04.05.2005 - Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni
4 Mayıs 2005

 

Sayın Basın Mensupları,

Milletlerin ve devletlerin yaşamları içinde, zaman zaman, büyük tehlikelerle dolu kriz dönemlerinden geçtikleri tarihin şahadetiyle sabittir.

Türkiyemiz bugün maalesef böyle ağır bir kriz dönemine sürüklenmek istenmektedir.

Bu kriz ortamının baş sorumlusu, hiç şüphesiz AKP hükümeti ve son iki buçuk yıldır izlediği inançsız, ilkesiz ve sorumsuz politikalardır.

Türkiye bugün bir iktidar boşluğunun sancılarını yaşamaktadır.

Sayısal iktidar olan AKP, muktedir olamamıştır. Bu gerçek, yaşanan olaylarla her gün daha iyi anlaşılmaktadır.

Muktedir olamayan AKP hükümeti, iktidar sorumluluğunun gerçekleri karşısındaki aczini saklamak imkanını da kaybetmiştir. Devlet yönetiminin ağlama duvarına çevrilmesi, bunun hazin bir itirafıdır.

Türkiye’nin sorunlarını çözmek konusunda arkasında durabileceği temel bir fikri ve inancı dahi olmayan AKP hükümeti, bu aczini gizlemek için suni gündem peşinde koşmaktadır. Çıkış yolunu bunda gören AKP, bu amaçla Türkiye’de her kesimle kavgaya tutuşmuştur.

Son dönemde yaşananlar bu bakımdan ibret vericidir. Bugün Türkiye’de tüm devlet kurumlarının içine çekildiği tartışma ortamı, işte bu zihniyetin eseridir.

Hükümet olarak icraat yapma konumunda olan AKP, bu alandaki zaafını örtmek için bu suni tartışma ortamının tarafı olmaktan medet ummaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ve anayasal yetkileri bile bu kısır çekişmenin konusu haline getirilmiştir. Yasama yetkisini kullanmak imkanına sahip olanlar, aslında bunu kullanma iradesinden yoksun olmalarına kılıf ve bahane arayışı içine girmişlerdir. Milli irade kavramı üzerinden ucuz polemik yapan ve Türk milleti karşısında bu yolla aklanmaya çalışan böyle bir iktidarın başka bir örneğine dünyanın herhangi bir yerinde rastlamak mümkün değildir.

Bu bakımdan Türkiye bir AKP vakasıyla karşı karşıyadır.

Meclis şamaroğlanı değildir diyerek ucuz kahramanlık peşinde koşanlar, Türkiye’nin itibarını ayaklar altına aldıklarını ve Türkiye’yi ne hale getirdiklerini unutmuşlardır.

Ülkeyi felç eden böyle bir bu göstermelik hükümet döneminde, Türkiye’ye yönelik suikastler için müsait bir ortam hazırlanmıştır.

Bugün maruz kaldığımız suikastin hedefi, Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliğidir.

Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmek isteyen bu hain saldırıların içerdeki ve dışardaki maşaları artık ortaya çıkmıştır.

Bu sinsi tahriklerinin amacı, Türkiye’yi bir gerginlik, kavga ve iç çatışma ortamına çekerek kan kaybettirmek ve geleceğini karartmaktır.

Bugün Türkiye’nin üzerinde kara bulutlar toplanmakta ve ülkede, devlet ve millet olarak hızla bir kaos ortamına sürüklenme riski giderek ağırlaşmaktadır.

Türkiye’nin milli varlığını dahi tehdit altına sokabilecek bu ortam ve şartlarda, vakit çok geç olmadan herkes aklını başına toplamalıdır.

Türkiye’deki her kesim, aynı geminin yolcuları olduklarının bilinci içinde, milli bir seferberlik ruhuyla hareket etmelidir.

Sayın Basın Mensupları,

Bu kritik kavşakta Milliyetçi Hareketin görüş ve değerlendirmelerini dile getirmeden önce, bir inancımızı baştan ortaya koymak istiyorum:

Şartlar ve ortam ne kadar ağır olursa olsun, Büyük Türk Milletinin engin sağduyusu, milli birlik ve dayanışma ruhu ve ortak geleceğine sahip çıkma azmi, bu ihanet kuşatmasını mutlaka kıracaktır. Türkiye’nin kaderi üzerinde oynanmak istenen bu oyunlar, her şart altında boşa çıkarılacaktır.

Türk milleti tarihte yaşadığı bütün sıkıntılı ve sancılı dönemleri, her şeyden önce bu birlik ve dayanışma ruhunun ilham ettiği manevi güçle aşmıştır.

Dün böyle olmuştur, bugün de böyle olacaktır.

Türkiye’ye ve Türk milletine sarsılmaz ve sonsuz inancı ve güveni olan Milliyetçi Hareket’in bu noktada hiçbir tereddütü yoktur.

Buna rağmen, Türkiye’nin bu güç dönemeçte yine de yıpranacak ve hırpalanacak olmasından endişe duyduğumuzu da belirtmek isterim.

Bugün yaşananları ve bu noktaya nasıl gelindiğini anlayabilmek için, doğru tespit ve teşhislerden hareket etmek herkes için artık bir zorunluluktur. Bu buhrandan çıkış yollarının ortak akılla bulunması, her şeyden önce buna bağlıdır.

Türkiye, son yıllarda giderek cüret ve zemin kazanan iç ve dış tahrikler sonucu bir kriz sarmalına sokulmuştur.

Avrupa Birliğinin Türkiye’yi dışlayan onur kırıcı davranışları ve Türkiye’de zorla milli azınlık yaratılmasını amaçlayan dayatmaları, AKP’nin bu konudaki aczi ve teslimiyetçi anlayışı ve bunlardan cesaret alan bölücü heveslerin tahrikleri, bu noktaya gelinmesinin başlıca amilleri olmuştur.

Türkiye’ye adeta özürlü bir ülke muamelesi yapan Avrupa Birliği ile sürdürülen göstermelik süreçte, Türkiye’nin onuru ve haysiyetiyle sürekli oynanmıştır. Türkiye’nin milli hassasiyetleri rencide edilmiş, Türk tarihi karalanmış ve milli çıkarları ucuz pazarlık konusu yapılmıştır.

Bu sancılı süreçte, Türkiye üzerinde etnik ve mezhep temelinde zorla azınlık yaratılması baskıları artarak sürmüştür.

Ermeni sorununun bu dönemde bu yoğunlukla karşımıza çıkartılması da bir tesadüf değildir. Bu konu, AB’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı kuşatmanın sonucu gündeme getirilmiştir. Başbakan Erdoğan’ın bu konuda Ermenistan Cumhurbaşkanı ile başlattığı diyalogu endişe ile karşıladığımızı belirtmek isterim. Buradaki korkumuz, AB karşısında sergilenen teslimiyet siyasetinin AKP tarafından bu hayati konuda da sürdürülebilecek olmasından kaynaklanmaktadır. AKP’nin yeni bir maceraya atılarak geriye dönüşü olmayacak tehlikeli bir yola Türkiye’yi sürüklememesini temenni ettiğimizi ve bu konunun yakın takipçisi olacağımızı belirtmek isterim.

AB süreci işte böyle bir sakat zeminde başlamıştır. Bu süreçte, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel harcı olan bütün ilke ve değerler tartışmaya açılmış, milli devlet niteliğini ve üniter yapısını sulandırmaya ve tasfiye etmeye yönelik bir kampanya harekete geçirilmiştir.

Türkiye’de etnik ayrımcılığa zemin oluşturacak ve Türk milletini bölerek ayrı bir millet şuuru yaratılması amacına hizmet edecek dayatmalarla karşı karşıya kalınmıştır.

Etnik bölücülüğün siyasi arenaya taşınması ve bölücü terörün kanlı yüzünün yeni bir maske ile Türkiye’nin karşısına çıkarılması için adeta bir seferberlik başlatılmıştır.

Bu kuşatma karşısında ise AKP hükümeti tam bir teslimiyetçilik sergilemiştir. Bu ihanet heveslerini cesaretlendirecek bütün adımları zaman içinde bir bir atmıştır. Bu çerçevede, “Türkiyeli’lik” gibi sakat bir kavramı tartışmaya açanın da maalesef Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğu henüz unutulmamıştır.

Bu yöndeki sistemli çabalarla adım adım oluşturulan siyasi ortam ve yasal alt yapı, İmralı’dan yönetilen ihanet odaklarını sahneye çıkartmış ve bölücü tahriklerini pervasızlıkla sürdürmelerine zemin ve imkan hazırlamıştır.

Bütün bunların sonucu, demokratikleşme ve Batılı değerlere uyum sağlama adı altında Türkiye’nin karşısına bugün bir dayatma listesi getirilmiştir.

Buna göre, ilk adım olarak Türkiye Cumhuriyeti devleti terörle silahlı mücadeleyi bırakacak ve PKK teröristleri için siyasi af çıkaracaktır.

Bu suretle İmralı’daki caninin siyaset yapmasının önü açılacaktır.

Bundan sonra, asırlardır bir arada yaşadığımız “Kürt” vatandaşlarımız milli azınlık olarak tanınacak ve eşit kurucu ortak statüleri Anayasa’da teminat altına alınacaktır. Türk Anayasası yeniden yazılacak, milli devlet yapısı dahil kuruluş esasları yeniden düzenlenecektir.

Türkiye’ye şantaj yoluyla kabul ettirilmeye çalışılan bu şablona göre, Güneydoğu sorununa bu zeminde siyasi çözüm bulunacak, barış süreci denilen bu süreçte, kanlı PKK teröristleri ve içerdeki maşaları siyasi muhatap olarak kabul edilecektir.

Türkiye’nin batılı kimliğini ispat etmesi için önüne konulan denklem bu olmuştur.

Bu kabul edilemez dayatmaların PKK’nın siyasi amaçları ile aynı olduğu, Avrupa Birliği vasıtası ile önümüzde getirilen bu talepleri karşılama yarışı içine giren AKP’nin bu tutumuyla bölücü ihanet odaklarının en büyük cesaret kaynağı haline geldiği artık inkar edilemez bir gerçektir.

Türkiye’de son dönemde yaşanan gerginlik ortamına nasıl gelindiğini iyi anlamak için önce bu tespitin yapılması şarttır.

Sayın Basın Mensupları,

AB’nin himayesinden ve AKP’nin aczinden cüret alan bölücü hevesler, böyle bir ortamda her vesileyi istismar ederek bir husumet cephesi oluşturmuşlardır.

AB’nin baskısına boyun eğen AKP’nin Türk adaletine müdahale ederek salıverdiği terör maşası eski DEP milletvekilleri, son dönemde yaşanan tahrik ve nifak seferberliğinin öncüleri olmuştur. Bunun mimarı ve yönlendiricisi olarak da İmralı’daki kanlı terör elebaşısı sahneye çıkmıştır.

Bu ihanet cephesi, ilk iş olarak, barış süreci için mücadele başlattıklarını ve siyasi projelerinin mimarının terörist başı olduğunu açıklamıştır.

Bunların DEHAP şemsiyesi altında düzenlediği gövde gösterilerinde, İmralı’daki katil için özgürlük ve af sloganları atılmış, bu caninin yakınları kürsüye çıkartılarak elleri öpülmüştür.

Türk bayrağının bulunmadığı bu nümayişlerde PKK’nın terör simgesi bez parçaları açılmıştır.

Ayrıca, PKK teröristlerinin cenazeleri gövde gösterilerine dönüştürülmüş, PKK sembolleri kullanılmış ve devletin resmi araç ve imkanları, bazı mahalli yöneticiler tarafından bu ihanet nümayişçilerinin emrine verilmiştir.

Şimdide bu çevreler, etnik ayrılıkçılığa dayanan yeni bir siyasal oluşum için harekete geçmişlerdir.

Sayın Basın Mensupları,

Mersin’de şerefli Türk bayrağına alçakça el uzatılmasına, işte böyle bir ortamda gelinmiştir.

Bu saldırı karşısında milli vicdanın galeyana gelmesinden sonra, bu ortamı hazırlayanların sergiledikleri tavır, yaşanan sorunların gerçek nedenlerine ışık tutacak bir ibret vesilesi olmuştur. Bu çevrelerin gösterdikleri tepkiler, aynı zamanda, ilerisi için duyduğumuz samimi endişeleri de haklı çıkarmıştır.

PKK terörüne karşı hiç ağzını açmayan ve PKK ile Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında eşit mesafede durduklarını söyleyebilen bir siyasi parti, ancak oluşan bu milli tepki ortamından sonra Türk bayrağının ortak milli değer ve simge olduğunu söyleyebilmiştir. Ancak, bu çevrelerin Türkiye’nin milli sembolleri konusundaki sicillerinin esasen temiz olmaması, bu konudaki sözlerinin samimiyeti hakkında haklı şüpheler yaratmıştır.

Türk bayrağı, geçmişte de bu parti kongresinde asılı olduğu yerden sökülerek yere atılmıştır. Bu bölücü zihniyetin resmi toplantılarında Türk bayrağı ve Atatürk resmine de pek sık rastlanmamıştır. Terör destekçilerinin Nevruz kutlaması adı altındaki tahrik toplantılarında da Türk bayrağını gören olmamıştır. Öcalan posterleri altında ihanet provaları yapılmıştır. Son olarak 1Mayıs kutlamalarında da aynı senaryo uygulanmak istenmiştir.

Bölücü hevesler peşinde siyaset yapanların bu konularda samimi olup olmadıklarını yaşanacak gelişmeler gösterecektir. Ancak, sicilleri ve şecereleri ile bilinen hüviyetleri, ilerisi için ümitli olmaya pek imkan bırakmamaktadır.

Öte yandan, Türkiye bu tahriklerle adım adım bu gerginlik ortamına sürüklenirken seslerini çıkarmayanlar da son olaylardan sonra sözde demokratlık adına itidal ve sağduyu çağrısında bulunmaya başlamışlardır.

Burada hazin olan, bugün demokrasi havarisi olarak bu çağrıyı yapan AKP ve sözde aydın çevrelerin, o zaman herhangi bir tavır almak bir yana, bu ihanet yolcularına barış elçisi olarak siyasi misyon yüklemeye çalışmış olmalarıdır.

Bu gerçekler Türk Milletinin hafızasında bugün de yaşamaktadır.

Burada, Mersin’de yaşanan ve daha sonra Trabzon ve bazı yörelerde devam eden tahrikler sonrası gösterilen tepkilerin niteliği üzerinde kısaca durmak istiyorum.

AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ın bu olaylara tepkisi “hem nalına, hem mıhına” sudan bir tepki olmuştur. Kimi hedef aldığı, adresin kim olduğu tam anlaşılamamıştır.

Bayrağa sevgi ve saygı bahsinde doğrularla sanallığı birbirinden ayırmak gerekir diyen Başbakan, bundan neyi ve kimi kastettiğini açıkça ortaya koymak cesaretini gösterememiştir. Başbakan’ın hiç olmazsa bayrak konusunda samimi ve dürüst davranacağını bekleyenler yine yanıldıklarını görmüşlerdir.

“Şoven Milliyetçilik” ve “popüler milliyetçilik” gibi söylemlerle ortaya çıkan ve siyasi geçmişi bilinen bazı AKP sözcülerinin ifadelerinden de, asıl niyetlerinin bölücü tahrikleri himaye olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Çeşitli kesimlere mensup bir grup da bu vesileyle bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildirinin yansıttığı anlayış, Türkiye’deki aydın sorununun vahametini gösteren bir ibret belgesi olarak hatırlanacaktır.

Bu bildiride bayrağa saldırıya tepkilerin ırkçı-milliyetçi bir düzleme kaydığı, bayrağa saygı duygusunun istismar edilerek kitlesel histeriye dönüştürüldüğü öne sürülmüştür. Kitleleri kışkırtmayı sürdürdüğü belirtilen çevrelere sağduyu çağrısı yapılmıştır. Ancak bu uyarının adresi yine muğlak bırakılmıştır.

Bu bildiriyi yayınlayanların, bölücü tahrikleri demokratik hoşgörü ile karşılanması gereken meşru ve haklı talepler olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Bayrağa saldırıyı geri plana iterek, hedef saptırma gayreti içine girilmesinin başka bir izahı yoktur.

Gerçek anlamda aydın olabilmek, aydın hassasiyetini inandırıcı biçimde ortaya koyabilmek için, her şeyden önce, aydın tutarlılığının, zamana ve şartlara göre değişmeyen dik ve ilkeli aydın duruşunun ve aydın sorumluluğunun gerekli olduğunu kendilerine hatırlatmakla yetineceğiz.

Bu konuda bir temel çelişkiye kısaca değinerek hükmü aziz milletimize bırakmak istiyorum. Başbakan Erdoğan ve aydın geçinen bu çevreler, kimi hedef aldığını bilinçli olarak bulanık bıraktıkları açıklamalarında “Türkiye’yi sevmenin hiç kimsenin tekelinde olmadığını” söylemişlerdir.

Bu tespit doğrudur. Ancak, bu sevgiden herkesin nasibini aynı ölçüde almadığı da bir gerçektir.

Burada bir diğer önemli husus da unutulmamalıdır: Türkiye sevgisi ve milli değerlere saygı, her siyasi görüş ve parti mensubu için bir yük değil, vazgeçilmez bir zarurettir.

Bunda takiye yapmak da mümkün değildir. Aslolan samimiyet ve dürüstlüktür.

Türk Milletini sürekli küçümseyen, Türkiye “AB sopası olmadan adam olmaz” düşüncesinde olan çevrelerin, Türk Milliyetçiliği fikrine karşı refleks olarak alerji duymaları, üzerinde dikkatle durulması gereken anormal bir olgudur. Bizim en halisane temennimiz, bu kronik rahatsızlığın ve Türk Milletini hor görme kompleksinin zaman içinde tedavisinin mümkün olabilmesidir.

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’nin içine hapsedilmeye çalışıldığı bu kıskaç, korkarız ki önümüzdeki dönemde giderek daralacak ve süregelen tahrikler, bir kaos ortamını karşımıza çıkaracaktır.

AB ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde gelişmediğini öteden beri söyleyen Milliyetçi Hareket, bu süreçte Türkiye’nin önüne konulan denklemin çıkmaz bir yol olduğuna samimiyetle inanmaktadır.

AB’nin dayatmaları önümüzdeki günlerde daha da artacak, bölücü tahriklerin daha da cüret kazanmasıyla iç gerginlik çok tehlikeli boyutlara taşınabilecektir.

Bundan zarar görecek olan Türkiye’nin sosyal dokusu ve milli birliği olacaktır. Türkiye içerde hırpalanacak, giderek daha fazla kan kaybedecektir.

Böyle bir durum AB üyelik amacına da hizmet etmeyecektir. Sürekli dikkat çektiğimiz gibi, AB ile ilişkilerimize bugün hakim olan hastalıklı yapı, zamanla tedavisi mümkün olmayan bir kangrene dönüşecektir.

Türkiye’yi, önündeki bu puslu yolda bekleyen ilk kriz, İmralı’da özel misafir olarak tutulan kanlı katilin yeniden yargılanması dayatmaları olacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, verdiği ilk kararda bu caninin adil yargılanmadığına hükmetmiştir. Hukuki olmaktan çok uzak olan bu karar, siyasi etkilerle alınmıştır.

Amaç, bu konunun bir baskı unsuru olarak sürekli gündemde tutulmasıdır. Böylece, bu caninin ilerde siyasi af yoluyla serbest bırakılması ve siyaset yapabilmesinin önünün açılmasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin itiraz üzerine vereceği nihai karar yakında açıklanacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla mahkeme ilk verilen kararı aynen onaylayacaktır.

Bundan sonra yeniden yargılanma Türkiye’nin gündemine bir saatli bomba gibi düşecektir.

AKP’nin şimdi Öcalan’ın yeniden yargılanması için hazırlık yaptığı ve bunun zeminini hazırlamak için bahane arayışı içinde olduğu görülmektedir.

Biz, bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının açıklanmasından sonra konuşacağız. Milliyetçi Hareket’in görüşlerini bütün açıklığıyla o zaman ortaya koyacağız.

Şimdilik şunları söylemekle yetiniyoruz: Bu katilin yeniden yargılanması, Türkiye’yi haklı olarak ayağa kaldıracaktır. Terörün içerdeki maşaları çok tehlikeli sonuçları olacak etnik tahriklere yöneleceklerdir.

Bu bakımdan bu saatli bombanın fünyesi, patlamadan önce şimdi çekilmelidir. AKP Hükümeti, bu katilin hiçbir şart altında yeniden yargılanarak şov yapmasına ve yeni bir tahrik kampanyası başlatılmasına izin verilmeyeceğini açıklamalıdır.

Aksi takdirde, Türkiye çok gergin bir ortama sürüklenecek ve bunun doğuracağı çok ağır sonuçların vebali AKP’nin üzerinde olacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Siyasi partilerin ülke sorunları hakkında farklı görüş ve yaklaşımlara sahip olmaları doğaldır. Ancak, Türkiye’nin kaderini ilgilendiren temel meselelerde asgari müştereklerde birleşmeleri de bir zarurettir.

Türkiye’de yaşanan bunalımın temelinde yatan konularda, başta siyasi partiler olmak üzere herkesin ve her kesimin üzerinde bululaşabileceği ortak bir zemin oluşturulması bu bakımdan büyük önem taşımaktadır.

Bu amaçla Milliyetçi Hareket şu dört ilkeyi bütün kesimlerin değerlendirmesine sunmak ve bunlar üzerinde çok dikkatli düşünmeye davet etmek istemektedir.

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, millet kavramı birleştirici bir oluşum olarak kabul edilmiştir. Etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara bakılmamıştır.

Türk milli kimliğinin oluşumunda en önemli unsur; çilesi, sevinci ve gururuyla birlikte yaşamış olan büyük ve onurlu tarih ve ortak mukadderat bilincidir. Devletin temelinde bu milli bağ yatmaktadır.

2. Tüm Türk vatandaşları bu şekilde Türk Milleti kimliğinde birleşmişler ve millet olgusunu birlikte yaratmışlardır. Türk milletine ortaklaşa vücut vermişlerdir.

Burada kan bağı ve soy birliği değil, vatandaşlık bağı esastır. Türk vatandaşlarını Türk Milletine bağlayan bağ, sadece ve sadece hukuki bir bağ olan vatandaşlık bağıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, Türk Milletinin eşit ve onurlu bireyleridir. Türkiye Cumhuriyeti devletini bu bireylerin birlikte yaşama ideali ve ortak kaderi paylaşan birlik olma iradesi kurmuştur.

3. Türk vatandaşlığı ve Türk milli kimliği, Türk milletini ortaklaşa oluşturan Türk vatandaşlarının etnik kökenlerini, din ve dillerini inkar anlamına gelmez. Türkiye Cumhuriyeti bu birleştirici ve bütünleştirici temel üzerinde kurulmuştur.

Bu esas, büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk Milleti denir” sözlerinde ifadesini bulmuştur.

Aynı şekilde büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” vecizesi de bu anlayışın bir ifadesidir.

Burada Türklük ırka dayalı bir anlam taşımamaktadır.

Bu bakımdan bu vecizeden kimse rahatsızlık duymamalıdır. Atatürk’ün bu sözlerini tekrarlamanın, başka etnik kökeni olan Türk vatandaşlarını rahatsız edeceğini iddia etmek, eğer bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa, bir art niyetin ifadesidir.

4. Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir. Ortak milli sembollerin başında gelen Türk bayrağı, bütün Türk vatandaşlarının ortak mukaddesatıdır. Milli egemenliğinin ve bağımsızlığının simgesidir.

Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür.

Etnik, din ve dil farklılıklarına dayanarak bu temel ilkeleri yıkmaya çalışmak, devletin varlığına kastetmek anlamını taşıyacaktır. Bunun sonucu Türkiye’yi bekleyecek akıbet, bir kardeş kavgası ve etnik çatışma olacaktır.

Türkiye’de bu ilkeler etrafında bir mutabakat sağlanabilirse, birçok sorunun aşılması imkan dahiline girecektir. Türkiye’nin gündemine sokulan hassas konular, bir çatışma ve kavga ortamına sürüklenilmeden, milli birlik ruhu ile çözülebilecektir.

Bu bakımdan, bütün siyasi partilere sormak istiyoruz: Bu ilkelerle mutabık mısınız? Aynı görüşte iseniz, bunu açıkça dile getirin. Değilseniz, niye karşı olduğunuzu dürüstçe çıkıp söyleyin.

Sayın Basın Mensupları,

Açıkladığımız bu ilkeler, Milliyetçi Hareketin Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anlayışının esaslarını oluşturmaktadır. Türk Milliyetçiliği fikriyatı da aynı temellere dayanmaktadır.

Bu nedenle Milliyetçi Hareket, tarih boyunca bir arada yaşamış ve kaynaşmış olan ve Türk Milleti olgusuna birlikte vücud veren tüm vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklayan bir anlayışın temsilcisidir.

Kan bağına ve soya dayalı milliyetçilik anlayışının her şekli, Türk Milliyetçiliğine yabancıdır ve aykırıdır. Türk Milliyetçiliği din, dil, ırk ve mezhep temelinde ayrılıkçılığa kapalıdır. Türk Milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, her türlü ayrımcılığı ve dışlamayı reddeden, birleştirici, toparlayıcı ve bütünleştirici bir zihniyeti temsil eder.

Bu anlamıyla Cumhuriyetin teminatı ve sivil barışın koruyucu unsuru olan Türk Milliyetçiliği, aynı zamanda milli egemenliğin kültürel hassasiyetinin de bir ifadesidir.

Ülkemiz bugün çok nazik bir dönemden geçmektedir. Etnik tuzaklara ve hain kuşatmalara karşı milli birliğimizi ve kardeşliğimizi korumak ortak görevimizdir.

Milliyetçi Hareket, toplumumuzun bütün kesimlerini, Türkiye’nin bir kaos ortamına ve kardeş kavgasına sürüklenmesine ortak akıl ve ortak sağduyu ile karşı koymaya davet etmektedir.

Bu vatanı, bölücü heveslerin ve siyasi ihtirasların kurbanı haline getirmemek için topyekün bir milli duruş oluşturmaya çağırmaktadır.

Unutmayalım ki, hiçbir siyasi düşünce, hedef veya siyasi proje, Türkiye’nin birliğinden, dirliğinden ve kardeşliğinden daha önemli ve öncelikli değildir.

Türkiye, farklı renklerden, farklı ton ve farklı kokulardan oluşan büyük bir çiçek bahçesidir. Bu çiçek bahçesinde ayrık otlarının bitmesine izin vermemek, vatanını ve milletini seven herkes için en önemli milli görevdir.

Milliyetçi Hareket, ülkemizin sürüklenmekte olduğu bu badire karşısında herkesi bu tarihi sorumluluğun bilinci içinde hareket etmeye davet etmektedir.

Bu konuda birinci derecede sorumlu olan hükümettir. AKP hükümeti içine girdiği gaflet uykusundan biran önce uyanmalıdır. Kendi siyasi geleceğini kurtarmak telaşıyla Türkiye’nin geleceğini ateşe atacak sorumsuz ve hesapsız politikalardan vazgeçmelidir.

AKP hükümetinin AB’ye yaranmak için teröre prim anlamına gelecek adımlar atmaması, toplumsal huzurun korunması bakımından hayati önem taşımaktadır.

Başbakan Erdoğan ve arkadaşları artık bu gerçekleri görmelidir. Son dönemde, Başbakan Erdoğan’ın AB’nin Türkiye’yi bölmek için çalıştığına ilişkin açıklamalarının bu yönde bir başlangıç olmasını ümit ettiğimizi belirtmek isterim.

Bunlar, en azından Başbakan Erdoğan’ın AB ezberinin bozulduğunun ilk işaretleridir. Milliyetçi Hareket’in bu yöndeki bütün ikazlarına bugüne kadar kulaklarını tıkayan Başbakan’ın geç de olsa gerçekleri görmeye başlaması en samimi temennimizdir.

Etnik temelde siyaset yapmak hevesinde olanlara da bir uyarıda bulunmak istiyorum.

Etnik husumetten beslenen tahriklerinin sürmesi, Türkiye’de toplumsal huzurun önündeki en büyük tehlikedir.

Bu yolun sonu kendileri için hüsran olacaktır. Bir kere daha tekrarlıyorum: “Rüzgar eken, fırtına biçer” atasözünün derin manasını hiç aklınızdan çıkartmayın. Türk Milletinin sabrıyla oynamaktan biran önce vazgeçin.

Milli hassasiyetleri doğrudan hedef alan çirkin saldırılar ve tahrikler karşısında milli şuur ve vicdanın infial duymaması mümkün değildir.

Bunu şoven duygular olarak nitelendirmeye kalkışmak, maksatlı bir saptırma dışında bir anlam taşımayacaktır.

Bu saldırılar ve etnik tahrikler karşısında devlet organlarının görevlerini etkin ve ciddi biçimde yapmaları esastır.

Devlet’in yetkili kurumlarının bölücü heveslere ve tahriklere geçit vermemesi ve bunun için gerekli tüm tedbirleri alması hükümetin siyasi sorumluluğu altındadır.

Devlet bununla mücadelede zaaf göstermemeli, siyasi otorite bu konuda emniyet güçlerini ve adalet mekanizmasını etkileyecek davranışlardan özenle kaçınmalıdır.

Burada, son dönemde MHP camiasına yönelik saldırılarda görünen artışa işaret etmek istiyorum. Bu kışkırtmalar karşısında devletin yetkili ve sorumlu mercilerini çok dikkatli olmaya ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye davet ediyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Bu vesileyle aziz milletimizin tahriklere kapılmaması ve sağduyu ile hareket etmesi çağrımızı tekrarlamak, özellikle Milliyetçi gençliğe, Ülkücü kardeşlerimize seslenmek istiyorum.

Türk Milliyetçisi olan sizler, Türkiye’nin geleceğinin en büyük ümidi ve teminatısınız.

Hain tahriklere karşı azami teyakkuz halinde olmanız hayati önem taşımaktadır.

Buradan çok açık olarak söylüyorum:

Türkiye üzerinde etnik tuzaklar kuran hainler, Türk Milliyetçilerini kanunsuz eylemlerin içine çekemeyecek, bir kardeş kavgasının tarafı haline getiremeyecektir.

Hiçbir güç, Türk Milliyetçilerini sokağa çekerek kırdıramayacaktır. Bu vatanın çocuklarının eline silah alıp sokağa dökülmesine asla izin verilmeyecektir.

Vakur ve dik duruşunuzu istismar etmek isteyen ve bunun için sinsi tertipler içine giren gafil ve hainler her zaman olmuştur. Bunlar bugün de vardır.

Ancak sizler, her zamankinden daha fazla dikkatli olmak durumundasınız. Türkiyemiz çok ağır bir kriz döneminden geçmektedir.

Türk Milliyetçilerini tahrik ederek bir çatışma ortamına sürüklemek isteyecek hain kışkırtmalara karşı sağduyunuzu hiçbir şart altında kaybetmeyeceksiniz.

Hiç kimse Türk Milliyetçilerinin vatan sevgisinden kaynaklanan bu sorumlu ve sağduyulu tutumuna bakarak, bundan başka anlamlar çıkarmamalı, bir hesap hatasına düşmemelidir.

Türkiye’nin kardeşliğini dinamitleyerek hain siyasi emellerine ulaşacağını zanneden bedbahtlar, hiçbir zaman unutmasınlar ki, Türkiye sahipsiz değildir. Devleti ve milletiyle bu hainleri hüsrana uğratacak güçte, azimde ve kararlılıktadır.

Türkiye’yi ateşe atmak isteyenlerle mücadele, demokratik zeminlerde yapılacaktır. Türk Milliyetçileri, aziz vatanlarının ve Büyük Türk Milletinin huzuruna, kardeşliğine ve birliğine sonuna kadar sahip çıkacaktır.

Bunu yıkmak için başlatılan hain saldırılara da bütün demokratik imkan ve yollarla sonuna kadar karşı koyacaklardır.

Milliyetçi Hareket, Türk devletinin bekasını ve Türk Milletinin saadet ve refahını herşeyin üzerinde tutan bir gönül ve inanç misyonunun adıdır. Bu yüce ülkü uğruna verdiği demokratik mücadelenin çilesine ve kahrına her devirde şerefle katlanmış onurlu kadrolarıyla bugün de bu mücadeleye hazırdır.

Bunun için ne bedel ödenecekse, vicdan huzuru içinde buna da razıdır.

Milliyetçi Hareket’in bugün durduğu nokta, Türk Milliyetçilerinin siyasi duruşu budur.

Milliyetçi Hareket önümüzdeki dönemde de bu sorumlu, ilkeli ve kararlı tutumunu sürdürecek ve Türkiye’nin bu bunalımı aşarak düzlüğe çıkması için üzerine düşen görevi sonsuz bir vatanseverlik anlayışıyla yerine getirecektir.

Bu vesileyle Milliyetçi camianın 61. yıldönümünü idrak ettiğimiz 3 Mayıs Milliyetçiler gününü yürekten kutluyorum. Milli değerlerin ve hassasiyetlerin onurlu bir direnişini temsil eden 3 Mayıs ruhunun, Türkiye’nin onurlu geleceği için yeni bir milli şahlanışı gerçekleştirmede en büyük güç ve ilham kaynağımız olacağına gönülden inandığımı belirtmek istiyorum.

Hepinize teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı