10.04.2004 - MYK Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr.Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısı Konuşma Metni
10 Nisan 2004

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Merkez Yönetim Kurulumuzun bu toplantısı, Kıbrıs davamızın içine sürüklendiği çıkmazda sona yaklaşılmakta olunduğu bir dönemde yapılmaktadır.

Kıbrıs Türklüğü ve Türkiye için sonu tehlikelerle dolu olan bu sürecin takvimi AKP tarafından işletilmiş, Kıbrıs’lı kardeşlerimiz için kader oylaması olan referanduma sadece iki hafta kalmıştır.

Yaşanan bu tehlikeli gelişmeler, mahalli seçimlerden güçlenerek çıkan ve milli vicdanın sesi olan Milliyetçi Hareket’in siz değerli yöneticilerinin bugünkü toplantısına özel bir önem kazandırmıştır.

Önümüzdeki güç ve sıkıntılı dönemde, Milliyetçi Hareket’in Türkiye sevdalısı gönül erlerini, milli bir görev ve sorumluluk beklemektedir.

Bu bakımdan, sözlerime Kıbrıs davamızın getirildiği bugünkü noktadan başlamak ve bu konudaki görüşlerimizi aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Mensupları,

Milliyetçi Hareket, bugüne kadar Kıbrıs konusunda inançlarından ve ülkülerinden ilham alan, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklüğünün milli hassasiyetlerini ve çıkarlarını her düşüncenin üzerinde tutan, dürüst ve kararlı bir tutum izlemiştir. AKP iktidarını her vesileyle uyarmak ve milli bilincin güçlendirilmesine yardımcı olmak için elinden gelen her çabayı harcamıştır.

Ülkücüler, bu konuda belki görevlerini yapmış olmalarının vicdani huzuru içindedir. Ancak, şu çok iyi bilinmelidir ki, Türk Milliyetçileri yaşanan gelişmelerden derin bir üzüntü ve öfke duymaktadır.

AKP iktidarı, bu hatalı yolda hiçbir kayıt tanımadan yürümekte ve Kıbrıs’ı bir felakete sürüklemekte kararlı görünmektedir. Bu tehlikeli gidişi durdurmak için önümüzde fazla zaman kalmamıştır. Bunu başarabilmenin yegane yolu, milli şuurun topyekün ayağa kalkmasıdır. Bu konuda, parti düşüncelerini ve siyasi farklılıkları aşan, milli bir seferberlik başlatılmasıdır.

Şuna samimiyetle inanıyorum ki: AKP’ye oy vermiş büyük kitleler ve Meclise gönderdikleri AKP’li milletvekilleri de, gerçeklere dayalı bir değerlendirme yaptıklarında, bu tehlikeli sürüklenişe ilgisiz ve kayıtsız kalmayacaklardır.

Milliyetçi Hareket, böyle bir toplumsal şuur ve direncin oluşmasında üzerine düşeni yerine getirmeye her zaman olduğu gibi, bugün de hazır ve kararlıdır.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

İsviçre’de yapılan Kıbrıs görüşmelerinin üzerinden on gün geçmiştir. İlk günlerdeki zafer kutlamalarının ve yanıltma kampanyalarının yarattığı sis perdesi giderek aralanmış, gerçekler bugün bütün çıplaklığıyla gün ışığına çıkmıştır.

Kamuoyunda her yönüyle geniş biçimde tartışılan Kıbrıs çözüm planı, Milli Güvenlik Kurulunda ve devletin organlarında ele alınmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de Hükümet tarafından ilk kez bilgi verilmiştir. Siyasi Partilerimiz de bu konudaki tutumlarını ortaya koymuşlardır.

Bu süreçte saflar artık belirgin hale gelmiştir. Kıbrıs’ta siyasi partilerin referandum konusundaki tutumları da büyük ölçüde şekillenmiştir. Ancak, Kıbrıs Türk toplumu içinde, bu konuda büyük bir tartışma ve belirsizliğin yarattığı büyük bir zihin karmaşası yaşanmaktadır.

Kıbrıs Türklüğünün acılarla dolu tarihinin yaşayan şahidi olan Sayın Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, halkının geleceği için tarihi kişiliğine yakışan büyük bir şeref ve haysiyet mücadelesi vermektedir.

Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Sayın Denktaş bu mücadelede yalnız değildir. Buradan bir kez daha duyurmak isterim ki: Türk Milliyetçileri ve Anadolu’nun vatansever tüm insanları Sayın Cumhurbaşkanı Denktaş’ın sonuna kadar yanında ve arkasındadır.

Türkiye’deki duruma bakıldığında ise şu belirgin gerçekler karşımıza çıkmaktadır:

Avrupa Birliği’nin her dayatmasını kabul etmeye hazır bir çaresizlik tablosu sergileyen AKP iktidarı, Avrupa Birliği’nden belki tarih alırız beklentisiyle Kıbrıs Türklüğü’nü Rum tahakkümüne teslim etmeye hazırlanmaktadır.

AKP iktidarı, İsviçre’de bir zafer kazandığı aldatmacasını sürdürebilmek ve varılan sonucun ne kadar iyi olduğunu gösterebilmek için bir “broşür ve kitapçık diplomasisi” başlatmıştır. Bu amaçla, Annan planının Türk tarafının lehine olan yönlerini anlatan kitapçıklarla gerçekleri saklamak ve saptırmak telaşına düşmüştür.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dağıtılan Kıbrıs notları kitapçığı incelendiğinde çok garip bir durum ortaya çıkmaktadır: Kitapçıkta, İsviçre görüşmeleri öncesinde de Annan planının içinde yer alan ve kısmen lehte sayılabilecek bazı genel noktalar abartılı biçimde alt alta sıralanmıştır. Ancak, bu hususlar AKP’nin de daha önce kabul edilebilir olarak görmediği Annan planının eski şeklinde de aynen yer alan noktalardır.

Öte yandan, birkaç sınırlı düzenleme dışında, İsviçre görüşmelerinden sonra somut ne kazanımlar sağladığının bu uzun liste içinde saklanması için özel çaba harcamıştır. Aynı şekilde, Annan planında esasen yer alan ve Rumlar lehindeki çok önemli düzenlemeler ile Rumların İsviçre’de ki kazançları da anlamlı bir suskunluk içinde geçiştirilmeye çalışılmış, bu kitapçıkta bunlara hiç yer verilmemiştir.

Kitapçıkta yer alan birçok hususun, gerçek durumlarda ilgisi olmadığını plânı okuyanlar hemen görecektir. Bu kitapçığı hazırlayanlar, ya plânı okumamışlar, ya okuduklarını anlamamışlar, ya da bilerek Türk milletini yanıltmak istemişlerdir.

Şimdi sormak istiyorum: AKP’nin açıklık ve dürüstlük anlayışı bu mudur? Böyle bir bilinçli yanıltma, Türk milletine ve bizatihi kitapçığın dağıtıldığı AKP milletvekillerine saygısızlık değil midir?

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Öte yandan, Meclis görüşmelerinde AKP sözcüleri Annan Plânı’nın nasıl bir başarı olduğunu anlatabilmek telaşıyla Rum basınında çıkan eleştirilerden dahi medet uman bir çaresizlik içine girmişlerdir. Türk tarafı lehine ciddi ve tatmin edici kazanımlar olduğunu ortaya koyamayan AKP yöneticileri, bu konuda Rum tarafının şahadetine sığınmak gibi, bir konuma düşmekte sakınca görmemişlerdir.

Kıbrıs sorununu, Türk işgal ve istilası olarak gören ve Kıbrıs Türklüğünü hemen ve tamamen silememiş olmanın hezeyanını dile getiren Rumların beyanları, şimdi AKP’nin can simidi olmuştur. Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül bile önceki gün verdiği demeçte, Rum lider Papadopulos’un son beyanını referans olarak gösterebilmiştir. Bunlar esef vericidir.

Sayın Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın birbiriyle çelişkili beyanları da, AKP iktidarının suçluların telaşı içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu panik tablosunun ibret verici birkaç örneğini burada hatırlatmak istiyorum.

Başbakan Recep Tayip Erdoğan 6 Nisan günü AKP grubunda yaptığı konuşmada, Annan plânında Kıbrıs Türkleri için getirilen istisnaların hukuki güvenceye kavuşturulması için şart olan AB birincil hukuku hakkında şunları söylemiştir: “Bu konuda yüzde yüz netice almış değiliz. Bu konuda şüphesiz bir risk vardır.”

Sayın Başbakan’ın sabah yaptığı bu itiraftan sonra, Meclis Genel Kurulu’nda konuşan Sayın Dışişleri Bakanı, aynı konuda farklı beyanda bulunmuştur. Sayın Abdullah Gül, hukuki garantiler konusunda İsviçre’de iki zırh sağladıklarını, Avrupa Birliği’nin bir uyum yasası belgesini imzalayarak üye ülke parlamentolarında onaylatacağını söylemiştir.

Burada çok ciddi bir çelişki bulunmaktadır. Dışişleri Bakanı, Başbakan’la ters düşmüştür. Avrupa Birliği’nin parlamento onayı süreci başlatması, hukukî güvencelerin birincil hukuk olacağı anlamı taşımaktadır. Oysa, plânda böyle bir yükümlülük yer almamıştır. Bundan dolayıdır ki, Sayın Başbakan yüzde yüz sonuç alamadıklarını, ortada bir risk bulunduğunu açıklamıştır.

Aynı gün içinde birkaç saat arayla yapılan bu iki çelişkili beyan, bu konudaki tereddütleri ve endişeleri daha da arttırmıştır.

5 Nisan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonunda yayınlanan bildiride yer alan aynı konudaki ifadeler de, bu çelişkiler yumağını daha da anlaşılmaz ve karmaşık hale getirmiştir.

MGK bildirisinde, bu konuda İsviçre’de Türkiye’ye ve KKTC’ne verilen güvencelerin fiilen uygulamaya geçirilmesinin izlenmeye devam edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Sayın Başbakan ve Dışişleri Bakanı MGK üyesidir. Bu bildiri onların da onayıyla yayınlanmıştır. Bildiride bu konuda izlenmesi gereken ciddi bir belirsizlik olduğu ifade edilmektedir. Sayın Dışişleri Bakanı ise, iki zırha sahip sağlam güvence alındığını söylemektedir. Sayın Başbakan ise tam sonuç alamadıklarını, burada bir risk bulunduğunu itiraf etmektedir.

Bunlardan hangisi doğrudur? Bu hayati konuda çelişkili ve birbirini tekzip eden beyanlarda bulunulması, özel bir amaçla mı yapılmaktadır. AKP sorumlularının bu konuda Türk milletine ve TBMM’ne doğruları söylemeleri, devlet sorumluluğunun asgari bir icabıdır. AKP, bu hayati konuyu çelişkili ve muğlak beyanlarla geçiştiremeyeceğini artık anlamalıdır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Sayın Başbakan, son Meclis grubu toplantısında, İsviçre’de Türkiye’nin tezlerinin güçlü biçimde savunduğunu söylemiş ve önem verdiğimiz konuların plana büyük ölçüde yansıtıldığı iddiasını tekrarlamıştır.

AKP iktidarı bu konuda da samimi değildir. Plan’ın son şekline bakıldığında, gerçekler Sayın Başbakan’ın bu iddiasını da doğrulamamaktadır.

Burada sadece dört önemli konuyu temas ederek, Plân’ın metninin Sayın Başbakan’ın bu sözlerini nasıl çürüttüğünü ortaya koyacağım.

Kıbrıs’ta iki kesimliliğin ve iki toplumlu yapının korunması Türkiye’nin her zaman birinci önceliği olmuştur. AKP’nin de katıldığı Meclis kararlarında, bunun Kıbrıs Türk halkının 1974 sonrası huzur ve barış içinde yaşamasının en önemli  amili olduğu vurgulanmıştır.

İsviçre müzakerelerine de iki kesimli ve iki toplumlu yapının daha da güçlendirilmesinin sağlanması amacıyla gidildiği, AKP tarafından ilan edilmiştir.

İsviçre’de ne olmuştur? Bu konuda ciddi bir kazanım, somut bir sonuç alınmış mıdır? Şimdi, buna bakalım.

İki kesimliliğin en önemli boyutu, Kıbrıs Türkleri’nin kendi sınırları içinde, azami ölçüde homojen olarak yaşayabilmeleri ve siyasi plânda kendi kendilerini yönetecek imkanlara kavuşabilmeleridir.

Oysa, İsviçre’de Annan planı’da iki yıl önce yer alan girintili ve çıkıntılı sınır aynen korunmuştur. Annan’ın haritası hiç tartışılmadan kabul edilmiştir. Rumların Türk kesiminin içlerine kadar girmesini öngören bu iç sınır, uluslararası anlamıyla bir sınır da değildir. Türk tarafının koruyacağı, kontrol edeceği bir sınır niteliği taşımamaktadır. Sınır denilen bu çizgi, sadece bir idari hat olarak öngörülmüştür.

Aynı şekilde, Kıbrıs Türk halkının arasına asgari sayıda Rum’un dönmesi ve böylece iki toplumlu  yapının bu açıdan korunması amacı da, İsviçre’de gerçekleşmemiştir.

200 bin nüfusu olan Türk bölgesine, kademeli olarak 60 bin Rum’un dönmesi ve bunların eski mallarına, ev ve tarlalarına sahip olmaları kabul edilmiştir. Üstelik, 19 yıl sonra Türk nüfusunun üçte biri oranındaki Rum’un kuzey’e gelmesinin yolu açılmıştır.

Kuzey’e yerleşecek bu Rum nüfus, Kıbrıs Türk devletinin Parlamentosu’na da seçilebilecektir. Nisbi temsil esasına dayalı seçim sisteminin uygulanması şartını getiren Annan planı, ilerde Türk tarafının Parlamentosu’nda önemli sayıda Rum temsilci bulunmasına ve Rumların belediye başkanlıklarına gelmelerine zemin ve imkân hazırlamıştır.

Bu şartlar altında, Kıbrıs’ta iki kesimliliğin güçlendirildiğinden ve Kıbrıs Türklerinin milli kimliklerini korumaları için gerekli asgari şartların hazırlandığından bahsetmek mümkün değildir. Hükümet bu konuda da doğruları söylememektedir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İki kesimliliği daha da sulandıran Annan planının son şekli, Kıbrıs Türkleri bakımından ciddi bir göç sorunu yaratacaktır. 60 bin Türk, Rumlara terk edilecek topraklardan çıkacak ve daraltılmış Türk bölgesine göç edecektir. Kuzey’e gelecek Rumların da evlerini geri alacakları düşünülürse, yer değiştirmeye mecbur kalacak Türklerin sayısının 90 binlere ulaşabileceği görülmektedir.

Annan planı, bu çapta büyük bir iç göç için hiçbir somut tedbir ve mali kaynak da öngörmemiştir. Evlerinden ve topraklarından kopartılacak bu insanlara yeni konut ve iş alanları yaratılması, uzun bir süreyi ve milyarlarca dolarlara varacak mali kaynağı gerekli kılmaktadır. Oysa, bunun nasıl ve nerden sağlanacağı planda yoktur. Sadece bu konuda uluslararası yardım konferansı toplanacağının belirtilmesiyle yetinilmiştir.

Anlaşılan, Türk hükümeti göçe zorladığı Kııbrıs’lı kardeşlerimizin yeniden iskanı için gerekli kaynağı kendisi karşılamaya hazırlanmaktadır. Rumların evlerine dönmesi için Türklerin ocaklarından ve yurtlarından edilmesinin finansmanı, görülüyor ki Türkiye’nin sırtına yüklenecektir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

AKP hükümeti, Annan planının kabulü halinde Türkiye’ye dönmek zorunda kalacak Türkiyeli göçmenlerin sayısı hakkındaki gerçekleri de gizlemeye çalışmaktadır.

Kıbrıs vatandaşlığını alarak adada kalmasına izin verilecek göçmenler için, çocuk ve eşler dahil azami 45 bin tavanı kabul edilmiştir. Bunun dışında kalanlar Türkiye’ye döneceklerdir. Böylece 20 bine yakın Türk adadan ayrılacaktır.

Oysa Sayın Başbakan, Meclis grup konuşmasında, İsviçre’de Türk kökenlilerin haklarının korunduğunu öne sürmüştür. Şimdi, bu gerçekler karşısında, Sayın Başbakan’ın Annan planını kabul ederek kaç Türk kökenlinin hakkını korumuş olduğunu, 45 bin sınırlamasına evet derken, 60 bini aşkın Türk kökenli arasında hangi ölçüyle ayırım yaptığını açıklamasını bekliyoruz.

Burada çok önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. Türklüğün ve Türkiye’nin Kıbrıs’tan tasfiye edilmesi planını kabul eden hükümetin titizlikle örtmeye çalıştığı çok hazin bir gerçek daha bulunmaktadır. Bu da, 1 mayıs 2004 tarihinden sonra, artık Türklerin Kıbrıs’a vizeyle gidebileceği gerçeğidir.

Türkiye’nin çıkarlarını koruduğunu söyleyen ve bu çözümün Kıbrıs Türkleri için en iyi sonuç olduğunu iddia eden AKP iktidarının İsviçre’de onay verdiği ve imzalamak için adeta can attığı plan maalesef budur.

Ancak, varılan sonucun zafiyeti bunlarla da sınırlı değildir. Türk tarafı için ciddi ve yeni hiçbir kazanım içermeyen çözüm planında yer alan, sınırlı ve satih bazı düzenlemeler bile sağlam garantilere bağlanmamıştır.

Avrupa Birliği, geçici ve sınırlı bazı kolaylık ve istisnalar dışında, kalıcı teminat mekanizmalarını kabul etmemiştir. Avrupa Birliği’nin bu düzenlemeleri bile birincil hukuk haline getirmeye niyeti olmadığı ortadadır.

Bu durumda, içeriği Türk tarafını tatmin etmekten çok uzak olan çözüm planı, bu haliyle bile, ilerde mahkemelerce geçersiz sayılma ve bozulma tehlikesine açık biçimde ve pamuk ipliğine bağlı halde bırakılmıştır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye bu noktaya AKP iktidarının hatalı siyasi tercihleri ve sakat siyasi değerlendirmeleri sonucu gelmiştir. Kıbrıs’ı siyaset pazarında alınıp satılabilen bir meta olarak gören bu zihniyet, Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini bu noktaya sürüklemiştir.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine New York görüşmelerinde açık çek verilmesi ve plânı istediği gibi yazma yetkisi tanınması, bu sonun başlangıcı olmuştur.

Bir milletin kaderi, bir devletin geleceği, Genel Sekreterin keyfi değerlendirmesine ve takdirine terkedilmiştir.

Uluslararası ilişkiler tarihinde, böyle bir sakat yöntemin başka bir örneğini bulmak mümkün değildir. Sömürge yönetiminden bağımsızlığını kazanma sürecinde, Birleşmiş Milletler vesayet rejimi içine alınan halklara bile, böyle haysiyet kırıcı bir yöntem reva görülmemiştir.

Böyle bir yöntem, maalesef Kıbrıs’a uygulanmıştır. Türk Hükümeti’nin barışa giden yol ve kurtuluş reçetesi olarak övündüğü, maalesef böyle bir teslimiyet yöntemidir.

Şimdi, bu şekilde sonuçlandırılan çözüm plânı 24 Nisan’da zorla referanduma götürülmektedir. Kıbrıs’lı kardeşlerimiz için tehlikelerle dolu karanlık bir gelecek vadeden bu plân, adil ve şerefli bir uzlaşı olarak dikte ettirilmektedir.

Bu şartlar altında referandumun demokratik bir süreç olduğunu söylemek mümkün değildir. Kıbrıs Türkleri hür ve serbest iradeleriyle ve içeriğini bilerek oy kullanmak imkânından mahrum bırakılmışlardır. Acımasız bir kıskaca alınan Kıbrıs’lı kardeşlerimizin, plâna çaresizlik içinde evet demeleri için her türlü baskı, tehdit ve şantaj yöntemi devreye sokulmuştur.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bu süreçte, AKP iktidarı gözü kapalı bir referanduma evet kampanyasının öncülüğünü yapmaktadır.

Sayın Başbakan, AKP’nin ilkelerini, “siyasetin sorun değil çözüm sanatı olduğu” ve “çözümsüzlüğün çözüm olmadığı” sözleriyle açıklamıştır. AKP iktidarı, ancak doğru bir çerçevede kullanıldığında, bir değer ve anlam ifade eden böyle boş sloganların arkasına saklanmaya çalışmaktadır.

Siyasetin çözüm üretme sanatı olduğu ilke olarak doğrudur. Ancak, burada önemli olan üretilen çözümün ne olduğu, milli çıkarlara ne ölçüde hizmet ettiğidir. Teslimiyet yoluyla da bir çözüme ulaşılması mümkündür. Ancak, böyle bir çözümün, onurlu bir çözüm olmayacağını, milli çıkarları koruyan bir çözüm sayılamayacağını, Sayın Başbakana hatırlatmak isterim.

Kıbrıs’ı siyasi pazarlık konusu yapmaya hazırlanan Sayın Başbakan, “Kuzey Kıbrıs’ı çözümsüzlüğe mahkum etmenin hesabının tarihe verilemeyeceğini” söylemektedir.

Sık sık tarihten ve tarihe verilecek hesaptan bahseden Sayın Başbakan’a, ilk önce, Kıbrıs’ın tarihini hatırlamasını ve bu konularda ancak yeterli tarih bilinciyle fikir yürütebileceği gerçeğini bundan sonra kendisine rehber olarak almasını önermek isterim.

Kendisine, siyasi hesaplarla Kıbrıs Türklüğünü böyle acı bir kadere mahkum etmenin hesabının, asıl tarihe verilemeyecek bir hesap olacağını hatırlatmak isterim.

Halkı ve insanları bazen yanıltmak ve aldatmak belki mümkündür. Ancak, tarihi aldatmak ve tarihin vereceği hükmü değiştirmek mümkün değildir. Bu sözleri düşünmeden söyleyen Sayın Başbakana, tarihe karşı olan sorumluluğunu hatırlamasını ve tarihin hükmünü icra etmesinden kaçmanın mümkün olmadığını hiçbir zaman unutmamasını tavsiye ederiz.

Sayın Başbakan unutmamalıdır ki: Asıl Kıbrıs Türklüğünü feda etmenin, Kıbrıs’lı kardeşlerimizin varlığını ve güvenliğini Rumlar’ın insafına terk etmenin hesabını tarihe ve millete karşı kimse veremeyecektir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Şimdi, Kıbrıs Türkleri konuşacak ve son sözlerini söyleyecektir. 24 Nisan günü, Kıbrıs’lı kardeşlerimizin kader imtihanından geçecekleri bir gün olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli ve anlamlı dönüm noktalarından birisi olan ve Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de coşkuyla kutlanacak 23 Nisan Milli Egemenlik Bayramı’ndan bir gün sonra, Kıbrıs Türkleri devletlerine, bayraklarına ve egemenliklerine son verilmesini öngören bu çözüm plânı için sandık başına gideceklerdir.

Bu, çok hazin ve ibret verici bir tecellidir. Bunun iftihar edilecek ve şeref payı çıkarılacak bir yönü varsa, bu bütünüyle AKP iktidarına aittir.

Ancak, unutulmamalıdır ki, Türk halkı en ağır şartlar altında bile milli onuruna ve kaderine sahip çıkma basiretini ve cesaretini gösterebilmiş Büyük Bir Milletin mensuplarıdır.

24 Nisan’da son sözü söyleyecek olan Kıbrıs Türkleri, çocuklarının geleceğine ve devletlerine sahip çıkacaktır. Meşru direnme hakkını kullanarak bu baskı ve tehditlere boyun eğmeyecek ve hür iradesiyle bütün bu oyunları referandum sandığında bozacaktır.

Bu kader anında, Türk Milliyetçileri ve Anadolu’nun bütün vatansever insanları, hiçbir şey yapamasalar da, en azından dualarıyla Kıbrıs’lı kardeşlerinin yanında olacaklardır.

Milliyetçi Hareket Partisi, tarihe ve millete karşı sorumluluğunun bir gereği olarak, önümüzdeki sürecin her safhasında Kıbrıs Türkleri’nin yanında ve içinde olacaktır.

Bu amaçla Milliyetçi Hareket mensuplarının Kıbrıs’a gitmeye ve büyük bir yanıltma kampanyasının hedefi haline getirilen Kıbrıs’lı kardeşlerimize gerçekleri anlatmaya hazır olmalarını istiyorum.

Ben de önümüzdeki günlerde Lefkoşa’da olacağım.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin feda edilmek istenilen topraklarını karış karış gezerek, ortak endişe ve hassasiyetlerimizi dile getireceğim.

Kıbrıslı kardeşlerimize, en ümitsiz günlerde bile bağımsızlık ve özgürlük heyecanının kalplerinde ve ruhlarında bir meşale gibi yanmasının, geleceklerinin en büyük teminatı olacağını anlatacağım.

Her güçlüğün zamanla geride bırakılabileceğini, şeref ve haysiyetten ve milli kimlik ve milli onurdan başka her kaybın telafisinin mümkün olduğunu hatırlatacağım.

Türkiye’nin bütün imkânları kullanılarak başlatılacak bir ekonomik seferberlikle, bu sıkıntılı günlerin aşılacağını, geleceğe ümit ve güvenle bakacakları şartların hazırlanabileceğini kendilerine anlatacağım.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Kıbrıs Türklüğü’ne karşı acımasız bir oyun sahneye konulmuştur. Ancak, bu oyun mutlaka bozulacaktır. Kıbrıslı kardeşlerimiz kendi gelecekleri için masa başında hazırlanan mahkumiyet reçetelerine, sandık başında geçit vermeyecektir.

Bu hesap sadece tarihe bırakılmayacaktır. Önümüzdeki ilk milli hesaplaşma günü 24 Nisan olacaktır.

Yüce Allah, davasına yürekten inananların ve doğruları savunanların her zaman yanındadır.

Bu duygularla hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, yolunuzun açık olması temennisi ile çalışmalarınızda hepinize üstün başarılar diliyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı