11.09.2004 - Yönetim Kurulu Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Merkez Yönetim Kurulu Toplantısında
Yapmış Oldukları Konuşma Metni
11 Eylül 2004

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Merkez Yönetim Kurulu toplantımıza katılan bütün arkadaşlarımı ve basınımızın değerli mensuplarını en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bugünkü toplantımızı çok ağır şartların hüküm sürdüğü nazik bir dönemde yapıyoruz. Türkiye’de yaşanan bunalım giderek ağırlaşmakta ve her alana yayılmaktadır. Merkez Yönetim Kurulumuzun alacağı kararlar ülkemizin ve aziz milletimizin geleceği bakımından hayati önem taşıyacaktır.

Milliyetçi Hareket, bu tehlikeli gidişe son vermek için üzerine düşen görev ve sorumluluğu bütün icaplarıyla yerine getirmeye kararlıdır.

Merkez Yönetim Kurulumuzun bu toplantısında, topyekün milli bir şahlanış için yeni bir faaliyet dönemi başlatılacaktır.

Türkiye Sevdalıları için milli seferberlik günü bugündür. Aziz milletimizin yegane ümidi Milliyetçi Harekettir. Milliyetçi Hareket Türkiye’nin geleceğidir. Bütün dava ve ülkü arkadaşlarının bunun bilincinde olduklarına inandığımı bu vesileyle bir kere daha belirtmek istiyorum. Hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye 661 gündür basiretsiz AKP hükümetlerince yönetilmektedir. AKP, sağlam siyasi temelleri, inançları ve felsefesi olmayan devşirme bir siyasi topluluktur. Acımasız bir istismar ve aldatma kampanyasının iş başına getirdiği bu kadroların gerçek hüviyeti ve niyeti kısa zamanda anlaşılmıştır.

Ancak, bunun Türkiye’ye faturası çok ağır olmuştur. Türkiye bir uçurumun kenarına getirilmiştir. Bu tehlikeli maceranın çok ağır olan tahribatının bedelini maalesef gelecek nesiller de ödeyecektir.

Devlet yönetimi ve siyasal hayatımız hiçbir dönemde bu kadar yozlaşmamıştır. Siyasi ve şahsi ihtirasların emrinde bu ölçüde çürümemiştir. Hiçbir devirde, devlet kavramı ve kurumlarını hedef alan böyle bir yıkıma şahit olunmamıştır.

Son dönemde yaşananlar her yönüyle endişe ve esef vericidir. Devlet otoritesi ve kurumları hergün zaafa uğratılmakta ve yıpratılmaktadır. Devlet mekanizması bu kadroların elinde felç edilmek istenilmektedir.

Diğer taraftan AKP iktidarı bölücü ihtirasları teşvik etmekten ve tehlikeli arayışlara yönelmekten çekinmeyen bir gaflet ve pervasızlık sergilemektedir.

Devletin birliğini ve Türk Milletinin kardeşliğini bozmayı amaçlayan gövde gösterileri büyük bir cüretle sahneye konulmaktadır. Bu mihrakların devlete meydan okuma cüretini gösterebilmeleri AKP sayesindedir.

Bugün Türkiye’de kamu imkanları ve vasıtaları teröristlerin hizmetine tahsis edilmekte, taziye adı altında kamu görevinde bulunanlar teröre  destek ziyaretleri yapabilmektedir. Devletle kanlı terör örgütü aynı kefeye konulmakta, devletin güvenlik güçlerinin moral gücü çökertilmeye çalışılmaktadır.

Bu tahrikler karşısında AKP hükümeti derin bir sessizlik içindedir. Âdet yerini bulsun kabilinden alçak sesle söylenen anlamsız birkaç söz dışında, Hükümet ve Başbakan ortada yoktur. İçişleri Bakanı kayıptır. Bu kışkırtmaları yapan ihanet maşalarına karşı kanunlar uygulanamamaktadır. Hükümet tam bir acz ve gaflet içindedir. Bu tutumuyla bu tahriklerin sürmesinin destekçisi olmaktadır.

AKP zihniyeti, milli şuuru ve devlet kavramının dayandığı asli unsurları ve değerleri tahrip etmek için sistemli bir gayret içindedir. “Türkiyeli’lik” bilinci yaratmak gibi siyasi ve tarihi gerçeklere aykırı ve çok tehlikeli bir projeyi hayata geçirmek için adeta seferber olmuştur.

Türkiye’deki bazı odaklar bu konuda AKP’nin en hararetli destekçisi olmak için yarış halindedir. Toplumun etkili bazı kesimleri Türkiye’nin tarihiyle, milli ve manevi değerleriyle sürekli kavgalı olmayı, Türk milletini aşağılamayı, adeta modern olmanın bir şartı olarak gören bir şaşkınlık içine girmiştir.

Kendi milletine yabancılaşmış ve kendi çıkarları dışında hiçbir değer tanımayan, milli çıkarları ve milli haysiyeti korumayı gereksiz bir yük olarak gören bu çıkar ittifakları, sözde toplum mühendisleri ve siyaset tüccarları, Türk devletinden intikam almayı amaçlayan bir gaflet yolculuğuna çıkmıştır.

Bu vahim durumun gerçek nedenleri ve kaçınılmaz sonuçları üzerinde aziz milletimiz çok iyi düşünmelidir.

Burada AKP yetkililerine millet adına sormak istiyorum: Sizin devlet, millet ve demokrasi anlayışınızın dayandığı esaslar nelerdir?

Devlet kavramını ve milli birliği yıkmayı amaçlayan tahrik ve eylemler karşısında sessiz kalmanızın gerçek nedeni, bu konudaki dünya görüşünüzde ve siyasi ideolojinizde mi aranmalıdır? Hangi amaca hizmet etmeye çalışıyorsunuz? Siyasi parti ve oy hesapları mı sizi bu tahrikler karşısına çıkmaktan alıkoyuyor? Yoksa Avrupa Birliği korkusuyla mı bu atalet içine girdiniz?

AKP hükümeti bunların cevabını ve 22 aylık icraatının hesabını Türk Milletine er veya geç verecektir. Bundan kaçamayacaktır. Aziz Milletimiz bu hesabı sandık başında soracak, milli irade bu hesaplaşmayı mutlaka yapacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket her devirde milli değerlerimizin ve hassasiyetlerimizin yanında olmuş ve Türkiye’nin milli birliğinin bekçiliğini yapmıştır.

Milliyetçi Hareket gücünü sadece ve sadece inançlarından, ilkelerinden ve Büyük Türk Milletinden alır. Türkiye’nin iyiliğine olmadığına inandığı her hareket karşısında tek başına da olsa sonuna kadar durmayı milli bir görev sayan bir siyasi felsefenin temsilcisidir. Bu durumlarda hiçbir kurumun ve kesimin desteğini ve himayesini aramak gibi bir ihtiyacı olmamıştır.

Koalisyon ortağı olduğumuz 57. hükümet döneminde bu konuda sergilediği tavır bilinmektedir. Terörist başını kurtarmak için başlatılan idam cezasının kaldırılması seferberliğine ve kürtçe eğitim ve yayınlar konusuna tek başına karşı çıkmıştır.

AB’nin bu dayatmalarına direnirken, kimsenin yardım ve desteğini aramamıştır. Kendi inançlarının ve sorumluluğunun gereğini yerine getirmiştir.

Milliyetçi Hareket, geçtiğimiz aylarda sahnelenen ihanet provaları karşısında da aynı ilkeli tutumu sürdürmüştür.

Bu bölücü heveslere ve bunlara cesaret veren mihraklara karşı gerekli uyarı görevini yapmıştır. Bu uyarıyı yapan Milliyetçi Harekettir. Muhatabı da  bölücü heves peşinde koşanlar ve onların cesaret kaynağı AKP iktidarının gaflet siyasetidir.

Bir siyasi partinin Türkiye’nin kaderini ilgilendiren konulardaki görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla ve toplumun her kesimiyle paylaşması en doğal hakkıdır. Milliyetçi Hareket de bunu yapmış ve 14 Haziran tarihli yazılı basın açıklamamız bilgi için geniş bir dağıtıma tâbi tutmuştur.

Medya’nın özellikle MHP’ne karşı adı konulmamış bir sansür uyguladığı bugünkü ortamda, her vasıta ile Türk toplumuna ulaşmaya çalışmanın yadırganacak ve anti-demokratik bulunacak bir yanı yoktur. Hal böyle iken, bu konuda başlatılan istismar kampanyası demokratik hayatımız bakımından ibret ve üzüntü verici olmuştur.

Bölücü tahrikler karşısında yaptığımız yazılı basın açıklamasını görmezden gelenler, bu konunun iki ay sonra çarpıtılarak gazete manşetlerine taşınmasından sonra, birden demokrasi havarisi rolüne soyunmuşlar ve ucuz bir polemik başlatmışlardır.

Bu tutumun asgari siyasi ahlak ve demokratlık ölçüleriyle izahını mümkün göremediğimizi belirtmek isterim. Gösterilen bu tepkinin nedeni hala bilinmemektedir. Bu çevreler, yaptığımız açıklamanın içeriğinden mi rahatsız olmuşlardır? Bu konu etrafında kopartılmak istenilen sanal fırtınada, bu nokta açık kalmış, tam anlaşılamamıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

14 Haziran tarihli yazılı basın açıklamamız bugün de sürmekte olan tahrikler için geçerliliğini korumaktadır. Bu konuda ifade ettiğimiz görüşlerin özünü bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

14 Haziran günkü yazılı açıklamamızda özetle şunları söylemiştik:

“Son günlerde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan bazı çevrelerin ülkeyi tehlikeli bir gerginlik ortamına sürüklemek istediklerini göstermektedir. İhanet provaları ve mümayişlerle yeni tahrikler için zemin arayışına girilmiştir. Bu niyetler karşısında, bütün vatandaşlarımızın, siyasi partilerin, basın organlarının ve devlet ve toplumun tüm kurum ve kesimlerinin, azami sorumluluk anlayışı ve sağduyu ile hareket etmeleri hayati önem taşımaktadır.

AKP hükümetinin içine düştüğü teslimiyet ve aczden güç ve cesaret alan bu iç ve dış tahriklerin iç bünyemizi kemirmesine ve Türkiye’’nin ufkunun karartılmasına asla izin verilmemelidir. Bu aziz vatan hepimizindir. Aynı kader gemisinin yolcuları olarak Türkiye’mizin bir kaos ortamına sürüklenmesini hep birlikte önlemek, hepimiz için tarihi bir görevdir.

Bu aziz vatan sokakta bulunmamıştır.Türkiye’nin kaderi ve geleceği üzerinde kumar oynamak ve bölücü emelleri için Türkiye’yi bir kaos ortamına sürüklemek isteyenlerin meşum hesaplarını boşa çıkarmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Aziz Türk milleti, bir bütün olarak, şaşmaz sağduyusu ve basireti ile her badireyi aşacak güçtedir.

Bu tahrikçilerin sonu hüsran olacaktır. Herkes haddini bilmeli, “rüzgar ekenin fırtına biçeceğini” aklından hiç çıkarmamalıdır.Bu vatan sahipsiz değildir.

Bütün vatandaşlarımızın ve Türkiye’deki her kesimin bunun bilinciyle ve aklı selimin rehberliğinde hareket etmeyi sürdürmesi ve toplumsal huzurun korunması için üzerine düşen görevi bu bilinçle yerine getirmesi en halisane temennimizdir.”

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Sözde demokrasi havarisi kesilen çevrelerin saptırarak istismar konusu yapmak istediği görüşlerimiz bunlar olmuştur. Bu çevrelere sormak istiyorum: Bu sözlerin nesine karşısınız? Rahatsızlığınızın gerçek sebebi nedir? Bunun cevabını bekliyoruz.

Türk Ülkücüleri, demokrasi ve milliyetçiliğin ayrılmaz ikiz kardeş olduğuna gönülden inanan ve şerefli geçmişleri buna kefil ve şahit olan Türkiye sevdalılarıdır. Milliyetçi Hareketin, demokrasi sicili tartışmalı bazı çevrelerden demokrasi ve meşruiyet konusunda alacağı hiç bir ders yoktur. Bu çevrelerin, bu sözde demokrasi havarilerinin kendi geçmişlerine bakmalarını ve dürüst bir vicdan muhasebesi yapmalarını tavsiye ederim. Yakın siyasi tarihimizde yaşanan bazı dönemlerde herkesin demokrasi konusunda verdiği samimiyet imtihanı henüz unutulmamıştır.

İnsanların özü ile sözünün bir olması, demokrasinin manevi temelidir. Demokrasiye gönülden inanmanın ve gerçek demokrat olmanın vazgeçilmez ön şartıdır. Bizim için ilkelerimiz ve inançlarımız, zamana ve şartlara göre değişebilen, esnetilebilen kavramlar değildir. Biz dün ne isek, bugün de oyuz. İlkelerini namusu sayan bir siyasi geleneğin temsilcisiyiz. Bu gerçeği şerefli mücadele tarihimiz tescil etmiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye, dış politika alanında önemli gelişmelerin cereyan edeceği hassas bir döneme girmektedir. Önümüzdeki birkaç ay içinde dış politikada hareketli günler yaşanacaktır.

AKP’nin devlet yönetimi anlayışının dış politika üzerindeki olumsuz yansımaları, bu dönemde daha somut biçimde anlaşılacaktır.

Devletin itibarı, milli onur ve hassasiyetler ve milli çıkarlar kavramlarına yabancı olan AKP, dış politikayı siyasi iflasını gizlemek ve meşruiyet sorununu aşmak için bir aklama aracı olarak kullanmak istemektedir.

Ancak, hayali senaryolar, sanal hedefler ve içi boş sloganlarla yürütülen dış politikada artık gerçeklerin görüleceği vade yaklaşmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla birlikte, Avrupa Birliği’nin siyasi gündemimizin merkezine oturacağı yeni bir tartışma ve bekleme dönemine girilecektir.

AB Komisyonu’nun Türkiye konusundaki İlerleme Raporu’nun açıklanmasına 25 gün kalmıştır. AB liderleri bunun ışığında Aralık Zirvesinde Türkiye dosyası hakkında bir karar alacaklardır.

 AB’nin Türkiye’yi eşit haklara sahip bir ortak olarak görüp görmediği ortaya çıkacaktır.

Türkiye için yeni bir oyalama süreci mi planladığı, yoksa tam üyelik takvimi ve tarihi kesin olarak belirlenmiş, gerçek anlamda bir üyelik süreci mi başlatılacağı artık görülecektir. Avrupa Birliği Türkiye’ye karşı bir samimiyet imtihanı verecektir.

AB’nin bugüne kadar izlediği tutum, bu konuda fazla ümitli ve iyimser olmaya maalesef imkan vermemektedir. Bu konuda bir nokta unutulmamalıdır: Burada, şekil ve görüntü değil, esas ve öz önemlidir. Türkiye’nin oyalanmaya, sonu gelmez talep ve dayatmalarla oyuncak hale getirilmeye artık tahammülü kalmamıştır. Herkes artık samimi, namuslu ve dürüst olmak zorundadır.

Basına yansıyan haber ve beyanlara bakıldığında, yeni bir oyalama senaryosunun hazırlığının yapıldığı izlenimi edinilmektedir. Bu konudaki endişelerimizi sizlerle ve kamuoyumuzla paylaşmak istiyorum.

Bugünkü işaretlerden, Türkiye için temelinde ayrımcılık ve dışlama anlayışı yatan özel bir süreç öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Diğer adaylara ve son olarak Hırvatistan’a yapılan muameleden farklı özel bir yöntem üzerinde çalışıldığı görülmektedir.

Buna göre, Türkiye’ye üyelik tarihi ve takvimi olmayan ve bir dizi şarta bağlı bir süreç için yeşil ışık yakılabilecektir. Ancak Türkiye’nin önüne getirilecek bu şartlar, sadece görüşmelerin başlamasında değil her aşamasında ilerlemesinde de belirleyici olacaktır. AB’nin keyfine ve arzusuna bağlanacak bir nevi denetim mekanizmasına tâbi böyle bir süreçte, Türkiye AB’nin dayatmalarını kabul etmezse cezalandırılacak ve süreç her an askıya alınabilecek veya kesilecektir.

Öte yandan, bu katı şartların kontrol edeceği sürecin nihai hedefinin ve bu doğrultuda nasıl yönlendirileceğinin de muğlak bırakılmak istenildiği anlaşılmaktadır. Böylece AB, bu süreci tam üyelik hedefi doğrultusunda değil, özel ilişki modeline yönlendirmek imkanını elde tutacaktır.

Benzetme yerinde ise AKP’nin teslimiyet anlayışı nedeniyle oltanın ucuna takılan Türkiye’nin, şimdi kementle bağlanacağı yeni bir oyalama ve dayatma süreci başlatılacaktır. Bu süreç içinde şimdiye kadar sıra gelmeyen biri dizi talep ve dayatma masaya getirilecektir.

Böyle bir sonucun Türkiye’ye özürlü bir aday muamelesi olacağı aşikardır. Bunun Türk Milleti tarafından kabul edilemeyeceği de tartışma götürmez bir gerçektir. Temenni etmemekle beraber böyle bir sonuç çıkarsa, AKP’nin Türk milletine olan sorumluluğunun  gereğini yapması, kendisi için bir siyasi namus borcudur.

AKP Hükümeti böyle bir sonucu Türk milletine yeni bir hayali hedef olarak takdim etmek ve bir kere daha kandırmak yoluna sapmaktan kaçınmalıdır. AB patentiyle AKP’nin meşruiyetinin tescili hesaplarının tutamayacağını artık görmeli ve bu gaflet uykusundan uyanarak gölge oyunu oynamaktan vazgeçmelidir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

AB ile ilişkilerimizde böyle bir yeni oyalama sürecini kabul etmek, Türkiye’yi altından kalkamayacağı bir maceraya sürüklemek olacaktır.

Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin önüne çok ciddi başka faturaların çıkarılacağını görmek için kahin olmak gerekmemektedir. Türkiye’ye ilk planda ödetilmesi amaçlanan bedellerin de milli azınlıkların siyasi statüsü; Kürt sorununun bölücü çevrelerle dialog kurularak siyasi çözüme kavuşturulması; dini azınlıkların ileri taleplerinin karşılanması ve Kıbrıs dayatmaları olacağı da gün gibi ortadadır.

AKP iktidarının Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, Türkiye’de zorlama yoluyla etnik temelde suni bir azınlık yaratmak gibi sakat bir anlayışı benimsemek ve AB’nin bu dayatmasını gönüllü olarak kabul etmek olmuştur.

AKP’nin girdiği bu tehlikeli yolda Türkiye’nin karşısına kısa zamanda somut taleplerle gelineceğinden kimse şüphe etmemelidir.

AB’nin bu konudaki anlayışı ortadadır. Güneydoğu sorununa siyasi ve demokratik çözüm bulunması adı altında ne amaçlandığı bilinmektedir.

Türkiye’nin devlet yapısının yeniden tanzimi, etnik kökeni farklı Türk vatandaşlarına siyasi ve hukuki planda milli azınlık statüsünün tanınması ve bunun Anayasada teminat altına alınması istenmektedir. Etnik temelde ve bu kimlikle siyaset yapılmasının ve eğitimin önünün açılması da bu projenin bir parçası olarak görülmektedir.

Bu vesileyle AB’nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Verhaugen’in son Türkiye ziyaretinin bir çok bakımdan ilginç özellikler taşıdığını ve endişe verici gelişmelere sahne olduğunu belirtmek isterim. Bu görevinden yakında ayrılacak olan Verhaugen’in ziyareti, bir veda ziyaretinin ötesine geçen boyutlar kazanmıştır.

Türk devletinin kuruluşunda çok önemli bir kilometre taşı olan 4 Eylül Sivas Kongresi’nin yapıldığı tarihleri takip eden bir dönemde Türkiye’ye gelen AB yetkilisi Ankara’da kısa bir süre kaldıktan sonra hemen Diyarbakır’a geçmiştir. Diyarbakır ziyareti yeni bir mandacılık anlayışının bir gövde gösterisine dönüşmüştür.

Vatandaş Verhaugen gibi ne anlama geldiği meçhul pankartlarla karşılanan Verhaugen yaptığı konuşmalarda Kürtlerin siyasal haklarından ve siyasi çözümden bahsetmiştir. Kütçe yayın ve eğitimin sadece bir başlangıç olduğunu söyleyen Verhaugen daha geniş bir perspektif geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Bunların anlamı çok açıktır. Bu ifadeler AB’nin bu konudaki emelleri hakkında yukarıdaki tespitlerimizi bütünüyle doğrulamaktadır. Bu gerçeği artık herkes görmelidir.

Türkiye’nin dostu olarak alkışlanan Verhaugen gezisini yine anlamlı bir tarihte, 9 Eylül’de İzmir’e yaptığı ziyaretle bitirmiştir. Bunun da her halde bir tesadüf olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu konuda herkes kendi idrakine göre bir hükme varacaktır.

AKP yöneticilerine şunu sormak istiyoruz: Türk devletinin ve Türk demokrasisinin önüne kurulmak istenilen bu etnik tuzakları demokratikleşme, modernleşme ve Batılaşmanın bir gereği olarak mı kabul edeceğiz? Bu nasıl bir sakat anlayıştır? AKP’nin gözü bu ölçüde mi kararmıştır? Bu gaflet uykusunun, bu tehlikeli sürüklenişin sonu nereye varacaktır?

Bunun cevabını biz verelim: AKP ateşle oynamaktadır. Türk Devletinin üniter yapısını ve Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü ateşe atacak böylesine hayati konularda zaaf gösterilmesinin sonuçları çok ağır olur. AKP iktidarı, Türk devletinin ve milletinin geleceğini ilgilendiren konularda gaflet ile ihaneti ayıran çizginin çok ince olduğunu unutmamalı, bu çizgi civarında gezinmekten biran önce vazgeçmelidir.

Çünkü bu vebalin altından kimse kalkamaz, aksini düşünenler bunun bedelini çok kısa zamanda ve çok ağır bir biçimde öder.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

AKP’nin her dayatmayı sorgusuz kabul eden teslimiyetçi zihniyeti, AB’nin sürekli yeni taleplerle karşımıza gelmesine adeta davetiye çıkarmıştır. Bu çerçevede son dönemde yaşanan iki gelişmeye de kısaca temas etmek istiyorum.

AKP hükümetinin bu aczinden ve AB’nin dayatmalarından cesaret alan çevrelere, son zamanlarda Fener Rum Patriği de katılmıştır. Türkiye’de din özgürlüğünün tam olarak sağlanmadığından şikayet eden Patrik, şimdi de Heybeliada Ruhban okulunun açılmasını istemektedir. AKP hükümetinin bu konuda hazırlık yaptığı basına da yansımıştır.

Ancak, Hükümet, her önemli gelişmede olduğu gibi, bu konuda da suskun kalmış, bu tutumuyla basın haberlerinin doğruluğuna kabullenmiştir.

Başbakan Erdoğan’a buradan sormak istiyorum: Batı Trakya’da Türk azınlığının kangren halini alan sorunlarında göstermelik bazı tedbirler dışında özlü bir gelişme yokken, azınlığın seçtiği İskeçe ve Gümülcüne Müftüleri Yunan hükümetince tanınmayarak mahkeme kapılarında süründürülürken, sistemli çabalarla cami ve tekkeler yıkılıp Türk izleri silinmeye çalışılırken, siz gerçekten İstanbul’da Rum Papaz okulunu mu açmak niyetindesiniz?

Yunan Kilisesi Atina’da bir cami yapılmasını bile milli bir felaket olarak görüp, bunun karşılığında Ayasofya’nın Patrikhaneye verilmesini istemek şımarıklığını ve cüretini gösterirken, AKP hükümeti Patrikhaneye yeni bir siyasi statü mü kazandırmak niyetindedir?

Türkiye’de bir papaz ihtiyacı mı vardı da, siz Diyanetin sorunlarını halledemezken, Papaz okulu açmak için kapı kapı dolaşıyorsunuz? Bu heyecanlı telaşınızın sebebini ve bu soruların cevabını Türk milleti haklı olarak merak etmektedir.

Temas etmek istediğim ikinci konu, Türkiye’de yabancılara serbest bırakılan toprak alımlarıdır. Bildiğiniz gibi AKP hükümetinin yabancılara taşınmaz mal satışı hakkındaki son uygulaması, bir çok tartışmayı beraberinde getirmiştir.

Konunun henüz aydınlığa kavuşmayan ciddi yönleri bulunmaktadır. Hükümet bu konuda tatmin edici bir açıklama yapmaktan sürekli kaçınmıştır. Bu konuda yapılan tartışmalarda gözden kaçan önemli birkaç noktaya kısaca değinmek istiyorum.

Bu kanunun çıkması hangi ihtiyaçtan kaynaklanmıştır? Bu nokta açık değildir.

Yabancıların Türkiye’de arazi ve toprak almalarının, küreselleşme ve dünya ekonomisi ile bütünleşme, dışa açılma ve yabancı sermaye girişini teşvik etmek gibi düşüncelerle izah edilmesinin mümkün olmadığı ortadadır.

Bu durumda, bu düzenlemenin AB talebi olarak yerine getirilmiş olduğu akla gelmektedir. Ancak, burada da garip bir durum bulunmaktadır. AB üyesi ülkelerde yabancıların mal edinmesi katı kurallara bağlanmıştır. Bu ülkelerde sınır bölgelerinde gayrimenkul iktisabı, tarım ve orman arazisi satın alınması, ya yasaklanmış, ya da çok istisnai durumlar olarak kabul edilerek özel düzenlemelere tabi tutulmuştur.

Türkiye’deki uygulama ise neredeyse hiçbir sınırlama ve özel şart getirilmeden yabancıların serbestçe mal edinmelerine imkan vermektedir. Yunanistan’da bir Türk’ün gayrimenkul alması imkansız iken, Türkiye’de arazi, toprak ve bina satın alan Yunanlıların sayısı onbinlerle ifade edilecek büyük rakamlara ulaşmıştır.

Bunun yanı sıra İsrail vatandaşlarının GAP havzasında stratejik bölgelerde yoğun gayrimenkul aldığı basın haberlerinden anlaşılmaktadır. İsrail’in bu bölgelere özel ilgisinin nedenleri ve bunun uzun vadeli sonuçları üzerinde çok dikkatli durulması asgari basiret icabıdır.

Öte yandan Türkiye’de toprak alan yabancılar arasında üçüncü ülke uyruklu Ermeni asıllı şahısların miktarının ne olduğu da bilinmemektedir. Bunların hangi bölgelere ilgi duydukları da henüz açıklığa kavuşmamıştır.

Bütün bu mülahazalar gereksiz bir vehim olarak görülmemelidir. “Türkiye’de toprak alan yabancıların bunları cebine koyup götürecek halleri yok ya” gibi ucuz söylemler, bir safsatadan öte hiçbir geçerlilik taşımamaktadır. Bu, sadece bir mülkiyet sorunu değildir. Ülke toprakları, devlete vücut veren vazgeçilmez temel unsurların başında gelmektedir.

Ayrıca, Türkiye’nin çalkantılı siyasi tarihinin gerçekleri de her zaman hatırda tutulmalıdır. Türkiye, tarihi boyunca göç almış, göç vermiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde göç eden bazı azınlık gruplarının Türkiye’de bıraktıkları mallar üzerinde hak iddialarını sürdürdüğü bir vakıadır. Rum ve Ermenilerin bu amaçla Türkiye’deki eski gayrimenkulleri konusunda tapu dairelerinde bir süredir yapmakta oldukları araştırma ve girişimler Hükümet tarafından çok iyi değerlendirilmelidir. Bu konudaki son yasal düzenlemenin bu açıdan doğuracağı muhtemel sorunlar üzerinde AKP’nin çok dikkatli olması gerekir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

22 Aylık AKP döneminin kısa bir muhasebesini yaparken, bu kadroların inançsızlığını ve gayri ciddiliğini ortaya koyan son dönemdeki bir tartışmayı da dikkatinize getirmek isterim.

Türk Ceza Kanunu tasarısı uzunca bir süredir Meclisin önündedir. Komisyon müzakereleri tamamlanmış ve tasarı Genel Kurula gelmiştir. Ancak, bu ileri aşamada AKP’li komisyon başkanı ve Bakanlar, bazı önemli hususların atlandığını söyleyerek ortaya çıkmışlardır. 367 kişilik AKP grubunun unuttuğu ve atladığı hususların, başörtüsüne hapis cezası getiren düzenleme ile zina konusu olduğunu Türk milleti AKP sözcülerinin ağzından hayretle öğrenmiştir.

Son günlerde bu konuda yaşanan tartışmalarda zina karşıtı ve zina yanlısı gibi bir kamplaşma yaratılmış ve bu konu etrafında kıyasıya bir çekişmeye girilmiştir. AKP iktidarı Türk toplumunu ahlak temelinde kamplara bölmek başarısını da göstermiştir.

AKP’nin Türkiye’nin gündeminde bu şekilde soktuğu zina tartışmalarına AB de katılmıştır. AB yetkilisi Verhaugen bunun Avrupa normlarına aykırı düşeceğini ve olsa olsa bir şaka olabileceğini söylemiştir.

Verhaugen’in şaka anlayışının ne olduğunu tabiatıyla biz bilemeyiz. Ancak bildiğimiz bir şey varsa o da AKP iktidarının kendisinin Türkiye için hazin bir şaka olduğudur.

AKP iktidarı bu konuda kendi içinde bile tutarlı olmayan bir bocalama içine girmiştir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da samimi ve dürüst olmadığını göstermiştir.

Bugüne kadar ne yapalım AB için gerekli şart diyerek Türkiye de bölücülüğü ve ihaneti bile serbest bırakan kanunlar çıkaran AKP, şimdi bu konuda AB’ne karşı göstermelik bir cesaret mümayişi yapmaktadır. Ancak bunu yaparken bir manevra alanı, bir ricat imkanını da elde bulundurmak kurnazlığını göstermektedir. Aslında burada bir oyun oynanmaktadır.

Türk milleti bütün bu olanları ibretle izlemekte ve bunun nasıl sonuçlanacağını merak etmektedir. Bu trajedinin son perdesinin nasıl kapanacağı, Başbakan Erdoğan’ın seçim meydanlarında namusumuzdur dediği başörtüsü ile koruyuculuğuna talip olduğu insan onurunun akıbetinin ne olacağı Meclis açılınca görülecektir. AKP, bizzat Başbakan’ın açıkladığı tutumundan dönerse, buna aslında kimse şaşırmamalıdır. Çünkü samimiyetsizlik AKP’nin şiârıdır.

Aziz Dava ve Ülkü Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Irak’ta büyük endişe verici vahim gelişmeler yaşanmaktadır. AKP iktidarının Kürt aşiretlerinin zulmüne terk ettiği Iraklı Türkmen kardeşlerimiz, şimdi de ABD işgal kuvvetleri tarafından imha edilmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. ABD kuvvetleri bir haftadır Telafer şehrini acımasızca bombalamakta, Türkmenler katledilmektedir.

Bu fırsattan yararlanan Kürtler de Telafer’de bir etnik temizlik hazırlığına başlamıştır. İmkan bulabilen Türkmenler göç halindedir.

AKP hükümeti Türkmenlerin katledilmesine ilgisiz bir seyirci gibi sessiz kalmıştır. Daha da vahimi Dışişleri Bakanı ABD operasyonlarının Türkmenleri hedef almadığını, terörist gruplara yönelik olduğunu söyleyebilmiştir.

Bu saldırılarla eş zamanlı olarak Kürt aşiret liderleri Türkiye’ye açıkça meydan okumuş ve Kerkük’ün sözde Kürt kimliğini korumak için savaşa hazır olduklarını söylemek cüret ve cesaretini bulmuşlardır. Buna karşılık AKP iktidarı Türkiye’nin haysiyetinin ayaklar altına alınmasına ses çıkaramamış, bu meydan okumaları alttan alarak, bu aşiret temsilcilerine Ankara’da büyük itibar göstermiştir.

Türkiye’nin sabrının taşma noktasına gelindiği artık bu Kürt aşiretlerine anlayacakları dilde ikaz edilmelidir. AKP hükümeti ABD’nin Telafer’de Türkmen katliamını durdurması için gereken her tedbiri derhal almalıdır. Türkmen kardeşlerimizi topluca katle yönelen ABD kuvvetlerinin lojistik desteğinin Türkiye’den sağlandığı gerçeği karşısında, derhal kararlı bir tepki gösterilmeli ve bunun icabı derhal yapılmalıdır. Habur sınır kapısı derhal kapatılmalıdır.

AKP Hükümetinin akidesi buna müsait olsa bile Türk milletinin bu vahşet karşısında sessiz kalamayacağı, bedeli ne olursa olsun Türkmen katliamına izin vermeyeceği ABD’ye derhal hatırlatılmalıdır.

Türkiye maalesef her cephede tuzaklar ve tehlikelerle dolu bir maceraya sürüklenmiştir. AKP iktidarı saltanatını sürdürmek için Türkiye’nin geleceğini feda etmekten çekinmemektedir.

Ancak Türk milleti AKP’nin bu sorumsuz siyasetine mutlaka dur diyecektir. Bu talihsiz dönemi geride bırakacaktır. AKP için gerçeklerle yüzleşme günü yaklaşmaktadır. İflas eden bu tehlikeli zihniyeti Türk milleti tasfiye edecek ve bu milli hesaplaşma sandık başında görülecektir. Bu karanlık dönem sona erecek, Türkiye bu kabustan uyanacaktır.

Tarihimize baktığımızda, en karanlık günlerin ve en olumsuz şartların bile azmini yenemediği Türk milletinin sağduyusuna ve geleceğine sahip çıkma iradesine herkes inanmalı ve güvenmelidir.

AKP’nin son çırpınışları beyhudedir. Türk milletine sırtını dönmüş, nimet ve ikbal paylaşımı peşinde koşan AKP idarecileri siyasi hesaplarını seçim sandığında Türk milleti önünde, şahsi sorumluluklarının hesabını da Türk adaleti önünde vereceklerdir.

İşte bu hesaplaşma günü yaklaşırken, Milliyetçi Hareket, bu bunalımdan çıkılarak yeni bir toparlanma dönemi için topyekün bir gönül seferberliği başlatmaktadır.

Milliyetçi Hareket yeni ve yoğun bir faaliyet dönemine girmektedir. Değerli arkadaşlarım: Anadolu’ya çıkıyoruz. Milli şuuru ayağa kaldırmak için Türkiye’yi dağ tepe gezeceğiz.

Teşkilatlarımız bu büyük seferberliğe her mânâda hazır olmalıdır. Bu konudaki eksiklerimizi en kısa zamanda gidereceğiz ve Türk Milletiyle bütünleşmek için Türkiye’nin her köşesine gideceğiz. Bütün imkanları harekete geçireceğimiz bu yolda bütün ülkücüler varını yoğunu ortaya koyacaktır.

Milliyetçi Hareket bugün iktidarın tek alternatifidir. Türk milletinin geleceğinin yegane teminatıdır.

Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu, milletle kaynaşmış şahsiyetli ve milli bir iktidar için tek adres Milliyetçi Harekettir. Türkiye’yi bu ateş çemberinden ancak Türk milliyetçileri, Türk vatanseverleri ve Milliyetçi Hareket çıkarabilecekdir.

Türkiye’nin önünü Milliyetçi Hareket açacaktır. Milliyetçi Hareketin inançlı kadroları bu tahribat döneminden sonra Türkiye’yi yeniden inşa etmeye, yeni bir şevk ve heyecanla hazırdır.

Bu milli seferberlikte milletini seven herkes üzerine düşeni yapmak, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bu sinsi kuşatmayı aşmak için her fedakârlığı göstermek durumundadır.

Bu milli ve tarihi sorumluluğu üstlenmeye hazır olan herkese Milliyetçi Hareket’in gönül kapısı açıktır. Türkiye sevdalıları bu milli hesaplaşma gününde tek bir yürek, tek bir yumruk olmak zorundadır.

Türkiye’yi parlak ve nurlu ufuklara taşımak için ülkesini seven herkesi, Türkiye’nin birliğine ve dirliğine inanan bütün vatanseverleri bu milli hedef etrafında birleşmeye ve bütünleşmeye, bu bayrak altında göreve çağırıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Yüce Allah, bu kutsal gaye uğruna sarfettiğimiz emekleri ve içimizdeki bu vatan ve millet aşkını ve heyecanını karşılıksız bırakmayacaktır.

Sağolun, varolun.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı