Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Değerli Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Geride kalan hafta içinde, ülke ve dünya gündeminde önemli olaylar vuku bulmuş ve hassasiyetle ele alınması gereken gelişmeler yaşanmıştır. Gerek yakın coğrafyaların, gerekse de komşu ülkelerin içine düştükleri travmalar, alaboralar her açıdan mühim hadiselere kapı aralamıştır. Akdeniz kıyı şeridi boyunca ekonomik ve toplumsal gelgitler siyasal yönetimleri sarsmış ve iktidarların dayandığı temelleri peşi sıra aşındırarak istifa rüzgârlarına ivme vermiştir. Hem ülkemizdeki, hem de içinde bulunduğumuz geniş coğrafyadaki gerilimler ve kaygı verici süreç birçok şeyin habercisi olması bakımından son derece kayda değerdir. Elbette deprem felaketi, etnik bölücülüğün şirret eylemleri ve ekonomideki belirsizlikler kendi içimizde üzerinde kafa yormamız gereken bazı sorun alanları olarak dikkat çekicidir. Bu biriken ve değerlendirme yapmamızı gerektiren konu başlıklarından önce geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdiğimiz bazı siyasi çalışmalar ve ziyaretler hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli Arkadaşlarım, 29 Mart Mahalli İdareler Seçimleriyle birlikte, partimizin sorumluluğu altına giren belediyelerimizin çalışmalarını yerinde görmek ve hayata geçirdikleri icraatlarını yöre insanımızla buluşturmak için sürekli bir faaliyet içindeyiz. En son olarak Manisa ve Demirci Belediyelerimizin büyük bir özveri ve çabayla yaptırdıkları hizmetlerin kurdelesini kestik, açılışlarını yaptık. MHP’li belediyelerin başarılı çalışmalarına mahallinde şahit olduk ve Manisalı kardeşlerime kazandırılan eserlerle iftihar ettik. Vatandaşlarımızla kucaklaştık, özlem giderdik ve dertlerini dinledik. Mesajlarımızı ve düşüncelerimizi ilettik. Bununla birlikte yaklaşık 1,5 aylık zaman diliminde; Osmaniye, Niksar, Isparta, Erdemli ve Balıkesir Belediyelerimizin açılış ve temel atma törenlerine iştirak ederek partimizi temsil eden belediye başkanlarımızın gurur duyulacak faaliyetlerine ve gayretlerine vakıf olduk. Gördüğüm kadarıyla ve aldığım bilgiler çerçevesinde diyebilirim ki; MHP’li belediyeler yerel yönetimlerde bir marka olmuş ve partimize gönül veren insanımızı hiç yüz üstü bırakmamıştır. Dürüstlüğün ve çalışkanlığın nasıl olacağını iş ve işlemleriyle ortaya koymuşlardır. Vatandaşlarımızla bütünleşen, kapılarını herkese açan, partizanlığın kör kuyularına düşmeyen ve adımlarını devamlı olarak yüksek bir sorumluluk duygusuyla atan MHP’li belediyeler bizlerin haklı övünç kaynakları olmuşlardır. Birkaç gün önce de Manisa ve Demirci belediyelerimizde bunları bir kez daha gördük ve yaşadık. Bu kapsamda Manisalı kardeşlerimin istifadesine sunulan belediye eserlerinin açılışını yapmaktan büyük bir bahtiyarlık duydum. Özellikle Manisa Belediye Başkanımızın, bu güzel ilimizi mamur bir hale getirmek, geliştirmek ve güzelleştirmek için nasıl canla başla ve iyi niyetle çalıştığını memnuniyetle müşahede ettim. Açılışını yaptığımız hizmetlerdeki alın teri, göz nuru ve emek her yönüyle ortadadır. Hükümetin çok konuşan ve gözünden yaşları hiç eksik olmayan bir bakanının; belediyemizin üç yılda yaptığı hizmetleri küçümseyen, önemsizleştiren tavırları şüphesiz Manisalı kardeşlerim nezdinde itibar görmeyecektir. Bizim ziyaretimizden hemen sonra apar topar Manisa’ya gelerek gıybet ve bühtanda ne kadar maharet sahibi bir şahsiyet olduğunu ispat eden bu siyaset meddahı, Manisa Belediyemizle değil; Deniz Feneri’nin sebep olduğu yolsuzluk batağıyla uğraşması kendisi açısından gayet yerinde olacaktır. Kim ne derse desin, nasıl bir tezvirata tevessül ederse etsin; çok şükür Manisa engellerinden kurtulmakta, üzerindeki tortular sökülmekte, kilitleri teker teker açılmaktadır. Belediyemizin girişimleriyle, Manisa’nın havası ve görünüşü değişmektedir. Yolları, caddeleri, sokak araları değerli dava arkadaşlarımın müdahalesiyle hak ettiği seviyeye ve gıptayla bakılacak bir duruma gelmektedir. Şüphesiz Demirci için de aynı şeyleri söylememiz mümkündür. Pırıl pırıl sokaklarıyla, düzenli alt yapısıyla ve helal hizmetlerle, huzurlu ve güzide bir ilçemiz haline gelen Demirci’nin bu hali bizi fazlasıyla sevindirmiştir. Vatandaşımızı merkezine alan, mesai mefhumuna takılmayan ve belediyecilik vizyonumuzu layıkıyla sahiplenmiş değerli belediye başkanlarımızla iftihar ediyorum. Kendilerini bir kez daha kutluyor, görevlerinde üstün başarılar diliyorum. Başbakan’ın; onbirinci ayın onbirinde ülkemizin dört bir tarafında gerçekleştirdiği sanal yüzonbir tesisin açılış sayısına ulaşılmadıysa da, belediyelerimizin gerçekçi, ayakları yere basan ve umut tacirliğine prim vermeyen çalışmaları bizim için onur vesilesi olmuştur. Hızını alamayan bazı AKP’li bakanların, tıpkı Başbakanları gibi, oturdukları yerden açılışlara devam edecekleri ve sırada da 98 tesisin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başbakan Erdoğan ve arkadaşları;
Geçmişte banker Kastelli’nin nasıl foyası döküldüyse, gelecekte de AKP’nin maskesi öyle düşecek ve fiyaskolar haysiyet kırıcı biçimde AKP’nin alnına yapışacaktır. Bunlar olurken, biz yolumuza inanç ve ısrarla devam edeceğiz, milletimize hizmet götürme sevdamızdan ve kararlığımızdan asla ödün vermeyeceğiz. İnanıyorum ki, aziz milletimiz samimi, dürüst, türlü zorlukları aşarak gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımıza duyarsız kalmayacak; üstelik ne AKP’nin yalanlarına kanacak ne de bunu sineye çekecektir. Muhterem Arkadaşlarım, Üzülerek söylemeliyim ki, belediyelerimiz bu kadar olumlu manzaraya rağmen imkânsızlıklarla ve iktidar baskıyla cebelleşerek ayakta durmaktadır. Milletimizin himaye ve desteğiyle belediye yönetimlerine gelen arkadaşlarımız güçlüklerle sindirilmeye, caydırılmaya ve vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Harama fırsat vermeyen, kötü niyetlilere göz açtırmayan, millete hizmetkâr olmak için çırpınan MHP’li belediyeler maalesef AKP’nin hücumuna uğramaktadır. Takdir edersiniz ki bu tablo Türk milletinin tercihine, kararına açıkça saygısızlık ve hakarettir. Zannedersiniz ki, Türkiye AKP tarafından işgal edilmiş ve bundan dolayı AKP dışındaki her kesim düşman muamelesine tabi tutulmuştur. Nitekim;
Bundan dolayı partili belediyelerimiz zulüm ve iftira oklarının hedefindedir. Ismarlama şikâyetlerin, mesnetsiz ihbarların, hayali suç isnatlarının ve uydurma iddiaların odağındadır. Belediyelerimiz ilerledikçe; düzmece raporlar tanzim eden işbirlikçi, tetikçi ve köhnemiş AKP müfettişleri iftiralarla karşılarına çıkmaktadır. Organize suç teşekkülü varmış gibi belediyelerimize baskınlar düzenlenmekte, gözaltılar ve tutuklamalar hayâsızca yapılmaktadır. Çelişkiye bakınız ki; AKP, kendi yönetimi altında bulunan ve yolsuzluk çukuruna düşmüş belediyeleri görmezden gelirken hiç vicdanı dahi sızlamamaktadır. AKP Hükümeti her şeyden önce;
Hükümet çirkefliklerle bezenmiş, ahlaksızlıklarla süslenmiş haramzade niteliğine aldırış etmeden sıra partimizi töhmet altında bırakmaya geldiğinde inanılmaz bir heves ve iştahla pervasızlaşmakta ve gözü kararmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın yanaşmalarını, yakınlarını ve yandaşlarını koruyan yönetimi, MHP’nin duruşuna, varlığına ve elde ettiği başarılara küstahça tahammülsüzdür. Gözler kör, kulaklar sağır ve sezgiler kurumuştur. Başbakan bu yolla sonuç alacaklarını hesap etmekte ve demokratik kültürü baltalamaktan da geri durmamaktadır. Belediyelerimizin, mali hakları gasp edilmekte, en tabii ve zorunlu ihtiyaçları karşılanmamaktadır. İş makineleri, itfaiye araçları gibi temini gerekli ve acil olan talepler hiç ciddiye alınmamakta ve bir sonuca ulaşmamaktadır. AKP Hükümeti, MHP’li belediyelere ayrımcılığın, tarafgirliğin en acımasız salvolarıyla saldırmaktadır. Partimizi mahalli idarelerde küçük düşürmek, başarısız göstermek ve yetersiz bırakmak için AKP olmadık komplolara, tuzaklara ve eziyetlere başvurmaktadır. Şayet bu yollarla, partimizin ve belediyelerimizin milletimizin gözünden düşeceği ve gönlünden ineceği düşünülüyorsa; AKP, gün gelecek yanıldığını bedel ödeyerek ve pişmanlıklar içinde inşallah görecektir. Çamur atarak yakalarındaki usulsüzlük ve hırsızlık kirinden arınacaklarını hesap eden hükümet etme zihniyetinin, kendi dışındaki herkese yönelik bu sistematik mezalimi elbet cevapsız kalmayacak ve bırakılmayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin mahalli idarelerden merkezi iktidara adım adım giden yolculuğuna mani olmayan çalışan AKP; korsanlığının ve kural tanımaz kurnazlığının ağır sonuçlarına mutlaka katlanmak zorunda kalacaktır. İnancımız, dileğimiz ve beklentimiz bu yöndedir. Değerli Milletvekilleri, Türkiye üç haftadır Van’daki felaket zincirini ve acı verici doğal afetleri konuşmaktadır. İlk önce 23 Ekim’de meydana gelen 7,2 şiddetindeki birinci Van depremi 604 vatandaşımızı maalesef aramızdan almıştır. İlave olarak ise 9 Kasım tarihinde 5,6’lık bir büyüklükte oluşan ikinci Van depremi de, şimdiye kadar açıklanan rakam doğrultusunda söyleyecek olursak, 40 vatandaşımızın hayatına mal olmuştur. Buna göre Van afeti 644 vatandaşımızın vefatına neden olmuştur. Kamuoyuna yansıyan bilgilerden; sayıları üçbine ulaşan ev yıkılmış, otuz bine yaklaşan ev ise oturulamaz hale gelmiştir. Deprem ne hazindir ki, Van’ı silindir gibi ezip geçmiş, beton bloklar umutları toprak altında bırakmıştır. Van hakikaten ağlamakta, feryatlar şu kış günlerinde daha da dayanılmaz hale gelmektedir. Bir gerçeğin altını kalın olarak çizmek lazımdır: Van’da meydana gelen deprem afeti AKP’nin başarısızlığını ve yetersizliğini bir kez daha tescil etmiştir. Özellikle ikinci Van depremi affedilemez ihmal ve aymazlıklar neticesinde canımızı yakmış ve 40 kardeşimizi bizden koparmıştır. Felaketin başından beri yanlış teşhisler, isabetsiz yorumlar, enkaz üzerinde yapılan siyasi gösteriler, kafa karışıklıkları, siyasal propaganda arayışları depremin faturasını ağırlaştırmıştır. AKP Van ile Erciş arasında erimiş ve makyajı akmıştır. Dünyanın yardımına koşma iddiasında bulunarak milletimizin aklıyla ve zekasıyla alay eden AKP; bırakın bunu Erciş’in, Van’ın elinden dahi tutmakta zorluk çekmiştir. Başbakan Erdoğan; sırf güçlü görünmek ve daha önceden sarfettiği boyundan büyük lafların altında kalmamak için uluslararası yardımları başta reddetmiş ve ama sonra hepsine rıza göstermek zorunda kalmıştır. Mantık ve hareket noktası; AKP’nin alan değil, veren el olduğu safsatasıdır. Bu itibarla, deprem altında kalan kardeşlerimize ilk önce kendi imkânlarıyla ulaşmak esas olacaktır. Çocuklar, analar, babalar acılar içinde kıvranırken, AKP ne yapabileceğini test etmeye ve gücünü sınamaya kalkışmıştır. 188 evladımız yetim kalırken, Başbakan Erdoğan estirdiği yalan rüzgârlarıyla afetin ucundan tutmak isteyenleri geciktirmiştir. Öyle ki, yıkım koordinatörü Başbakan Yardımcısı Van’daki göçükleri kaldırmak, yıkıntı altında kalanları kurtarmak, enkazda çırpınanlara el uzatmak için gelen arama kurtarma ekiplerinin; kendi potansiyelimizi görmek amacıyla bekletildiğini yüzü kızarmadan itiraf etmiştir. Şimdi bu bakan ömrü boyunca bu utancı nasıl taşıyacaktır? Milli birliğimizin yıkılması ve dağılması yönündeki koordinasyon görevini etkili bir şekilde üstlenen bu şahıs, deprem yıkımından sonraki günahlarını nasıl affettirecektir? Bu sözlerin kendisinin ve genel başkanının peşini bırakmayacağını hiç aklına getirmiş midir? Vatandaşlarımız can derdindeyken, AKP kendini deneme derdine düşmüş; büyük bir acımasızlığın ve zalimliğin pençe darbeleriyle yürekleri dağlamıştır. 23 Ekimdeki birinci Van depreminden sonra AKP’nin dağınık, dengesiz, düzensiz ve dejenere olmuş siyasi tutumu Van’ı daha zora sokmuştur. Van’da bulunmak ve enkaz üzerinde gezmekle meselelerin çözüleceğini sanan AKP garabeti, her gelişmeyi, her olayı ve her konuyu siyasi malzeme haline getirmekten çekinmemiştir. Birbiri ardına yapılan çelişkili açıklamalar ve ekranların karşısında sırayla çıkarak depremi siyasal çıkara dönüştürme arayışında olan AKP temsilcileri depremin yarasını daha da kanatmıştır. AKP’li bakanlar, Van’dan naklen yayınlarla bakanlıklarının ve Başbakanlarının takdimini yaparken, ikinci Van depreminin tüm şartları oluşmuş ve 5,6’lık bir sarsıntıyla bir kez daha Van’da gönüller zindana dönüşmüştür. AKP’nin kendini anlatma ve ön alma hezeyanları, birinci Van depreminden sonra hasarlı ve yorulmuş binaların tespitini geciktirmiş, adeta katliam gibi bir felaket vasat bulmuştur. Üstelik Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın; “Büyük depremin olduğu yerde bir daha deprem olmaz. Van ve Erciş en güvenilir bölgedir. Az hasarlı binalara girilebilir.” tavsiyesi öngörüsüzlüğün, riskleri fark edemeyen bir şuursuzluğun bastırılamayan misalidir. Van Valisi’nin ‘evlere girin’ çağrısı da aynı minvalde değerlendirilmelidir. Buradan sormak lazımdır ki; Yöre insanımızı evlerine girmeye davet eden AKP zihniyeti, 9 Kasım’da meydana gelen yıkımın ve toprak altında kalarak can veren kardeşlerimizin hesabını nasıl ve hangi gerekçelere sığınarak vermeyi düşünmektedir? Hala depremi siyasi menfaate çevirme uğraşında olan Başbakan Erdoğan; hasarlı binalara girerek hayatlarını toprak ve beton yığınlarının altında bırakan vatandaşlarımızın vicdani sorumluluğunu nasıl taşıyacaktır? Bayram Oteli’nin çatlayan, yarılan ve yıpranan duvarları, kolonları ve yapısı biliniyorken, hangi akla hizmetle buradaki konaklamalara müsaade edilmiş ve sessiz kalınmıştır? Görev yeri olan Hakkâri’ye helikopterle nakledilmek üzere gittiği Van’da, ikamet ettiği Bayram Oteli’nde enkaz altında kalarak erkenden hayata veda eden TSK mensubu Afşin Kürşat Güler’in vebali kimin üzerine olacaktır? Yalnızca görevlerini yapmak maksadıyla bölgeye gelen, ama deprem çöküntüsünün altında kalan Doğan Haber Ajansının değerli temsilcileri Sebahattin Yılmaz ile Cem Emir’in ve Japonya’dan gelen yardım gönüllülerinin hesabını kimler verecektir? Açıktır ki, özellikle ikinci Van depremi bir cinayettir ve bunun faili de hiç şüpheniz olmasın ki Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Önlem almayan, hasarlı binaları görmezden gelen, yardımları ve çalışmaları bir sisteme sokamadığından kaosa ortam hazırlayan tartışmasız AKP Hükümeti’dir. Buradan depremde vefat eden tüm kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Değerli arkadaşlarım, deprem felaketine aldırmadan, hükümet üyesi bakanlar ekranların karşısında dizilerek sözde faaliyetlerini anlatmışlar ve Van’ı sanki açık hava tiyatrosuna çevirmişlerdir. Ne var ki AKP kendini pazarlarken vatandaşlarımız can derdine düşmüştür. Başbakan Erdoğan’ın ikinci depremde yıkılan binaların sorumlularını affetmeyeceklerini dile getirmesi ve yasal sürecin başlayacağını duyurması hala yanlışın başka yerlerde arandığını işaret etmektedir. Özellikle yıkılan otellerle ilgili oturabilir raporu verenleri kafaya takan Başbakan; eğer asıl sorumluyu görmek isterse, en yakınında bulunan boy aynasına bakması yeterli olacaktır. Madem Başbakan Erdoğan müsebbiplerin yakasından tutmaya bu kadar meraklı ve görünürde isteklidir; o zaman hemen harekete geçip kendi bakanlarından ve Van Valisinden işe koyulmasına herhangi bir mani olmayacaktır. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, İkinci Van felaketine AKP’nin sorumsuzluğu, ihmali ve gafleti eşliğinde gelinmiştir. Esasında bunun farkında olan hükümet polemiklerle, klişe sözlerle, temelsiz vaatlerle görüntüyü kurtarmaya çalışmaktadır. Çadır eksiklikleri hala devam etmekte, kışın tüm baskısı ve dayanılmazlığı insanımızı çepeçevre kuşatmaktadır. Kaldı ki depremle sarsılan diğer vatan köşelerinin bile sorunları hala çözülememiştir. Bu yılın Mayıs ayında Simav’da baş gösteren doğal afetlerle ilgili henüz kalıcı tedbirler alınamamış ve endişeler ortadan kaldırılamamıştır. Başbakan Erdoğan ise uçuk ve çapsız beyanlarla vakit öldürmekte, Van’ı kaderiyle baş başa bırakmakta bir beis görmemektedir. Deprem üzerinden rant sağlanmaması gerektiğini söyleyerek muhalefet partilerini zan altında bırakan Başbakan, anlaşıldığı kadarıyla doğruların konuşulmasını, eksikliklerin görülmesini istememektedir. Sıkıştığı ve bunaldığı her konunun siyasete konu edilmemesini dile getiren bu şahsiyetin; aslında istediği tek şey kimsenin sorunlar üzerinden yorum yapmaması ve AKP’yi eleştirmemesidir. İstiyor ki hükümet, tüm hatalarına rağmen alkışlansın, takdir görsün, desteklensin ve gerçekler işitilmesin. Başbakan’ın hezeyanları Erciş’deki konuşmasında bir kez daha görülmüş ve açığa çıkmıştır. Gelecek yılın Ağustos ayına kadar kalıcı konutların yapılamayacağını itiraf eden Başbakan deyim yerindeyse, bu aya kadar ellerinden bir şey gelmeyeceğini ilan etmiştir. Oysaki depremden sağ kurtulanlar, enkazdan çıkanlar soğukla girdikleri mücadeleyi kaybetmeye başlamışlardır. Bebekler, çocuklar ve güçsüzler hayata tutunmakta gün geçtikçe zorlanmakta, perişanlık diz boyu çoğalmaktadır. AKP’li yöneticiler için ise bir sorun ve mesele yoktur. Başbakan Erdoğan; Van’ın yarasını sarmakta geciktikçe ve atalet gösterdikçe bahaneler üretmekte ve saldırganlığını artırmaktadır. Ve elbette kendisinin ve AKP’li yöneticilerin sıcak ve emniyetli konutlarda ahkâm kesmesinde de bir sakınca görmemektedir. Hali hazırda bölgede bulunan hükümet üyelerinin, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin, Ankara’dan giden bürokratların nerelerde kaldığı ve ikametgâh olarak neleri kullandığı hususu bizim aklımıza en çok takılan bir muammadır. Çadırda kalmaya meraklı ve ‘sarayda oturuyorsunuz’ diyerek felaketzede kardeşlerimize istihzayla yaklaşan AKP’nin bir bakanı gerçekten de bu niyetinde samimiyse, vatandaşlarımızla aynı kaderi paylaşacak iradeyi ahlaken göstermekten kaçınmamalıdır. Vanlı kardeşlerimizin dermanı ve takati tükenmişken, fütursuzca gelecek yılın Ağustos ayına kadar dayanmalarının tavsiye edilmesi kabulü mümkün olmayan bir vicdansızlık örneğidir. Van’a müjde olarak sunulan vaatlerin de kısa vadede hiçbir yaraya merhem olması söz konusu değildir. Vatandaşlarımız kara kışa karşı çadır kentlerde hayat mücadelesi verirken sorarım sizlere; √ Esnafa faizsiz kredi vermenin, √ Van’ın büyükşehir olmasının, √ Borçları ertelemenin, √ Meblağı küçük paranın maaş olarak hak sahiplerine ödenmesinin ne gibi yararları olacaktır? Vanlı kardeşlerim çileye ram olmuşken, Başbakan’ın kendisini ve yaptıklarını miting havası içinde sıralaması bir siyasetçinin içine düşebileceği en büyük şuursuzluk ve densizlik girdabıdır. One minute’den sonra, gösterime ‘one man şovu’ sokulmuş; AKP’li bakanlar, kamu görevlileri vatandaşımıza el uzatılması gerekirken, AKP’nin yıkıntıların altında kalan inandırıcılığını kurtarmaya soyunmuşlardır. Bu manzara siyasi ilkelliğin ve izansızlığın zirve noktasıdır. Utanmasızlığın eseri, çatırdayan AKP kalıntısının yerlere serilen saygınlığıdır. Başbakan Erdoğan’ın çalımı, süslü sözleri ve kibri gerçek niyet ve duruşunu gizlemeyecek kadar zedelenmiş ve çürümüştür Çocuklara harçlık vererek kendisini rahatlatmaya, ‘palavracı değilim’ diyerek depremden yara alan itibarını kurtarmaya çabalaması da nafiledir ve asla bir sonuç doğurmayacaktır. Bu itibarla Van depremi Başbakan ve hükümetinin aczini ve yetersizliğini tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Diğer taraftan; Erciş’in il olmasına anlamsız ve boş sözlerle karşı çıkan Başbakan bilmelidir ki, palavracılık ve kandırma kendi kartvizitindeki sıfatlardan yalnızca bazılarıdır. Partimiz bu güzide ilçemizin il olmasını istediğinden dolayı bu konuyla ilgili gerekli girişimleri de Meclis zemininde gönül huzuruyla başlatmıştır. Başbakan kaçmamalı, meseleyi yokuşa sürmemeli ve kayıtsızlık göstermemelidir. Hükümet, Van’a siyasi kaygılardan uzak, çıkar hesaplarından arınmış bir şekilde yaklaşmalı ve Türk milletinin sıcaklığı ve şefkatiyle Van’ı çevrelemeli ve burayı kış aylarının insafına terk etmemelidir. Vatandaşımızın hakkını karşılıksız vermeli, Vanlı kardeşlerimizi toplu konut yapacağız diyerek yeni yüklerin ve borçların altına sokmamalıdır. AKP’li bakanlar medya ikonu gibi davranmaktan, ekranlarda sırayla görünerek uydurma sözlerle vakit geçirmekten ve işleri savsaklamaktan artık bir an önce vazgeçmelidirler. Geçici barınağı, meskeni olmayan hiçbir Vanlı kardeşim bırakılmamalı ve çaresizlik içinde uzanan her el kesinlikle tutulmalı ve Van’a sahip çıkılmalıdır. Başbakan Erdoğan, şimdiden Cumhurbaşkanlığı hesaplarıyla kafasını meşgul etmemeli ve millet iradesini layıkıyla temsil etmediği takdirde milli vicdanlarda eninde sonunda mahkûm olacağını unutmamalıdır. Değerli Arkadaşlarım, Ülkemiz siyasal, sosyal ve ekonomik türbülansın ve karışıklığın üst düzeyde yaşandığı geniş bir coğrafyanın her yönüyle içindedir ve bir parçasıdır. Komşu ülkelerdeki ve yakın coğrafyalarımızdaki gelişmeler bu tespitimizi doğrulayan örneklerle doludur. Bir önceki yılın Aralık ayında Tunus’ta başlayan istikrarsızlık dalgası büyüyerek serpilmiş ve birçok önemli sonuca sebebiyet vermiştir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yönetimler devrilmiş, Batı imali diktatörler yine Batı’nın yeni konsepti çerçevesinde yerlerinden olmuşlardır. Tunus’ta Bin Ali kaçarak hayatını kurtarmış, Mısır’da Hüsnü Mübarek tasfiye ve hapsedilerek teslim olmuş ve Libya’da Kaddafi vahşice katledilmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi bugüne kadar kusursuz bir şekilde işlemiş ve mesafe almıştır. Şimdi ise sıraya Suriye geçmiş ve hedef olarak Esad yönetimi belirlenmiştir. Başbakan Erdoğan’ın kardeşi, dostu olarak, çok değil daha bir yıl önce el üstünde tutulan Esad, bugünlerde AKP’nin hasmı olmuş ve düşmanlıkla tanımlanır hale gelmiştir. BOP Eşbaşkanı Erdoğan, küresel güç merkezlerinin kendisine verdiği görevleri harfiyen yerine getirirken ahde vefa, hatır ve gönül gibi manevi ve insani değerleri ihlal etmiştir. Başbakan önce Hüsnü Mübarek’i hedefine almış, arakasından elinden insan hakları ödülü aldığı Kaddafi’ye hücum etmiş ve sonra da Esad’ı tenkit etmeye başlamıştır. Kimi dost ya da kardeş olarak ilan ettiyse sırtından hançerlemiş ve Batılı çevrelerin taşeronu ve yüklenicisi gibi davranmaktan uzak durmamıştır. Çadırlarında diz dize oturduğu Kaddafi’yi en ağır eleştiren, ziyaretlerle göklere çıkardığı Mübarek’e ayrılması için mesaj veren, ortak bakanlar kurulu toplantılarıyla vizeleri kaldırdığı kardeşi Esad’ı ‘bıçak kemiğe dayandı’ sözleriyle kurşun gibi vuran tabiidir ki BOP Eşbaşkanı Erdoğan olmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla Başbakan Erdoğan küresel bir senaryonun figüranı, kanlı bir oyunun ve planın ileri karakolu olmayı benimsemiş ve içselleştirmiştir. Başbakan’a yaklaşan, dokunan ve dostu olan kim varsa bir zaman sonra sonu gelmiş ve koltuğundan düşmüştür. Bu gelişmeler çevresinde Suriye ile gerilen ilişkiler vahim bir sürece doğru hızla ilerlemektedir. 22üyeli Arap Birliği’nin 18 üyesinin oyuyla aldığı Suriye’ye yönelik ikaz ve yaptırım kararlarından sonra; şerefli bayrağımızın bu ülkede yakılması, dış misyonlarımızın saldırıya uğraması ve Atatürk posterlerinin yırtılması nasıl bir aşamaya geldiğimiz konusunda hepimize bir fikir verebilecektir. Ne acı ve talihsiz bir vakıadır ki; milletimizin şeref, namus ve bağımsızlık sembolü olan Türk bayrağı, AKP’yle birlikte içte de dışta da yakılmakta, dalgalandığı yerden kirli ve alçak ellerce indirilmektedir. Önüne gelen bayrağımıza el uzatmakta, yerlere çalmaktadır. Öncelikle diyebilirim ki, Suriye’deki taşkınlıklar ve olaylar neticesinde bayrağımıza el uzatan şerefsizlerin bu cüretleri yanlarına bırakılmamalıdır. Suriye yönetimi Türk milletinin haysiyetiyle ve onuruyla oynamanın ne demek olacağını geçmişe bakarak anlamalı ve kendisine gelmelidir. Ancak bunun sorumluluğu sadece bu ülkede de değildir. AKP Hükümeti tıpkı Libya muhaliflerini ağırladığı gibi, Suriyeli muhalifleri de yönlendirmekte, bu ülkenin içişlerine karışmakta ve yanan ateşi körüklemektedir. Başbakan Erdoğan; BOP’un Suriye’nin surlarını yıkması ve ABD’nin telkinlerini bu ülkeye iletme konusunda son derece azimli ve inatçıdır. Doğal olarak Suriye AKP’nin husumet ve düşmanlık gösterilerini karşılıksız bırakmamakta, kinini ve öfkesini fırsat buldukça kusmaktadır. Dostluk çemberi, kardeşlik köprüleri, iyi niyet temennileri, günü birlik ziyaretler nihayetinde yerini, restleşmeye ve hatta savaş senaryolarının dillendirilmesine bırakmıştır. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanının Batı sözcülüğüne soyunması Türk bayrağına göz dikilmesine ve el uzatılmasına yol açmıştır. Bayrağımızın yakılması, gururumuzun çiğnenmesi, milletimizin hakir görülmesi AKP’nin meselesi değilse bile, bizim en asli ve öncelikli konumuzdur ve bunun vebali de Başbakan’ın omuzlarında olacaktır. Başbakan Erdoğan’ın sıfır sorun iddiasından, milletimize hakaretler yağdırılan bir dış politika açamazına ve çıkmazına sürüklenmesi düşündürücü ve ibretlik bir sapmadır. Batı’nın uydusu ve piyonu olarak siyasetteki sürekliliğini sağlamaya çalışan bu ısmarlama siyaset mizacının, bölgemizde BOP’un pimini çeken el olarak varlığını korumaya çalışması büyük maliyetlere ve sorunlara yol açacaktır. İsrail’in İran’a, Türkiye’nin de Suriye’ye yönlendirilerek bölgesel bir mahvoluşun tüm bileşenleri tamamlanmaktadır. Endişemiz, Türkiye’nin komşu ülkelerin içişlerine müdahil olmasının acı sonuçları, her zaman söylediğimiz gibi, bize de yansıyabilecek ve BOP’un doğrudan ve yan etkileri ülkemizi alev topuna çevirebilecektir. Etnik bölücülüğün zemin ve fırsat bulması halinde, yeni bir Tahrir vakasını yaşatmaktan geri durmayacağı aşikardır. Ve bölücü çevrelerin açıklamaları, niyetleri gerçekte buna yöneliktir. Açıkça uyarmak isteriz ki, Başbakan Erdoğan, girdiği yolun karanlık ve felaketlerle döşenmiş olduğunu anlamalıdır. Kuşkusuz küresel güçlerin yazdığı oyundan rol kapmak, kendisini ve partisini kısa süreli olarak rahatlatacak ve özellikle yabancı sermayenin girmesini teşvik ederek ekonomideki açıkları kapatmaya yarayacaktır. Ancak uzun dönemde neden olacağı yıkım ve hezimet hem kendisi hem de milletimiz açısından telafi edilemeyecek bir düzeye çıkabilecektir. Ayrıca BOP’un hedefine ulaşması konusunda can havliyle çalışan Başbakan Erdoğan’ın düğünlerde ağırladığı, nikâh şahitliğine layık gördüğü kadim dostları da ekonomik darboğazı geçememiş ve mevkilerinden olmuşlardır. Kardeşleri Silviyo ve Yorgo geçtiğimiz hafta içinde görevlerini bırakmışlardır. İtalya ve Yunanistan ekonomilerinin içine girdiği sıkıntılar aşılamayınca Başbakan Erdoğan’ın kader arkadaşları yerlerini başkalarına devretmek zorunda kalmışlardır. Şu tesadüfe bakın ki, Başbakan’ın dokunduğu, temas kurduğu, elini sıktığı ve kardeşim diyerek kucakladığı kim varsa bir süre sonra siyasi pozisyonlarını kaybetmektedir. Sonuç olarak, BOP Eşbaşkanı sıfatıyla bölgesel dizayn çalışmalarına aktif bir şekilde katılan Başbakan Erdoğan, ülkemizi sonu meçhul bir sürece doğru götürmektedir. Milletimize yönelik husumet cephesinin güçlenmesi riskleri katlayacak, bölgesel tansiyonu artıracak ve şiddetin boyutunu yükselterek yaygınlaştıracaktır. Başbakan Erdoğan yakın ve komşu ülkelere Vashington’daki tezgah altı imalat projelerinin gözlüğüyle bakmamalı, başkent Ankara jeopolitiğinin vizyonundan şartlar ne olursa olsun taviz vermemelidir. Unutmayalım ki, yıllarca Hüsnü Mübarek’i kullanıp sonra bir kenara bırakan, Kaddafi’yi teşvik edip arkasından yok eden sinsi ve sistemli haçlı zihniyeti, gün gelir bu kadar boyun eğmeden cesaret bularak Başbakan Erdoğan’ı da aynı akıbetle tanıştırabilir. Emin olun o zaman dahi böylesi bir muameleye karşı çıkan, itiraz eden yalnızca Türkiye sevdalısı Türk milliyetçileri olacaktır. Konuşmama son vermeden önce kısaca, iki konuyla ilgili düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Bildiğiniz üzere bedelli askerlik konusu gündemi en üst düzeyde işgal etmektedir. Daha önceki görüşlerimize sadık kalarak bu konuda yapıcı ve iyi niyetli bir yol izleyeceğimizi, pozitif bir tutum takınacağımızı muhataplarımızın ve ilgilerin bilmesinde fayda vardır. Türk milletinin vicdanını sızlatmayan, şehit ailelerimizi incitmeyen, gazilerimizi üzmeyen, TSK’yla diyalog içinde askerlik hizmetlerinin ihtiyaçlarını gözeten ama artan bedelli beklentilerini de ihmal etmeyen bir yaklaşımla bedelli konusu çözülmeli ve ülke gündeminden çıkarılmalıdır. Bunun yanı sıra, TSK’nın personel rejimi yeniden düzenlenmeli ve bu konudaki tartışmalar süratle neticeye ulaştırılmalıdır. Konuşmama son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, Meclis çalışmalarında başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum. |