Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Değerli Teşkilat Yöneticileri, Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bursa ilimizde sizlerle birlikte olmanın büyük mutluluk ve gururu içindeyim. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bizi burada bir kez daha buluşturan Cenabı Allah’a şükürler olsun. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Bilindiği gibi, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset oluşturma ve uygulama tarzı tabandan tavana etkileşimli bir yapı içerisinde gerçekleşmektedir. Yani, Türk-İslam medeniyetinin ve devlet geleneğinin temelini oluşturan, en eşsiz yönetim biçimi olan istişareye dayalı bir modeldir. Tepeden inmeci, dediğim dedikçi, vatandaştan kopuk siyaset yöntem ve üslubunu Milliyetçi Hareket hiçbir şekilde ve hiçbir zaman benimsememiş ve hoş görmemiştir. Bu nedenledir ki, artık gelenekselleşen il divan toplantılarımız ve genişletilmiş Bölge teşkilat toplantılarımız yıllardan beri siyasetimize yön veren en önemli yapılanmalar olmuştur. Hepinizin de takdir edeceği üzere, siyasete yönelik eleştirilerde hep katılımcılığın eksikliği, tabanla tavanın birbirinden kopukluğu, yerel sorunların genel merkez binalarından içeri giremediği, dolayısıyla gerçekçi ve sorunları çözmeye elverişli politikaların üretilemediği dile getirilir. Üstelik, bu durum yıllardan beri hep siyaset gündeminin en ön sıralarında yer alır. Oysaki, Milliyetçi Hareket bu kapalı devre yapıdan her zaman uzak kalmış; gücünü milletinden almış, siyasette çizgilerini tabanı ile birlikte tespit etmiş bir anlayışın yegane temsilcisidir. İnşallah, artık kurumsallaşmış, gelenekselleşmiş olan bu yapısıyla da tıpkı ilkeli ve tutarlı siyaset anlayışının ilk ve en büyük temsilcisi olma vasfını gururla taşıdığı gibi yine Türkiye’yi daha demokratik ve çoğulcu bir iklime taşımanın öncüsü olacaktır. İl Divan toplantılarımız, partimizin üst yönetiminde bulunan arkadaşlarımızın katılımı ile hemen hemen yurt sathında il ve ilçe teşkilatlarımızın, gönüldaşlarımızın katılımı ile tamamlanmış bulunmaktadır. Genişletilmiş Bölge Teşkilat toplantılarımızın ilkini ise 8 Mayıs 2005 tarihinde altı ilimizden gelen teşkilat mensubu arkadaşlarımızın katılımı ve Manise İl teşkilatımızın ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Bugün de burada Bursa İl teşkilatımızın ev sahipliğinde ikinci bölge teşkilat toplantımızı yapmak üzere bir aradayız. Huzurlarınızda, bu önemli ve anlamlı günde Türk milletinin en büyük hasleti olan misafirperverliğin en güzelini sergileyen ve ülkücü dayanışma ahlakının en mükemmel örneklerinden birisini gösteren Bursa Teşkilatımızın tüm mensuplarına teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İkinci Genişletilmiş Bölge Teşkilat Toplantımızın hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye’nin ağır sorunlarla yüklü siyasi gündemi her geçen gün yeni bir badireyi karşımıza çıkarmaktadır. AKP yönetimde Türkiye krizler ülkesi haline getirilmiştir. Türkiye’nin sisler ülkesi olmaktan çıktığını iddia eden Başbakan Erdoğan, ülkeyi karanlıklar ülkesi yapmıştır. Bugün karşı karşıya kaldığımız Öcalan krizi AKP patentini taşıyan bu felaketler zincirinin son halkası olmuştur. Hepinizin bildiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin terörist başı hakkındaki nihai kararı, beklenildiği üzere 12 Mayısta açıklanmıştır. Mahkeme, bizim için şaşırtıcı olmayan bir şekilde insanlık suçu işleyen ve suçunu itiraf eden bu caninin adil yargılanmadığına hükmetmiştir. Milliyetçi Hareket’in bu konudaki görüşleri 12 Mayıs günü yaptığım yazılı basın açıklamasıyla ortaya konulmuştur. Bu karar, her yönüyle, siyasi bir karardır. Hukuk ilkeleri siyasi düşünce ve amaçlar uğruna bir kez daha katledilmiştir. AİHM bu caninin Türkiye’deki yargılanma sürecinin başından itibaren, hak ettiği cezadan kurtulması için adeta seferber olmuştur. Mahkeme, bu sürecin her aşamasında siyasi amaç ve niyetlerin aleti haline getirilmiştir. Açıklanan bu son karar, son altı yıl içinde hukuk adına sahneye konulan bu çirkin oyunun son perdesidir. Bu konuda yaşanan gelişmeleri kısaca hatırlamak, bu hukuk komedisinin gerçek amaçlarını ve bu süreçte figüran olarak rol alanların kimliklerini ve niyetlerini ortaya koymaya yetecektir. Teröristbaşının İmralı’daki mahkeme sürecinin tamamlanmasından sonra verilen idam cezası 25 Kasım 1999’da Yargıtay tarafından onaylanmıştır. Bundan 5 gün sonra, 30 Kasım 1999’da AİHM infaz sürecinin ertelenmesi için devreye girmiştir. Teröristbaşının Avrupa Mahkemesine yaptığı başvurunun sonuçlandırılmasına kadar cezanın infazının ertelenmesi yönünde bir ara karar vermiştir. Buradaki amacın, zaman kazanmak ve aradaki dönemde Türkiye’ye siyasi baskı yapılarak idam cezasının kaldırılmasını sağlamak olduğu açıkça ortaya konulmuştur. MHP’nin de ortağı olduğu 57. Hükümet döneminde, koalisyon ortaklarımız da bu karara uyularak infazın ertelenmesini, bunun Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü olduğunu savunmuşlardır. 12 Ocak 2000’de yapılan liderler zirvesinde, ortaya çıkan bu durum ve hükümet ortaklarının sergiledikleri bu tutum karşısında, infaz sürecinin belirli şartlara bağlı olarak ertelenmesi, ancak Avrupa Mahkemesinin esas hakkındaki nihai kararı sonrası bu sürecin kaldığı yerden devam etmesi kararının alınması zorunluluğuyla karşı karşıya kalınmıştır. Bundan sonra yaşananlar çok iyi hatırlanacaktır. Terörist başının cezasının infazının ertelenmesi baskılarıyla eş zamanlı olarak, Türkiye’nin AB sürecinde idam cezasının kaldırılması için yoğun bir kampanya başlatılmıştır. Buna koalisyon ortağımız iki parti de katılmıştır. Devletin kurumları da suskunlukları ve muğlak beyanlarıyla bu yönde bir siyasi ortam oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. MHP, bu şekilde yürütülen Öcalan’ı ipten kurtarma operasyonuna tek başına ve sonuna kadar karşı çıkmıştır. Bu durum 57. Hükümet ortaklarımızla bir yol ayrımına gelinmesinde başlıca etken olmuştur. Bundan sonra TBMM’de oluşturulan “Gökyüzü Koalisyonu” sonucu, MHP’nin tek başına direnmesine rağmen, idam cezası 9 Ağustos 2002’de kaldırılmıştır. Başbakan Erdoğan ve AKP milletvekillerinin önemli bir kısmı da bu yönde tavır almışlardır. Sonuçta, Öcalan fazlasıyla hakkettiği cezadan kurtarılmış ve Türkiye MHP’nin girişimiyle 3 Kasım seçim sürecine girmiştir. Bu noktada AKP sözcülerinin zaman zaman başvurdukları bir yalan kampanyasına kısaca değinmek istiyorum. Bu belayı Türkiye’nin başına açan inançsız ve ilkesiz AKP yöneticileri MHP’nin 57. Koalisyon hükümeti ortağı olduğu dönemde terörist başının infaz sürecinin askıya alınmasını şimdi istismar gayreti içine girmişlerdir. Bu kararın niteliği ve anlamını biraz önce esasen açıklamış bulunuyorum. MHP 127 milletvekili ile üç partili bir Koalisyon hükümetinin ortağı olmuştur. Diğer iki ortağımız infaz sürecinin işletilmesine açıkça karşı çıkmıştır. O dönem AKP de kendilerine destek olmuştur. Bu şekilde oluşan TBMM’de bulunan partiler ittifakı MHP’nin direnişine karşı bir blok olarak hareket etmiştir. Bu durumda, en azından idam cezasının sonunda infaz edileceği garanti altına alınarak şarta bağlı bir erteleme tek ehveni şer imkan olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak, bu kararı fiilen geçersiz kılmak için AKP’nin de içinde bulunduğu bu ittifak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de birlikte hareket etmiş ve idam cezasını kaldırmıştır. Terörist başı Öcalan’ı ipten kurtarmak için yapılan bu ittifak Meclis zabıtıyla tarihe mal olmuştur. Televizyonların naklen yayınladığı Meclis oturumunda AKP milletvekillerinin tutumunu Türk Milleti ibretle izlemiştir. O dönemde sayın Cumhurbaşkanı başkanlığında yapılan liderler zirvesinde AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ne söylediği özel tutanaklarda kayıtlıdır. Terörist başının avukatlığına soyunarak idam cezasının kaldırılması için seferber olan AKP’nin şimdi MHP’ye dil uzatması büyük bir yüzsüzlük ve riyakarlık örneğidir. Anayasa’yı bile değiştirecek Meclis çoğunluğu ile tek başına iktidar olan AKP’nin ilkesizliğini, inançsızlığını ve hakiki hüviyetini gizlemek için sarılabileceği herhangi bir bahane artık kalmamıştır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Yaşanan bu süreç, bugün gelinen noktanın iyi ve doğru anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır. AKP’nin de içinde yer aldığı bu ittifak, bu suretle, Türkiye-AB ilişkilerinde “Öcalan” ipoteğinin yerleşmesini, AB denkleminde bu caninin yer almasını kabul etmişlerdir. Yığınakla yapılan bu hatalar Türkiye’yi bu noktaya getirmiş ve şimdi fatura önümüze konulmuştur. 3 Kasım seçimlerinde AKP’nin iktidara gelmesinden sonra AB karşısında izlediği teslimiyetçi yaklaşım, teröristbaşı ve bölücü maşaları için istismar edecekleri müsait bir ortam hazırlamıştır. AB bayraktarlığında ön safta yer alan bu bölücü çevrelerin, bundan azami şekilde yararlandıkları inkar edilemez bir gerçektir. AB platformu, terör örgütü PKK’nın siyasi platformu olmuştur. Hatırlanacağı üzere Milliyetçi Hareket, 28 Mayıs 2002 tarihinden başlayarak, teröristbaşının İmralı’daki ayrıcalıklı misafirliğine son verilmesini ve “F” tipi bir cezaevine nakledilmesini talep etmiştir. Ancak, bu çağrılarımız sonuçsuz kalmış ve AKP hükümeti döneminde teröristbaşına her kolaylık sağlanmıştır. Bundan azmi ölçüde yararlanan teröristbaşı, kuryelik yapan avukatları vasıtasıyla terör örgütünü yönlendirmiş, PKK yayın organlarına resmi demeçler vermiş ve Avrupalı ziyaretçileri İmralı’da kabul etmiştir. Bu arada AB çevreleri de bu caninin tecrit durumunun sona erdirilerek, yanına PKK’lı hükümlü teröristlerin konulması için yeni bir kampanya başlatmıştır. Bütün bunlara sessiz ve tepkisiz kalan AKP hükümeti, bu katilin yıkıcı faaliyetlerini rahat sürdürebilmesi için ziyaretçilerinin emrine bir de gemi tahsis etmiştir. Bundan daha da cesaretlenen teröristbaşı, AİHM sürecini siyasi şov ve propaganda amacıyla sonuna kadar kullanmış ve ateş-kes ilanı ve buna son verme gibi yollarla İmralı’dan devlete meydan okumayı sürdürmüştür. Türkiye’deki maşaları vasıtasıyla da yeni siyasi oluşum süreçleri başlatmıştır. Türkiye’nin karşısına bu sorunun nasıl geldiğini anlayabilmek için şu çok önemli gelişme de mutlaka hatırlanmalıdır. AB korkusuyla hareket eden AKP, bu arada AB uyum yasası adı altında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye’de yeniden yargılanma sebebi olmasını kabul eden bir kanun çıkartmıştır. AKP’nin, Avrupa Mahkemesi’ne Türk milli mahkemeleri üzerinde adeta bir temyiz organı yetkisi tanıyan ve hukuk rezaleti olan bu kararının gerçek niteliğinin daha iyi anlaşılması için şu somut gerçekler büyük önem taşımaktadır. Kuruluş amacı ve statüsüne bakıldığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, milli mahkemelerin üzerinde ve bunların kararlarını değiştiren bir temyiz mahkemesi olmadığı görülecektir. Milli mahkemelerin kararlarının dayandığı kanun hükümlerini değerlendirmek ve değiştirmek gibi bir görevi ve yetkisi de bulunmamaktadır. Avrupa Mahkemesinin yetkisi, sadece sözleşmede yer alan bir hakkın ihlal edilip edilmediğini tespit etmek ve eğer teknik bir ihlal varsa bunun için parasal bir tazminata hükmetmekle sınırlıdır. Bu kararlar, milli mahkeme kararlarını iptal ederek bunların yerine geçmemektedir. Tüm Avrupa ülkelerinde milli mahkeme kararları kesin hüküm niteliğini taşımaktadır. Ancak bazı ülkeler, bazı davalarla ve konularla sınırlı olarak ve belirli şartlara bağlı tutularak, Avrupa Mahkemesi kararları ışığında iç hukuklarında yeniden yargılanma imkanı sağlayan bazı sınırlı düzenlemeler yapmışlardır. Öte yandan, bazı ülkelerin benimsediği bu yaklaşım yaygın bir standart uygulama da değildir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olan 41 ülkeden sadece 15’i bu yönde bazı düzenlemelere gitmişlerdir. Bu düzenlemeler bile yeknesak olmayıp, farklı unsurlar içermektedir. Bu yönde düzenleme yapan bu 15 ülke arasında, tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeler de bulunmamaktadır. Sadece 9 Avrupa Birliği üyesi ülke sınırlı bazı düzenlemeler yapmıştır. Gerçekler bu iken, AKP bu vahim hatayı yapmış ve demokratikleşme adı altında AB üyesi ülkelerden de ileri bir düzenlemeyi kabul etmiştir. Bütün bunların sonucu, şimdi Öcalan dayatması Türkiye’nin önüne çıkarılmıştır. Bugün bunun bir devlet meselesi olduğu iddiasının arkasına saklanarak sorumluluğunu gizlemeye çalışan AKP, bu krizi göz göre göre davet etmiştir. Önümüzdeki hassas dönemin tartışılmasından önce bu objektif tespitin yapılması kaçınılmazdır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, AİHM, dün açıklanan nihai kararıyla teröristbaşı hakkındaki 12 Mart 2003 tarihli ilk kararını onaylamış ve Avrupa Mahkemesi süreci bu şekilde tamamlanmıştır. Hukuk adına karar verdiği iddiasında bulunan Avrupa Mahkemesi, teröristbaşının adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespitinde bulunmuştur. Kararın siyasi amaçlar güden sözde gerekçeleri şunlardır: Öcalan’ın gözaltı süresinin uzunluğu; ilk iki celse askeri hakimin bulunduğu DGM’de yargılanması, avukatlarıyla yeterli temas kuramaması ve savunma için tanınan sürenin yetersizliği. Avrupa Mahkemesi, suçu ve suçluluğu ortada olan ve bunu esasen İmralı mahkemesinin başında kabul ve itiraf etmek durumunda kalan bu caninin adil yargılanmadığına bu gerekçelerle hükmetmiştir. Bunun sonucu Türkiye’nin gündemine terörist başının yeniden yargılanması dayatması getirilmiş, Türkiye yeni bir tahrikle karşı karşıya bırakılmıştır. Türkiye’nin başına bu büyük badireyi açan AKP ve AB lobicileri, bir süredir Öcalan’ın yeniden yargılanmasında bir sakınca olmadığı yolunda bir psikolojik yönlendirme kampanyası başlatmışlardır. AKP, kamuoyunu bu fikre alıştırmak için zemin hazırlamak arayışı içindedir. Ancak, AKP bu konuda da ilkeli ve dürüst bir tutum sergileyememektedir. Yeniden yargılanma talebi hakkındaki kararı yargı organlarına bırakmak, basında kullanılan deyimle “topu yargıya atmak” ve eski DEP’liler örneğinde olduğu gibi Türk adaletini baskı altına alarak amacına bu yolla ulaşmak istediğini gösteren işaretler, bunun delilidir. Türkiye’nin gündemine bir saatli bomba gibi getirilen bu konuda önümüzdeki dönem yaşanması muhtemel gelişmeler şu başlıklar altında toplanabilecektir. Teröristbaşının kuryeliğini ve maşalığını yapan sözde avukatlarının, AİHM’nin bu nihai kararı sonrası, bu katilin Türkiye’de yeniden yargılanması için Ankara’daki yetkili mahkemeye başvurmaları beklenmelidir. Ancak, yetkili mahkeme yürürlükteki kanun hükümleri ışığında bu talebi reddetmek durumundadır. Zira, AB baskısıyla AİHM’nin kararlarını yeniden yargılama sebebi olarak kabul eden kanun çıkartılırken, kamuoyu tepkisi endişesiyle bir istisna hükmü getirilmiştir. 1412 sayılı CMUK’un 327. maddesinin 6. fıkrasına eklenen geçici madde ile, yeniden yargılanma imkanının, 4 Şubat 2003 tarihinde AİHM’in kesinleşmiş kararları ile kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra AİHM’ne yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar bakımından geçerli olacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle yetkili mahkemenin bu istisna hükmü karşısında teröristbaşının yeniden yargılanması talebini kabul etmesi kanuna aykırı olacaktır. AKP, bu göstermelik istisna düzenlemeyi kamuoyundan gelecek tepkiyi karşılamak düşüncesiyle ve acemi bir biçimde yapmıştır. Şimdi bunun da işe yaramayacağı anlaşılmıştır. Bunu gören AKP, bir süre önce, bu istisna hükmünü kaldırarak teröristbaşının yeniden yargılanmasının önünü açmaya çalışmıştır. Bu amaçla Meclis içinde muhalefetin desteğini almak için arayış içine girmiştir. Ancak, bu çabalar sonuç vermemiştir. Önümüzdeki dönemde bu konuyu yeniden gündeme taşımaları hiç kimse için şaşırtıcı olmayacaktır. Dışişleri ve Adalet Bakanlarının Türk yargısına güvenin, yeniden yargılansa da sonuç değişmez şeklindeki beyanları bunun açık işareti sayılmalıdır. Ancak, gerçekler şudur ki, AKP “topu yargıya atarak bu işten sıyrılmak” imkanından artık mahrumdur. Sorumluluğuyla başbaşadır. Türkiye’deki yetkili mahkemenin yeniden yargılama talebini reddetmesinden sonra, Türkiye’nin karşısına şu senaryoların çıkması çok muhtemeldir. Teröristbaşı ile yandaşları ve dışarıdaki koruyucuları, ilk aşamada, AKP’nin Mayıs 2004’de Anayasası’nın 90. maddesinde yaptığı değişikliği kullanmaya çalışacaklardır. AKP, bu değişiklikle Avrupa anlaşmalarının Türk Anayasası’nın üstünde olduğunu ve insan hakları alanındaki uluslararası anlaşmalarla milli mevzuat arasında bir çatışma olursa, Türk mahkemelerinin uluslararası anlaşmaları uygulayacağını kabul etmiştir. Buna dayanılarak, Öcalan’ı yeniden yargılama kapsamı dışında bırakan yukarıdaki geçici düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine aykırılığının öne sürülmesi imkan dahilindedir. Teröristbaşının avukatlarının bu gerekçeyle konuyu yeniden Avrupa’ya taşımaları beklenmelidir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Burada AB’nin tutumu hakkındaki bazı gerçeklere de dikkat çekmek istiyorum. Teröristbaşının yeniden yargılanmasının Avrupa Birliği’nin geçen yıl 6 Ekim 2004’te yayınlanan Türkiye İlerleme Raporunda da yer aldığı hatırlanacaktır. Bu konudaki AB raporunun ilgili bölümünde şu söylenmiştir: “AİHM kararlarının yeniden yargılanma sebebi sayılmasına ilişkin Türk mevzuatı, 4 Şubat 2003’den önceki AİHM davalarına uygulanmamaktadır. Öcalan davası da bu kapsama girmektedir. Avrupa Mahkemesinin de belirttiği gibi bunların bağımsız mahkemelerde yeniden yargılanması sağlanmalıdır.” Bundan da görüleceği üzere, AB’nin bu konuyu Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanma ve sürekli gündemde tutma niyeti ortadadır. Amaç açıktır: İlerde bir siyasi af ile bu caninin siyaset yapmasının önünü açacak bir süreç başlatılmak istenmektedir. Herkesin kabul ve takdir edeceği gibi konu son derece ciddi ve vahimdir. Daha önce belirttiğimiz üzere bu saatli bombanın fünyesi patlamadan zamanında çekilmelidir. AKP hükümetinin bu konuda tarihi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya olduğunu buradan bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Türkiye’de iç barışı tehdit edecek bu konu kangren haline gelmeden Hükümetin kararlı bir tutum sergilemesi hayati önem taşımaktadır. Soruna zamanında neşter vurulmalıdır. Bu habis ur, iç bünyemizi bir kanser gibi kemirmeden sökülüp atılmalıdır. Bunun için AKP hükümeti, cani Öcalan’ın hiçbir şart altında yeniden yargılanmayacağını ilk baştan açıklamalıdır. Avrupa komiserlerinin boy göstereceği ve devlete meydan okuyan gövde gösterilerine ve ihanet provalarına geçit vermek, Türkiye’yi ateşe atmak olacaktır. Teröristbaşına şov yapmak ve yıkıcı siyasi propaganda için böyle bir imkan verilmesi halinde Türk Milleti haklı olarak ayağa kalkacaktır. Böyle bir süreç, ayrılıkçı ihanet maşalarının yeni ve çok tehlikeli sonuçları olacak tahrikleri için zemin hazırlayacaktır. Türkiye bunu kaldıramayacaktır. Bunun sonuçlarının vebali de AKP’nin üzerinde olacaktır. Bu bakımdan AKP açık ve kesin bir tavır almak durumundadır. Burada, AKP yöneticilerini şu gerçekler üzerinde düşünmeye davet ediyorum. AİHM’nin bu kararı teknik nitelikte ve usule ilişkin bir ihlal tespitinden ibarettir. Bu kararlar, iç hukukta doğrudan sonuçlar doğuracak nitelikte kararlar değildir. Bu kararların otomatik yaptırım gücü bulunmamaktadır. Avrupa Mahkemesi kararlarının uygulanmasını izlemekle görevli olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesidir. Bu da siyasi bir organdır. Niteliği gibi kararları da siyasidir. Hukuki yaptırım gücüne sahip bir mercii olmadığı açıktır. Terörist başının yeniden yargılanmasının dünyanın sonu olmayacağını söyleyen AKP Bakanlarına da şunu hatırlatmak isteriz: Asıl bu zorlama kararın gereği yerine getirilmezse dünyanın sonu olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bu yönde AB ve Avrupa Konseyinden gelebilecek baskıları göğüslemeye muktedirdir ve bu güce sahip olduğunu da göstermek zorundadır. Bu konuda böyle bir ilkeli tutum sergilemesi halinde, Türk Milleti bunu takdirle karşılayacak ve hükümetin yanında olacaktır. Ancak, bir teslimiyet psikolojisi ile bunun dışında bir yol benimsenirse, bunun çok vahim sonuçları olacağı da çok iyi bilinmelidir. AKP’nin burada bir hesap hatasına düşmemesini temenni ediyoruz. Milliyetçi Hareket ve Türk Milliyetçileri buna sonuna kadar karşı çıkacaktır. AKP, artık “topu başkalarına atmak” gibi ucuz yöntemlerden medet ummayı bırakmalıdır. Basiretsiz ve ilkesiz politikalarıyla bu krize davetiye çıkaran AKP yöneticilerinin, başkalarına devlet sorumluluğu dersi vermeye kalkmaları abesle iştigaldir. AKP, bu beyhude gayretleri bırakıp hükümet ciddiyeti ve sorumluluğuna yakışan ve Türkiye’nin iç huzurunu her mülahazanın üstünde tutan dürüst ve ilkeli bir tavır ortaya koymalıdır. Türkiye’nin birliğini, huzurunu ve dirliğini tehlikeye atacak bu badireden hırpalanmadan çıkılması için devletin bütün kurumlarını da tarihi bir görev beklemektedir. Hiçbir düşünce ve gerekçe bu sorumluluktan kaçınılmasını haklı ve mazur gösteremeyecektir. Aziz şehitlerimizin ruhlarının daha fazla azap çekmemesi için herkes sorumluluğunu bilmeli ve buna göre hareket etmelidir. Bu işin hafife alınmaya tahammülü yoktur. Herkes aklını başına toplamalıdır. Sözlerime son verirken Milliyetçi Hareketin bu işin sonuna kadar takipçisi olacağını buradan bütün açıklığıyla belirtmek istiyorum. Türkiye’yi hain çapulcuların oyuncağı haline getirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Buna güçleri de yetmeyecektir. Bu vesileyle hepinize teşekkür ediyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |