Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin, Değerli Milletvekilleri, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki konuşmama başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Bildiğiniz üzere önümüzdeki pazar günü mübarek Kurban Bayramı’na kavuşmuş olacağız. Yaşadığımız kötü ve talihsiz günlerden sonra bayrama ulaşmak, özlemleri dindirmek milletimiz adına sevineceğimiz bir gelişme olacaktır. Paylaşmanın, ikramın, hatırlamanın eşsiz tadıyla birlikte; birbirimize daha çok sarılarak acılarımızı azaltacağız ve mutluluklarımızı çoğaltacağız. Yüce dinimizin buyruklarından olan kurban ibadetini, Cenab-ı Allah’ın ihsanını ve lütfunu kazanmak için inşallah yerine getireceğiz. Bugünden siz değerli arkadaşlarımın ve aziz milletimin mübarek Kurban Bayramı’nı içtenlikle kutluyorum. Türk-İslam coğrafyasının her köşesindeki kardeşlerimin huzur, sükûnet ve barış içinde bir bayram geçirmelerini dileyerek onların da bayramını tebrik ediyorum. Muhterem Arkadaşlarım, 23 Ekim tarihinde Van’da meydana gelen deprem felaketi büyük bir yıkıma ve tahribata yol açmıştır. Üzülerek ifade etmeliyim ki kaybımız ve bundan kaynaklı acılarımız çok fazladır. Göçük altında kalan kardeşlerimiz bizim açımızdan derin bir teessür kaynağı haline gelmiştir. Hüzün ve gözyaşı Van’ın üzerine çökmüş, enkaz yığınları maalesef hayalleri gasp etmiştir. Bu vesileyle depremde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yaralı kardeşlerimize acil şifalar temenni ediyorum. Elbette adı üstünde, doğal bir felaket olan depremin, ortaya çıkmasını hiç kimse istemeyecektir ve dilemeyecektir. Ancak fay hatlarının ülkemizden geçtiği ve deprem kuşağında olduğumuz düşünüldüğünde, doğal sarsıntıların olumsuz sonuçlarına mutlaka hazırlıklı ve tedbirli olunması gerekecektir. Bu nedenle ne kadar içimiz yansa da, maruz kaldığımız zararlar ne denli fazla olsa da deprem gerçeğini kabul etmek ve onunla yaşamasını bilmek durumundayız. Ciddiye ve dikkate alınmayan tehlikelerin, krizlerin ya da musibetlerin millet hayatımızda çok büyük yaralar açtığı hepimizce malumdur. Önemli olan muhtemel felaketlerin risklerini azaltan, kalıcı ve kuşatıcı önlemlerle gücünü zayıflatan bir bakış ve müdahale kabiliyetine sahip olmaktır. Ülkemiz madem deprem bölgesindedir, o halde bununla başa çıkabilmek için her yol ve görüşe itibar ve müracaat edilmelidir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde feryatlarımız hafifleyecek, kayıplarımız azalacaktır. İhmalle geçecek günlerin ise bedeli şüphesiz fazla ve hatta katlanılamaz olacaktır. Bu çerçevede, Van’daki doğal afetin üzerinden geçen yaklaşık bir haftalık süre bizlere birçok eksiğin ve deprem konusuna fazla eğilmeyen bir yönetim anlayışının varlığını da göstermiştir. Çürük binalar, deprem yönetmeliğine aykırı evler, müteahhit kusurları, denetim eksiklikleri, yanlış şehirleşme, belediyelerin aymazlığı, hükümetin feraset noksanlıkları üst üste yığılınca depremin etkisi tahmin edilenden ve benzerlerinden yoğun olmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla, bugüne kadar yaşadığımız felaketler hiç emsal teşkil etmemiş, bunlardan gerekli dersler çıkarılmamıştır. Vahim deneyimlerimiz ne yazık ki kimsede uyarıcı etkisi yapmamış ve bir arayışa sevk etmemiştir. Hep aynı bildik beyanlar, malum tespitler ve ezbere dayalı kuru gürültüler bu deprem sonrasında da özellikle hükümet cenahından işitilmiştir. Doğal ve doğru olanı AKP zihniyetinin 9 yıldır hükümet olduğunu hatırlayarak, eksik gördüklerini düzeltmesi, hata olarak tespit ettiklerini tamir etmesidir. Başbakan’ın beyhude sızlanmaları ve günü kurtarmaya ayarlı suya sabuna değmeyen özeleştirileri bu minvalde gördüğümüz bazı hususlardır. Elbette ülkemiz bilim adamlarının haklı ikazlarında yer verdiği üzere, coğrafyamız şartları gereğince deprem tehlikesinin tam ortasındadır. Alacağımız kararların veya atacağımız adımların sürekli olarak buna göre şekil alması mecburiyettir. Bu itibarla Başbakan Erdoğan’ın şikâyet etmeye hakkı olmayıp, sorumlulukların idrakiyle hareket etmesi gerekmektedir. Kendi ifadesiyle; yapılan onca uyarıya, yaşanan onca acıya ve ödenen onca bedele rağmen, hala tedbirler alınmamışsa, beton binalar yerine kumdan kaleler inşa edilmişse, bunların hesabını kimden ya da kimlerden soracağız? Ayan beyan her şey ortada iken, mahalli idarelerdeki süresi de dahil olmak üzere, on yedi yıldır Türkiye’nin yönetiminde bir yönüyle söz sahibi olan bu zatın, hala suçluyu başka yerlerde araması hakikaten de abesle iştigaldir. Başbakan Erdoğan, muhtemel İstanbul depremine yönelik kafa yorması gerekirken, hayali projelerle, mesela Kanal Projesiyle, vakit ve emek kaybetmiş, tehlikeleri soğukkanlılıkla ele alıp gereğini yapacak basireti bir türlü gösterememiştir. Yanlış kentleşmenin, savruk ve kontrolsüz betonlaşmanın, düzensiz ve estetikten uzak yapılaşmanın bedelini kötü şekilde ödediğimiz bir gerçektir. Ayrıca imar ve inşaat mevzuatının çağımızın ruhuna göre yeniden ele alınamaması, büyük sorunlara da davetiye çıkarmaktadır. Gerçekten de bugün içinde bulunduğumuz açmaz siyasi kaygıları bir kenara bırakacak kadar vahim bir noktaya gelmiştir.
İşte Başbakan Erdoğan ve hükümeti böylesi bir kararın ve tercihin arifesindedir. Yaparsa, samimi olursa alkışlarsız ve hakkını teslim etmekten kaçınmayız. Yoksa sorumluluğunu göstererek neden olduğu tahribatların, yol açtığı aşınmaların ve savsaklama ile geçirdiği yılların hesabını kendisinden Allah’ın izniyle sorarız. Değerli Milletvekilleri, Van depremi birçok açıdan düşündürücü gelişmelere, tartışmalara neden olmuştur. En başta kriz yönetimiyle ilgili koordinasyon bozuklukları, irtibat noksanlıkları, sevk ve idaredeki kusurlar fazlasıyla göze batmıştır. Böylesi zamanlarda olabilecek panik ve kargaşa atmosferini elbette ihmal etmiyorum. Ancak hükümetin bunu önceden tahmin edip gereken girişimleri yapmış olmasını beklemek de en tabi hakkımız olsa gerektir. Yardım dağıtımındaki ilkellikler, yağma ve talan vakalarına sık rastlanması, kayırma yapıldığına dair yaygın söylentiler deprem sonrasındaki önemli soru işaretlerinden bazıları olmuştur. Özellikle çadır konusunda yaşanılan aksaklıklar, barınma konusundaki yetersizlikler, ihtiyaç duyulan malzemelerin tam anlamıyla bölgeye intikal ettirilememesi şu an için ortaya çıkan en belirgin sorun alanları olarak karşımızdadır. Van’ın hali ve deprem sonrasında muhatap olduğu gelişmelerin hülasası bu şekildedir. Bütün bu olumsuzluğa karşın Van ilimiz, kardeşlik bağlarının açığa çıkan enerjisiyle soluk almış ve belini doğrultmaya başlamıştır. Allah’a şükür, yurdumuzun dört bir tarafından şefkat, merhamet ve sevgiyle süslenmiş yardım konvoyları Van’lı kardeşlerimizle buluşmak üzere yollara koyulmuştur. Bu kapsamda Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın başta İstanbul, Ankara, Erzurum olmak üzere bölge illerinden çok sayıda yardım tırlarıyla ve MHP’li belediyeler her türlü katkıyı veren destekle imdat çağrılarına duyarsız kalmamışlardır. Türkiye Edirne’den Hakkâri’ye kadar tek yürek, tek bilek olmuş; depremin yaralarını sabırla tedavi etmeye başlamıştır. Milletimizin takdire şayan dayanışma duygusuyla, tasayı paylaşması ortaya muazzam bir birlikteliğin fotoğrafını çıkarmıştır. Bölücü zihniyetlerin, bizi birbirimizden koparmak için ellerini ovuşturanların, depremi fırsat bilen çıkarcıların, kardeşliğimizden ve millet olmamızdan geri adım atmamızı bekleyenlerin hevesleri Van Gölü’nün enginliğinde boğulmaya terk edilmiştir. Milletimizin arasına örülmek istenen ayrılık duvarları, çekilmek istenen kutuplaştırıcı hatlar birbirimize duyduğumuz derin ve tarihi bağlılıkla yerle bir edilmiştir. Bunlar bizim sevindiğimiz gelişmelerdir ve zaten başka türlüsünü de aklımıza getirmemiz söz konusu değildir. Azra bebek hepimizin göz nuru ve müşterek sevgimizin merkezi olmuştur. Küçücük bedeniyle enkazın tonlarca ağırlığına direnen Yunus’un son bakışları bizim için ortak hüzün kaynağı haline gelmiştir. Van’da 64 öğretmenimizin Hakk’a intikali hepimizin ciğerini dağlamıştır. Ağıt yakan her anne, gözlerinden yaş süzülen her baba, yetim kalan her çocuk bizim de yüreğimizi yakmıştır. Hayatlarının baharında, henüz yolun başında veya daha yapacakları varken ansızın gelen doğal afetle ebediyete göçen kardeşlerimiz bizi de mateme sevk etmiştir. Vanlı kardeşlerimin canı ne kadar acıdıysa, bizim da o kadar yanmıştır. Çünkü biz bu ülkenin her insanına, her evladına ve her ferdine Cenab-ı Allah’ın aziz bir emaneti olarak baktık ve hepsini bağrımıza bastık. Hiçbir ayrım gözetmedik, farklılıklar üzerinden siyaset yaparak ortak değerlerimizi dinamitleyen gafillere aldanmadık, demokrasi maskesinin arkasına sığınan kifayetsizlere prim vermedik. Ve duruşumuzu, ilkelerimizi, milliyetçiliğimizin kapsayıcı mesajlarını hamd olsun hiç bozmadık. Vatanın her köşesini, her karışını kutsal bildik. Şehit kanlarıyla sınırları çizilmiş olan son yurdumuzu parçalatmamak için tarihi bir yeminin tarafı olduk. Bin yıllık kardeşlik hukukuna sözde ya da siyaseten değil; inanarak, şuurla benimseyerek destek verdik, sahiplendik ve yaşaması için her türlü fedakârlıkta bulunacağımızı samimiyetle duyurduk. ‘Herkes eşittir Türkiye’ derken kast ettiğimiz buydu. ‘Bin yılda karıldı bu ülkenin harcı ayrıştırmak kimin harcı’ derken aklımızda bunlar vardı ve amacımız netti. Bin yıllık kardeşliği yaşamak ve yaşatmak için her çabayı gösterdik ve göstermeye de devam ediyoruz. Hiçbir tereddüde mahal bırakmadan söyleyebilirim ki, milletimizin kutlu varlığı paylaşılan müşterek değerler üzerine bina edilmiştir. Türk milleti tarihinin hiçbir döneminde; ne etnik köken ve mezhep farklılığına ne de inanç temelli bir ayrışmaya tenezzül etmemiş ve bunu gündemine dahi almamıştır. Kökeni, aidiyeti, yöresi ne olursa olsun bu toprakları vatanı, üzerinde yaşayan insanları kardeşi gören herkes gönüllük esasıyla Türk milleti ailesinin seçkin bir mensubu olarak biraraya gelmişler ve aynı hedefe kilitlenmişlerdir. Milletimizi oluşturan tüm fertler dün birlikte olmuşlar zaferi, yenilgiyi ve acıları bölüşmüşlerdir. Bugün bir arada bulunmuşlar zorluklara göğüs germişlerdir. Ve gelecekte de inşallah birlikte olacaklar ve Türk vatanını sahipsiz, milleti anlamsız bırakmayacaklardır. Cumhuriyet, son vatanımızda yaşama konusunda tavizsiz olan kutlu ecdadımız tarafından bu yüksek bilinç ve eşsiz ruhla kurulmuştur. Milli mücadelenin aziz anıları, muhteşem galibiyetleri ve yedi düvele kafa tutan kudreti bundan feyiz almıştır. Az önce de kısmen dile getirdiğim gibi, bu coğrafyanın her karışı kökeni ve inancı ne olursa olsun muhterem şehitlerimizin kanlarıyla vatanlaşmıştır. Bilinsin ki, bu cennet vatanın bereketli bahçesinde fitnenin başak vermesini, kök salmasını kim istiyorsa yenilmeye ve hayalleriyle tarihin karanlığına gömülmeye mahkûm olmaktan kurtulamayacaktır. Büyük bir aile olan Türk milleti, asırlarca gözü gibi bakıp olgunlaştırdığı birlikte yaşama ülküsüne halel getirtmeyecek ve gerekirse tıpkı dün olduğu gibi şehit kanıyla vatanını tekrar sulayacaktır. Milli birliğimizin, beraberliğimizin ve bağlılığımızın hamuru kardeşlikle mayalanmış ve sevgiyle yoğrulmuştur. Türk milletini oluşturan tüm fertler, eşit ve onurlu bir şekilde biraraya gelerek büyük bir sosyolojik varlığa birlikte güç ve canlılık vermişlerdir. Bunu yaparken milli kimliğimiz etrafında toplanmışlar, Türkçe’nin seslenişinde buluşmuşlar ve Türk bayrağının altında sonsuza kadar var olma iradesi göstermişlerdir. Kuşkusuz bin yıllık kaynaşmanın, bütünleşmenin, içiçe geçmenin adresi olan Türk milleti, milli bağlarının zedelenmesine ve koparılmasına asla fırsat ve izin vermeyecektir. Her zaman söylediğimiz gibi acımız bir oldu, sevincimiz bir. Ağıdımız bir oldu, yakarışımız bir. Ahımız bir oldu, dileklerimiz bir. Biz hep birlikte büyük Türk milleti olduk, Türk milletini oluşturduk. Büyük bir heyecanla duyurmak isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti, ebedi vatanında milli birliğini ve varlığını koruyarak, milletinin asil ismine, şehit kanından ilhamını almış bayrağına ve milli kimliğine sonsuza kadar sahip çıkacak ve ne pahasına olursa olsun yaşatacaktır. Milletimizin ortak namus ve ortak geleceğinin güvencesi olan bu değerleri yıkmaya çalışan hain emeller de mutlaka akamete uğrayacak ve çaresizlik içinde harap olacaklardır. Türkiye, Türk milletinin ebedi vatanı olarak hep var olacaktır. Türk bayrağı bu vatan üzerinde kirli ellerin uzanamayacağı yükseklerde ilelebet dalgalanacaktır. Türkiye’yi bölmek, Türk milletinin başını öne eğmek ve şerefli bayrağını yere düşürmek isteyenler unutmasınlar ki, Türk milletinin başını öne eğdirmeyeceğiz, bayrağı yere düşürmeyeceğiz. Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin milli değerlerine, milli birliğine, milli onuruna ve haysiyetine sahip çıkmanın çok ağır bir bedeli olduğunun bilinci içindedir. Ve bu bedeli gerekirse, gönül huzuruyla seve seve ödemeye de her zaman hazır olacaktır.
Muhterem Milletvekilleri, Bizim kardeşlik konusundaki ısrar ve düşüncelerimiz milliyetçiliğimizin temel kabulünden ve yorumundan ileri gelmektedir. Milleti laboratuarlarda imal edecek ya da ayrıştıracak kadar kendisinden geçmiş olanlara karşı uzaklığımızın da sebebi budur. Van’daki deprem sonrasında ortalığa yayılan ve sanal ortamda ayrımcılığı körükleyen hastalıklı bakışa tepkimizin temelinde bu yaklaşımımız yer almıştır. Ne var ki, bu düşüncelerimizi birilerini memnun etmek ya da değerli bulmalarını sağlamak için de ileri sürmediğimizi herkes iyi bilmelidir. Biz ayrımcılığın her türlüsüne karşı olduk, karşı çıktık ve reddettik. Irkçılığın her tonuyla aramızdaki mesafe bundadır. Bir tarafta barış ve özgürlük diyen, diğer tarafta katillerle aynı kulvarda buluşarak milleti budamaya çalışan dağılmanın, etnik fesadın ve düşmanlığın zirve isimlerine tahammülümüz bunun için asla bulunmamaktadır. Yüzüne bölücülüğün izi, eline şehitlerimizin kanı bulaşanlar masum hak taleplerinin tarafı olarak kendilerini takdim etmeye yeltenseler de buna inanacak ve aldanacak kimse yoktur. Bizim kardeşlik prensiplerimizi yanlış yorumlayanlar, biz birliktelik dedikçe bunu taviz gibi algılayanlar, biz yaklaştıkça bunu sırnaşma gibi değerlendirenler elbette kahrımızdan ve öfkemizden kaçamayacaklardır. Hakikaten huzur ülkemize gelecekse bunun tek taraflı olmayacağı, böylesi bir zilleti Türk milletinin katiyen kabul etmeyeceği iyi fark edilmelidir. İşte bu gündem ve gelişmeler altında Cumhuriyetimizin yeni bir yıldönümü kutladık. Bundan 88 yıl önce, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ülkü arkadaşlarının iftihar edilecek fikri ve uygulamasıyla kurulan Cumhuriyetimiz, zorluklarla, çetin uğraşlarla bu zamana kadar gelmiştir. Özellikle Cumhuriyetimizin bu yıldönümünü gerek deprem felaketi, gerekse de artan şehadetlerden dolayı buruk karşıladığımız inkar edemeyeceğimiz bir gerçektir. Unutmayalım ki Cumhuriyet bir ruhtur, fazilettir, erdemdir ve üzerinde ittifak sağladığımız son sözümüz ve beyanımızdır. Geri dönüşü olmayan bir yol, çiğnenmesi mümkün olmayan bir yemindir. Eğer bahanelere sığınarak Cumhuriyet’in coşkusu azaltılmak, önemi ve anlamı çarpıtılmak isteniyorsa, hatırlatırım ki milletimiz buna müsaade etmeyecektir. Gizli gündemlerde saklı duran çekememezlik ve tarihi kinler fırsattan istifade ederek açığa çıkarılıyorsa bunun bumerang gibi sahiplerini vuracağı aşikârdır. Açıktır ki, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki zihniyetin, sistemin ve takip edilen ilkelerin bugün de sorunlarımızdan arınmak için rehber olacağını düşünüyorum. Türk milleti, kendi egemenliğini resmi olarak ilan etmek için kimseden icazet almamış, hiç kimsenin müsamahasına gerek duymamıştır. Bunun için Cumhuriyet bizzat millet eseridir; şahidi ve kefili ise şehitler, gaziler, çekilen çileler, geride kalan yetimler, savaşlardaki fedakârlıklar ve çeliğe karşı imanın üstünlüğüdür. Milletimiz kendisine dikilen sömürge elbisesini yırtmış, bağımlılığı elinin tersiyle itmiş, yazılan haysiyetsiz rolü muhataplarının yüzlerine çarpmıştır. Ve kendi geleceği, yapacağı her şey hakkında tek söz ve yetkiye sahip olduğunu zoru yenerek, kuşatmayı yararak göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti; milletimizin, asırlarca boy veren asaletinin mümtaz ve muazzez bir neticesidir. Muhteşem bir mücadelenin zafer tacı, haklı bir kavganın ödülüdür. İçinden geçtiğimiz süreçte, Cumhuriyetimizin muhatap kaldığı tehditlerin seviyesi hakkında daha net bir görüş mertebesine ulaşmak istiyorsak, önce milli mücadele yıllarındaki gelişmeleri dikkatlice analize tabi tutmak ve bugünle kıyaslamak durumundayız.
Ve dün Mustafa Kemal ve arkadaşları vardı; şimdi de onların emanetini yükseltme iddiasında olan Milliyetçi Hareket vardır.
Değerli Arkadaşlarım, Cumhuriyet umutsuzluğu bitirmiş, yoksulluk ve bezginlik furyasına can simidi olmuştur. Milletimizin ne yapacağı, neleri başarabileceği ve nasıl sonuca ulaşabileceği bu şekilde ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’in ilanı bir yönetim değişikliğinden daha çok bir zihniyet dönüşümü; sosyal, kültürel ve ekonomik dinamizmin vasat bulmasıdır. Ve her şeyden önemlisi de, reayadan ahaliye doğru yavaş ilerleyen gelişim ve değişim yönü, eşitliğin izdüşümünde vatandaşlık anlayışıyla buluşmuş ve kuldan bireye geçişi sağlayan sosyolojik köprü bu kapsamda inşa edilmiştir. Cumhuriyet bir tarafta milletimizin kendi kendini yöneteceğini teminat altına alırken, diğer tarafta demokratik kültürü geliştirecek temelleri de atmıştır. Demokrasinin engin idraki Cumhuriyet’in derin felsefesiyle milletimizin ruhunda birleşmiş ve harmanlanmış; milli devlet işte bu ortamda hayat ve zemin bulmuştur. Bizim siyasetimize istikamet tayin eden milliyetçiliğin, demokrasiyle kesişen yolu ise milli devlette gerçekleşmiştir. Demokrasinin en iyi uygulama alanı tartışmasız Cumhuriyet olmuştur. Kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi bu çerçevede bir anlam ve zenginlik kazanmaktadır. Bugünkü zaman sürecinde; Cumhuriyet’in ve taşıdığı mesajların çözülmeye karşı sur, bölünmeye karşı manevi halat, farklılıklara karşı da sigorta olduğu kanaatindeyim. Sırf bu özelliklerinden dolayı yeni mandacılık, numaralı cumhuriyetçilerle sarmaş dolaş olan bölücü çevreler, bunlara ümit veren AKP zihniyeti Cumhuriyet anlayışına içten içe tahammülsüzdür ve şaşı bakmaktadır. Bu münasebetsizliğin Cumhuriyet’i tasfiye etmek için mazeret arayışında olduğu çoktan bellidir. Bunun karşısında uyanık ve her zamankinden daha fazla itinalı olmamız gerekmektedir. Bu defa Cumhuriyet hasımları daha sistemli ve daha etkili bir şekilde hücumlarını tertip etmektedir. Hizmetlerinden dolayı ihanet skalasının üst sıralarında yer almayı hak edenler, büyük bir hevesle ve endişe verici saldırganlık içinde Cumhuriyet’in başına numara kondurmaya çabalamaktadır. İşte bugün nedeni ne olursa olsun, Cumhuriyet’e karşı ilgisizlik, önemsiz gösterme emelleri adeta olacakların habercisi niteliğindedir. Geçmiş dönemler içinde, bugünküyle bire bir örtüşmese de, yapılan kutlamalar muhatap olduğumuz doğal felaketler nedeniyle ertelenmiş, geçit törenleri, resepsiyonlar iptal edilmiştir. Buna rağmen bugünkü manzara farklı ve yoğunlaşan tartışmaların mecrası, ağırlık merkezi ise bambaşkadır. Milli ve manevi değerlerin istismar edilmesi, çatışma ve ayrıştırma eğilimleriyle toplumun kutuplara sevk edilmesi yetmiyormuş gibi, bu defa da Cumhuriyet Bayramıyla ilgili kutlama ve merasim konuları yeni bir gerginlik alanı oluşturmuştur. Parti olarak Cumhuriyet’i tartışmaların odağına yerleştirerek, yeni bir gerilim hattı kurgulanmasını tasvip etmiyor, makul ve insaflı bulmuyoruz.
Bu kapsamda Türkiye’yi kurtaran, Cumhuriyet’i kuran, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Anıtkabir’deki manevi huzurlarına çıkarak kendilerine ve eserlerine duyduğum minnet ve şükran duygularımı gösterdim. Ne var ki, Cumhuriyet üzerinden yürütülen manidar tartışmaları ve Türkiye’nin sokulmaya çalışıldığı sonu olmayan çekişmeleri kabul etmeyerek, düzenlenen tebrikata Milliyetçi Hareket’in Genel Başkan’ı olarak katılmayı uygun ve doğru bulmadım. Diğer yandan ise alternatif cumhuriyet kutlamalarıyla mili bayramımızı yeni bir ayrılığın, ikiliğin içine hapsedenleri ve cepheleşmeyi teşvik edenleri de masum ve haklı bulmadığımızı söylemeliyim. Bizim için Cumhuriyet kutlamaları seyirlik bir eğlence, ötekileştirici bir süreç, dışlamayı davet eden bir ortam değildir ve olmamalıdır. Bilakis 88 yıl önceki feryatların, çığlıkların, haykırışların, Sakarya’nın, Dumlupınar’ın, Kocatepe’nin, ıstırabın, sevinç naralarının ve millet iradesine sevdanın tekrar hatırlanması ve nesillere Cumhuriyet şuurunun aşılanmasıdır. Biz Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine bağlı ve sadık anlayışımızı mutlaka sürdüreceğiz. Türk milleti 29 Ekim 1923 yılında mukadderatına sahip çıkacak güç ve niyeti imkânsızlıklar karşısında bile olsa gösterebilmişse, bugünde aynısını yapabilecek kudreti içinden çıkaracaktır. Milliyetçi Hareket Partisi böylesi bir göreve taliptir; başarmak ve milletimizin yüzünü güldürmek için ise ne gerekiyorsa yapmaya kararlıdır. Değerli Arkadaşlarım, Vatanımızın selameti ve bağımsızlığı, milletimizin birliği ve esenliği uğruna gösterilen kahramanca mücadelelerdeki can kayıplarımız yine devam etmektedir. Osmaniye’de şehit olan iki polisimizin ardından Bingöl’de canlı bomba vahşeti hepimizin ürpermesine neden olmuştur. Vücuduna sardığı bombayla sivillerin üzerine giden gözü dönmüş caniliğin, inanın bana insanlığın bilinen lügatinde bir tarifi ve tanımı yoktur. Burada canlı bombanın üstüne atlayarak evlatlarını korumak maksadıyla kendini feda eden ana yüreğiyle ve analık ruhuyla gurur duyduğumu ifade etmek istiyorum. Analar ağlamasın diyerek bölücülüğe kılıf arayanlar, anaların bile göz göre göre bombalandığını daha ne zaman ve hangi şartlar altında idrak edeceklerdir? AKP ile BDP’nin el ele vererek, etnik kimlikleri tahrik etmelerinin ülkemizi ne hale getirdiğini daha hangi vahşi cinayetlere bakarak görmek mümkün olacaktır? Acımasızlığın, vicdansızlığın PKK açılımıyla zirve yaptığını Başbakan Erdoğan ve yıkım koordinatörü başbakan yardımcısı daha hangi bombaların patlamasıyla anlayacaktır? Katırın bile hakkını aramaktan ve savunmaktan bahsedenler, asıl şehidimizin hakkını ne zaman sahipleneceklerdir? Meydana gelen menfur saldırılarda hayatını kaybeden şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara acil şifa dileklerimi iletiyorum. Bugün ülkemizin her tarafında bölücü terörün telin edildiği milli bir heyecan ve öfke hali vardır. Türk milletinin her ferdi, sanki kendi hanesinden çıkmışçasına şehitlerini sahiplenmiş ve evlerinde yas ilan etmişlerdir. Ateş düştüğü yeri değil, milletimizi topyekûn yakmıştır. Hepimiz ‘Mehmediz’ seslenişini, hepimiz şuyuz, buyuz diyenlere inat; iftihar edilecek bir milli duyarlılık ve uyanış olarak görmek lazımdır. Artık bölücü terörün kökü kazınmadan ve imhası sağlanmadan milletimiz huzura eremeyecektir. Gecikilen her an, başka başkentlerden izin almayı alışkanlık haline getiren çapsızlık ve korkaklıkla birleşirse işin içinden çıkılması çok zor olacaktır. Türkiye sınır ötesinden ve içimizden cinayet planlarıyla sarsılmaktadır. Bununla birlikte bizim hükümete verdiğimiz desteğin ise tamamen sonuç almaya odaklı bir karar olduğu açıktır. Tıpkı bütün milli meselelerde olduğu gibi, bu sorunun da milletimizin yüksek katılımı ve siyasetin desteğiyle bitirilmesi bir zorunluluktur. Buna diyeceğimiz yoktur. Nitekim tavrımız da bu yöndedir. Partimizle birlikte, toplumun her kesimi hükümetin ihtiyaç duyduğu kararlılık ve cesareti ortaya koyması gerektiğini son haftalardaki tutumuyla göstermiştir. Ancak buna rağmen şehitler verilmeye, kanlı eylemler artmaya devam etmiştir. Üstelik Başbakan, bizim iyi niyetli destekleyici duruşumuzu sulandırmaya, yine malum tarizleriyle tenkit oklarını üzerimize yöneltmeye başlamıştır. Terör örgütünü oksijensiz bırakmaktan bahseden Başbakan Erdoğan’ın, PKK açılımıyla bölücülere suni teneffüs yaptığını görmemesi ve hala meseleyi çıkmaz sokaklara sürüklemesi anlaşılır gibi değildir. PKK’nın hamisi ve himaye eden peşmerge, ABD’nin bölgeden tamamen çekileceği tarih yaklaştıkça ön almaya ve mazeretler üreterek hedef saptırmaya çalışmaktadır. Buradan AKP zihniyetine sormak isterim ki; peşmerge reisinden iki gün sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin duyacağı ve öğreneceği ne vardır? Hangi sözde siyasi çözüm ya da diyalog kanallarının açılması için ortam hazırlanmakta ve neyin müzakereleri planlanmaktadır? PKK’nın silah bırakma şartının topluma yedirilmesi için sinsi bir arayış ve niyet mi bulunmaktadır? Görüşerek, konuşarak ne çözülecektir, hangi tavizlere kapı aralanacaktır? Barzani’nin Irak’ın kuzeyinde yuvalanmış terörist unsurlara verdiği destek, kampların muhafazası için gösterdiği alaka ortada dururken ve her fırsatta hezimetimize hizmet eden alçaklıkları biliniyorken, bu şahısla ne görüşülecek ve neler ele alınacaktır? Senaristi ve patronu küresel çevreler, kılavuzu İmralı, tetikçisi Kandil, takdimcisi peşmerge reisi, figüranları AKP ve BDP olan bölücülük oyununda gösterilmeyen ve seslendirilmeyen daha ne kalmıştır? Anlaşıldığı kadarıyla ABD bölgeden çekilirken yeni bir kaos ihalesi açmış ve bunun için yoğun pazarlıklar başlamıştır. Bir taraftan da Suriye’den tehdit dolu mesajlar yayılmakta, bu ülkenin bölünmesi halinde tüm bölgenin aynı akıbete uğrayacağı dillendirilmektedir. Değerli arkadaşlarım, Türkiye bölücülükle girdiği mücadeleyi mutlaka kazanmalı ve AKP tarihi görevinin bilincinde olmalıdır. Kaybedecek vaktimiz, heba edeceğimiz değerimiz bulunmamaktadır. Türkiye, bölgesinde küresel planlara kurban verilmeden Başbakan Erdoğan kendisine gelmelidir. Ve şayet en son ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında dile getirdiği sözlerinin arkasında durursa milletimizin ve bizim de yanında olacağımızı hiç unutmamalıdır. Parti olarak her gelişmeyi yakından takip ettiğimizi, notlarımızı aldığımızı, yeri ve zamanı gelince yanlışta inat eden muhataplarımızın burunlarından fitil fitİL getirmekten asla kaçınmayacağımızı belirtmek istiyorum. Bu sözlerle konuşmama son verirken, muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. |