Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin İzmir'de yapmış oldukları konuşma metni 8 Kasım 2011
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin
İzmir'de yapmış oldukları konuşma metni
8 Kasım 2011 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Muhterem Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Bayramın üçüncü günü, güzel vatan köşesi İzmir'de sizlerle birlikte olmaktan dolayı son derece bahtiyarım.

Bizleri birleştiren Yüce Mevla'ya şükür ediyorum.

İzmir İl Teşkilatımızın düzenlendiği bu bayramlaşma töreninde sizlerle aynı havayı solumaktan, aynı heyecanı yaşamaktan, aynı duyguyu paylaşmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Burada bulunan bulunmayan her İzmirli vatandaşımın bu vesileyle bayramını tebrik ediyorum.

Rabbimden dileğim nice bayramlara inşallah hep birlikte sağlık, sıhhat ve afiyet içinde ulaşırız.

Fırsatçılara, bozgunculara meydan bırakmadan; birliğimizin sarsılmasını iştahla bekleyen kanlı ellere aradıkları ortamı açmadan ümit ederim ki tüm bayramları birlikte karşılarız.

Dualarla kestiğimiz kurbanların ilahi huzurda kabul ve karşılık bulmasını niyaz ediyorum.

Kavuşmanın dilini, buluşmanın sesini, kucaklaşmanın nağmesini terennüm eden bayramlarımızın bizleri huzur ve sükûnet ummanına eriştirmesini içtenlikle diliyorum.

Dargınlıkların bitirildiği, dostlukların perçinlendiği, kardeşliğin kemikleştiği, güzelliklerin zirveleştiği bayram günlerinin hepinizin hanesine hakim olmasını temenni ediyorum.

Gönül huzuruyla uzattığımız ellerimizin geri çevrilmemesi, sıcak ve samimi duyguların, muhabbet meclislerinin aramızdan, vatanımızdan hiç eksik olmaması en temel beklentimdir.

Kötülüğü kovacak, şirreti def edecek, ihtilafı önleyecek manevi ihtişam ve kudret görmesini bildikten sonra dini ve milli bayramlarımızda ziyadesiyle mevcuttur.

Biz bugün bunun eşsiz lezzetini ve kokusunu yaşıyoruz ve derinlerimize kadar çekiyoruz.

Ne mutlu bizlere ki buradayız, Türk vatanının teminatı aziz dava arkadaşlarımla ve İzmirlilerle iç içeyiz.

Bu organizasyonun gerçekleşmesinde emeği ve çabası bulunan başta İzmir İl Başkanımız olmak üzere, yönetim kuruluna ve tüm teşkilat mensuplarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli İzmirli Kardeşlerim,

Milletçe kaygı ve üzüntülerimizin fazlalaştığı bir dönemde mübarek Kurban Bayramı'nı idrak ediyoruz.

Sorunların ağırlaştığı bu zaman zarfında, mübarek günlerin bereketine ve nimetlerine çok ihtiyacımız olduğu açıktır.

Bildiğiniz üzere, bir tarafta Van depreminin dayanılmaz acı bilançosu vardır.

Diğer tarafta bölücü terörün hain ve kanlı saldırıları neticesinde şehit olan evlatlarımızın hüznü ve öfkesi içimizi dağlamaktadır.

Bu iki dehşet tablosu milletimizi yasa boğmuş ve derinden etkilemiştir.

Bayram günlerinde yakınlarını enkazın altında kaybeden, afette umutları sönen tüm kardeşlerimizi bağrımıza basıyoruz.

Yavrusunu, yavuklusunu, eşini, kardeşini vatan uğruna girdiği şanlı mücadelede ebediyet uğurlayan analar, babalar, gelinler, kardeşler tasa etmesin; biz varız ve evlatlarının yokluğunu hissettirmeme konusunda kararlıyız.

Buradan şehitlerimize ve depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah'tan bir kez daha rahmet ve yaralı olarak yıkımdan ve terör saldırılarından kurtulan kardeşlerimizin de bir an önce sağlıklarına ulaşmalarını diliyorum.

Bu iki vahim hadise neresinden bakarsak bakalım ülkemiz için bir dönüm noktasıdır.

Birisi doğal yıkım, diğeri ise bölücü yıkım olan bu iki tehlikenin iyi irdelenmesi ve kalıcı tedbirlilerle hem evlerimizi, hem birlikteliğimizi hem de bin yıllık kardeşliğimizi güçlendirmek gerekmektedir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Konuklar,

Deprem felaketi hepimizde endişelerin ve korkuların artmasına neden olmuştur.

