Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Nazik bir dönemde toplanan Merkez Yönetim Kurulumuza ve bu vesileyle yaptığımız basın toplantısına katılan basınımızın değerli temsilcilerini ve bütün arkadaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Tarihinin en ağır dönemlerinden birini yaşayan Türkiye, bugün bir kader imtihanından geçmektedir. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlar ve tehlikeler her geçen gün artmakta ve ağırlaşmaktadır. Aziz milletimizin dayanma gücünün sınırlarını zorlayan bu gidişatın sonu karanlık bir gelecektir. Türk siyasi hayatında, geçmişte, “rejim sorunlarının” ortaya çıktığı, demokrasinin askıya alındığı bunalımlı dönemler yaşanmıştır. Türkiye’nin, milli iradeye sırt çeviren haris politikacıların elinde kötü ve keyfi idare edildiği dönemlere de şahit olunmuştur. Türk halkı, genç demokrasi tecrübemiz içinde yaşanan bu talihsiz dönemleri hüzünle ve ibretle hatırlamaktadır. Ancak, bugün içinde bulunduğumuz vahim durum, doğuracağı ağır sonuçlar bakımından bütün bu geçmiş dönemlerden çok farklıdır. Bugün, bir ateş çemberinden geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve millet olarak bir beka sorunuyla yüz yüzedir. Türkiye’nin içine sürüklendiği bu ağır şartlar karşısında, milli bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek her Türk vatandaşının kaçamayacağı tarihi bir görev ve sorumluluktur. Devlet ve toplum hayatımızın her alanda içten içe kemirilmesine ve Türkiye’nin içerden ve dışardan çökertilmesi için yürütülen bu sistemli saldırıya karşı ilgisiz ve tepkisiz kalmak, tarihin asla affetmeyeceği bir gaflet olacaktır. Türkiye’nin içine hapsedilmek istendiği bu kıskaç mutlaka kırılacaktır. Türkiye’yi kuşatma altına alan ihanet ve şer ittifakına en etkili mukabele, Aziz Milletimizin milli bir heyecanla kenetlenmesi olacaktır. Herkes milli duruşunu artık belirlemek zorundadır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, AKP, devlet ve siyaset hayatımızda “siyasi kapkaççılık” anlayışının iflah etmez bir temsilcisidir. Bugünkü ağır tablonun baş mimarı ve baş sorumlusu, hiç şüphesiz, AKP’nin inanç ve ilkeden yoksun sakat ve tehlikeli zihniyetidir. Devlet ciddiyetinin ve hükümet etme sorumluluğunun asgari gereklerine yabancı olan bu zihniyet, tutum ve icraatıyla Türkiye’nin en büyük kabusu haline gelmiştir. AKP’nin yönetici kadrolarının temsil ettiği çarpık siyaset ve devlet anlayışı, Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir. Başbakan Erdoğan’ın gayri ciddi ve laubali üslubu ve sergilediği sorumsuzluklar, aslında AKP’nin siyaset ve devlet anlayışının bir izdüşümüdür. AKP’den çıkacak olan “Post” ancak bu kadardır. Bu nedenle, Başbakan sürekli bahane üretmekte ve bunların arkasına saklanmayı devlet yönetimi zannetmektedir. Başbakan Erdoğan’a bakılırsa, kamu yönetimindeki en büyük sorun “bürokrasi oligarşisidir”. Ekonomik sıkıntıların sorumlusu Türk işçisi, köylüsü ve çiftçisidir. AKP yöneticileri dışında, Türk toplumunun hemen hemen her kesimi, yaşanan sorunların derece derece müsebbibidir. Bugüne kadar kendisine görülmemiş destek veren Türk basını da son günlerde bu suçlamalardan nasibini giderek daha fazla almaktadır. Sadece bu çarpık anlayış bile AKP hakkında hüküm vermek için yeterlidir. Hükümet etme sorumluluğunu ve iktidar konumunu adeta bir “ağlama duvarı”na çeviren böyle bir zihniyetin temsilcisi bir Başbakan’ın Türkiye’yi yönetmesi, Türk Milleti için büyük bir talihsizliktir. Türk milletinin kollektif hafızasını zayıflatmak için her tertibin içinde olan Başbakan’ın kendi hafızasının da unutkanlık hastalığına yakalandığı görülmektedir. Biz, birkaç hatırlatmayla Başbakan Erdoğan’ın hafızasını tazelemeye çalışalım. Devlet kadrolarını talan eden, liyakatsiz ve bilgisiz dar AKP kadrolarıyla değiştiren Başbakan’ın “bürokratik oligarşi”den şikayet etmeye hakkı var mıdır? Yolsuzluğu kurumsal bir hale getiren, dizboyu yolsuzluk çamuru içine batmış olan, geçmişinin hesabını adalet önünde vermekten kaçan ve bunun için dokunulmazlık zırhının arkasına saklanan AKP’nin “Temiz Türkiye”den bahsetmesi, “Temiz Siyaset”in öncüsü olması, bu konuda ucuz kahramanlık yapması mümkün müdür? Bugüne kadar basını her türlü tehdit, şantaj ve çıkar vaatleriyle kontrol altına alan, devleti medya sektöründe önemli bir paya sahip işveren konumuna getiren bir Başbakan’ın, basının birkaç cılız eleştirisi karşısında hiddetlenmesi, hangi ahlaki ölçülerle izah edilebilecek bir davranıştır? Toplumun etkili kesimleri içinde çıkar bağına dayanan ittifaklar kuran ve bu cephenin de katkısıyla milli hassasiyetlerini ve milli reflekslerini kaybetmiş tepkisiz bir toplum yaratmak için psikolojik bir savaş başlatan bir Başbakan, bugün kendisine karşı hangi toplumsal muhalefetten bahsetmektedir? Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlar, AKP’nin siyasi meşruiyet sorununun ve siyasi kimlik bunalımının giderek ağırlaştığı görülmektedir. Aslında siyasi takiye ustası inançsız kadroların arkasında duracakları siyasi bir kimlik bulunması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu kimlik bunalımının kendilerini hergün yeni bir arayışa yöneltmesi doğal karşılanmalıdır. Özü sözü bir olmayan insanların, fırsatçı bir anlayışla sırtlarına geçirdikleri elbiseleri taşımaları mümkün değildir. Çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü “muhafazakar demokrat” kimliği de, bu nedenle, AKP tarafından taşınamamakta, bu elbise bu bedende sırıtmaktadır. Yeni Türk Ceza Kanunu’nun basın özgürlüğünü cendere altına almasındaki siyasi niyet de, AKP’nin sağlam temellerden yoksun siyasi kimliğinde aranmalıdır. Son üç yıldır AKP ve Başbakan Erdoğan’a verilen sınırsız ve ölçüsüz medya desteğinin karşılığını bu şekilde bulmasından, her kesim gibi basınımızın da gerekli moral dersleri çıkarmış olmasını temenni ederiz. Başbakan Erdoğan’ın son dönemde giderek ölçüsü kaçan sivri üslubu, düşüncesiz çıkışları ve tahammülsüzlüğü de demokrasi havariliği rolünü artık sürdüremeyeceğini göstermektedir. Sınırsız ve anlamsız methiyelerle başı dönen Başbakan bile, AKP’nin gerçek hüviyetinin Türk halkı tarafından giderek daha iyi anlaşıldığının farkına varmıştır. Son dönemdeki telaşının ve sinirliliğinin temel nedeni bu “açığa çıkmış olma psikolojisinde” aranmalıdır. AKP’nin cilası kazınmış, boyası dökülmeye başlamıştır. Bütün çırpınış ve gayretlerine rağmen gerçekler artık saklanamamaktadır. Mızrak çuvala artık sığmamaktadır. Bu nedenle, AKP yöneticileri suçluların telaşı içinde ölçüyü iyice kaçırmışlardır. Bu durumun bilinen bir siyasi tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Korkunun ecele faydası yoktur. Her manada bir tükeniş süreci yaşayan iflas etmiş AKP zihniyetinden Türkiye’nin kurtulacağı vade çok yakındır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Hayali dış politika hedefleri, ekonomide çizilen suni pembe tabloları ve sözde siyasi istikrar edebiyatı, AKP’yi mukadder sondan kurtarmaya yetmeyecektir. Siyasi iflas noktasına gelen AKP’nin suni gündem yaratma çabaları ve can havliyle AB hayal ticaretinde elde kalan son sermayeyi de piyasaya sürme gayretleri artık sonuç vermeyecektir. Türk Milletini bir aldatma aracı olarak kullanan dış politika alanındaki “hayali başarı masallarını” artık kimse dinlemeyecektir. AKP’nin bu alanda oynadığı “gölge oyunu”nun bir aldatma ve yanıltma kampanyası olduğu, yaşanan gelişmelerle gün ışığına çıkmıştır. Özellikle Avrupa Birliği konusunu hem bir hayali hedef, hem de bir tehdit sopası olarak kullanan AKP, en ağır iflası bu alanda yaşamıştır. AB’nin Türkiye konusundaki gerçek niyetlerinin giderek daha iyi anlaşılması, AB’nin AKP için siyasi istismar değerini de giderek azaltılmıştır. AKP’nin zemini bu alanda da çökmekte, siyasi istismar sermayesi bu konuda da tükenmektedir. Bugün Türkiye, uluslararası ilişkilerde ciddiye alınmayan, hiçbir ağırlığı olmayan etkisiz bir ülke haline düşürülmüştür. Türk milletine ve Türk tarihine yönelik karalama kampanyalarının hedefi haline getirilen Türkiye, her vesileyle aşağılanmakta ve suçlanmaktadır. Türkiye’ye yönelik “Avrupa’nın hasta adamı” söylemi AKP döneminde yeniden hortlamıştır. Türkiye AKP sayesinde Kıbrıs’ta ve Irak’ta sürekli zemin ve kan kaybetmektedir. AKP hükümeti Irak’taki peşmerge gruplarının sözcülerinin ve Rum yönetimi liderlerinin adeta oyuncağı haline gelmeyi içine sindirebilmektedir. Ermenistan bile bu furyadan pay kapmak için yarış halindedir. Bölgesel bir güç potansiyeli olan Türkiye’yi marjinal ve ezik bir ülke haline getiren AKP’nin dış politikasının sonucu bu olmuştur. Türkiye’nin milli haysiyetini ve milli çıkarlarını siyaset borsasında alınan ve satılan bir kağıt olarak gören bu siyaset karaborsacılarının elinde, Türkiye böyle bir utanç verici duruma getirilmiştir. Bu tabloya rağmen Başbakan Erdoğan dışarıda itibarımızın arttığı ve Türkiye’nin özgüvenini kaybetmemesi gerektiği yalanını söylemeye devam etmektedir. Kıbrıs’ta milli kahraman Cumhurbaşkanı Denktaş’ı dışlayan AKP Hükümeti, bugün EOKA kalıntısı Papadopulos’un peşinde koşmakta, Rum siyasi parti liderlerine kucak açmakta ve bunlardan medet ummaktadır. Bu hazin duruma karşı çıkanları ise “Kıbrıs’tan nemalanmak isteyen marjinal çevreler” olarak suçlayabilmektedir. Bu noktada herkes elini vicdanına koyup düşünmeli ve bir hüküm vermelidir: Kıbrıs Türklüğünü Rumlara teslim etmek sonucunu doğuracağı çok açık olan bir yolda Rum liderlerin peşinde adeta yalvar yakar koşan bu Başbakan mı Türkiye’ye siyasi itibar kazandıracaktır? Bu anlayış mı Türkiye’nin çıkarlarını koruyacaktır? AKP’nin Irak konusundaki siyaseti de şahsiyetsiz bir dış politika şahikası olarak tarihte yerini alacaktır. Türkiye, bugün Irak’taki siyasi süreçten tamamıyla dışlanmıştır. Türkmen kardeşlerimiz yok olma sürecine itilmiştir. Buna karşılık Kürt devleti yapılanması, geriye dönüşü çok zor bir noktaya taşınmıştır. Kerkük’ün Kürt gruplara tamamiyle teslimi için yürütülen pazarlıklar sonunda Türkiye’yi her vesileyle tahrike yeltenen aşiretler bugün hükümete girme hazırlığı yapmaktadır. Türkiye’nin sessiz ve tepkisiz kalamayacağı bunca olumsuz gelişme yaşanırken, Barzani ve Talabani’nin ayağına resmi devlet temsilcileri gönderen Başbakan ve AKP Hükümeti, bu gidişatın bölgede istikrarı temelden sarsacağını hala göremeyen bir aymazlık içindedir. Bu durumda da şu soruyu Türk milleti adına sormak hepimizin meşru bir hakkıdır: Türkiye’nin bir ateş çemberiyle kuşatıldığı tarihin bu hassas döneminde Türkiye’nin böyle bir iktidara mahkum olması, Türk milleti için bir felaket değilse nedir? Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye’nin iç ve dış sorunlar altında ezilen çaresiz bir ülke konumuna nasıl getirildiği ve nereye sürüklenmeye çalışıldığını herkes çok iyi görmelidir. Bu yolda gidilirse Türkiye’yi bekleyen karanlık gelecek, herkes tarafından çok iyi değerlendirilmelidir. Bugün AB ile ilişkiler, özünde siyasi bir rant vasıtası olarak görülmekte ve bu amaçla istismar edilmektedir. Adeta bir tabu olarak görülen bu konuda yaratılan psikolojik baskı ortamı, gerçeklerin tartışılmasını ve anlaşılmasını engelleyecek bir terör boyutlarına taşınmıştır. AB konusunu bir tehdit ve şantaj aracı haline getiren bu çevreler, Türk milletinin aklı, vicdanı ve düşüncesi üzerinde bir AB ipoteği tesis etmiştir. Bu psikolojik baskı ve terör ortamı, AB konusunun objektif gerçekler ışığında ve sağlıklı bir perspektif içinde tartışılıp anlaşılmasını adeta imkansız hale getirmektedir. Milliyetçi Hareket’in bu konudaki samimi inançları başından beri değişmemiştir. AB ekseninde estirilmeye çalışılan terör havası, bundan sonra da gerçekleri Türk milletine anlatmamıza engel olamayacaktır. AB ile sorunlu ilişkilerimiz hakkındaki tüm somut ve objektif gerçekler bütün çıplaklığıyla ortadadır. AB misyonerliği yapan AKP iktidarı ve AB lobicileri, hiç olmazsa somut gerçekler konusunda dürüst ve namuslu olmak zorundadır. Bunu asgari bir ahlaki sorumluluk olarak görmeye çalışmaları beklenir. Çünkü bugüne kadar bu konuda oynadıkları orta oyunu bitmiştir. Aziz milletimiz AB’nin niyetleri hakkındaki gerçekleri daha iyi anlamaya başlamıştır. Bu gerçekler ve bunların somut sonuçları önümüzdeki dönemde giderek daha açık olarak görülecektir. Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler bugün artık bir “Siyasi Kapitülasyon” ilişkisi niteliği kazanmıştır. Bu ilişkide dayatan konumunda olan AB’nin samimi ve iyi niyetli olduğunu söylemek artık mümkün değildir. Baskı ve şantaja dayanan böyle bir ilişkinin hiçbir tarafa hayrı dokunmayacak, bu sağlıksız yapının, ilerde kangrene dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’deki bölücü emeller besleyen ihanet odaklarının en büyük güç ve cesaret kaynağı bugün Avrupa Birliğidir. Kanlı terör örgütü ve yardakçıları, amaçlarını gerçekleştirmek için AB’ne en büyük güvence olarak sarılmışlardır. Türk tarihiyle, Türk devletiyle ve Türk milletiyle sorunu olan her kesim, bugün Avrupa Birliğini sığınma limanı olarak görmektedir. Ermenistan, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan, tarihi emellerini ve hayallerini AB sopasıyla gerçekleşmek hesabı ve hazırlığı içindedir. AKP’nin ve sözde ilerici ve aydın geçinen AB lobicilerinin Türkiye’ye en büyük ihaneti, içerdeki gafillere ve hainlere ve dışarıdaki macera heveslilerine bu ümidi ve cesareti vermiş olmalarıdır. “Siyasi Kıble” olarak Brüksel’i kabul eden AKP, en azından bu anlamda, bu şer ittifaklarıyla aynı görüntüye girmişlerdir. Bunun sonucu Türk milletine, Türk devletine ve Türk tarihine karşı içerden ve dışardan yeni bir “Haçlı Seferi” başlatılmıştır. Bu şer ittifakının rahat hareket edebilmeleri için gerekli ortam ve yasal alt yapı, AB uyumu adı altında, AKP sayesinde esasen hazırlanmıştır. Bugün, Türk tarihine serbestçe hakaret edilebilmekte, bu bir moda olarak görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devletine ihanet çağrıları yapmak, Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef almak da bugün serbesttir. Terör örgütlerini ve bölücü emellerini desteklemek, İmralı’daki kanlı caninin serbest bırakılması çağrıları yapmak da AKP sayesinde AB standardı ve neredeyse demokrasi ölçüsü sayılmaktadır. AKP’nin gafleti nedeniyle terörist başının yeniden yargılanması bile gündeme sokulmuştur. Burada bir hususu vurgulamak istiyorum. Bu bir AB dayatmasıdır. 6 Ekim Türkiye İlerleme Raporunda bu husus açıkça yer almıştır. Bunun Türk Milletinden saklanması için bugüne kadar her çaba harcanmıştır. Ancak, gerçeklerin bir gün anlaşılması mukadderdir. Bu gün gerçek artık saklanamayacak hale gelmiştir. Türk mahkemelerinin kararlarını Avrupa mahkemesinin denetimi altına sokan AKP’nin açtığı tehlikeli yol, bugün karşımıza İmralı canisinin yeniden yargılanması zorlamasını çıkarmıştır. Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Türkiye adım adım bu noktaya getirilmiştir. Hazırlanan bu ortam, beklendiği gibi, bölücü faaliyetlerin son dönemde artmasına yol açmıştır. AB’nin himayesi arkasına saklanan ve AKP’nin teslimiyetçi ezikliğinden cesaret alan ihanet odakları, tahriklerine hız vermişlerdir. Nevruz kutlamaları bahanesiyle yapılan alçakça tahrikler, Türkiye’nin nereye sürüklenmek istenildiğini bir kere daha göstermiştir. Mukaddes hiçbir değer tanımayan bu ihanet yolcularının kışkırtmaları, şerefli Türk bayrağına alçakça el uzatmak noktasına kadar taşınmıştır. Türk Milletinin sabrını taşıran bu tahriklerin perde arkasındaki gözü dönmüş ihanet odakları ateşle oynamaktadır. Eli kanlı katilin yakınlarının elini öperek Türk Devletine ve Milletine karşı meydan okuyan, İmralıda’ki caninin serbest bırakılması için kampanya yürüten bu zavallı maşalar, “rüzgar ekenin, fırtına biçeceği” gerçeğini hâlâ anlamamışlardır. Türkiye, alçakça bir siyasi suikastla karşı karşıyadır. Büyük bir oyunun hedefi haline getirilmiştir. Buna karşı bütün vatandaşlarımızın teyakkuz halinde olması hayati önem taşımaktadır. Türk Milleti, bir bütün olarak bu sinsi oyunu mutlaka bozmak zorundadır. Buradan aziz milletimizi sağduyulu ve sakin olmaya davet etmek istiyorum. Bu alçakça tahrikler karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de gereğini yapmasını beklediğimizi belirtmek istiyorum. Ancak, Başbakan Erdoğan Türk Bayrağına karşı yapılan bu alçaklık karşısında bile dik bir duruş sergileyememiştir. 15-16 yaşında çocukların hareketi olduğunu söyleyerek, bu büyük tuzağı hâlâ görmek istemediğini ortaya koymuştur. AKP Hükümeti, bu gidişin sonunun Türkiye için felaket olacağını artık görmeli ve bir vicdan muhasebesi yapmalıdır. Bu ihanet kışkırtmalarında boy gösteren, eski DEP mensubu şahısları AB baskısıyla salıvermelerinin hata olduğunu kabul etmeli ve bu tahriklere prim vermekten artık vazgeçmelidir. Aksi takdirde Türkiye’ye yazık olacaktır. Buradan Türkiye’ye karşı ihanet yolunu seçen, Türk Milletinin kardeşliğini yıkarak habis siyasi amaçlarına ulaşacaklarını zanneden tahrikçilere bir gerçeği bir kere daha hatırlatmak istiyorum: Bu vatan sahipsiz değildir. Gittiğiniz bu yolun sonu hüsrandır. Fazlasıyla hak ettiğiniz karşılığı göreceğiniz bir noktaya gelmeden bu tahriklere son verin. “Kendi düşen ağlamaz” atasözünün taşıdığı manayı hiç aklınızdan çıkarmayın. Milliyetçi ve Ülkücü Türk gençlerine de şu çağrıda bulunuyorum: Milli hassasiyetlerin bekçisi olan sizler, Türkiye’nin milli birliği ve dirliğinin en büyük teminatısınız. Türkiye’ye kastetmek isteyen ihanet yolcularına karşı Büyük Türkiye Ailesinin temel harcı sizlersiniz. Türkiye’nin etnik tuzakların içine çekilmesini amaçlayan hain suikastlar karşısında her zaman daha fazla dikkatli olmak durumundasınız. Milli heyecanınızı demokratik yollardan ortaya koyarken tahriklere asla kapılmayın ve sağduyulu, sorumlu ve ağırbaşlı duruşunuzu her zaman muhafaza edin. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Bu tehlikeli tahriklerin yanı sıra, son zamanlarda yeni ve sinsi bir tertibin de sahnelenmeye çalışıldığı görülmektedir. Geçmişinden kopan, utanan ve uzaklaşan milletlerin geleceği olmayacağını çok iyi bilen bu odaklar, şimdi Türk milletini böyle bir boşluğa itmek için seferber olmuşlardır. AB’nin “Türkiye’nin tarihi ve geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşması gerektiğini” dayatmaya çalışması, bu yeni senaryonun gerçek amacını ve hedefini ortaya koymaktadır. Türkiye’nin milli birliğini ve kardeşliğini hedef alan tahriklere zemin hazırlayan AB çevreleri, şimdi de tarihi bir hesaplaşmanın aracılığı ve avukatlığı rolü ile karşımıza çıkmıştır. Burada üzücü olan, bu yeni kampanyanın da Türkiye’de yandaş bulabilmiş olmasıdır. Türkiye’de aydın geçinen kompleksli bazı çevrelerin tarihi gerçekleri yok sayarak bu kampanyada gönüllü olarak öne atılmaları, en hafif tabiriyle hazin ve ibret verici bir cehalet ve gaflet örneği olarak Türk milletinin hafızasına kazınmıştır. Bu gafillerin asılsız Ermeni iddialarının gönüllü destekçisi olmaları, aydın olmayı iddia etseler bile adam olamadıklarını göstermektedir. Her devirde sayıca az da olsa böylelerine rastlanması da Türk milleti için ayrı bir talihsizliktir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye’de yaşanan bütün bu rezaletler Kopenhag Siyasi Kriterlerine uyum olarak takdim edilmektedir. Türkiye’ye zarar verecek her gelişme, AB üyelik sürecinin bir gereği olarak gösterilmektedir. Ancak, bu konudaki gerçekler gün gibi ortadadır. Türkiye’nin AB üyeliği sürecine girdiği safsatası, Cumhuriyet tarihimizin en büyük siyasi yalanıdır. AKP, siyasi geleceğini kurtarmak ümidi ve telaşıyla, Türkiye’ye büyük tahribat verecek bu oyunu oynamaktadır. Türkiye’nin milli çıkarlarının nasıl bir kıskaca hapsedildiği önümüzdeki dönemde daha iyi görülecektir. Bu çerçevede, ilk planda, Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkilerdeki ağır faturalar Türkiye’nin önüne getirilmeye başlanacaktır. Kıbrıs, bu oyunun ilk kurbanı olacaktır. Ankara Anlaşması’nın Kıbrıs’ı da kapsayacak şekilde genişletilmesi, Türkiye’nin tanımadığı Rumları resmi muhatap olarak kabul edip onlarla bir çok alanda resmi ilişki kurması sonucunu doğuracaktır. AKP hükümetini Rumların Kıbrıs’ın yasal temsilcisi olarak tanıması anlamına gelecek adımlar atmaması konusunda buradan bir kere daha uyarmak istiyorum. Bunun Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bakımından doğuracağı siyasi ve hukuki sonuçlar üzerinde çok iyi düşünmeye davet ediyorum. Bir adım önde olacağım diye sürekli koşan Başbakan Erdoğan’ın, bir soluk alıp nereye koştuğunu düşünmesi, hem kendisi hem de Türkiye bakımından çok hayırlı olacaktır. AB’nin Ermenistan konusundaki taleplerini de iyi niyetle bağdaştırmak mümkün değildir. Bu konuda da Türkiye’nin onuru ve haysiyetiyle oynanmaktadır. Türkiye’den asılsız soykırım iddialarını tanımasını istemek, arkasından bir dizi talebe de davetiye çıkaracaktır. Türkiye Ermenistan’dan resmen özür dileyecek, tazminat taleplerini AB’nin “uzlaşma ruhuyla” kabul edecektir. AKP’nin siyasi sicili ışığında, bu noktada bazı endişeler taşıdığımızı belirtmek istiyorum. AKP Hükümetinin bu konuda sergileyeceği tutumun zamanla nasıl bir çizgi izleyeceği ilerde daha somut olarak anlaşılabilecektir. Siyasi sorunların çözümünde öncülük yapmak gibi tehlikeli bir hevesin peşinde, Kıbrıs’tan sonra ikinci bir maceraya, yeni bir mayınlı yola yönelip yönelmeyeceklerini gelişmeler gösterecektir. Başbakan Erdoğan’ın Ermenistan konusunda da birkaç adım daha önde olacağım diye yeni ve çok daha vahim bir ihanet koşusuna çıkmaması en halisane temennimizdir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Böyle bir denklem içine hapsedilen Türkiye-AB ilişkilerinin Türkiye için bir çıkmaz sokak olacağı çok açıktır. 3 Ekim 2005’te başlayacak müzakere süreci, özde göstermelik bir süreç olacaktır. Bunun AB’nin Türkiye’ye her konuda baskı ve dayatma yapmasını sağlayacak bir kurumsal mekanizmaya dönüşeceği çok yakında görülecektir. Türkiye’nin sürekli hırpalanacağı bu sıkıntılı sürecin, bu yokuşlu yolun sonu da tam üyeliğe çıkmayacaktır. AB’nin Türkiye’ye “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” niyeti çok açık olarak ortadadır. Özel ilişki statüsü karşımıza tek seçenek olarak çıkartılacak, “ya bunu kabul et, ya da buraya kadar” denilecektir. Bildiğiniz gibi, Fransa Türkiye konusunda Anayasası’nı bile değiştirerek referandum kararı almıştır. Türkiye’yi böyle bir akıbetin beklediğini görmek için Fransa’nın dostane olmayan bu tavrı bile tek başına yeterlidir. Bu bakımdan Milliyetçi Hareket, Türkiye-AB ilişkilerinin giderek kronik hale gelecek hastalıklı bir yapıdan kurtarılması için, ilişkilerimizin yeni bir tanıma ihtiyacı olduğuna samimiyetle inanmaktadır. Bugün AB lobiciliği yapanlar da birgün mutlaka bu gerçeği kabul etmek zorunda kalacaklardır. Ümit edelim ki bu Türkiye için çok geç olmasın. AB ile göstermelik olarak başlatılacak sanal müzakere sürecinde, etnik ve mezhep temelinde girişilecek yeni tahrik ve tertipleri herkes yakında görecektir. İnsan hakları ve azınlıklar konusunda Türkiye’ye dayatılacak faturaların, Türk toplumunun sosyal bünyesi ve dokusunda açacağı yaralar ve tahribat önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacaktır. AB’nin ve Türkiye’deki gözü kapalı yoldaşlarının dünya kadınlar günü vesilesiyle girişilen tahrikler ve bunun yol açtığı olaylar konusundaki tutumu ilerisi için yol gösterici olmuştur. AB kurumları, kanun dışı bir gösteriye müdahale eden emniyet güçlerinin orantısız güç kullandığı bahanesiyle Türkiye’yi alenen hakir görmeye yeltenmiştir. Aslında devletin güvenlik güçlerine yönelik saldırıların artması bir tesadüf değildir. İçerde ve dışardaki bir koro, uzunca bir süredir güvenlik güçlerimizi “günah keçisi” haline getirmek için sistemli bir gayret içindedir. Amaç, emniyet ve güvenlik güçlerimizin görev yapma iradesini ve moralini çökertmektir. İçerdeki bölücü-ayrılıkçı odakların ve AB çıkar ittifakının başlattığı bu linç kampanyasının amacı ve hedefi gün gibi ortadadır. Türk yargı sistemi ve organları da bu cephenin diğer öncelikli saldırı hedefi haline gelmiştir. Türkiye’de yapılmak istenilen, “taşları bağlamak” ve Türkiye üzerinde meşum emelleri olan ihanet cephesinin serbestçe “cirit atmasını” sağlayacak bir ortam yaratmaktır. Bu konularda adeta özür dilercesine ezik bir tavır sergileyen Başbakan ve AKP’li Bakanlar sayesinde esasen önemli mesafe de sağlanmıştır. AKP, bu cephenin bu konuda da taşeronluğunu yapmaya talip olmuştur. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Siyasi hayatımızda önemli gelişmelere gebe kritik bir döneme girilmiştir. Siyasi sonu artık gelmiş olan AKP’nin tükeniş süreci önümüzdeki dönem daha da hız kazanacak ve bu siyasi kabus yakında sona erecektir. Aziz milletimiz için tünelin ucundaki aydınlık nihayet görülmüştür. Acz içindeki AKP iktidarının siyasi tasfiyesi demokratik kurallar içinde yapılacaktır. Milli heyecandan nasibini almamış ve siyasi dalkavukluğu meslek haline getiren bu devşirme kadroların, bu sahte demokrasi havarilerinin tasfiyesi, Türkiye’ye yeni ufuklar açacaktır. Toplum hayatımızı habis bir kanser gibi kemiren çıkar ittifakları da, AKP’nin tasfiyesiyle birlikte vurgun ve talan imkanından mahrum kalacaklardır. Türk Milleti’nin AKP tasallutundan kurtuluşundan sonra geride bırakılacak bu karanlık dönem, Türk siyasi tarihinde “kara bir delik” olarak ibretle hatırlanacaktır. Ancak, şunun çok iyi anlaşılmasını istiyorum: AKP yöneticileri geçmişin hesabını vermekten hiçbir şart altında kaçamayacaktır. Yetim hakkına el uzatanlardan mutlaka hesap sorulacaktır. Türk adaleti vurguncuların ve soyguncuların yakasına mutlaka yapışacaktır. Türk Milliyetçilerinin bunun sonuna kadar takipçisi olacağını herkes çok iyi bilmelidir. Brüksel’deki sahte dostları, AKP sorumlularını bu hesabı vermekten kurtaramayacaktır. AKP’nin çıkar ortaklarını bekleyen akıbet de aynısı olacaktır. Milliyetçi Hareket bugün iktidarın yegane alternatifi olarak Aziz Milletimizin huzurundadır. Milliyetçi Hareketin diğer ciddi muhalefet partilerinden temel farkı, şartlara göre değişmeyen ve rüzgarın yönüne göre şekillenmeyen çelik gibi sağlam ilke ve inançlara sahip olmasıdır. Türkiye’nin temel meselelerinde sergilediğimiz kırığı ve sapması olmayan onurlu duruşumuz ve şerefli siyasi geçmişimiz, bu hüviyetimizin şahidi ve kefilidir. Şerefli davasına inanan Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin birliğine, onuruna ve haysiyetine sonuna kadar sahip çıkacaktır. Türkiye’nin onurlu geleceğini hazırlamak için tarih ve millet önünde bir mücadele vermekte olan Milliyetçi Hareketin bu milli mücadelesi mutlaka hedefine ulaşacaktır. MHP yeni bir toplumsal projeyle, yeni bir heyecanla, lider Ülke Türkiye idealini mutlaka gerçekleştirecektir. Türkiye, Hakk’ın ve Halkın emrinde olan iman ve gönül erlerinin, Milliyetçi Hareketin inançlı kadrolarının elleri üzerinde mutlu ve onurlu bir geleceğe mutlaka taşınacaktır. Ve işte o zaman, Milliyetçi Hareketin 40 yıla yakın bir süredir her şeyini feda ederek verdiği şerefli mücadele nihai hedefine ulaşmış olacaktır. Yüce Allah’ın himmetiyle Üç Hilalli Bayrağın bu günleri görmesine çok az bir zaman kalmıştır. Bütün Türkiye’nin partisi olan Milliyetçi Hareket her geçen gün güçlenmektedir. Milliyetçi Hareket çatısı altındaki gönül seferberliği bir çığ gibi büyümektedir. Hepinizi en samimi duygularla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |