Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, Yeni yılın bu ilk grup toplantısına başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Zor ve sıkıntılarla yüklü bir yılı geride bırakmış bulunuyoruz. Yeni ve taze olan her şey, bir tarafta yüreğimizdeki umut esintilerini kuvvetlendirirken, diğer tarafta bezginlik ve yılgınlık duvarlarını aşındıracaktır. Millet olarak dinginliğe, dirliğe ve düzenliliğe haddinden fazla ihtiyacımız vardır ve bunun dışında bir düşünceye kapılmak da katiyen doğru değildir. Temenni ederim ki, 2012 yılı; barışın, esenliğin ve kardeşliğin hâkim olduğu, dargınlıkların ve ihtilafların son bulduğu bir yıl olur. Konuşmamın başında hepinizin bir kez daha yeni yılını kutluyor, Cenab-ı Allah’tan sağlık ve afiyetler diliyorum.
Muhterem Milletvekilleri, Huzursuzluk girdabının, çatışma eğilimlerinin, toplumsal bunalım ve buhran boyutlarının sürekli genişlediği bir yıldan sonra, öncekilerini aratmayacak sorunlara sahne olacağı şimdiden anlaşılan yeni bir 365 günlük zaman macerasına yelken açmış durumdayız. Gelecek beklentilerimizin koordinatlarını belirlerken, geçmiş deneyimlerimizin objektif ve sağlıklı bir şekilde tekrar ele alınması önümüze yeni fırsat kapıları aralayacaktır. Dün de yaşananları, bitmiş ve tarihin mahzenine indirilmiş olaylar yığını olarak değil de, bugün ve yarına ufuk çizen, fırtınalı sulardan güvenli bir şekilde geçmeyi sağlayan pusula olarak görmek lazımdır. Bunu yapabilmek için ise önce yaşanmış hadiselerden ders ve sonuç çıkarmak gerekecektir. Geçmişin samimi ve dürüst muhasebesi, arzuladığımız gelecek inşasında bize önemli katkılar sağlayacaktır. Bu itibarla 2011 yılının öz ve özet olarak tahlili, 2012 ve daha sonraki yıllar için de değerli fikirler verecek ve ayakları yere basan öngörüler yapmamıza zemin teşkil edecektir. Bildiğiniz üzere, AKP Hükümetiyle geçen 2011 yılı bunalım ve buhran döngüsüne yeni ilaveler yapmış, kargaşa ve kutuplaşmadan beslenen çevreleri iyice güçlendirmiştir. Bu haliyle geçtiğimiz yıl unutulmayacak olaylara sahne olmuş ve hüsran yumağıyla içiçe geçen bir dönem olarak akıllarda kalmıştır. Siyasal türbülans etki ve tesir alanını iyiden iyiye artırmış, sosyal çalkantılar, hizip ve husumet tohumları milletimizin bereketli bağrında kök salmıştır. Başbakan Erdoğan’ın kalfalık ve ustalık olarak isimlendirdiği yıkım ve parçalanma dönemleri 2011 yılında kesişmiş ve tüm acı meyvelerini vermeye başlamıştır. Bu yıl içinde asayişsizlik dizginlerinden boşanmış, riskler ileri düzeyde çoğalmış ve milletimizin birlikte yaşama ideali hain suikastlarla sarsılmıştır. Yaşadığımız doğal afetler hepimizin yüreğini yakmış ve yüzlerce insanımız Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Özellikle 12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimlerinin öncesi ve sonrasında meydana gelen olaylar zinciri, hükümetin gerçek niyet ve yüzünü bir kez daha deşifre etmiştir. En başta partimiz üzerinde oynanan oyunlar, komplo ve kışkırtmalarla yolumuzdan alı koymaya dönük kirli senaryolar asla unutmayacağımız rezaletler olarak hatırlanacaktır. MHP’siz siyaset ve Meclis arayışları AKP’nin taşeronluk yaptığı mahfiller vasıtasıyla hızlandırılmış ve arkası arkasına kurulan tuzaklar kutlu davamızı hedef tahtası yapmıştır. Demokrasiye sürülen kara bir leke olan bu siyaset karaborsacılığının ve estirilen iftira rüzgârının, Türkiye’nin bölünme ve dağılma sürecinin önemli kilometre taşlarından birisi olduğu bugün daha iyi anlaşılmıştır. İhanetin mesafe alması, yıkımın demokratik açılım olarak kabul ettirilmesi amacına matuf olan bu kirli oyun ve aktörlerin, Milliyetçi Hareket’i hedef olarak tayin etmesi aslında son derece normal ve olağan bir durumdur. Sözüm ona MHP olmazsa veya etkisiz olursa, milli mukavemet ortadan kalkacak, milliyetçi direnç zayıflayacak ve Türk milleti tüm şirret emellerin görüş ve müdahale menziline kolaylıkla girebilecektir. Bu kafa yapısına göre, yıkımın ilerleyebilmesi, etnik fitnenin ve bölücü niyetlerin rahatlıkla at koşturabilmesi için MHP zafiyete düşmeli, itibarı ve güvenirliği harap edilmelidir. Bunun için de aziz milletimizle aramızdaki derin rabıta ve karşılıksız sevda kırılmalı, tartışmaya açılmalı ve zedelenmelidir. İşte 2011 yılında bize yönelik kara kampanyanın, karanlık kumpasın özünde ve içeriğinde bu beklentiler yer almıştır. MHP’ye yönelik düşmanlık duygularının, hasmane tutumların ve tahammülsüz duruşların ilham ve besin kaynağı neresinden bakarsak bakalım; AKP’nin yıkımdaki kararlılığıyla, bölünmedeki inadıyla ve kimlik tacirliğindeki ısrarıyla yakından ilgili olmuştur. Demokratik yarışta iftira ve kara çalmayla rakiplerini saf dışı bırakacağını hesap eden iktidar mantığı, amacına ulaşmak için her kılığa girmiş, her yola sapmış ve her kötülüğe başvurmuştur. Bu kapsamda 2011 yılı siyasetin haysiyet ve ahlak imtihanından ikmale kaldığı bir yıl olarak milli vicdanlarda tescil edilmiştir. Ancak AKP ve yanlarında hizalanarak işbirliği yaptığı Okyanus ötesi, Kandil, İmralı ve peşmerge kalıntısı MHP’siz Meclis amacına ulaşamamışlar ve Türk milleti, kendisine karşılıksız sevgiyle bağlı olan Üç Hilali yalnız bırakmamıştır. Biz desteği aziz milletimizden, himayeyi Cenab-ı Allah’tan, kuvveti şerefli mazimizden, gücü şehitlerimizin aziz hatıralarından alarak inandığımız yolda kararlılıkla ilerledik ve fesadın bariyerlerini çok şükür ki devirdik. Unutulmasın ki, Türkiye sevdalısı milli yürekler, bugüne kadar Yüce Allah dışında kimsenin karşısında diz çökmemiş ve inşallah bundan sonra da çökmeyecektir. Kimseyle pazarlıklara tenezzül etmemiş, günübirlik menfaat ağlarına takılmamıştır. Zorluklara teslim olmamış; çilelerle, saldırılarla, provokasyonlarla yolundan dönmemiştir. Biz milletimizin emanetine kayıtsız şartsız her durumda sahip çıktık, hayat ve varlık hakkını, birlik ve bütünlük hukukunu iğfal etmeye çalışan çürümüşlere karşı göğsümüzü siper ettik. Bunlardan dolayı ayrılmaya kapalıyız, dağılmaya uzağız, kavgaya mesafeliyiz ve Türkiye’yi dinamitlemeye çalışanlara tavizsiziz. Türkçe bağımlısı, bayrak aşığı, Cumhuriyet savunucusu ve millet düşkünüyüz. Vatanın her insanını aziz bilir, her karışını kutsal görür, her nimetine şükür ederiz. Çünkü biz Milliyetçi Hareketiz. Çünkü biz Türkiye ve Türk milleti tutkunu gönül ve dava erleriyiz.
Muhterem Arkadaşlarım, 2011 yılının genel anlamda değerlendirmesini yaptığımızda ister istemez gelecekle ilgili ümitvar olmamız zorlaşmaktadır. Peşin yargılarla, acele değerlendirmelerle ve felaket telallığıyla elbette hareket etmiyoruz. Ancak görünen köyün kılavuz istemediğini de yaşanmış acı tecrübelere bakarak itiraf etmemiz mümkündür. Hem içimizdeki hem de dışımızdaki olumsuz ve kaygı verici gelişmelere yıl boyunca şahit olduk. AKP Hükümeti, deyim yerindeyse ateşle çevrili bir alana, bulaşıcılığı yüksek hadiselerin ortasına ülkemizi gözü kapalı bir biçimde sürüklemiştir. Bunların en başında ise Arap Baharı isimli BOP projesi ve uygulaması gelmiştir. Başbakan Erdoğan, BOP Eşbaşkanı sıfatıyla küresel hedeflerin ve tekliflerin Müslüman coğrafyasına taşınmasında önemli roller üstlenmiş ve komşularla sıfır sorun politikasından geri dönülmeyecek bir şekilde savrulmuştur. Ortadoğu’nun yeniden dizaynı, kuzey Afrika’nın bir kez daha tanzimi amacıyla sokaklar tahrik edilmiş, yönetimler devrilmiş, rejimler deprem geçirmiştir. Yakın coğrafyalarımızdaki istikrarsızlık ve isyan trafiği bu çerçevede gittikçe yoğunlaşmış, 95 yıl önce karılan sömürge kartları bir kez daha Haçlı ittifakı arasında dağıtılmıştır. Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya tarumar edilmiş; sosyal çılgınlık, ekonomik ve siyasal çözülmeyle birlikte bu ülkeler yerle bir edilmiştir. Kalabalıkların birikmiş itirazı, katlanan kızgınlıkları BOP’un teşvik ve yönlendirmesi altında kontrolden çıkmış, nerede duracağı ve hangi ülkeleri vuracağı tam olarak belirginlik kazanmamıştır. Arap Baharının yâda yutturulmaya çalışılan yeni ismiyle uyanışının hızla dönen ibresi şimdi de Suriye’yi göstermiştir. AKP’nin komşu coğrafyalara emperyalist hesapları şuursuzca fatura etme arayış ve çabası, Türkiye’nin de bölgesel gerilimin kutup başı olmasını sağlayacak dinamikleri teker teker harekete geçirmiştir. Yanıbaşımızdaki kaosun yavaş yavaş sınırlarımıza yaklaştığını, içimizdeki bölücü simaların mazeret arayışlarına dayanak oluşturduğunu, maalesef ne Başbakan Erdoğan ne de siyaseti birlikte adımladığı şahsiyetler henüz tam olarak fark edememiştir. Diyarbakır’ı Tahrir’e çevirme çağrısı ve eğilimi bizim dışımızda hiç kimsede uyarıcı bir etki yapmamıştır. Sınırlarımızın hemen yakınındaki kan, kavga ve barut kokusunun gölgesi üzülerek söylemeliyim ki, üzerimize düşmeye başlamıştır. Başbakan’ın sorumsuzluğu, küresel angajmanlara ve gizli anlaşmalara gözü kapalı teslimi sonu meçhul bir sürecin kapılarını ardına kadar aralamıştır. Türkiye’nin son derece huzursuz ve sıkıntılı bir döneminde, macera peşinde koşan simsarları umutlandıracak ve dört elle sarılmalarını sağlayacak gelişmeler gün geçtikçe belirginlik kazanmakta ve görünür olmaktadır. Yakından şahit olduğunuz üzere, geçtiğimiz yıl bölücüler ve kanlı terör önemli mevziler elde etmiş, kinlerini kusmak için her ortamı değerlendirmiştir. Bugüne kadar bölücülüğün ve PKK terör örgütünün şımarmasında; √ İmralı’yla yapılan kirli görüşmelerin, ahlaksız pazarlıkların, √ Yabancı ülkelerde terör failleriyle yapılan müzakerelerin, √ Türk milletini söylemde otuzaltı parçaya ayırma densizliğinin, √ Küresel projelere bel bağlayan teslimiyetçiliğin, √ Son yurdumuzda bulunmamızı çekemeyenlere boyun eğen sefilliğin, √ Peşmergeye kucak açan acizliğin, √ Kandil’e şirin gözükme düşüklüğünün, √ İstihbarat paylaşımı ve üçlü mekanizma zırvalarıyla geçirilen zamanın, √ Alt kimlikleri uyandıran, millet bütünlüğünü sakatlayan önerilerin, √ Türkiyelilik hezeyanına tutunmanın ve Türk kimliğine hakaretin büyük bir payı ve rolü olmuştur. Türk milletinin değerlerine, kutsallarına ve milli yeminlerine karşı diş bileyen kim varsa emel ve güç ittifakı içine girmiş ve AKP’ye omuz vermiştir. Bu yüzden İmralı mukimi bebek katili AKP’den memnun kalmıştır. Irak’ın kuzeyinde teröristleri koruma altına alan ve cinayetleri için uygun ortam sağlayan Barzani AKP’nin yanında durmuştur. Bölücü çevreler, ABD, AB ve haçlı iddiaları AKP şakşakçılığına soyunmuşlardır. Kaygıyla izliyoruz ki, caddelerimiz, sokak aralarımız, şehirlerimiz ve dağlarımız silahlı insanlık müsveddeleri tarafından kuşatılmış ve menfur suikastlar vatan evlatlarını aramızdan almıştır. Özellikle Hakkâri-Çukurca’da ve Bitlis-Güroymak’da yaşanan şahadetler milletimizi haklı ve meşru bir infiale sevk etmiştir. Ankara’nın göbeğindeki canlı bomba saldırısı da, terör maşalarının sivil ve masum demeden herkesi hedefine aldığını göstermiştir. Bebeklere kıyan, masum gencecik kızları vuran, anne karnındaki yavruları doğmadan katleden şeref ve insanlıktan nasibini almamış canavarlar, Türk milletini 2011 yılında da ziyadesiyle meşgul etmiş ve öfkelendirmiştir. Bu vesileyle aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan bir kez daha rahmet diliyor, ailelerine ve milletimize başsağlığı dileklerimi tekrarlıyorum. Bölücülüğün azmasından, PKK’nın heyecanlanmasından ve hunhar eylemlerle hedefine ulaşacağını düşünmesinden bir ve tek sorumlu vardır: O da hiç kuşkunuz olmasın ki Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetidir. Yıkım sürecinin, acı meyvelerini verdiğini söylerken kast ettiklerimizin başında işte bunlar geliyordu. Malumlarınız olacağı gibi, Başbakan Erdoğan çıraklık döneminde yıkımın alt yapı çalışmalarını gerçekleştirmiş, kalfalık döneminde yıkımı demokratik açılım maskesiyle perdelemiş ve ustalık döneminde de kabuk değiştirerek parçalanmaya dönüşmesi için vaatte bulunmuştur. Nitekim 61.Hükümet Programı bunun işaretleri, belirtileri ve izleriyle doludur ve Meclis Genel Kurulu’nda 11 Temmuz 2011 tarihinde yaptığım konuşmayla da şahsım bunu açıkça ifşa etmiştir. Başbakan Erdoğan söz konusu Hükümet Programıyla, her kimliğin kendisini rahatça ifade edebileceğini, geliştirebileceğini ve kimliklere saygı esasına dayanan bir birlikteliğin esas alındığını fütursuzca dile getirmiştir. Yıkımın son aşamasını müjdelerken bununla da yetinmemiş, bir tek kişi dahi olsa, herkesin diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve tüm farklılıklara saygı duyacaklarını ifade etmiştir. Şüpheye yer bırakmayacak şekilde söyleyebiliriz ki, AKP’nin bölücülük kodları ve hedefleri bu sözlerde gizlidir. Hükümet Programı üzerinde yaptığım konuşmada, farklılıklara yapılan özel vurgunun, etnik kimliklerin ayrılıkçı eğilimlerinin ve otonom hareket etme taleplerinin önünü açacağını önemle ikaz etmiştim. Ve farklılıkların özendirilerek millet yapısının güçlenmiş olmayacağını, bilakis var olan derin bağların gevşeyeceğini ve kırılgan bir noktaya gerileyeceğini ifade etmiştim. Tanınma istekleri, özerklik ve federasyon beklentileri bu uygun ortam eşliğinde iyice kemikleşecek ve kabından taşmasına neden olacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, Hükümetin bir bakanının, bütçe görüşmelerinin son gününde Meclis Genel Kurulundaki zırvalarıyla, bölücülükten sabıkalı bir milletvekilinin haddi ve sınırı aşan düşüncelerini Başbakan’ın az önce gündeme getirdiğim yaklaşımından ayrı ve bağımsız ele almak doğru değildir. Başbakan Erdoğan’ın başlama vuruşunu yaptığı kimlik temelli parçalanma sürecine, gecikmeyle de olsa hem kendi hükümetinden hem de aynı hedefleri paylaştığı siyasi bölücü yüzlerden katkı ve destek gelmesi şaşırtıcı görülmemelidir. Gözlerinden yaş, ağzından fitne eksik olmayan AKP’nin çok konuşan bakanının; “kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız, diline saygı duyacağız.” sözleri AKP’nin gerçek yüzünü bir kez daha ve kesin olarak göstermiştir. Bu sözlere Başbakan’ın, “tek kişi dahi olsa, herkesin diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına saygı duyulacağı” fikrinden gelinmiş olup aralarında gerçekte hiçbir fark bulunmamaktadır. Sorarım sizlere; bundan sonra AKP tek millet anlayışından nasıl bahsedecektir? Tek devlet, tek vatan ve tek bayrak kabullerini nasıl savunacaktır? Bir tarafta farklılıklarımızı eriterek millet olduk diyen bu gafilliğin, diğer yanda farklılıkları özendirmesi, davet etmesi ve kabul ettirmeye çalışması hangi mantıkla izah edilecektir? Tabiidir ki bu sorulara verilecek tutarlı ve namuslu cevaplar yoktur ve bölücülük dehlizinde bilincini kaybeden bozguncular, kötülükleri mayalandırarak millet varlığını akamete uğratmaya var güçleriyle uğraşmaktadır. Bu sürece paralel olarak parçalanmanın ara duraklarından olan ikinci yıkım sürecinin de kurdelesi kesilmiştir. Yıkım koordinatörü ve Habur zanlısı bakan, şiddet içermeyen her düşünce serbest kalacak diyerek Başbakanından icazetli olarak yeni bir hamle daha yapmıştır. Görüldüğü kadarıyla Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu ve yargının hızlandırılması, bölücülüğün aklanarak millet varlığına yedirilmesi için dozajı artan bir şekilde gündeme getirilecektir. Hala Habur’u savunan yıkım ve parçalanma bakanı, anlaşılan PKK’yı ve İmralı canisini de kapsamına alan bir hukuki düzenleme için şimdiden kolları sıvamıştır. AKP-BDP-PKK aynı bölücü ideal etrafında buluşmuş ve birbirlerinin eksiklerini tamamlayarak 2012 yılındaki yeni anayasa sürecini ganimet olarak ele almışlardır. Bu açıdan 2012 yılı hiç kolay olmayacak, hiç rahat geçmeyecektir. Etnik bölücülük ve ayrımcılık AKP eliyle kendisine meşrulaşma yolu açarken, Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukuku cepheden saldırıya uğramıştır. Şunu hiç kimse unutmasın ki, Timsah gözyaşları dökenlerin milletimizi ağlatmasına asla izin ve fırsat vermeyeceğiz. Kimlik tüccarlarına, kandan beslenen istismarcılara, yıkım ve parçalanma ittifakına Çanakkale geçilmez diyenlerin mirasını yağmalatmayacağız Sakarya’nın etrafına fani bedenlerini sur yaparak, milletin asırlık mukadderatına halel getirmeyenlerin haklarını kesinlikle çiğnetmeyeceğiz. “Dil hakkı, kültür hakkı, kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. Bu, bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil” diyenlerin gün gelecek adalet önünde neleri vermek zorunda kalacaklarını mutlaka göreceğiz. Anayasa yoluyla bin yıllık derin bağların kopmasına, koparılmasına müsamaha göstermeyeceğiz. Milletimizin değerlerini ezerek, tasfiye ederek sonuç alacaklarını zanneden zavallılara hadlerini bildirmek için cesaretle ve azimle mücadele vereceğiz. Kimse umutlanmasın, kimse boş hayale kapılmasın. Herkes aklını başına ve ayağını denk alsın. Bu ülkenin ismi Türkiye Cumhuriyetidir. Bulunduğu coğrafya süngü ve şehit kanıyla vatanlaşmıştır. Üzerinde yaşayanlar büyük Türk milletinin mümtaz temsilcileridir. Başkent Ankara emanettir, Türk bayrağı şereftir. Milletin tekliği, dilin devamlılığı, vatanın birliği, devletin bekası aşılmaz, geçilmez ve yeri dolmaz inanç kalelerimizdir. Ve Ne Mutlu Türküm Diyene sonsuza kadar parıldayan ufkumuz olacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Geçtiğimiz yılın son günlerinde meydana gelen müessif bir hadise tüm yorum ve değerlendirmelerin sıklet merkezi olmuş, bu kapsamda ülkemiz sancılı ve tahrip düzeyi yüksek yeni bir sürecin içine hapsolmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerine gelen istihbarat bilgileri neticesinde Şırnak’ın Uludere ilçesi sınır bölgesi ateş altına alınmış ve sonuçta 35 sivil ölmüş birisi de yaralanmıştır. Parti olarak söz konusu hadisenin kamuoyuna yansımasıyla birlikte gerekli analiz ve incelemeleri yaptık ve 31 Aralık 2011 tarihinde de yazılı bir basın açıklamasıyla görüşlerimizi muhataplarıyla paylaştık. Terörist geçiş güzergâhı olarak belirlenen bir sınır noktasına, havadan düzenlenen operasyon neticesinde sivillerin hayatını kaybetmesi birçok kuşku ve muammayı da gündeme taşımıştır. Ayrıca kamuoyuna yansıyan görüntüleri ve olayları aziz milletimiz kaygıyla ve ibretle izlemiştir. Yapılan cenaze törenlerinin PKK şovuna çevrilmesi, örgüt paçavralarının tabutların üzerine serilmesi esasen olayın arkasındaki sisli yanları da kısmen netleştirmiştir. Uludere’deki talihsizlikten sonra, şehirlerimizde bölücü terör yandaşlarının çıkardığı olaylar, düzenledikleri saldırılar tahammül sınırlarını fazlasıyla zorlamıştır. Malum medya manşetlerinden halkını bombalayan devlet iftiraları, konuyu katliamla ilişkilendiren haber ve görüşler yeni bir oyunun gösterime girdiğini açıklıkla kanıtlamıştır. Kaymakama kalkan kanlı elleri toplum psikolojisi olarak masumlaştıran, ama sıra Uludere’ye gelince özür bekleyen maksatlı zihniyetleri aziz milletimiz hayret ve kızgınlıkla takip etmiştir. Bu son yaşananlar AKP’nin, Türk devletini ne hale getirdiğini, ölçü ve ayarlarını nasıl bozduğunu bariz olarak ispat etmiştir. Elbette ki olay hükümet tarafından çok yönlü araştırılmalı ve gerçekler bir an önce ortaya çıkartılmalıdır. Temennimiz, beklentimiz ve isteğimiz bu yöndedir. Bugüne kadar yapılan açıklamalar içinde Genelkurmay Başkanlığı’nın olayın akabinde yaptığı resmi açıklama dışında doyurucu ve ayrıntılı bir hükümet açıklaması henüz yapılmamıştır. Başbakan Erdoğan’ın ayaküstü beyanatı, AKP temsilcilerinin ve bölgeye giden bakanların birkaç sözü dışında tatmin edici bir izahat da halen görülmemiştir. Ancak Milliyetçi Hareket Partisi’nin; yaşanan bu hadiseden yola çıkarak süreci ve gelişmeleri genel olarak yorumlamak ve bundan sonra yaşanması muhtemel olayları önlemek için tespitleri ve önerileri maddeler halinde şunlardan ibaret olacaktır: 1- Terör olayının ilk görülmeye başladığı 1984 yılından itibaren, Irak’ın Kuzeyinden Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının icra edildiği açıktır. Sınır ötemizde yuvalanan, üstelik destek ve himaye gören bölücü saldırılar, yıllardan beridir tehdit algılamalarında başı çekmiş ve halen de en önemli sorunumuz olmaya devam etmektedir. Artık Türkiye’de hiç kimsenin Irak’ın Kuzeyinden kaynaklı bir terör tehdidinin bulunmadığını söyleme imkânı kalmamıştır. Ve elbette ki yıllardan beri süregelen tanımıyla Irak’ın Kuzeyi Barzani ve Talabani tarafından yönetilmekte, PKK bunların koruyucu kanatları altında vahşi eylemlerini sürdürmektedir. Bu durum karşısında konuyla ilgili birinci yorumumuz şudur: Barzani ve Talabani PKK’nın yanında ve himaye edenleridir. 2- Türkiye yıllardan beri yalnızca terörist öldürerek, inleri bombalayarak terörü ve daha geniş anlamıyla bölücülüğü yok edeceğini düşünmüş, ancak bu yanlış yorum yaşanan olaylarla kendisini yalanlamış ve boşa çıkarmıştır. Kuşkusuz ki terörün aktif bir vasıtası olan terörist etkisiz hale ve saldırılarını yapamayacak bir duruma getirilmelidir. Bunda şüphemiz ve tereddüdümüz asla yoktur. Askerimiz, polisimiz ve korucumuz bugüne kadar bu onurlu görevi kahramanca ve fedakârca yerine getirmiştir. Hepsine minnettarız. Ancak terörü geri planda besleyen, eğiten, barındıran ve destekleyen mihrakların aynı başarıyla caydırıldığını kimse söyleyemeyecek ve iddia edemeyecektir. Zira terör örgütünün eksizleştirilmesi geciktikçe ve yıllara yayıldıkça bölgesel ve küresel aktörler hemen devreye girmiş, meselenin boşluk kaldırmadığını göstermişlerdir. PKK terör örgütü, her dönemde kendisine destek çıkacak, yararlanacak, tetikçi olarak kullanacak yeni sahipler bulabilmiştir. Bu inkâr edilemeyecek ve üstü örtülemeyecek bir gerçektir. Bugün artık Irak’tan Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik düşmanca saldırıların arkasında küresel projelerin olduğunu bilmeyen ve anlamayan neredeyse kalmamıştır. Üstelik bu projeler bizzat Başbakanın taşeronluğu ile Okyanus ötesinden yönetilmektedir. O halde konuyla ilgili ikinci yorumumuz şudur: PKK terör örgütünün arkasında Türkiye ve bölge üzerinde oynanan küresel projeler vardır. Ve ABD kendisinin Taliban’a, El Kaide’ye yaptığını, Türkiye’nin PKK’ya yapmasına rıza göstermemektedir. ABD’ye rağmen veya ABD’yi ikna ederek Kandil’e girilmesi ve konuşlanılması mutlak anlamda şarttır. Hükümet’e, Kandil’e bayrak dikilmesi yönündeki çağrımızın gerisinde bu bariz ve ikamesi olmayan tespit bulunmaktadır. 3- Türkiye ile Irak ve İran sınırları arasında, Suriye ile olan sınırımız gibi yapay engeller yoktur. Birbirlerinden oldukça uzak mesafelerde yer alan karakolların arasındaki alanlardan, Irak veya İran’a geçmek yada bu ülkelerden Türkiye’ye giriş yapmak için tek zorluk elbette fiziki arazi şartlarıdır. Bu nedenle yıllardır sınır bölgelerinden geçimlerini sağlamak maksadıyla ya Türkiye’den diğer ülkelere, yada diğer ülkelerden Türkiye’ye yasadışı yollardan araziyi kullanarak giriş çıkış yapanlar vardır ve “adına kaçakçılık” denen bir hayat tarzını hala sürdürmektedirler. Özellikle terörle mücadelenin hız kazandığı yıllardan itibaren bir suç olan “kaçakçılık” faaliyetleri nedense göz ardı edilmiş ve gerekli önlemler alınmamıştır. Teröristlerin yaygın olarak kullandığı güzergâhların, kaçakçılık faaliyeti içinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Son zamanlarda bir yanda militan sızmalarının, diğer yanda terörle mücadelenin böylesine yoğunlaştığı bu dönemde, buraları ne maksatla kullanacak olurlarsa olsunlar, bu riski göze alanlar; terör örgütüyle veya güvenlik güçleriyle karşılaşmayı göze almış olmalıdırlar. Yasa dışı ve büyük bir tehdidin yaşandığı bu alanları kullananların, başlarına gelebilecek en kötü olasılıkları hesaplamış olmaları makul ve olması gereken bir husustur. Burada üzerinde düşünülmesi ve sorgulama yapılması gereken başlıca noktalar şunlardır: Teröristlerin geçiş ve ilerleyiş güzergâhında kaçakçılıkla meşgul olanlar ya PKK provokasyonlarına, istihbarat yanıltmalarına alet edileceklerdir ve bu şekilde canlı hedef haline getirilerek isyan provalarına mazeret oluşturacaklardır. Ya da yasa dışı kaçakçılıkla hayatlarını sarp kayalıklarda ve dar geçitlerde heba edeceklerdir Buradan çıkaracağımız bir diğer sonuç ise, AKP Hükümeti’nin zenginlik, hizmet götürme, yatırım yapma, yoksulluğun ortadan kaldırılması gibi iddialarının ne derece iflas etmiş olduğunun ortaya çıkmasıdır. Yöre halkı geçimlerini sağlamak adına bırakınız yasal olmayan yollardan ticaret yapmayı, en vahşi iklim ve coğrafya şartlarında ve ölüm tehdidi altında bile hayata tutunmaya çalışmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin harekât yaptığı alan meşru bir sınır kapısı veya gümrük noktası değil, teröristlerin sürekli sızıp kanlı eylemlerini yaptığı önemli bir tehdit bölgesidir. Üstelik bu alanda yerleşim yeri olmadığı gibi insan da yaşamamaktadır. Bu çerçevede üçüncü yorumumuz şu şekilde olacaktır: Uludere sınır bölgesinde ölenler bu kadar büyük bir grup halinde PKK ile onun etkin olduğu alanda güven içinde kaçakçılık yapıyorlarsa; aklımıza iki husus gelecektir: Bunlar kendilerine dokunulmayacağını ihsas eden ya bir garanti almışlar, ya da terör örgütünün yeni bir oyunu dahilinde tuzağa çekilip öldürülme ihtimaliyle yüz yüze bırakılmışlardır. 4- Takdir edersiniz ki terörle mücadele mekanik bir mücadele değildir. Güvenlik güçleri her düzeyde insan potansiyelini kullanmaktadır. Ancak terörle mücadele gibi olağan üstü insan gayreti, fedakârlığı ve kahramanlığı gerektiren bir faaliyetin; ülkenin durumundan, milletin halinden, yörede gelişen olaylardan ve oluşan atmosferden etkilenmemesi mümkün değildir. Bunun hilafına bir beklenti içinde olmakta vatan görevini yürütenlere haksızlık olacaktır. Sonuçta güvenlik güçleri; ister asker, ister polis ve isterse de korucu olsun arkalarında devleti, hükümeti, milleti, vatandaşımızı görmek isteyeceklerdir ve bu onların en doğal hakkıdır. Üç gün önce çatıştığı militanı beş gün sonra Habur’dan kahramanlar gibi karşılayan bir hükümet varlığının, terörle mücadele edenlerin mahkemelerde süründürüldüğü bir hukuk sürecinin ve teröristlerin başı ile müzakere yapan bir başbakanın bulunduğu yerde, terörle mücadele eden askerin, polisin ve korucunun ayakta durması ve inancını koruması bize göre imkansızdır. Karakollarımıza yönelik her saldırının akabinde, nereden elde edildiği, kimlerin servis yaptığı bilinmeyen doğru-yanlış muazzam bir karalama kampanyası elbette ki güvenlik güçlerini olumsuz etkileyecektir. 31 Aralık 2011 tarihli basın açıklamamızda vurguladığımız gibi, Aktütün, Dağlıca, Hantepe ve Gediktepe baskınlarından sonra yapılan suçlamalar, ithamlar, neden önlem alınmadığına dair tenkitler hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir. Bu baskı ve taciz altında terörle etkili ve kararlı bir mücadelenin yapılabilmesi kolay olmadığı gibi sonuç verebilmesi de elbette çok zordur. Bu aşamada yapacağımız dördüncü yorumumuz şu olacaktır: Yüzde bir bile ihtimal olsa, sınırlarımızdan kanun dışı yollardan girenlerin bir tek Mehmetçiğe, bir tek vatandaşımıza zarar vereceği hesap ediliyorsa ve bu bir tehdit olarak görülüyorsa devlet derhal gereğini yapmalıdır ve bu son olayda da yapmıştır. Mehmetçiklerimizin, polislerimizin ve korucularımızın hayatı ihtimallere teslim edilemeyecek kadar kıymetli ve bizim için azizdir. 5- Milliyetçi Hareket Partisi yıllardan beri özellikle ülke güvenliği, bölücülük ve terörle mücadele konularında sayısız açıklama yapmış, kapsamlı tedbirleri ayrıntıları ile kamuoyuna duyurmuştur. Bunların arasında terörle mücadele açısından önemli gördüğümüz tedbirlerden biri ve belki de en önemlisi “Irak’ın Kuzeyinde Güvenlik Kuşağı veya Bölgesi Oluşturulması” fikridir. Israrla her defasında öne sürdüğümüz “Güvenlik Bölgesi” teklifimizin önemi bu son olayla birlikte bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yıllardan beri yüzlerce Mehmetçiğimizin şehadetine ve yaralanmasına yol açan terör saldırılarının bir nedeni de zorlu coğrafya şartlarıdır. Irak’ın zaten insandan arındırılmış düz arazilerine kadar inilerek burada oluşturulacak bir tampon bölgesi terörü bitirmese bile hem azaltacak, hem de yaşadığımız bu olayın benzerlerini önleyecektir. Bu itibarla beşinci yorumumuz şu şekildedir: Türkiye mutlaka kendisine avantaj sağlayacak arazi derinliğine sahip olacağı yerden itibaren derhal güvenlik kuşağı oluşturmalıdır. Bu vesileyle hatırlatmak isterim ki, Uludere üzerinden nemalanma arayışında olanlar, bu meseleyi kanatarak siyasi prim elde etmeye çalışanlar, büyüyen kaos dalgasından muaf olmayacaklarını, rüzgar ektikleri yerden fırtına biçeceklerini unutmamaları gerekmektedir. Dileğim yeni yılda Türkiye’nin, üzerine çöreklenen kara bulutlardan kurtulması; huzurun, istikrarın ve birlikte yaşama inancının ülkemizi baştanbaşa hâkimiyeti altına almasıdır. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken grup toplantımıza katılan herkesi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. |