Kaçak yapılaşma, sarsıntılara karşı dayanıksız binalar, imar skandalları, çürük evler, deprem riskinin hep göz ardı edilmesi aslında yaşadığımız sorunlara davetiye çıkarmıştır.

Ülkemiz deprem kuşağında yer almasına rağmen dikkatler nedense bu tehdide çevrilmemiştir.

Ülke olarak felaketler hakkında yeteri kadar tecrübemiz varken hala bundan ders ve sonuç çıkaramıyoruz.

Hatırlanacağı üzere, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999'da yaşadığımız acılar millet olarak deprem dehşetinin ne kadar yoğun olduğunu bizlere göstermiştir.

İstanbul dahil ülke nüfusunun yüzde 23'nü oluşturan ve milli gelirimizin yüzde 34,7'lik payına sahip bölgede ortaya çıkan büyük afetlerle kararlı bir şekilde mücadele etmiş ve kısa süre içinde yaralarımızı sarmıştık.

Üç partili bir koalisyon hükümeti olması ve depremle ilgili bakanlıkların doğrudan doğruya partimizin görev alanında bulunması bizi hiç engellememiş ve herhangi bir gecikmeye de neden olmamıştır.

İlk etapta prefabrik konutları hak sahiplerine dağıtmış, sonra da kalıcı konutları felaketzedelere teslim ederek vatandaşlarımıza bir moral vermiş ve geleceklerine bir umut ışığı yakmıştık.

Bu itibarla bizim ülke olarak deprem konusundaki bilgi birikimimiz ve deneyimlerimiz anlamasını bilenler için çok fazladır.

Ancak tecrübelere çevrilen sırtların ve ilgisizliklerin ne üzücüdür ki maliyeti de fazla olmaktadır.

Bundan dolayı belirli aralıklarla açığa çıkan depreme karşı çaresizce teslim olmak ve canlarımızı enkazın altında bırakmak durumunda kalıyoruz.

Hepiniz gördünüz: Soğukla girdiği imtihanı kaybeden, toprağın altında inleyen, hayata tutunmaya çalışırken perişanlığın ve yıkıntıların kıskacına kapılan vatandaşlarımız hatırımızdan bir an olsun çıkmamaktadır.

Elbette milletçe yaşadığımız bu büyük sıkıntının faturası her açıdan ağır olmuş; dramlar, ayrılıklar, sönen ocaklar, yitirilen canlar, çaresizlik içinde bakan gözler milletimizin bağrını delmiştir.

Gelişmişliğin, ilerlemenin yalnızca lafta kaldığını, hayatın hiçbir alanına sirayet etmediğini Van'daki deprem yıkımında fazlasıyla gördük ve şahit olduk.

Başbakan'ın tozpembe tablolar çizdiği ülke resminden ne yazık ki ortada eser yoktur.

İftiharla takdim ettiği modern ve ileri bir noktada bulunan ülkeyi gerçekte gören ve yaşayan da bulunmamaktadır.

Başbakan Erdoğan şabloncu, indirgemeci ve taklitçi niteliğiyle Türkiye'ye bir şey veremeyeceğini artık anlamalıdır.

Zenginleştik, büyüdük ve sıçrama yaptık demekle bir ülkenin durduk yere birden bire zirveye tırmanması tarihte eşi benzeri olmayan bir durumdur.

Şüphesiz dengeli, düzgün ve sapması olmayan bir gelişmişlik seviyesi hayatın her alanında varlığını gösterdiği takdirde bir anlam ifade edecektir.

Yoksa eğitimi gelişmiş sanayisi gerileyen; ekonomisi ilerlemiş siyaseti krize batmış veya depremle mücadelede sınıfta kalmış ama konut yapımında parlak sonuçlar üreten bir ülke olmak pratik de mümkünse de bu bulanıklıktan istikrarın, itibarın ve dengeli bir kalkınmanın çıkmayacağı kesindir.

Sanayileşmiş ya da gelişmiş diye bildiğimiz ülkeler, felaketlere maruz kaldıklarında da ayırt edici vasıflarını göstermekte ve karşılaştıkları büyük depremlerin bile yıkımı bize nazaran yok denecek kadar düşük kalmaktadır.

Japonya bu konuda en belirgin misaldir.

Ülkemizde büyük can ve mal kayıplarına neden olan orta ya da büyük ölçekli sarsıntıların, aynısıyla bu ülkede görülmesi herhangi bir ciddi olumsuzluğa neden olmamaktadır.

İnsan sağlığına verilen vazgeçilmez önem, binaların dürüstlük, haysiyet ve ahlak ölçülerine bağlı kalarak yapılması, toplumsal bilinç düzeyinin yüksekliği ve bunları sevk ve idare eden bir yönetim anlayışı felaketlerin derecesini ve tahribatını mutlaka azaltacaktır.

Ne var ki AKP zihniyeti olduğu sürece bu konuma gelmemiz çok zor ve hatta imkânsızdır.

Çünkü bizatihi iktidarın kendisi şaibelidir ve karanlık ilişkilerin organizatörüdür.

  • Çıkarcılar AKP'de buluşmuştur.
  • Arazi ve imar vurguncuları ampulün yaydığı menfaat ışığının altında kendilerine gelmiştir.
  • Hırsızlar, dolandırıcılar, haksız kazanç elde eden yüzsüzler AKP'yle palazlanmışlardır.

Bu çevrede açıklıkla söylemek isterim ki, AKP'yle geçen dokuz yıl içinde hamasetten, aldatmadan başka hiçbir şey yaşanmamış ve yıllar israf edilmiştir.

Sorunlarla yüzleşince çözmeyi gündemine alan kısır ve vizyonsuz bir iktidar anlayışıyla daha fazla gitmemiz söz konusu değildir.

Özellikle deprem felaketinin sonrasındaki koordinasyonsuzluklar, dağınıklıklar, çarpıklıklar, birbiriyle çelişen açıklamalar, ucube yorumlar AKP'nin beceriksizliğini şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya koymuştur.

Van'daki deprem iktidarın yetersizliğini acı da olsa göstermiştir.

Başbakan'ın iktidarı kaybetme pahasına da olsa, kaçak yapılaşmayı bitireceklerini sözde beyan etmesi bir anlam ve kıymet taşımayacaktır.

Zira kaçak meskenlerin arkasında, biraz dikkatli bakarsak AKP zihniyetinin olduğu belirgin olarak görülecektir.

Özellikle son dokuz yıldır, siyasal hırslar uğruna kumdan binalar inşa edilmesine göz yumanın AKP hükümeti ve işbaşındaki yerel yönetimleri olduğu fark edilecektir.

Bu bayram gününde yaşanılan felaketlerin herkese ders olması gerekmektedir.

AKP, bu vahim gelişmelerden sonuç çıkarmalı, girdiği karanlık yoldan bir an önce dönmelidir.

Aldığı millet desteğini yalanlarla, zırvalarla heba etmemeli, Türkiye'nin doğal felaketlerin merkezinde olduğunu hiç unutmamalıdır.

Şayet lazım gelen tedbirleri almazsa, milli irade mutlaka ayağa kalkacak ve şiddeti hiçbirşeyle ölçülemeyecek bir sarsıntıyla AKP'ye şamarı indirecektir.

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Özellikle son zamanlar içinde meydana gelen kanlı terör eylemleri milletimizi infiale sokmuş ve üzülerek ifade etmeliyim ki şehitler peş peşe ebediyete intikal etmiştir.

Milli birliğimiz bölücü terör odaklı hain bir suikastın ve saldırının hedefi haline gelmiştir.

Türk milleti bugün adeta ateşle imtihan edilmekte, şehit kanıyla sabrı sınanmaktadır.

Tıpkı 1919'lu yıllarda İzmir'in işgaline giden sürecin bir benzerini ve sonrasındaki açmazları yaşadığımız bir hakikattir.

Gelişmeler ülkemizin maruz bırakıldığı en büyük tehdidin kanlı terörden beslenen etnik bölücülük olduğunu bir kez daha teyit etmiştir.

PKK terörü AKP'nin müsamahası ve gafleti yüzünden yeniden hortlamış, çok tehlikeli bir şekilde tırmanmıştır.

Vatanımızdan ve milletimizden hisse kapmaya çalışan bedbahtlar; gemi iyice azıya almışlar ve kanlı saldırılarına hız vermişlerdir.

Vicdansızca, hayâsızca, kalleşçe, kahpece vatan evlatları mayınların, kurşunların ve bombaların hedefi haline gelmiştir.

Gencecik kızlarımız, anne karnındaki yavrularımız, analarımız, kardeşlerimiz PKK'nın vahşi cinayetlerine kurban gitmektedir.

Şehirlerde canlı bomba rezaletleri tiksinti verici bir noktaya ulaşmıştır.

Bölücü terör fitnesi yurdumuzu baştanbaşa sarsmış ve katlanılamaz bir içerik kazanmıştır.

Bu ağır Türkiye gündemi içinde bizi umutlandıran gelişmeler de bulunmaktadır.

Nitekim milletimiz varlığına ve vatanının bölünmez bütünlüğüne sahip çıkmış ve yurdumuz al bayraklarla süslenmiştir.

Bölücü terörün ihanet saldırılarına karşı bedenlerini siper eden kahramanlar milli vicdanlarda yükselmiş ve hepimizin kutup yıldızı olmuşlardır.

Bin yıllık kardeşliğin bozulması ve dağılması için ellerini ovuşturanlar milletimizin yüksek hamiyetiyle hüsrana uğramışlardır.

Kavgayı, kaosu, kargaşayı ve bölünmeyi bekleyenler; yanılmışlar ve hayal kırıklığına uğramışlardır.

Türkiye'nin milli birliğinden ve toprak bütünlüğünden hiçbir şart altında vazgeçmeyeceği bir kez daha açığa çıkmış ve tescil edilmiştir.

Kuşkusuz terörle arkalanmış bölücülük aşamasına AKP hükümetinin;

  • İmralıyla müzakere arayışları,
  • Pazarlık masalarında tek taraflı boyun eğmeleri,
  • Bölücülerle girdiği tavizkar ilişkileri,
  • Yıkım projesindeki inat ve ısrarı,
  • Milleti kafalarda otuzaltıya bölen şuursuzluğu,
  • Terör sorunuyla özgürlük meselesini karıştıran basiretsizliği eşliğinde gelinmiştir.

Kimliğimize yönelik tarizler, bayrağımıza yönelen tacizler ve bunların hoşgörüyle karşılanması bölücülüğün arayıp da bulamadığı imkânların yeşermesine neden olmuştur.

Geçmişte “topluma kazandırma” yasasıyla hapishaneleri boşaltıp PKK'nın dağ kadrolarının militan açığını kapatan hükümet, şimdi daha geniş çapta bir siyasi af için adeta zemin yoklamaktadır.

AKP'ye dışarıdan sipariş edilen sözde demokratik açılım, milletimizin huzurunu ve birlikte yaşama idealini zehirlemiş ve bölücülerin aradıkları ortamın inşa edilmesine yaramıştır.

Bugüne kadar kardeşlik bağlarımızın zayıflaması, millet bütünlüğümüzün zaafa uğraması, bölünmezliğimizin sakatlanması için AKP ile PKK adeta güç ve emel birliği yapmışlar ve yarışmışlardır.

Nerede Türk milletiyle hesabı olan varsa AKP'ye müracaat etmiş ve alacaklarını tahsil için sıraya girmiştir.

Nerede son yurdumuzdaki tarihi mevcudiyetimizden rahatsızlık duyan varsa AKP'ye koşmuş ve destek vermiştir.

Ve nerede Türkiye'nin yıkılmasını, parçalanmasını bekleyen hain niyetler varsa AKP'yle aynı karede buluşmuştur.

Bu kadrajın içinde;

  • BOP'un hazırlayıcıları ve ihale makamı vardır.
  • Haçlı seferlerinden beri sabırla bekleyen asırlık nefretlerin sahipleri vardır.
  • Kandil fitnesini koruyan ve kollayan peşmerge rezili vardır.

Şu tesadüfe bakın ki, Irak'ın kuzeyinden gelen peşmerge bugün el üstünde tutulmuş, köşklerde ağırlanmış ve tavsiyeleri dinlenmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanından Hükümet yetkilerine kadar herkes peşmergenin ağzına bakmıştır.

Başbakan Almanya ve Fransa seyahatleri esnasında Avrupalı dostlarına terör uyarısı yaparken ve verilen destekleri eleştirirken; kanlı çetenin bir numaralı hamisi ve himayecisi Türkiye'de ağırlanmış ve iltifat görmüştür.

Üstelik faili ve azmettiricisi olduğu bölücü terörle ilgili görüşler sarfetmiş ve basına mülakatlar vermiştir.

Bölücülüğün toplumsal dokuya yedirilmesi ve sindirilmesi için küstahça beyanatlar vermekten zerre kadar utanmamıştır.

Bu zilleti milletimizin kabul etmesi mümkün değildir.

Bu aşağılanmaya onay vermesi, sessiz durması söz konusu değildir.

Güç merkezlerinin küresel satranç tahtasında piyon olan bu çürümüş şahsiyetten, Türk milletinin duyacağı ve öğreneceği ne vardır ve ne olacaktır?

Başbakan Erdoğan Avrupa'daki müsebbiplerden önce başını ülkemizde konuk ettiği kirli simaya çevirmeli ve eğer birazcık milli onuru varsa yakasından tutmalıdır.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Peşmerge hepimizin bildiği görüş ya da fikirlerinde herhangi bir değişiklik olmadan kanlı elleri tutmaya devam eden zelil bir kişidir.

Dün ne söylüyorsa bugünde aynısını, hem de milletimizin gözünün içine baka baka devletin en yüksek makamlarında dile getiren şahsiyettir.

Geçmişte, terör konusunda askeri çözümlerin işe yaramadığını, silahla bir yere varılamayacağını, konunun barışçı yollardan çözülmesi gerektiğini, diyalog ve siyasi yollarla meselenin halledilmesini söyleyen Barzani bugünde aynı şeyi ifade etmektedir.

Kürt kökenli kardeşlerimizin doğal temsilcisi gibi görüşmeler yapan ve ayrımcılığı süslü sözlerle tevil eden bu garabetin, inisiyatif alarak meşru bir aktör haline geldiği ayan beyan ortadadır.

Hatta bugün bir adım daha ileri giden peşmerge reisinin PKK'nın Kandil'den sökülüp atılmasının çok zor olduğunu iddia etmesi ve bunu da son vatanımızda dile getirmesi yenilir yutulur türden değildir.

Bilinsin ki, Kandil'e her şart altında Türk bayrağını dikmek hükümetin şeref meselesi olup milletimizin de en haklı beklentisidir.

Terör çıkmazına saplanarak Türkiye'ye ihanet eden her kademedeki PKK militanları için tek bir çıkış yolu vardır:

Bu da;

  • Terör eylemlerine koşulsuz olarak derhal son vermek,
  • Silahlarıyla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak ve,
  • Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmektir.

Bunun dışındaki her yöntem, devletin teröre teslim olması ve teröristlerin önünde diz çökmesi anlamına gelecektir ve çok açık söylüyorum ki; makamı ve mevkii ne olursa olsun bunu yapmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Bütün bunlar olurken, AKP zihniyeti tutarsızlıkların, geri adımların ve geriye çarkların çekim alanından kurtulamamıştır.

Başbakan ve Cumhurbaşkanın dünkü sözleri ile, bugünkü duruş ve düşünceleri tam anlamıyla tezatlık arz etmektedir.

2007 yılının Şubat ayında peşmergenin Kürdistan'a alışın sözlerini “muhatap almıyorum” diyerek tepki gösteren dönemin Dışişleri Bakanı olan ve bugünde Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Sayın Gül'dür.

Barzani'yi kast ederek; “Ortadoğu'daki irrasyonel liderlik ve maksimalist hayalperestliğin halkların başını daima belaya soktuğunu” dile getiren Sayın Gül'dür.

Peşmergenin; “Türkler Kerkük'e girmeye kalkarsa, biz de Diyarbakır'a ve diğer şehirlere karışırız” ifadeleri karşısında; “Barzani'ye cevabı göreceksiniz” diyen ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı'na bunu şikâyet etme aczini gösteren de Sayın Abdullah Gül'den başkası değildir.

Elbette Başbakan Erdoğan'ın Erbil'de dostum, kardeşim diyerek sazlı sözlü sıra gecelerinde kucaklaştığı peşmergeye yönelik inişli çıkışlı görüşleri de hatırlarımızdadır.

“Sözlerinin altında ezilir, bedeli ağır olur, haddini aştı, cevabını alacak” açıklamaları bizzat Recep Tayyip Erdoğan'dan işitilmiştir.

Bugün ise peşmergenin Başbakan Erdoğan'la görüşlerinin çok yakın ve üstelik aynı düşünceleri paylaştığını ifade etmesi AKP açısından büyük bir mağlubiyet ve politikalarının iflasının göstergesidir.

Bir yanda PKK'yı kollayan, diğer yanda ise yıkım projesinin destekleyicisi haline gelen peşmerge kalıntısı AKP'yi tuzağına çekmiş ve böylelikle BOP Eşbaşkanı'nın maskesi düşmüştür.

Başbakan'ın ve AKP zihniyetinden üreyen şahsiyetlerin sürekli ricat eden tutumları ve duruşları Türk milletinin ulviyetiyle asla uyuşmamaktadır.

Barzani'yi abi mertebesine çıkaran zavallıların geleceğimiz adına sevineceğimiz ve umut edeceğimiz bir seviyeye bizi ulaştırması da artık imkânsızdır.

Barzani aynı duruyorken, AKP'nin tavizlerle perşmergeye boyun eğmesi büyük bir gerileme ve telafisi olmayan bir yarılmadır.

Şüphesiz Irak'ın kuzeyi, terör örgütünün eğitim ve lojistik merkezi ve Türkiye'ye karşı saldırı üssü olarak fesat yuvası halini almıştır.

Hala Kandil'in yıkılması ve tümüyle etkisiz hale getirilmesi için atılması gereken adımlarla ilgili mazeretler üretilmesi, bahanelere sığınılması tam anlamıyla vicdansızlık ve kayıtsızlık örneğidir.

Biz bunun için sürekli AKP'ye destek olduk, el uzattık ve arkasında duracağımızı ifade ettik.

Son bir ay içindeki açıklamalarımızla ve görüşlerimizle bu kapsamdaki çizgimizi hiç bozmadık.

Ama mesele Barzani'nin muhataplığına kadar geldiyse bundan sonra yapacak ve gösterecek tahammülümüz yoktur.

Bu kapsamda cevabını beklediğimiz sorularımız vardır ve Başbakan Erdoğan'ın bunlara karşılık vermesi siyasi namusunun bir icabı olacaktır:

  • Peşmerge reisi hangi senaryonun teşrifatçılığını ve kimler adına yapmaktadır?
  • PKK'nın koruyucusu olan bu şahısla neler görüşülmüş ve hangi sözler verilmiş ya da alınmıştır?
  • Barzani Türkiye'ye kimi temsilen ve neleri konuşmak üzere hangi sıfatla gelmiştir?
  • Buradaki görüşmelerine, kurduğu ilişki ağlarına neden ve nasıl bir gerekçeyle göz yumulmuştur?
  • PKK'nın kaçaklılık yoluyla finansman sağladığı biliniyorken ve bununla ilgili sorunlar ortada dururken; sınır ötesinden kaçak mal girişinin bir numaralı sorumlusuyla nasıl olurda bir araya gelinmiş ve masalara yüz sürülmüştür?
  • Peşmerge eğer bir ulaksa, kimlerin mesajını hangi maksatlarla getirmiştir?
  • Yapılan görüşme Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarıyla, Türk milletinin şerefiyle nasıl bağdaştırılmakta ve nasıl ilişkilendirilmektedir?

Başbakan Erdoğan bu sorularımıza cevap vermelidir.

İzanı ve insafı varsa doğruları konuşmalı ve milletimizi layıkıyla bilgilendirmelidir.

Şayet yine meseleyi karambola getirip işin içinden sıyrılacağını düşünüyorsa mutlaka yanıldığını görecek ve peşmergenin ortakçısı ve işbirlikçisi sıfatına sahip olmaktan kendisini kurtaramayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Türk milletinin huzur ve saadet pınarlarını kurutmak isteyen çevreler, ölüm saçan küstahlar bugün maalesef takdir görmekte ve övülmektedir.

Hainler gözdedir, yabancı hayranları ve milletimizin değerlerine tahammülsüz mihraklar köşe başlarını tutmuştur.

Yazarından sözde aydınına kadar herkes ittifak halinde milli hislerimizi köreltmek ve zulmü meşrulaştırmak için uğraş vermektedir.

Hala bölünmenin, ayrımcılığın ve etnik nifakın demokrasi ve özgürlük zannıyla propaganda edilmesinden hiçbir hukuk adamı ve yargı mensubu rahatsızlık duymamaktadır.

Yer ve konum elde etmiş PKK sözcüleri, bölücülüğün uzantıları, gazetelerde, dergilerde, ekranlarda, siyasette ve sivil toplum kuruluşlarında boy gösterenler ellerini kollarını sallayarak kinlerini kusmayı sürdürmektedir.

Başbakan'ın, terör oluşumu olan KCK'yı savunanları ve arkalayanları uyarması ise nafile ve geç kalmış bir yaklaşımdır.

Kaldı ki atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiştir.

Cumhuriyet'i savunmakla mükellef savcılar, yargıçlar bu kadar yıkım ve tahribata daha ne kadar sessiz ve duyarsız kalacaklardır?

Bu milletin izzet-i nefsini savunan milli ve yiğit bir hukuk adamı yok mudur?

Özel yetkili savcılar nerededir? Ne işle meşguldürler?

Telefon dinlemelerinden, şüphelerden iddianameler hazırlayanlar; bölücülük ve ayrımcılık suçunun sübut bulmasına rağmen neden hareketsiz kalmaktadırlar?

Bu devran daha nereye kadar gidecek, yapılanların yapanların yanına kar kalması daha ne zamana kadar sürecektir?

Milletin vekillerini içeride tutanlar, milleti parçalamayı hedefine alan hainlere daha ne kadar seyirci kalacaktır?

Cumhuriyet'in asil ve yılmaz savunucuları nerededir?

Artık iş öyle bir aşamaya gelmiştir ki; Türkiye'nin en etkili isimleriyle ilgili liste tanzim etme cüretini kendinde görenler otuz bin kişinin katilini dahi ilk ona alabilmektedir.

Üstelik bunu cinayetlerin emrini vermesinden dolayı olduğunu itiraf etmişlerdir.

İnsan öldürenlerin etkili bir isim olarak pozitif bir içerikle kamuoyuna pazarlanması milletimizin unutamayacağı bir ayıp ve kendini bilmezlik olmuştur.

Bu şekliyle etkili bir kişi olabilmenin yolu cinayetten mi geçmektedir?

Türk milletinin her döneminde beddualarla anılacak olanları bu biçimde gündeme getirmek aynı zamanda kötü bir emsal teşkil edecek ve buna özendirecektir.

Türk basınının önemli kalemlerinin bu niyetlerini ve takip ettikleri amaçlarını anlamak mümkün olmamıştır.

Esasen bu listenin eksiği vardır, ama fazlası yoktur.

İlk ona şimdilik giremeseler de; yedekten üst sıraları zorlayanlar hepimizce malumdur.

Bir zamanlar İmralı canisinin top oynarken resmini çeken, mülakat yapabilmek için kuyruğa giren, sırnaşan, bunu da özgür basın adına yapan, bugün de ceviz ağaçlarının altında sözde barışı konuşan, PKK yardakçılığında zihinlerde mahkûm olan ve peşmergeyle konuşabilmek için fırsat kollayanlar etkili on isim listesinin yedek isimleri olmayı hak etmişlerdir.

Türkiye'yi kötürüm bırakma, uçuruma götürme ve vatanın bağımsızlığını sekteye uğratma konusunda en etkili kişiler bizce malumdur.

Ancak bunlar bizim için etkili ya da yetkili değil; kötü adamlardır ve sayıları da hızla artmaktadır.

Bunlar işgal yılları İstanbul'unda yaşasalardı yabancı komiserlerin dayatma ve azarlamalarına kesinlikle boyun eğerlerdi.

Bunlar Anadolu'daki bağımsızlık ateşini söndürmek için ellerinden geleni yaparlardı.

Yabancıların manda ve himayesini talep ederler, bunu da seve seve yerine getirirlerdi.

Ali Kemal'le, Refi Cevat'le ve Damat Ferit'le aynı kaptan yerler ve aynı fitnenin savunucusu olurlardı.

Unutmayalım ki, 1919'lu yılların en etkili simaları, Osmanlı'yı yakan, teslim bayrağını çeken ve esaret prangasını kendi elleriyle ayaklarına geçirenlerdir.

Biz, sonu ne olursa olsun, bugünkü zaman diliminde verilen tavizleri reddetmeye, alçalmayı hazmedenlerin yakasından tutmaya ve milletimizin hak ve hukukunu savunmaya devam edeceğiz.

Sırf bizi, bu özelliklerimizden dolayı suçlarlarsa önce onlara gülüp geçeceğiz, sonra da eninde sonunda Allah'ın izniyle yaptıklarını ödeteceğiz.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye yeni bir anayasa yapımının arifesindedir.

Parti olarak bizim bu konudaki görüşlerimiz ve kırmızı çizgilerimiz ise gayet nettir.

Özellikle terörle mücadeleyi yeni anayasayla ilişkilendirilenler ve sözde barışın ancak bu sayede geleceğini sananlar büyük bir yanılgı ve hata içindedir.

Meselenin düşündürücü tarafı ise ekranlarda boy gösterenlerin anayasayı konuşuyorken birden bire konuyu terörle aynı kefeye koymalarıdır.

Bu kabul edilemez handikabın iyi niyetten kaynaklandığını söylemek için aşırı derecede saf olmak gerekecektir.

Öncelikle üzerinde dikkatlice durulması gereken soru şu olmalıdır:

Anayasayı milletimizin birlikte ve kardeş yaşadığı, bin yıllık hukuku güçlendiren temeller üzerine mi oturtacağız? Yoksa bölücülüğü ve etnik kimlikleri meşrulaştıran bir yol haritası olarak mı değerlendireceğiz?

Terörle mücadelenin anayasa kapsamında ele alınması her şeyden evvel, kafalarda gizli gündemlerin varlığına işaret edecektir.

Bu durum karşısında bizim muhataplarımızı ve ilgili tarafları açıkça ikaz etmek en belirgin vazifemiz olacaktır.

Fırsattan istifade ederek biraz terör biraz tavizle sürecin hedefine ulaşması düşünülüyorsa herkes yanıldığını mutlaka bir gün anlayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi gelişmeleri hassasiyetle takip etmektedir ve ilkelerinden ödün koparmayı aklından geçirenlerin her girişimini karşılamaya hazırdır.

Türk milletinin birliğini, kardeşlik bağlarını, bin yıllık derin ideali yaşamayı ve savunmayı her şart altında ısrarla sürdüreceğiz.

Anayasayı gerekçe yaparak, bölücülüğü aklamaya yeltenenler ve masumlaştırmayı düşünenler muhakkak başaramayacaklardır.

Konuşmama son vermeden önce diyeceklerim kısaca şunlardır:

İzmir Türkiye'nin 81 vilayetinden gelen vatandaşlarımıza kucak açmış, bu kardeşlerine yurt olmuştur.

Anadolu topraklarında bin yıldır beraber yaşayan insanlarımız kaynaşmışlar ve eşsiz bir kardeşlik hukuku ve kültürü geliştirmişlerdir.

Türkiye'nin her bölgesinden gelen kıymetli vatandaşlarımız, bugün İzmir'de kardeşlik temelli hemşehrilik hukuku içinde bir arada yaşamaktadır.

İzmirli Erzurumlular, İzmirli Mardinliler, İzmirli Diyarbakırlılar, İzmirli Konyalılar İzmir'de buluşmuş, büyük Türk Milleti'nin güzide evlatları olmuşlardır.

Bu tarihi irade, gerilimden beslenen kaos aktörlerinin yolumuza döşediği kavga ve çatışma tuzaklarına kapılmadan hızla mesafe alacak ve dosdoğru ilerleyecektir.

Millet aşkıyla, vatan sevgisiyle dolu Türkiye sevdalısı yürekler hiçbir ayrımcılığa prim ve geçit vermeden, tüm asaletiyle vakarını muhafaza edecekler ve bugün burada kanıtladıkları kardeşliğin seslenişiyle herkesi kucaklayacaklardır.

Zira; Herkes Eşittir Türkiye'dir.

Unutmayın ki bizim ilham kaynağımız İzmir'de ilk kurşunu atan Hasan Tahsin'dir.

Bizim pusulamız İzmir'e ilk giren ve yaralı haliyle bayrak asan Yüzbaşı Şerafettin'dir.

Biz Yörük Ali Efe'nin varisleriyiz.

Biz Mustafa Kemal'in emanetini yaşatma konusunda yeminliyiz.

Kardeşlik bağlarının çözülmemesi, yıpranmaması ve kopmaması için azimliyiz.

9 Eylül 1922'den itibaren Belkahve'den şanlı bayrağımızın dalgalandığı İzmir mutlaka mukadderata sahip çıkacaktır.

Ne Mutlu Türküm kutlu seslenişi sizler var olduğu sürece semalarımızda çınlayacak ve hainlerin kulaklarını sağır edecektir.

Bu sözlerle, konuşmama son verirken hepinizin bayramını bir kez daha kutluyor, sevgi ve saygılarımı sunuyor, hepinizi Cenab-ı Allah'a emanet ediyorum.

Sağ olun var olun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.