Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'den
Son günlerde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan bazı çevrelerin ülkeyi tehlikeli bir gerginlik ortamına sürüklemek istediklerini göstermektedir. İhanet provaları ve nümayişlerle yeni tahrikler için zemin arayışına girilmiştir. Bu niyetler karşısında, bütün vatandaşlarımızın, siyasi partilerin, basın organlarının ve devlet ve toplumun tüm kurum ve kesimlerinin, azami sorumluluk anlayışı ve sağduyu ile hareket etmeleri hayati önem taşımaktadır. AKP hükümetinin içine düştüğü teslimiyet ve aczden güç ve cesaret alan bu iç ve dış tahriklerin iç bünyemizi kemirmesine ve Türkiye’nin ufkunun karartılmasına asla izin verilmemelidir. Bu aziz vatan hepimizindir. Aynı kader gemisinin yolcuları olarak Türkiye’mizin bir kaos ortamına sürüklenmesini hep birlikte önlemek, hepimiz için tarihi bir görevdir. AKP iktidarı, kendisiyle birlikte Türkiye’yi de bir felakete sürükleyecek bu tehlikeli yolda ısrar ederse, bu durumun çok ağır olacak vebalini tarih önünde taşımak durumunda kalacak ve mahşeri vicdanda mahkum olacaktır. Bölücü terör örgütüne yardım ve yataklıktan mahkum olan ve PKK bağlantılı faaliyetleri nedeniyle kapatılan bir siyasi partiye mensup dört eski milletvekilinin geçen hafta tahliyesi, yeni tahriklerin sahneye konulması için siyasi bir gövde gösterisine dönüştürülmüştür. PKK’nın siyasallaşma hedefinin adım adım gerçekleştirilmesini Türkiye politikasının merkezi haline getiren AB, bu mahkumların serbest bırakılması için bugüne kadar her zorlamayı yapmış, her yola tevessül etmiştir. Bunun için Türkiye’ye, Türk Milletine ve Türk adaletine her türlü hakaret yöneltilmiştir. Bu konuda başvurulmadık baskı ve tehdit kalmamıştır. Siyasi amaçları, niyetleri ve fiilleri ortada olan bu kişiler, sözde barış ve hürriyet kahramanı ilan edilmişlerdir. Yaşanan bütün bu süreçte, bu kişiler hiçbir pişmanlık duymadıklarını ve bölücü terörün destekçisi olduklarını her sözleri ve hareketleriyle göstermişlerdir. Bunu bazı çevreler unutmak ve unutturmak isteseler bile, bu gerçekler Türk Milletinin hafızasından silinmemiştir. Bugün, bunların serbest kalması yine aynı çevreler tarafından bir bayram havası içinde kutlanabilmekte, yeni tahriklerin bir provası olarak görülebilmektedir. AKP, bu süreçte kendisine verilen görevi büyük bir sadakatle ifa etmiştir. İlk adım olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini Türk milli hukuk sisteminin üzerinde Yüksek Temyiz Mahkemesi haline getirmiştir. Bundan sonra da, bu mahkemenin teknik ihlal kararlarının Türk mahkemelerinin kesinleşmiş hükümlerini geçersiz kılmasını ve yeniden yargılama sebebi olmasını kabul etmiştir. Bu zorlamalarla başlatılan yeniden yargılama sürecinde yapılan duruşmalar, Avrupalı gözlemcilerin Türkiye’ye pervasızca hakaret ettikleri bir gösteri alanına dönüşmüştür. Mahkemenin ilk mahkumiyet karanında ısrar etmesi üzerine de Türkiye’yi, Türk insanını ve Türk adaletini hedef alan ve aşağılayan hayasız bir kampanya başlatılmıştır. Ne hazindir ki, basınımızın bir bölümü de bu koroya katılmıştır. AKP ise devlet idaresi ciddiyeti ve sorumluluğuyla bağdaşmayacak şekilde bu hakaretleri neredeyse haklı gören ve göstermek isteyen bir tutum sergilemiştir. Bağımsız Türk adaletini baskı ve tehditlerle sindirmeyi ve yıldırmayı amaçlayan bu gayretler sonunda ortak amaca nihayet ulaşmıştır. Türk milleti adına yargı yetkisini kullanan bağımsız Türk mahkemelerinin kararlarını tartışmak, bunlara siyasi etki izafe etmek hukuk anlayışımızla bağdaşmamaktadır. Milliyetçi Hareket’in, kanunların adil ve doğru uygulanmasından ve bunun sonucu verilen kararlardan hakkı olanların yararlanmasından rahatsız olması için herhangi bir özel neden bulunmamaktadır. Bu bakımdan, biz sadece bu kararın siyasi sonuçları üzerinde duracağız. Bugün gelinen noktaya bakıldığında, karşımızdaki gerçekler şunlardır: Türkiye’deki bölücü çevreler, bu gelişmeyi siyasi amaç ve hedeflerinin adım adım gerçekleşmesi yolunda önemli bir eşik olarak görmüş ve bundan cesaret almıştır. Bu suretle, AB’nin himayesi ve vesayeti altında Türkiye’de yeni tahrik ve nifak tohumlarının atılmasında yeni bir zemin kazanılmıştır. Bugün, bölücü çevrelerin ve Türkiye’de demokrasi havariliği rolüne soyunan gaflet erbabının şimdi de bu kişilere yeni bir siyasi misyon yüklemeye çalıştıklarını esefle görmekteyiz. Türkiye’de devlet eliyle ve öncülüğünde Kürtçe yayın ve öğreniminin önünün açılmasıyla aynı zamana rastlayan bu son gelişme, Kürt sorununa barışçı çözüm bulunması zorlamalarında yeni bir itici güç olarak kullanılmak istenilmektedir. Barış süreci olarak ifade edilen bu yeni zeminde sürdürülecek mücadelede, bu son gelişme bir “milat” olarak görülmekte ve bu amaçla kullanılmaya çalışılmaktadır. Kim, kiminle ve ne için mücadele edecektir? Barış sürecinden kastedilen nedir? Son gelişmelerin ortaya çıkardığı ilk sonuç ve tezahürlere bakıldığında, bu soruların cevabını bulmak güç olmayacaktır. Yapılan beyanlar, beklenti ve niyetlere ışık tutmaktadır. Bu çevrelerin yaptığı ilk çağrı, halk savunma güçleri olarak andıkları silahlı PKK teröristlerinin siyasi sürece katılmasının önünün açılması için, ayrım yapılmaksızın genel siyasi af çıkartılması çağrısı olmuştur. Şimdi “barış elçisi” olarak görülen bu çevreler, Hükümetle terörist PKK’ya eşit mesafede durduklarını söylemişler ve son dönemde Türkiye’de uygulanan projelerin mimarının “Sayın” diye hitap ettikleri terörist başı olduğunu belirtmişlerdir. İmralı’daki katil lehine özgürlük ve af sloganlarının atıldığı nümayişler yapılmış, böyle bir ortamda terörist PKK’nın büyüklük ve fedakarlık göstererek sözde ateş-kes’i 6 ay daha uzatması için ricacı olunmuştur. Öte yandan, bölücü tahriklerin yeni bir cesaret kazanmasıyla birlikte, güvenlik kuvvetlerimize karşı terör eylemleri de hız kazanmış ve hain saldırılar sonucu son dört gün içinde dört güvenlik görevlimiz alçakça şehit edilmiştir. Bütün bu gelişmelere AKP hükümetinin tepkisi ise bizler için şaşırtıcı olmamıştır. Son mahkeme kararının Türkiye’yi hem içerde, hem de dışarıda rahatlattığını söyleyen Adalet Bakanı, bunun arkasından gelecek taleplere de cesaret verecek şekilde, demokratik sabırla herşeyin aşılacağı teminatını vermiştir. Sayın Başbakan da ABD gezisi dönüşünde bu tartışmalara katılmış ve bir bebeğin doğumunun bile 9 ay 10 gün sürdüğünü hatırlatarak, acele edilmemesi gerektiğini, her sorunun zamanla çözüleceğini söylemiştir. Görünüşte siyasi af taleplerine karşı çıkan Sayın Başbakan, bilahare bunu yalanlarcasına sağlıklı doğum için gayret sarfettiklerini belirtmiş ve böylece bu konudaki beklentilerin zaman içinde karşılanacağı hususunda kapıyı açık bırakmıştır. Bütün bu yaşananlar, Türkiye’yi yönetenler için esef verici gaflet tezahürleridir. Şimdi de, bölücü terörü hiçbir pişmanlık duymadan hala desteklediği ortada olan bu çevrelerden, Türkiye’de iç huzur ve barışın korunmasında siyasi bir rol oynamaları beklenmektedir. Bu siyasi misyon, anlaşıldığı kadarıyla, bölücü terörün nihai amaçlarına siyasi yollarla ulaşmasını sağlayacak bir süreç için, bölücü mihraklarla bir uzlaşmaya varılması konusunda yardımcı olmalarıdır. Milliyetçi Hareket’in milli birliğin korunmasında gösterdiği hassasiyet ve hiçbir ayrım gözetmeden bütün vatandaşlarımızın aynı kaderi paylaştıkları bu aziz vatanda huzur içinde kardeşçe yaşamalarına verdiği büyük önem, her türlü tartışmanın üzerindedir. Ancak, iç huzur ve barışın sağlanmasının yolunun, bunu yıkmaya çalışan bölücü terörle müzakere etmekten asla geçmeyeceği de çok açıktır. Böyle bir pazarlık anlayışının, gaflet ve delaletin ötesinde bir ihanet olacağını herkes çok iyi bilmelidir. Kimse Türk milletinin sabrıyla oynamamalı, altında kalacağı hesapsız adımlar atmamalıdır. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar haysiyet kırıcı bir duruma sokulmamıştır. Hiçbir devirde Türkiye’nin milli hassasiyetleri bu kadar pervasızca hedef alınmamış, oyuncak haline getirilmemiştir. AB’ye her bakımdan teslim olan AKP iktidarı, ne acıdır ki, Türkiye’yi Avrupa Birliğine taşımakta bölücü heveslere umut bağlamış, bundan medet umar hale düşmüştür. Avrupa da bu gerçeği görmekte ve AKP’nin bu zaafından daha fazla yararlanmak konusunda cesaretlenmektedir. AKP iktidarına bu konuda hakim olan anlayış, önümüzdeki dönemde Türkiye’yi çok zor günlerin beklediğinin habercisidir. Bölücü terörün Türkiye’nin AB üyelik sürecini kendi siyasi hedeflerine hizmet edecek bir araç olarak gördüğü ve siyasi stratejisinin AB’nin Türkiye’den talepleriyle örtüştüğü, kimsenin inkar edemeyeceği gerçeklerdir. Burada asıl üzücü olan, siyasi gelecek hesabıyla AKP’nin siyasi gündeminin de bu çizgiyle kesişiyor olmasıdır. Siyasi geleceğini AB’nin göstermelik de olsa vereceği desteğe bağlayan AKP iktidarı, Türkiye’nin onurunun, milli hassasiyet ve çıkarlarının sırtından ve bunları çiğnemek pahasına, AB’ne yaranmak telaşı içindedir. Ancak bu hizmet yarışı nereye kadar gidecek, bu yol Türkiye’yi nereye götürecektir? Milliyetçi Hareket’in Türkiye’nin geleceği bakımından endişe duyduğu husus budur. AB’nin Türkiye’ye bakış tarzı ve bunda etkili olan unsurlar, bu konudaki kaygılarımızı haklı çıkarmaktadır. Bilindiği gibi, AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecine yaklaşımında belirleyici olan temel etken “Güneydoğu Sorunu” ve Türkiye’de “Kürt milli azınlığı yaratmak” mülahazasıdır. AB’nin bu bakış açısı, resmi raporlarda da ifadesini bulmuştur. Kürt asıllı vatandaşlarımızı milli ve etnik azınlık olarak gören AB, Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne uyumu konusunu da, büyük ölçüde, bu çerçeveye oturtmaktadır. Bu anlayışla hareket eden AB, kültürel hakların ötesinde, bu etnik farklılığa siyasi statü kazandırılmasını ve bunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda açıkça tanınarak somut biçimde ifadesini bulmasını talep edebilmektedir. AB’nin istekleri bununla da kalmamaktadır. Bu sakat yaklaşımın bir sonucu olarak, Türkiye’den Güneydoğu sorununa siyasi çözüm bulması ve bunun için bölücü terör örgütü veya aracıları vasıtasıyla bir diyalog ve müzakere süreci başlatması istenmektedir. AKP hükümetinin yanlış politikalar ve AB’nin iyi niyetten uzak tutumu nedeniyle, bugün Türkiye’nin AB üyelik süreci, maalesef, böyle bir ipotek altına sokulmuştur. Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin böyle bir sakat zeminde ilerletilemeyeceğine, bunun çıkmaz bir yol olacağına samimiyetle inanmaktadır. Bu kısır döngü kırılmadığı sürece, AB ile ilişkilerimiz hastalıklı yapıdan kurtulmayacaktır. Böyle bir sonucun AB’nin çıkarlarına da hizmet etmeyeceği ortadadır. Ancak, AKP iktidarının AB ile ilişkileri böyle bir boyunduruk altında sürdürmeye hevesli olması, karşımıza sürekli yeni talep ve dayatmalarla çıkılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu sonu gelmez taleplerin iç bünyemizde yaratacağı gerginlik ve huzursuzluk, sosyal dokumuzun ve siyasi yapımızın zaman içinde kemirilmesine ve tahrip olmasına yol açabilecektir. Üniter yapıya sahip bir milli devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine, etnik farklılıkları aşan ve ortak değerlere dayanan milli birliğimizin tahrip edilmesine elbette hiç kimsenin gücü yetmeyecektir. Bundan kimse şüphe duymamalıdır. Bununla birlikte, Türkiye’nin etnik, mezhep ve kültürel farklılıklar temelinde bir çekişme ortamına sürüklenmesi ve bunun sonucu sorunlu bir devlet ve toplum haline getirilmesi tehlikesi, ciddi bir risk olarak karşımızdadır. Bunu herkes çok iyi düşünmeli ve azami basiret ve sorumluluk duygusuyla hareket etmelidir. Milliyetçi Hareket’in iç huzur ve istikrar ortamının zarar görmesi ve milli bütünlüğümüzün bozulması riski taşıyan gelişmelere karşı gösterdiği hassasiyet bundan kaynaklanmaktadır. Bu samimi endişeler aşırı ve gereksiz bir korkunun ve vehimin ürünü değildir. Bu hayati konunun hafife alınmaya tahammülü yoktur. Bu aziz vatan sokakta bulunmamıştır. Bu konuda fikir yürütülürken, Irak’taki siyasi çözülme ve parçalanma sürecinde Kuzey Irak’ta adım adım bir Kürt devleti kurulması yolunda yaşanan gelişmeler çok iyi değerlendirilmelidir. Kürt grupların bu süreçte sergiledikleri küstah tutumlar ve ortaya çıkan bu yeni dinamiklerin Türkiye üzerindeki muhtemel yansımaları da gereken ciddiyetle göz önünde bulundurulmalıdır. AKP’nin, AB ile uyum adı altında bugüne kadar yaptıkları, AB tarafından yine de yeterli görülmemekte, açılan bu yolda Türkiye’nin önüne bitmeyen taleplerle gelinmektedir. AKP yöneticileri ise, bu yöndeki çabalarının aralıksız süreceği konusunda AB’ne her gün teminat vermektedir. Türkiye’ye dayatılması beklenen talep listesi bellidir. AKP’nin bu konuda ne yapacağı ise merak ve endişe konusudur. Bu konudaki endişelerimiz somut olarak şu noktalarda toplanmaktadır: Ana dil öğrenimi ve TV yayınları konusundaki ısrarının gerçek amacı, zaman içinde devlet öncüğünde ortak bir azınlık dili geliştirilmesi ve bu temelde etnik bilinç oluşturulmasıdır. AKP’nin bu konuda attığı adımlardan sonra özel imkânlarla ana dil öğreniminin yeterli olmadığı gerekçesiyle bu dillerin devlet okullarında önce seçimlik ders olarak okutulması, sonra da bunun denklik yoluyla Türk eğitim sisteminin içine alınması talepleriyle karşılaşılması beklenmelidir. AKP, bu talepler karşısında ne yapmayı düşünmektedir? Demokratikleşme standardı diyerek bunu da mı kabul edecektir? Öte yandan, etnik temelde farklı özelliklere bir statü kazandırılarak bunların kültürel plânda tanınmasının arkasından, bunların siyasi plânda kullanılması talepleri de, zaman içinde, kaçınılmaz olarak karşımıza getirilecektir. Bu amaçla etnik platformda siyaset yapılmasına, etnik temelde siyasi parti kurulmasına imkân tanınması istenilecektir. AKP iktidarı, medeniyet ölçüsü olduğu gerekçesiyle ve Kopenhag siyasi kriterlerinin bir icabı sayarak, bu istekleri de yerine getirecek midir? Bugün için Türkiye’nin karşısına getirilen birinci öncelikli talep, kanlı PKK teröristleri için toplu ve genel bir siyasi af çıkartılmasıdır. AKP, acaba, AB üyelik sürecinde toplumsal barış ihtiyacı gerekçesiyle, bunu da kabul edecek midir? Teröre karşı mücadelede hayatlarını feda eden şehitlerimizin aziz hatıralarına ve bu uğurda geleceklerini feda eden kahramanlara sırtını dönen AKP zihniyeti, PKK katillerini affetmek için yine demokrasi havariliğinin ve AB’nin arkasına saklanacak mıdır? Bu noktada, İmralı’daki terörist başının durumuna ilişkin talepler üzerinde önemle durulması gerekli olacaktır. İdam cezasının alelacele kaldırılmasıyla, hak ettiği cezadan kurtulan bu caninin İmralı’da tek başına kalmasının psikolojik sorunlara yol açtığı şikayetleri her gün dile getirilmektedir. Bu nedenle tecrit haline son verilmesi ve diğer terörist PKK mahkumlarıyla bir arada kalması istenilmektedir. Öte yandan, AB üyelik süreci bahanesiyle uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’nin önüne, bu caninin affedilerek siyaset yapması imkanına kavuşması dayatmasının çıkartılması kimseyi şaşırtmamalıdır. İçine sürüklendiğimiz bu tehlikeli ve kaygan yolda artık her şey mümkündür. Türk milleti şimdi merak etmektedir: AKP, bu dayatmaları da Türkiye’de yeni ve temiz bir sayfa açmak ve bir demokrasi ayıbını silmek olarak mı görecektir? Bunları da engin demokrasi anlayışıyla değerlendirip gereğini yerine getirecek midir? Türkiye’nin kaderi ve geleceği üzerinde kumar oynamak ve bölücü emelleri için Türkiye’yi bir kaos ortamına sürüklemek isteyenlerin meşum hesaplarını boşa çıkarmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Aziz Türk milleti, bir bütün olarak, şaşmaz sağduyusu ve basireti ile her badireyi aşacak güçtedir. Türkiye’nin kudretini küçümseyenlerin, Türk Milletinin sabrını denemek isteyenlerin ve Türk milletinin birliğini ve bütünlüğünü yıkmak için meydanı boş bulan bir cüretle tahriklerle bulunmaya yeltenen cereyanların ve bunların işbirlikçilerinin sonu hüsran olacaktır. Herkes haddini bilmeli, “rüzgar ekenin fırtına biçeceğini” aklından hiç çıkarmamalıdır.Bu vatan sahipsiz değildir. Türkiye’nin aziz varlığını kutsal sayan Türk Milliyetçileri ve etnik kökeni, siyasi eğilimi ve tercihi ne olursa olsun, Türkiye’yi ve Türk milletini seven gerçek vatanseverlerin hamiyeti ve gayretleriyle her zorluk aşılacak, Türkiye nurlu bir geleceğe mutlaka taşınacaktır. Bütün vatandaşlarımızın ve Türkiye’deki her kesimin bunun bilinciyle ve aklı selimin rehberliğinde hareket etmeyi sürdürmesi ve toplumsal huzurun korunması için üzerine düşen görevi bu bilinçle yerine getirmesi en halisane temennimizdir. Türkiye’yi bir bütün olarak kucaklayan ve ortak değerlerin oluşturduğu büyük Türk milletinin mutluluğunu, refahını ve kardeşliğini her düşüncenin üstünde tutan Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin onurlu ve parlak geleceği için fütur getirmeyen bir cesaret ve metanetle ve sönmeyen bir vatan aşkı ile mücadeleye devam edecektir.
Dr. Devlet Bahçeli |