına hamasete başvurmaktadır.

Madem muhtemel yardım gemilerine refakat edilmesinde bu kadar isteklidir; o halde ilk yardım seferinde kendisinin başı çekmesi sözünün yere düşmemesi açısından yerinde olacaktır.

Açıktır ki, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo ve abluka insanlık dışıdır ve hukuksuzdur.

Ne var ki sorun yalnızca burada değildir, saldırganlık, vahşet ve dramlar bir tek Gazze’de yaşanmamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın, Gazze kadar Dağlık Karabağ’ıda hatırlaması ve yapılan baskı, işgal ve zulümlerin bitirilmesi konusunda Ermenistan yönetimine çağrıda bulunması ahlaki ve insani bir vecibesidir

Filistinli kardeşlerimizin ve soydaşlarımızın feryatları bizleri derinden üzmektedir.

Dileğimiz, önümüzdeki Birleşmiş Milletler toplantısında Filistin’in tanınması ve hakkının teslim edilmesidir.

            Doğrudur, İsrail mezalimi vicdanlı herkes tarafından lanetlenmeli ve kınanmalıdır.

Ancak Hamas odaklı bir Filistin politikasının milletimize ne getirip ne götüreceği de iyi düşünülmelidir.

Ne yazık ki Türk dış politikası Gazze’nin geleceğine hapsedilmiş, dar ve tehlikeli bir alana sıkıştırılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın Gazze’yi ziyaret etmek istemesi de içi boş laftır ve hiçbir inandırıcılığı yoktur.

Kaldı ki, bu hamle tamamen temiz ve inançlı vicdanları aldatma amacına yöneliktir.

Başbakan Erdoğan şayet gemiyle gidemiyorsa, Gazze’ye gidebilmesinin tek yolu Mısır’daki Refah sınır kapısıdır.

Bunun için de Mısır’ın müsaadesi gereklidir.

Son Mısır gezisi öncesi Gazze’ye geçmeyi gündemde tutarak ucuz kahramanlık yapan Başbakan, bu konuda gerekli izni alamamış ve Mısır duvarını aşamamıştır.

Tahrir Meydanında Mısırlılara hitap etme talebi de karşılık bulmamış ve bu hayali gerçekleşmemiştir.

Mısır’ın vesayetçi yönetimi Başbakan Erdoğan’a sınır çizmiş ve beklentilerini karşılarken dengeyi kaçırmamıştır.

Türkiye’den gönderildiği iddia edilen posterleri, afişleri ve pankartları ellerinde taşıyan bindirilmiş kıtalar Başbakan’ı ve çevresindekileri ısmarlama tezahüratlar eşliğinde karşılamışlardır.

Ancak bağımsız, onurlu, tarihi olan, millilik vasfını kaybetmemiş bir ülkenin vatandaşları, yabancı bir ülkenin siyasi yöneticisini böylesi bir atmosferde asla karşılamayı düşünemeyecektir.

Bu yüzden, oluşturulan kalabalıklar abartı ve tertipten başka bir şey değildir.

Başbakan Erdoğan bir taraftan İsrail karşıtlığıyla Arap zemherisinde ısınmaya çalışırken, diğer taraftan amacı İsrail’i İran’a karşı korumak olan NATO Füze Kalkanı Projesi’ne katılmakta ve bu sistemin erken uyarı radarlarının Malatya’da konuşlandırılmasına onay vermektedir.

Başbakan Erdoğan İsrail’i koruma altına alırken, komşu coğrafyalardaki sözde etkisini sürdürebilmek adına sahte bir kavganın tarafı olmaya devam etmektedir.

AKP mazlum Filistin halkının aklıyla oynamakta ve aziz milletimizi de aldatmaktadır.

Başbakan’ın ne İsrail’le ne de Irak ve Afganistan’da Müslümanları katleden küresel güçlerle bir sorunu vardır.

Zira onların ekseninden çıkmadığını gösterebilmek adına son Ortadoğu gezisinde inanmasa da Laiklik mesajları vermiş ve BOP’un tavsiyesi olan ılımlı İslam anlayışının yerleşmesine talip olduğunu bir kez daha ima etmiştir.

BOP Eşbaşkanı sıfatıyla, küresel hesapların gerçekleşmesine yardım eden Başbakan Erdoğan, kendisine sunulan imkan dâhilinde Mısır, Tunus ve Libya’da temaslarını yürütmüştür.

Anlaşıldığı kadarıyla halife, padişah, müminlerin emiri, sultan gibi sıfatlarla anılması benliğini şişirmiş ve Ortadoğu’da milletimizin geleceği açısından ne fayda sağlayacağı belirsiz olan mitinglerle de hem kendisini hem de milletimizi gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışmıştır.

Füze Savunma Kalkanının Malatya’ya kurulmasının karşılığı olarak kendisine tanınan fırsatları kullanan Başbakan’ın, komşu coğrafyalardaki gerilimin bir ucu haline geldiği ortadadır.

Türk milleti AKP’nin ve Başbakan’ın asıl niyet ve yüzünü artık görmelidir ve inşallah da görecektir.

Biz bu konuda durmayacağız.

Başbakan ve hükümeti ne yaparsa yapsın peşlerini ve yakalarını bırakmayacağımızı buradan ifade etmek istiyorum.

Korkunun, kuşkunun ve kaygının AKP’yle arttığı alacakaranlık dönem mutlaka sona erecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi buna bütün içtenliğiyle inanmakta ve bunu sağlayacak büyük Türk milletine sonuna kadar güvenmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, basın toplantımıza katılan herkesi en kalbi duygularımla ve saygılarımla selamlıyorum.

Hepiniz sağ olun, var olun.