07.08.2005 - 16'ncı Erciyes Zafer Kurultayı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
16'ncı Erciyes Zafer Kurultayı Konuşması

7 Ağustos 2005

 

Aziz Dava Arkadaşlarım, Ülküdaşlarım,

Türk Dünyasının Mümtaz Temsilcileri,

Muhterem Misafirler,

Çok Kıymetli Hanımefendiler, Beyfendiler,

Değerli Basın Mensupları,

Yiğit ve Cefakâr Bozkurtlarım,

Türk Milliyetçiliğinin gönül ve iman erlerini bir araya getiren Erciyes Zafer Kurultayı’na katılan bütün kardeşlerimi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, bu büyük ve anlamlı buluşmaya hoş geldiniz diyorum.

Bugün 16. sını idrak ettiğimiz Zafer Kurultayı vesilesiyle Erciyes’te tarihi bir gün yaşanmaktadır. Erciyes’in dumanlı zirveleri Türkiye sevdalılarının kucaklaşmasına bir kez daha sahne olmakta, Türkiye’nin kalbi bugün Erciyes’te atmaktadır.

Türk Milliyetçiliğinin şahlanışını temsil eden bu muhteşem tablo karşısında, bu kutsal davayı bizlere emanet eden merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i bir kere daha rahmet, minnet ve şükranla yad ediyor, ölümsüz hatırası önünde tazimle eğiliyorum.

Bu büyük buluşmanın gerçekleşmesinde emeği ve hizmeti geçen bütün arkadaşlarıma samimi takdir duygularıyla teşekkür ediyorum.

Çok Değerli Ülkücü Kardeşlerim,

16. Zafer Kurultayımız Türkiye’nin geleceğini tehdit eden çok tehlikeli gelişmelerin yaşandığı çalkantılı bir dönemde yapılmaktadır.

AKP tecrübesinin Türkiye’ye bedeli çok ağır olmuştur.

Ülkeyi puslu ve karanlık bir yolda macera yolculuğuna sürükleyen bu yönetim Türk Milletinin üzerine bir kâbus gibi çökmüştür.

Garip-gureba, fakir-fukara edebiyatı yaparak işbaşına gelen bu kadroların oluşturdukları organize çıkar ittifakları ve vurgun cepheleri devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmıştır. Türkiye bir sırat köprüsünden geçmektedir.

Bu hükümetin bugüne kadar sergilediği yönetim anlayışının iki çürük ayak üzerine oturtulmuş bir siyaset bezirgânlığı olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Bunların birinci amacı, Türk Milletini hayali hedefler ve sanal projeler peşinde koşturarak oyalamaktır.

İkinci amaç ise, sahte bir siyasi ve ekonomik istikrar görüntüsünü ayakta tutmak ve böylece, yaptıkları talan ve tahribatın sorgulanmaması için bir psikolojik baskı ve şantaj ortamı yaratmaktır.

Kronik bir siyasi kimlik ve kişilik krizi yaşayan; çok derin bir meşruiyet sorunu içinde kıvranan; devletle ve kurumlarıyla sürekli çatışan, milletin çıkarlarıyla çelişen kadroların bu ülkede siyasi istikrar unsuru olamayacağı ortadadır.

Sağlam ilke ve inançlara dayanmayan ucuz bir kapkaç siyaseti anlayışının temsilcisi olan bu hükümet, bugüne kadar ki çizgisiyle siyasette çürüme ve yozlaşmanın öncüsü ve müsebbibi olmuştur.

Zorlamayla canlı tutulmaya çalışılan büyüme ve istikrar görüntüsü de büyük bir yalandan ibarettir.

Bunun şahitleri de Cumhuriyet tarihinin en büyük işsizler ordusu ve açlık sınırının altında yaşam savaşı veren milyonlar, köylü, esnaf, memur ve emeklilerimizdir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Bugünkü hükümetin Türkiye’ye verdiği en büyük zararlardan birisi de dış politika alanındadır. Dış politika teslimiyetçilik anlayışına mahkûm edilmiş, Türkiye’nin hayati milli çıkarları ucuz bir pazarlık malı olarak işportaya çıkartılmıştır.

Hiçbir devirde Türkiye’nin itibarı, onuru ve haysiyetiyle bu kadar aşağılıkça oynanmamıştır.

Dış politikada Türkiye’yi bir batağa saplayan hükümet, bütün bu gerçekler ortadayken, dış ilişkilerde yalan başarı hikayelerini Türk Milletini hayali hedefler peşinde koşturmanın ucuz bir aracı haline getirmiştir.

Türkiye’nin milli birliğinin korunması, milli mensubiyet şuurunun güçlendirilmesi ve milli devlet yapısının savunulması için gösterilen bütün samimi çabalar bu hükümet tarafından çağ dışı kalmış hassasiyetler olarak dışlanmakta ve aşağılanmaktadır.

Bu çarpık zihniyet döneminde, bütün bu değerler Avrupa Birliği uyum süreci adı altında tartışmaya açılmıştır.

Bu süreçte hükümetin sergilediği teslimiyet ve eziklik, ayrılıkçı emeller peşinde koşan bedbahtlara cüret ve cesaret vermiştir. Bunun sonucu etnik bölücülüğü ve kamplaşmayı tahrik eden faaliyetler hız kazanmış, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan ihanet provaları yapılmıştır.

Kanlı teröre siyaset yolunun açılması; devletin teröre prim vererek siyasi çözüm için açılım yapması; teröristlere genel siyasi af çıkartılması ve İmralı’daki caninin yeniden yargılanması talep ve dayatmaları Türkiye’nin gündemine AKP iktidarında getirilmiştir.

Böyle bir müsait ortamdan yararlanan hainlerin tahrikleri, şerefli Türk bayrağına el uzatmak alçaklığına kadar gitmiş ve nihayet beş yıl aradan sonra PKK terörü de hortlatılmıştır.

Bu noktada acı bir gerçeğe işaret etmek istiyorum: Son dönemde yaşanan gelişmeler bu hükümetin terörle etkili mücadele konusunda da zaaf içinde olduğunu göstermiştir. Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK teröristlerine karşı sınırötesi askeri harekât yapılması konusunda ucuz kahramanlık yapan Başbakan, gelen tepkiler üzerine bu konuda da hemen geri çekilmiştir.

Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru haklarının kullanımı bile ABD’nin ve Irak’taki Peşmergelerin iznine ve vetosuna bağlanmıştır. Sergilenen bu aczin cevabı gecikmemiş, tarihi Türkmen şehri Kerkük’te açılan PKK bürosuna terörün kanlı simgesi olan bez parçası çekilerek Türkiye’ye meydan okunmuştur.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kıbrıs ve Irak konularında yaşanan gelişmeler dış politikada gelinen hazin noktanın ibret verici örnekleridir.

Bu hükümet Kıbrıs Türklüğünü yok olmaya mahkûm etmiştir. Kıbrıs milli davamızı Türkiye’nin sırtında bir kambur olarak gören Başbakan, Kıbrıs’ı teslim alması için Rum liderlerin peşinden koşmaktadır.

Kıbrıs’lı kardeşlerimiz Annan Planı’nın rehini haline gelmiştir. Bu hükümet, Annan Planı’nı Rumlar’ın taleplerini karşılamak için daha da ağırlaştırmaya hazır bir teslimiyet içindedir.

AB Kıbrıs Protokolü’nün imzalanmasıyla ihanet zincirinin son halkası da tamamlanmıştır. Hükümet bu ihanet belgesinin ne anlama geldiğini saklamak için beyhude çaba harcamaktadır.

Protokolün imzalanması Rumlar’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru hükümeti olarak tanıması sonucunu doğuracaktır. Türkiye’nin yaptığı tek taraflı beyanın hiçbir hukuki etkisi bulunmamaktadır.

Rumlarla bu şekilde Gümrük Birliği kurulması sonucu Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti sahte kimliğiyle Rumlar’ın hazırladığı resmi belgeleri geçerli kabul edecek, bunlar üzerinde resmi işlem yapacaktır. Böylece Rumlar tüm Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak muhatap alınacaktır.

Bu durumda siz istediğiniz kadar tanımıyoruz deyin, resmi işlemlerinizle Rumlar’ı tanımış olacaksınız.

Ancak, ne acıdır ki, AKP hükümetinin bu teslimiyeti bile bazı AB ülkelerini tam tatmin etmemiştir.

Şimdi de Türkiye’nin Rumlarla tam diplomatik ilişki kurmasına yol açacak bir süreç için zorlama yapılmaktadır.

Fransız Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nın son beyanlarının amacının bu olduğu gün gibi ortadadır.

Türkiye’nin Irak’ta geldiği nokta da pek farklı değildir. Artık kimsenin ciddiye almadığı bir ülke olarak Irak’tan dışlanan Türkiye, ABD politikalarının aracı ve Peşmerge unsurlarının muhatabı haline gelmiştir.

Irak Türkmenleri de Kıbrıs Türkleri gibi aynı akıbeti paylaşmışlar, milli benlikleri ve varlıklarının erimesi ve yok edilmesiyle sonuçlanacak karanlık bir sürece itilmişlerdir.

Türkmenleri kaderlerine terk eden AKP hükümeti; Irak politikasını, bağımsız devlet olma yolunda son aşamaya gelen, Türkmenler’i ezmek ve Kerkük’ü ele geçirmek için her yolu deneyen ve PKK terörünü Türkiye’ye karşı bir şantaj kartı olarak kullanan Irak’taki Peşmerge gruplarını kucaklamak esasına dayandırmıştır.

Türkiye’nin Kıbrıs ve Irak’taki kırmızı çizgilerinin ayaklar altına alınmasına seyirci kalan ve bu oyunların gönüllü figüranı olan Başbakan Erdoğan’ın, bütün bu olanlardan sonra bile yüzünün kızarmaması kendisi için iftihar vesilesi olsa da Türkiye için bir bühtandır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Her alandaki icraatıyla Türk Milletine ihanet eden AKP hükümetinin bugün elinde tek bir siyasi referansı, tek bir siyasi gelecek sigortası kalmıştır: Bu da Avrupa Birliği üyeliği süreci yalanını sürdürmektir.

Türkiye’nin tüm milli değerlerini ve çıkarlarını sorgulayan ve milli birliğini hedef alan bütün bu talep ve dayatmalar, bu nedenle Türkiye’nin çağdaşlaşma ve Batılı değerlere ulaşma sınavı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Bu ilkesiz hükümet, bu nedenle Türkiye’ye çağ atlatmak yalanına dayalı hayali bir siyasi misyona can simidi gibi sarılmıştır. AKP’nin AB konusundaki kayıtsız şartsız teslimiyeti ve sahte heyecanının nedeni bu noktada aranmalıdır.

Ancak, AB balonu sönmüştür. AKP için oyun bitmiş, yolun sonuna gelinmiştir. Bu noktadan sonra ne kadar çabalasalar da, bu sinekten daha fazla yağ çıkarmaları mümkün değildir.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi içine almak istemediği, bu konuda gerekli iradesi bulunmadığı artık bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır.

3 Ekim’de başlatılması öngörülen göstermelik süreç, eğer başlarsa, sonu tam üyeliğe gitmeyen çıkmaz bir sokakta Türkiye’yi oyalama ve hırpalama süreci olacaktır.

Kıbrıs, Ege, Ermenistan, Fener Rum Patrikhanesi, Azınlık Vakıfları gibi hayati konularda somut faturaların tahsil edileceği bu süreçte AB ile ilişkiler karanlık bir dehlize sokulacaktır.  

Bu bakımdan Türkiye’nin AB macerasında çok ciddi bir yol ayrımına gelinmiştir. Böyle bir denklem içine hapsedilen ilişkilerin bundan sonra ne Türkiye’ye ne de AB’ye hayrı olacaktır. Bu kısır döngünün bir yerden kırılması ve ilişkilerin geleceğinin yeni bir tanıma kavuşturulması artık kaçınılmazdır.

Burada artık, herkes sorumluluğunun bilincinde, sağduyu ile hareket etmek ve Türk Milletini kandırmaktan vazgeçmek durumundadır.

Bu noktada Türk Milletini oyalamak için söylenen büyük bir yalan ve aldatmaca üzerinde durmak istiyorum.

AB hayal yolculuğunda sona gelindiğini gören hükümet ve AB lobicileri, şimdi de kuru bir AB perspektifinin korunması merkezli yeni bir yalana sarılmaktadır.

Söylenen şudur: AB süreci devam etsin, Türkiye’nin demokratik standartları yükselsin ve sonuçta bizi tam üye yapmasalar bile Türkiye yine kazançlı çıkacaktır.

Panik halinde çırpınan AB teslimiyet cephesi bu kez Aziz Milletimizi kandıramayacaktır. Zira, AB’nin böyle bir süreçte Türkiye’nin önüne getireceği talep ve dayatma listesi ortadadır.

Bu gerçek karşısında şimdi bu büyük yalana sarılanlara sormak istiyorum:

Türkiye, terör patentli siyaset yoluyla etnik bölücülüğün Meclis’e taşımasıyla mı Avrupalı olacaktır?

Milli birliğimizin temeline dinamit koymayı amaçlayan siyasi suikastlar mı Türkiye’yi Batılı değerlere taşıyacaktır?

İçerde etnik tuzaklar içine çekilerek kardeş kavgası ile kan kaybedecek bir Türkiye mi çağdaşlık yolunda yürümüş sayılacaktır?

Türkiye, teröre teslim olarak, kanlı teröristler için genel siyasi af çıkartarak, aziz şehitlerinin kemiklerini sızlatarak, İmralı’daki katili yeniden yargılayarak mı AB standartlarına ulaşmış olacaktır?

Ve nihayet Kıbrıs Türklerini Rum’un zulmüne terk etmek, Ege’deki hayati çıkarlarımızdan vazgeçmek ve şerefli tarihimize ihanet ederek Ermeni soykırımı yalanını kabul etmek mi Türkiye’yi demokratik ülke yapacak, Türk Milletinin hayat standardını yükseltecektir?

Bütün bu soruların cevabı açıkça ortadadır. Bizim en samimi beklentimiz bu gerçeklerin Türkiye’deki gafiller ve ihanet yolcuları tarafından da biran önce görülmesi ve Türk Milletinin sabrının taşırılmamasıdır.

Değerli Ülküdaşlarım,

Milliyetçi Hareket, işte böyle ağır şartların hüküm sürdüğü bir ortamda milli vicdanın sesi olarak ve büyük bir sorumluluk anlayışıyla amansız bir mücadele vermektedir.

Geriye dönüp bakıldığında, bu konuda Milliyetçi Hareket’in yaptığı tüm tespit ve değerlendirmelerin ve dile getirdiği bütün endişelerin doğru çıktığı görülecektir.

AKP iktidarı ve ittifak yaptığı çıkar odakları ülkeyi bir uçurumun kenarına sürüklemiş, Türkiye’nin geleceğini çok ciddi bir tehdit altına sokmuştur.

Türkiye’nin bu yükü daha fazla taşıması artık mümkün değildir. Türk Milleti bugün şu temel tercihle karşı karşıyadır: Ya bu vahim gidişe dur denilecek ve bu şer cephesi süratle tasfiye edilecektir; ya da Türkiye’nin geleceğinin ateşe atılmasına bile bile razı olunacaktır.

Böyle bir tercihle karşı karşıya kalan Türk Milleti, hiç şüphesiz ülkesinin ve çocuklarının geleceğine sahip çıkacak ve AKP’yi tasfiye ederek yalan ve talanın saltanatına son verecektir.  

Buradan bütün açıklığıyla ilan ediyorum: Siyaset bezirgânları ve ihanet odaklarıyla kaçınılmaz olan milli hesaplaşma günü çok yaklaşmıştır. Bu hesabın sorulacağı seçim sandığı yakında Aziz Milletimizin önüne gelecektir.

Türkiye davamızın değişmez hedefi, bu şerefli harekete ruh veren ilke, fikir ve değerler bütünü temelinde, fedakâr ve inançlı kadrolarıyla Türkiye’nin onurlu geleceğini inşa etmektir.

Milliyetçi Hareket, yeni bir Kuva-i Milliye ruhu ve heyecanıyla Büyük ve Lider Ülke Türkiye ülküsünü gerçekleştirmek için yola çıkmıştır.

Talip olduğumuz yüce misyon, Türkiye ve Türk insanı merkezli yeni bir aydınlatma hareketi başlatmak ve milli şuuru ayağa kaldırarak Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmak misyonudur.

Milliyetçi Hareket, meşru ve demokratik yollardan ve sadece Büyük Türk Milletine güvenerek bu hedefe mutlaka ulaşacaktır. Hiç kimseye diyet borcu olmadan iktidara gelecektir.

Türkiye’nin içine hapsedildiği cendereyi kıracak yegâne siyasi güç, Türkiye’nin milli çıkarlarının bekçisi ve milli birliğinin, dirliğinin ve kardeşliğinin sigortası olan Milliyetçi Harekettir.

AKP’nin de içinde yer aldığı çıkar ittifaklarının Milliyetçi Hareket’i hedef almaları bu bakımdan yadırganmamalıdır.

Bu cephenin Milliyetçi Hareket üzerinde oyunlar oynamasının; fesat, karalama ve yıpratma kampanyası yürütmesinin ve sesini kısmaya çalışmasının gerisinde, içine düştükleri büyük korku ve panik yatmaktadır.

İktidarın yegâne alternatifi olan MHP’nin iktidar yürüyüşünün başladığını gören bu şer cephesi, Milliyetçi Hareket’in kuracağı namuslu ve dürüst yönetimde kendilerine hayat hakkı olmadığını çok iyi bilmektedir.

Ancak buradan herkese şu gerçeği hatırlatmak istiyorum: Önümüze çıkarılacak engeller ve tuzaklar ne olursa olsun, karşımızdaki şer cephesi kendisinde ne güç vehmederse vehmetsin, ülkücü iradenin azim ve kararlılığı bütün bunları boşa çıkaracaktır. Hiçbir güç Milliyetçi Hareket’in iktidar yürüyüşünü engelleyemeyecektir.

Türk Milliyetçileri bugün Erciyes’ten Türkiye’ye seslenmektedir:

Şerefli tarihimizden, davamızdan ve inançlarımızdan aldığımız sarsılmaz güçle biz buradayız. Biz olduğumuz sürece, Büyük Türk Milleti ve canımızdan çok sevdiğimiz Aziz Vatanımız ilelebet yaşayacaktır. Türkiye bütün bu sıkıntı ve güçlükleri aşacaktır. Emrinde ve hizmetinde olduğumuz Büyük Türk Milleti ve bu Aziz Vatan sahipsiz ve çaresiz değildir. Biz dimdik ayaktayız ve buradayız.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye bugün erken seçim sürecine girmiştir. AKP zihniyetinin tasfiyesi sürecinin sonuna gelinmiştir. AKP çok yakında gidecek, hem de çok kötü gidecektir.

İlk önce seçim sandığında Türk Milletine hesap vereceklerdir. Bundan sonra da bütün bu yolsuzluk, vurgun, talan ve ihanetin hesabını Türk adaleti önünde vereceklerdir.

Buradan bir kere daha tekrarlıyorum: Ucu nereye kadar uzanırsa uzansın bu karanlık dönemin tüm sorumlularından hesap sorulacaktır. Milliyetçi Hareket, yetimlerin, mazlumların, masumların ve şehitlerimizin haklarını bunların yanına bırakmayacaktır.

Bundan sonra Türkiye’nin uzun bir onarım dönemine ihtiyacı olacak, bu tahribatın etkilerinin giderilmesi zaman alacaktır.

Yeni projeleriyle, programı ve kadrolarıyla Aziz Milletimizin karşısına çıkacak olan Milliyetçi Hareket buna hazırdır.  

Bunun için hedefimiz sadece iktidar olmak değil, Anayasayı değiştirecek bir Meclis çoğunluğuyla Türkiye’nin yönetimine gelmektir.

Önümüzdeki zor ve nazik dönemde Türk Milletinin yegane gelecek ümidi olan Milliyetçi Hareketi ve Türk Milliyetçilerini çok önemli görev ve sorumluluklar beklemektedir.

Türkiye’de yeni bir dönemin sancılarının yaşanacağı bir sürece girilmiştir. Bu süreçte Türk Milliyetçileri her zamandan daha fazla dikkatli olmak zorundadır.

Burada bir husus üzerinde özellikle durmak istiyorum. Milliyetçi Hareket emin adımlarla iktidara yürümektedir. Bu yolda hain tahriklerin hedefi olmamız muhtemeldir.

Ülkücüler Türkiye’nin milli birliği ve dirliğine yönelen tahrikler karşısında tepkilerini demokratik imkânlarla elbette ortaya koyacaklardır. Türkiye üzerinde hain emeller besleyenlere meydanın boş olmadığını elbette göstereceklerdir.

Ancak, hiçbir güç Türk Milliyetçilerini ve Ülkücü Gençliği sokağa çekemeyecek, kardeş kavgalarının, kör kutuplaşmaların tarafı ve kurbanı haline getiremeyecektir.

Türkiye’nin geleceğinin teminatı olan Ülkücü Gençlik vakur, ilkeli ve sağduyulu duruşunu her zaman koruyacaktır. Bu tahriklere en anlamlı ve etkili cevap Milliyetçi Hareket’in iktidar dönemindeki icraatı olacaktır.

Ulu bir çınar olan Milliyetçi Hareket Büyük Türkiye Ailesini bir bütün olarak kucaklamaktadır.

Ülkesi ve Ülküsü uğruna her güçlüğe şerefle katlanan, bu uğurda her şeyini feda etmeye hazır, nefsini aşmış gönül ve iman erlerinin kalesi olan Milliyetçi Hareket her türlü engeli yok ederek Türkiye’nin geleceğini yeniden inşa etmeye kararlıdır. Bugün Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin geleceğine, “büyük ülke Türkiye” idealine yürümektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Cenab-ı Allah’ın yardım ve himayesinin hep üzerinizde olmasını niyaz ediyorum.

Allah’ın izniyle Milliyetçi Hareket’in iktidarında yapacağımız 17. Zafer Kurultay’ında görüşmek üzere başınız dik, gönlünüz ferah, yolunuz ve bahtınız açık olsun.

Hoşçakalın, Allah’a emanet olun.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı