Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Cumhurbaşkanlığı görev süresiyle ilgili yapılan siyasi ve hukuki yorum ve değerlendirmeler son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelmiştir. Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin hangi hukuki vasıtalarla belirleneceği ve kaç yıl olacağı ciddi bir sorun olarak belirginlik kazanmıştır. Bununla birlikte, görüş ve yaklaşımlardaki abartılı farklılık ülkemizi yeni bir cepheleşmenin eşiğine kadar getirmiştir. Her kafadan ses çıkmasıyla devletin en üst makamının tartışmaların odağına yerleşmesi; bu yüksek görevin saygınlığı ve mehabeti açısından büyük bir talihsizlik olmuştur. Öncelikle bütün dikkat ve ileri sürülen görüşler 11. Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin; “beş yıl mı, yoksa yedi yıl mı olacağı” noktasında düğümlenmiş ve bu alanda yoğunlaşmıştır. Bu kapsamda fikir beyan eden çevreler, siyasi fıtratlarına ve ideolojik meşreplerine göre pozisyon almışlar ve çözümün tarafı olmaktansa anlaşmazlığın bir uzantısı olmayı tercih etmişlerdir. Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhurbaşkanlığı görev süresi etrafında alevlenen kriz ve kutuplaşma eğilimlerinden son derece rahatsızlık duymaktadır. Görülmektedir ki, AKP Hükümeti’nin ezbere, hazırlıksız ve karşılaştığı dönemsel zorlukları aşma adına geçmişte yaptığı anayasa değişiklikleri, Türkiye’yi yeni açmazlara ve çıkmazlara sürüklemektedir. Cumhurbaşkanlığı görev süresinin yanı sıra, bu makama seçilecek kişinin aziz millet varlığı tarafından belirlenecek olması bunlardan yalnızca ve en önemlilerinden birisi olarak karşımızdadır. Bugünkü sisli ve karmaşık ortamın başlangıcında, şüphesiz 2007 tarihindeki sancılı Cumhurbaşkanlığı seçimi bulunmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın 24 Nisan 2007 tarihli Meclis Grup toplantısında Cumhurbaşkanı adayı olarak Sayın Gül’ü ilan etmesi çetin, tehlikeli ve meşakkatlerle dolu bir dönemin kapısını aralamıştır. 27 Nisan 2007 günü başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim turlarının 367 bariyerine takılması ve toplantı yeter sayısının Anayasa Mahkemesi’ne taşınarak TBMM iradesinin baltalanması aziz milletimizin gözü önünde cereyan etmiş ve bugünkü sıkıntıların alt yapısını oluşturmuştur. Bu şartlar altında TBMM’i 11.Cumhurbaşkanını seçememiş ve AKP Hükümeti de erken seçim kararı alarak konuyu ileri bir tarihe bırakmıştır. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimindeki bunalım gerekçe oluşturmuş ve AKP 23.Dönem TBMM yapısını ve siyasi dağılımını beklemeden anayasa değişikliği yoluna gitmiştir. Nitekim 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun 31 Mayıs 2007 tarihinde kabul edilmiş ve devamında 16 Haziran 2007 tarihinde Resmi Gazete’de halkoyuna sunulmak üzere yayımlanmıştır. Arkasından 23.Dönem Meclis yapısı içinde temsil imkânı bulan Milliyetçi Hareket Partisi, millet iradesinin gasp edilmesine itiraz ederek Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmış ve 367 kilidinin açılmasını sağlamıştır. Bu arada Sayın Gül; 28 Ağustos 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulunda Cumhurbaşkanlığı görevine seçilmiştir. Bilahare, 31 Mayıs 2007 tarihinden kabul edilen ve aralarında; Cumhurbaşkanlığı görev süresinin yedi yıldan beş yıla çekilmesini ve milletvekilliği süresinin beş yıldan dört yıla indirilmesini sağlayan anayasa değişiklikleri 21 Ekim 2007 tarihindeki Referandumla kabul edilmiştir. Elbette milletvekilliği süresinin beş yıldan dört yıla inmesi ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinin buna dayanarak yapılması, Cumhurbaşkanlığı görev süresiyle ilgili emsal niteliği taşımaktadır. Anayasa’nın 101’nci maddesindeki değişiklikle de; Cumhurbaşkanı’nın görev süresi beş yıl olarak belirlenmiş ve bir kimsenin en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebileceği kayıt altına alınmıştır. Ne var ki, AKP Hükümeti’nin yattığı gaflet uykusu ve gösterdiği sorumsuzluk yüzünden; Anayasa’nın 102’nci maddesinde ifadesini bulan, “Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir” amir hükmünün gereği ve icabı bugüne kadar yerine getirilmemiştir. Bu zorunluluk, aradan geçen dört yılı aşkın bir süredir iktidarın aklına ve gündemine gelmediğinden uzlaşmazlıklara ve çatışan görüşlere göz göre göre davetiye çıkarılmıştır. Esasen her şey net ve bellidir. Süreyle ilgili saplantısı bulunmayan, hukukun çizgisinden ayrılmayan ve önyargılarına teslim olmayan herkes Cumhurbaşkanlığı süresinin beş yılla sınırlı olduğunu ve bu göreve ikinci bir beş yıl için de seçilme imkânı bulunduğunu teyit ve kabul edeceklerdir. Aziz milletimiz bu çerçevede Cumhurbaşkanlığı süresini “5+5” yıl olarak tayin etmiş ve buna da 21 Ekim 2007 tarihli Referandumda onay vermiştir. Bu kadar berrak bir manzara ortada dururken; Cumhurbaşkanlığı görev süresinin sulandırılmasının, seçimin hangi yılda yapılacağına dönük papatya falları açılmasının doğru olmayacağı gibi ahlaki ve hukuki bir tarafı da bulunmayacaktır. Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı görev süresini yedi yıl olarak değerlendirmesi, her şeyden önce hukuku ihlal anlamına geleceği gibi, bizatihi değişiklik yaptıkları anayasa maddesine de aykırılık teşkil edecektir. Altı kalın olarak çizilmesi gereken gerçek şudur: Cumhurbaşkanlığı statüsü; gücünü ve kaynağını doğrudan Anayasadan almakta ve bu itibarla görev ve yetkileriyle birlikte, süresi de Anayasaya dayanmaktadır. Kaldı ki hukuk kurallarının zaman bakımından uygulanmasındaki bariz kural; yürürlülüğe giren bir kanun ya da anayasa hükmünün derhal uygulanmasını içermesidir. Şüphesiz kamu hukuku dâhilinde yapılan bir değişiklik, muhataplarını da anında etkileyecek ve yeni bir durum ortaya çıkaracaktır. Cumhurbaşkanlığının görev, yetki ve süresi kazanılmış haklar çerçevesinde ele alınamayacağı gibi, bu görevi icra eden kişinin temel hakkı da sayılamayacaktır. Kamu görevi ifa eden Cumhurbaşkanı’nın yetki ve süresinde yapılan değişiklikler de hemen uygulanmalı, muhtemel boşluk ya da kuşkulara meydan bırakılmamalıdır. Anayasa değişikliklerinin, mevkisi ve konumu ne olursa olsun herkes için bağlayıcı ve kapsayıcı olduğu kuralından hareketle, Sayın Gül’ün görev süresi halen yürürlükte bulunan beş yıllık zaman süresine göre hesap edilmeli ve yorumlanmalıdır. Şayet bugünkü muğlâk ve muamma haline gelen Cumhurbaşkanlığı görev süresinin netleşmesi samimiyetle isteniyorsa; TBMM hemen harekete geçmeli ve YSK’dan görüş alarak yürürlükteki Anayasa çerçevesinde, halen görevde bulunan 11.Cumhurbaşkanı’nı da bağlayacak şekilde bir düzenleme yapmalıdır. Milletvekillerinin görev süresi beş yıldan dört yıla çekilmesi gecikmeksizin nasıl uygulandıysa ve 12 Eylül Referandumunda Cumhurbaşkanlığı’na verilen yeni görevler anında nasıl yerine getirildiyse, süre konusunda da tutarlılık ve hukukilik bakımından aynısı tatbik edilmelidir. Başbakan Erdoğan’ın bu gerçeklerin aksine, Cumhurbaşkanlığı görev süresini yedi yıl olarak ilan eden tutumu sorunlu olduğu kadar başka hesapları içerisinden barındıran saklı bir ajandasının varlığına işaret etmektedir. Başkanlık sistemine yönelik gizli gündemi bulunan bu zihniyetin, fırsat bulursa Cumhurbaşkanlığı makamını anayasa değişiklikleriyle dönüştüreceği anlaşılmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın yedi yıl dayatmasının gerisinde, başkanlık hevesini ve hedefini gerçekleştirme arayışı ve istediği fazlasıyla belirleyicidir.
Zira Başbakan Erdoğan’ın böylesi devir teslim törenleriyle ilgili deneyimi bir hayli fazla olup mizacı da buna yatkındır. Cumhurbaşkanlığı görev süresinin siyasi krize dönüşmemesi için Başbakan Erdoğan ve Hükümeti elini çabuk tutmalı ve hukuku beklentileri ve niyetleri paralelinde tahrip etmemelidir. İnanıyorum ki, Cumhurbaşkanlığını bireysel kaygı ve ikbal beklentilerinin bir ara durağı olarak gören Başbakan ve arkadaşlarına aziz milletimiz aradıkları imkânı asla vermeyecektir. Türk milleti geleceğine ipotek koyan, siyaseti esaret altına alan AKP zihniyetinden eninde sonunda kurtularak demokrasinin önüne koyulan taşları mutlaka temizleyecektir. |