Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Muhterem Milletvekilleri, Değerli Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, Geçtiğimiz hafta acı bir kaybımızdan dolayı parti Meclis grup toplantımızı gerçekleştirememiştik. Bir haftalık aradan sonra bugün yeniden bir araya gelmiş bulunuyoruz. Konuşmamın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş 13 Ocak günü ebediyete intikal etmiştir. Tam bir hafta önce, partimiz başkanlık divanı üyeleri ve Meclis grubumuzu temsil eden değerli arkadaşlarımla birlikte yavru vatan Kıbrıs’a giderek, merhum Denktaş’a karşı son görevimizi yerine getirdik ve kendisini Hakk’a uğurladık. Böylelikle Kıbrıs Türklüğü’nün iftihar burcu dualarla, Fatihalarla varlığını adadığı vatan topraklarına emanet edilmiştir. KKTC’nin bağımsızlığı, tanınması ve onurlu bir şekilde yaşaması uğruna türlü zorluklara göğüs geren bu büyük devlet ve siyaset adamının maneviyatı şimdi Doğu Akdeniz’den bir hilal gibi parlamaktadır. Merhum Denktaş tıpkı bir Bozkurt gibi Kıbrıs Türklüğüne rehber olmuş, baskılara ve tek taraflı dayatmalara yiğitçe direnmiş ve hiç şüphesiz efsaneleşerek Hakk’a yürümüştür. Kendisi mücadeleci ve mukavemetçi özelliğiyle Kıbrıs Türklüğü’nün yolunu aydınlatmış, ideal ve ilke insanı olarak bağımsızlığın manifestosunu hazırlamıştır. Sayın Denktaş başta sömürge döneminde olmak üzere, ırkçı ve yayılmacı Rum zihniyeti tarafından dışlanan, itilip kakılan, azınlık statüsüne sokulmaya çalışılan Kıbrıs Türk’ünü ayağa kaldırmış ve üzerine bastıkları toprak parçasını vatan yaparak devletle buluşturmuştur. Yüreğindeki inançla ve taşıdığı milli iradeyle Kıbrıs Türklüğünün hak ve hukukunu ne pahasına olursa olsun savunmuştur. Rum mezaliminin ideolojik üreme alanı olan ENOSİS emelleri bu sayede püskürtülmüş, katliamcı EOKA terörü Türklüğün kudretli bağrına çarpıp dağılmıştır. Merhum Denktaş’ın, arkasına Türk milletinin himmetini, desteğini ve duasını alarak Kıbrıs’ta biçilen kefeni yırtması elbette yapılan tüm hesapların boşa çıkmasına yol açmıştır. Kıbrıs Türklüğü’nün güvencelere ulaşması, egemenlik haklarına kavuşması şehitlerin, gazilerin ve bağımsızlığa karşı vazgeçilmez tutkunun eseri ve neticesi olmuştur. Sayın Denktaş’ın kararlılığı, ısrarı ve gayreti, adada yalnızca Rumların yaşamadığını, ecdat yadigârı aziz millet fertlerinin de yüzyıllardır bulunduğunu açıklıkla göstermiştir. Kıbrıs’ı kendi amaçları doğrultusunda tanzim etmeye, bütününe ayar ve şekil vermeye yeltenenler, hiç şüpheniz olmasın ki, Türklüğün ihtişamı karşısında planlarını bir kez daha gözden geçirmek zorunda kalmışlardır. Bize göre Sayın Denktaş’ın bariz üç başarısı vardır ve hiçbir zaman da hatırımızdan çıkmayacaktır. Bunlardan birincisi, Kıbrıs meselesini uluslararası gündeme taşıması ve duyarlılık oluşturmasıdır. İkincisi, Kıbrıs Türklüğünün vazgeçilemez, yeri doldurulamaz hayat, varlık ve egemenlik haklarının bulunduğunu göstermesidir. Üçüncüsü ise, milli şuur gözetiminde kimlik inşa ederek devletleşmeyi sağlamasıdır. Bu nedenlerle merhum Rauf Denktaş; √ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti demektir. √ Vatan, bayrak ve tarih demektir. √ Kıbrıs Türklüğünün inanç meşalesi, saat gibi çalışan belleği, geri adım atmayan cesareti, teslimiyete boyun eğmeyen azmi demektir. √ KKTC’nin sembolü, birleştirici unsuru ve gönüllere sirayet etmiş lider kişiliğidir. √ Temsil ettiği toplumun sevgi ve güvenini kazanmış bir şahsiyettir. √ Yorulmayan, durmayan, pes etmeyen ve beklemeyen bir değerdir. İşte Türk milleti sinesinden böylesi bir kahramanı ve eşsiz devlet adamını çıkarmış ve arkasında da hiçbir şart altında yılmayan erdemli simasına gururla şahitlik etmiştir. Bunlardan dolayı aziz milletimiz kendisinden razıdır, dileğim odur ki Cenab-ı Allah’ta kendisinden razı olsun. Geride bıraktığı kutlu emanet olan KKTC her daim var olacak; emperyalizmin tarihsel kinleri ve sonu olmayan beyhude çırpınışları inşallah Kıbrıs Türklüğünün aşılmaz kalesinden içeri giremeyecektir. İnanıyorum ki, Sayın Denktaş aramızdan ayrılarak Hakk’a ulaşsa da; eseri, öğütleri, tavsiyeleri ve fikirleri Kıbrıs Türklüğünün ilham denizi olacak ve ufuk çizgisi sadakatle takip edilecektir. Ben bu vesileyle, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’a bir kez daha Yüce Allah’tan rahmet niyaz ediyor, aziz hatırasını şükranla anıyor; ailesine, Kıbrıs Türklerine ve büyük Türk milletine başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Kabri nur dolsun, mekânı cennet, ruhu şad olsun. Değerli Milletvekilleri, Merhum Denktaş’ı tekrar andığımız bugünkü toplantımızda, milli davamız olan Kıbrıs konusuyla ilgili bazı görüşlerimizi açıklamak zannediyorum hem doğal, hem de gerekli olacaktır. Şimdiden 2012 yılının dış politika ekseninde çok hareketli ve yoğun geçeceği anlaşılmaktadır. Suriye’de kronikleşen sorunlar, Irak’taki mezhep gerilimi ve yansımaları, İran’ı merkezine alan bunalım döngüsü, sözde soykırım iddiaları üzerinden estirilen iftira rüzgârı ve Kıbrıs bağlamında yaşanacak gelişmeler içinde bulunduğumuz yıla damga vuracak niteliktedir. AKP’nin başı sonu belli olmayan, duruma ve şartlara göre değişkenlik arz eden omurgasız dış politikasıyla muhatap kaldığımız uluslararası sorunlara nasıl bir cevap üreteceğiyle ilgili belirsizlik gün geçtikçe katlanmaktadır. Hükümetin sıfır sorun politikası iflas etmiş, komşu ülkelerle neredeyse düşmanlık sınırına ve noktasına gelinmiştir. Bugüne kadar dış politika alanında tayin edilen hedefler birer birer çiğnenmiş, verilen sözler unutulmuş, iddialı çıkışlar siyasetin mahzeninde küflenmeye terk edilmiştir. Hatırlanacağı üzere Başbakan Erdoğan; Kıbrıs’ta barış istemiş, ancak bu Rumların hanesine avantaj olarak yazılmış ve Rum yönetiminin iştahını kabartmıştır. Ermenistan’la ilişkilerde normalleşme arzulamış, sözde Ermeni soykırım iddialarıyla tarihimiz sanık sandalyesine oturtulmuştur. Ve Ortadoğu’da kalıcı barış ve istikrar arayışında olduklarını beyan etmiş, ama küresel hesaplara taşeronluk yapmaktan, bu coğrafyanın kana bulanmasına destek olmaktan geri durmamıştır. Sürekli geri gidişler, yalpalamalar, çark edişler, ilkesizlikler, tutarsızlıklar, tenakuzlar, şaşı bakışlar ve başkent Ankara gerçeğinden uzaklaşan sorumsuzluklar AKP’nin uluslararası ilişkilerde nerede durduğunu ve nasıl bir yol izlediğini bizlere gayet iyi bir şekilde özetlemiştir. Takdir edeceğiniz üzere, dış politika alanında, bugüne kadar çıkmaza sürüklenen, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin arkasına aldığı küresel güçlerle ve adil olmayan planlarla Türk toplumunu sindirmeyi amaçladığı Kıbrıs meselesi çok önemli bir yer tutmaktadır. Hiçbir tereddüde kapılmadan söyleyebilirim ki, Ada’da adil, kalıcı, kapsayıcı olmayan ve iki kesimliliği teminat altına almayan hiçbir yöntem, yaklaşım ve yol Kıbrıs’ta biriken sorunları eritemeyecektir. Bunları hesaba katmadan hemen çözüm bekleyenler, şimdi çözüm diye zorlayanlar, bir an önce çözüm olsun diye tempo tutanlar; aslında Kıbrıs Türklüğünü sığınmacı ve göçmen olarak görmek isteyenlerle 1974’ün intikamını almayı akıllarından geçirenlerin koalisyonundan başkası değildir. Özellikle Rum tarafıyla, ABD’de dün başlayan ve bugün de devam eden müzakereler, Kıbrıs meselesinde gündemin ana maddelerinden birisi haline gelmiştir. Yapılan bu ikinci zirve, Birleşmiş Milletlerin davet ve yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir. Kıbrıs Rum yönetiminin AB dönem başkanlığını üstleneceği 1 Temmuz tarihine kadar konuyla ilgili aşama kaydedilmesi öngörülmektedir. Yıllardır devam eden müzakere sürecinin, olumlu bir kulvara girebilmesi için uluslararası alanda yoğun bir faaliyet bulunduğu görülmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla önümüzdeki kısa zaman dilimine haddinden fazla anlam yüklenmekte ve bu şekilde Kıbrıs Türklüğü baskı altında tutulmak istenmektedir. Rumların bozguncu ve tek yanlı tutumları, iflah olmaz şımarıklıkları ve ikna olmayan duruşları sayesinde; bu zamana kadar görüşmelerden ve yapılan müzakerelerden henüz hayırlı bir netice alınabilmiş değildir. Toprak, mülkiyet ve vatandaşlık konularıyla birlikte, garanti ve güvenlik başlıkları konusunda Rum tarafının dayatmalarından kaynaklanan anlaşmazlıklar herkesin malumudur. ABD’de yapılan müzakere öncesinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin taraflardan kapsamlı çözüm önerisi talep etmesi ve yapılan müzakerenin son aşama olarak tanımlaması meselenin bundan sonra daha farklı bir güzergâha gireceğine işaret etmektedir. Kıbrıs’ın, uluslararası toplantılarla ve konferanslarla ele alınacağı yeni ve sorunlu bir dönem önümüzde durmaktadır. KKTC’nin izolasyonlardan ve ambargolardan kurtulması, adaletten ve hakkaniyetten uzak yaptırımlara maruz kalması nedense uluslararası toplumun bugüne kadar hiç umurunda olmamıştır. Rum şantajının AB’yle desteklenerek Kıbrıs Türklüğünü zor bir alana hapsedeceği ortadayken, AKP’nin yönünü ve dikkatini BOP’un hizmetkârlığına çevirmesi Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının elini zayıflatan başlıca faktörler arasında yer almıştır. Şurası tartışmasızdır ki, şayet çözüm diyerek dayatılan tekliflerin içinde, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin sulandırılması ya da yıpratılması yer alırsa, bunun bizim açımızdan kabul edilmesi söz konusu bile olmayacaktır. Kıbrıs’ta tek gerçekçi uygulanabilir ve yaşayabilir çözüm, iki bölgeli, iki milletli ve iki devletli bir ortaklık yapılanmasıdır. Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde kurucu anlaşmalardan kaynaklanan ikamesi olmayan ahdi hak ve yükümlülükleri olduğu asla yabana atılmaması gereken bir husustur. Kıbrıs Türklüğünün uzun yıllardır sabır ve feragatle sürdürdüğü onurlu mücadeleyi incitecek veya sarsacak değişiklik, öneri, plan ya da girişimlere sonuna kadar kapalı olunmalıdır. AKP hükümeti bunları sağlamakla mükelleftir ve bu konuda millet ve tarih önünde büyük bir vebal altındadır. Başbakan Erdoğan Suriye’yi diline dolayacağına, Irak’ta taraf tutup bu ülkeyle didişeceğine Kıbrıs davasına odaklanmalı ve Kıbrıs Türklüğünün varoluş gayesine arka çıkmalıdır. Ne var ki, AKP iktidarının, sözde bir adım önde olmak adına kurguladığı ‘ver-kurtulcu’ anlayış, milli davamızın mevzilerinde büyük gedikler açmıştır. ‘Çözümsüzlük çözüm değildir’ diyerek Rumlara ümit aşılayan ve ekmeğine yağ süren AKP hükümeti, KKTC’nin elindeki kozları deşifre etmiş ve yavru vatanı uluslararası alanda zora düşürmüştür. Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs’ta, kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, attığı sözde cesur adımlar nihayetinde duvara toslamıştır. Gerçekten de AKP hükümeti Kıbrıs’ta hiçbir milli vicdan tarafından düşünülemeyecek, akla ve hayale gelmeyecek çürümüş hamleler yapmış, bunlar da yalnızca Rumların işine yaramıştır. Başbakan Erdoğan’ın ‘çöz ve yaşat’ sloganı Rum tezlerini tahkim etmiş, bu kapsamda Kıbrıs Türklüğü çözümsüzlüğün, anlaşmazlığın ve ihtilafın tarafı olarak utanmadan sunulmuştur. Hatta fani yaşamını Kıbrıs Türklüğüne adayan merhum Denktaş sığ ve realiteden kopuk yaklaşımlara sahip olmakla itham edilmiş; üstelik ‘takoz, bay hayır, çözümsüzlüğün temsilcisi’ olarak isimlendirilmiştir. Bir ara, Başbakan Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül resmen kendisine bayrak açmışlar ve her ortamda hücum etmişlerdir. Hatırlayacağınız üzere, 24 Nisan 2004 tarihinde, Ada’nın iki kesiminde de referanduma sunulan Annan Planı’nın, Rum tarafınca reddedilmesinden sonra esasen kimin çözüme direndiği, kimin çözümsüzlükten beslendiği net olarak gözler önüne serilmiştir. Bir gerçek vardır ki, Annan Planı, yeni çatışmalara davetiye çıkaran, Kıbrıs’ı anavatandan koparmayı amaçlayan bir zihnin ve niyetin ürünü olmuştur. Rum boyunduruğunun tescil edileceği, Kıbrıs’taki Türk kimliğinin ve varlığının heba edilmesine ayarlı bir plan olarak da milli hafızalardaki yerini almıştır. Bu çerçevede bölünmüş Kıbrıs adasının bağımsız bir devlet olarak birleştirilmesi fikri Annan Planı’na hayır diyen Rumların etkisiyle suya düşmüş, fakat AB üyeliği bu süreci izleyen kısa zaman içinde ödül olarak altın tepsi içinde inadına Kıbrıs’ın Güneyi’ne hediye edilmiştir. KKTC’nin ‘yetmez ama evet’çileri olan ‘Yes Be Annem’ lobisi, AKP güdümüyle ve desteğiyle üzerine düşeni yapmış, ancak Rumların hazımsızlığı ve Kıbrıs’ı bütünüyle hâkimiyetleri altına alma hevesleri törpülenememiştir. AB limanına bağlanarak iyice düğümlenen Kıbrıs konusu, AKP’nin acziyeti, körlüğü ve çarpık bakışıyla küresel alana basiretsiz bir şekilde çivilenmiştir. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz yıl KKTC’de; adil, kapsamlı ve kurucu iki devlet anlayışı kabul edilmediği sürece bir adım atılması söz konusu değil ifadelerini kullanmış olsa da, fırsat bulduğu takdirde milli davamız Kıbrıs’tan ödün vermekten geri durmayacağı tecrübelerimizle sabittir. Kıbrıslı soydaşlarımıza besleme derken, yavru vatanla bir ve beraber olduğumuzu hatırına getirmeyen Başbakan’ın, Kıbrıs’ın meşru ve makul egemenlik haklarını AB icra memurlarına havale etmek için zaman ve uygun ortam kollaması her an beklenmeli ve buna da hazırlıklı olunmalıdır. Yine de hâlihazırda Kıbrıs’ta yaşanan tüm gelişmeler merhum Denktaş’ın haklılığını teyit etmiş ve hükümeti istemeye istemeye buna onay vermeye itmiştir. AKP’de dâhil olmak üzere, geçmişte her fırsatta Rum ağzıyla konuşanlar, Kıbrıs’a Rum gözüyle bakanlar, ENOSİS’in misyonerliğine soyunanlar biraz insafları ve vicdanları kaldıysa merhum Denktaş’ın hakkını teslim etmeleri artık boyunlarının borcudur. Anavatanla KKTC arasındaki milli ve manevi kopmaz rabıtayı bozmak isteyen çevreler, Rum önerilerine pozitif anlam yükleyerek tavize kılıf arayan yozlaşmanın zirvesindekiler eğer biraz hayâları varsa pişmanlık emarelerini bir an önce göstermelidirler. Kıbrıs’taki entrikaları görmezden gelen, milli hassasiyetleri “Denktaşlaşmak” diyerek karalamaya cüret eden ve adadaki Türk varlığından gocunan “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlerin türevleri, kimin yanında durduklarını ve kimin çıkarını gözettiklerini de netleştirmelidir. Türk milletine mensubiyeti kabullenmeyen pervasızların, yürüdükleri istikamette merhum Denktaş’ın fotoğrafından dahi rahatsızlık duymaları ve Lefkoşa’da yapılan manevi vecibeyi çok görmeleri bilhassa Türkiye’de hangi odakların seslerinin çok çıktığına iyi bir misal teşkil etmiştir. “Hepimiz Ermeniyiz” derken hırslarından gözleri kızaran, nefretleri göğe ulaşan malum mihrakların, merhum Denktaş için yavru vatanda tertip edilen ve çok şükür katılımı yüksek olan cenaze töreninden ürkmeleri ve şikâyette bulunmaları düpedüz düşman sevindiren sorunlu bir tutum olmuştur. Bu zavallıların akıtılan gözyaşlara bile saygısı yoktur. Bu gafillerin tutulan yasa bile hürmetleri yoktur. Bu arsızların duaya, dini vazifelere bile tahammülleri yoktur. Unutulmasın ki Kıbrıs şehit kanıyla yıkanmış ve vatan yapılmıştır. Kıbrıs Türk’ü, aziz milletimizin paha biçilmez bir mücevheridir. Ve dün olduğu bugün ve yarın da Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. Aydınlıktan korktuğundan dolayı karanlığa yuva yapmış yarasa mizaçlılar, asla bu inancımızı değiştiremeyecekler ve KKTC’nin teslim bayrağını kesinlikle göremeyeceklerdir. Kıbrıs sahipsiz değildir, Kıbrıs çaresiz değildir ve Kıbrıs himayesiz değildir. Türk milleti olduğu ve yaşadığı sürece Kıbrıs baki kalacak ve Akdeniz’deki milli vahamız olmaya devam edecektir. Ve merhum Denktaş hayattayken; kara çalanlar, zehir saçanlar, kin kusanlar, iftira atanlar, menfur hedeflerinin önünde engel olarak görenler eninden sonunda başkent Ankara’yla Lefkoşa arasındaki milli gerilim hattında çarpılmaktan kaçamayacaklardır.
Değerli Arkadaşlarım, Ülkemiz çoktandır tehlikeli bir kutuplaşmanın, akıl ve idrak tutulmasından kaynaklanan imaj ve itibar kaybının ağrılarını yaşamaktadır. Açıkça belirtmek isterim ki, Türkiye geri dönüşü mümkün olmayacak ayrışma ve dağılma kavşağına doğru hızla yol almaktadır. Bu bir vehim, hayal ya da kötümserlik değil, üstü örtülemeyecek endişe verici bir tehlikedir. Aziz millet fertleri arasındaki bağlar aşındırılmak, bağlantılar kırılmak ve manevi köprüler yıkılmak istenmektedir. AKP’nin yönetimi altında aziz milletimiz, yaygaracı bir umutsuzluk dalgasının altında kalmış, muğlâk ve buhranlı bir istikrarsızlık kıskacının arasına sıkışmıştır. Maalesef Başbakan’ın ustalık dönemi diye isimlendirdiği üçüncü dönem AKP iktidarı, kontrolden çıkmış ve vahim gelişmelerin fitilini tutuşturmuştur. Bir yanda bölücü akım ve faaliyetler, diğer yanda ileri demokrasi hezeyanları aynı hedefte buluşmuş ve aynı kirli oyunun farklı aktörleri olarak arz-ı endam etmeye başlamışlardır. Bir yanda devletle hesaplaşma adına Cumhuriyet’in taşıyıcı sütunları inceltilmiş, diğer yanda yeni olgular ve tanımlamalar seferber edilerek tarihimiz dejenere edilmiştir. İşte bu şartlar altında ‘Yeni Türkiye’ tabiri alıştıra alıştıra, yavaş yavaş servis edilmeye ve kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Başbakan Erdoğan ve AKP zihniyetine göre Türkiye eski ve yeni diye ikiye ayrılmış ve bu şekilde tasnife tabi tutulmuştur. AKP’nin eski diye küçültmeye, aşağılamaya ve değersizleştirmeye çalıştığı dönem; katliamlarla özdeşleştirilmiş, hukuksuzluklarla örtüştürülmüş, haksızlıklarla bir gösterilmiş ve özgürlük karşıtlığıyla çakıştırılmıştır. Ne kadar kötülük varsa eski Türkiye tablosuna ihale edilmiş, ne kadar hak gaspı, kuralsızlık ve anormallik bulunuyorsa buranın üstüne kalmıştır. Bu kafa yapısına göre, eski Türkiye insan haklarını ihlal etmiş, demokrasiye ket vurmuş, demokratik kurumları mahvetmiştir. Hatta daha ileri gidilerek, eski Türkiye’nin; kendi insanına tuzaklar kuran, provokasyonlar tertip eden, toplumsal infiale neden olabilecek tahrikleri yönlendiren bir yapıyla harmanlandığı bile ima ve iddia edilmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla milletin parçalanması, Türkiye’nin dönüşmesi ve 29 Ekim felsefesinden uzaklaşması için kavramlar, kurumlar ve kurgular emperyalist heveslerin diktesi ve AKP’nin eliyle harekete geçirilmiştir. Elbette geçmişte yaşanmış yanlışlar, izahı mümkün olmayan hatalar, baskılar ve şiddetle iç içe geçmiş dönemler olduğu aşikârdır. Ancak dünden bugüne toplumsal ilerlemenin yönü ve boyutu konusunda ümit verici gelişmeler varsa, bu durumda mesele yoktur ve her şey mecrasında ve kıvamında ilerlemektedir. Hiçbir toplum, hiçbir devlet ve hiçbir millet tarihsel yürüyüşünü düz ve engebesiz bir çizgide sürdürmemiş, bundan sonra da sürdürmeyecektir. Bu sosyolojik hakikatin hilafına söylenecek her söz yâda yapılacak her eylem temelsiz kalmaya mahkûm olacaktır. Toplumlar her an ve her durumda temposu az ya da çok olan değişim dinamikleriyle yüz yüze kaldıkları için, olgunlaşma merhalelerine ve istikrar mertebelerine ulaşmaları zaman alacaktır. Bu gerçeği göz önüne ve değerlendirmelerimizin merkezine almadan yapılacak yorumlar ve dile getirilecek gölgesi boyundan büyük laflar bizi bir yere götüremeyecektir. Yakın geçmişimizin karanlık sayfalarında; zulmün kuşatması, insafsızlığın ve vicdansızlığın hâkimiyeti, kavganın ve kargaşanın etkinliği her haliyle bilinmektedir. Ancak sırf bunlara bakarak Türkiye’yi dönemlere ayırmanın, bölünme ve yeni bir rejim tasarımı için gerekçe imal etmenin masum görülebilecek hiçbir tarafı yoktur. Yeni Türkiye, eski Türkiye ayrımı; art niyetin, gizli gündemlerde saklı duran bölünmüş Türkiye fotoğrafının renk ve deseninden başka bir şey değildir. Dünün topyekûncu bir bakışla yıpratılması ve tarizlerle saldırıya uğraması esasen AKP’nin hangi meşum niyetler taşıdığı hakkında hepimize ipucu vermektedir. Bildirmek isterim ki, AKP denen aramıza sokulmuş truva atı, eski diyerek yerden yere vurduğu Türkiye ortamında iktidara gelmiştir. Eksik ve yetersiz olsa da demokrasinin işlemesi ve demokratik kurumların varlığı sayesinde tek başına iktidar olmaya hak kazanmıştır. Sürekli geçmişle uğraşan, kısır ve vizyonsuz politikaları nedeniyle geleceği okuyamayan AKP anlayışı, öncelikle Türkiye’yi zihinlerde ayırmaya, taksim etmeye ve önüne uçurum kazmaya yönelmiştir. Bu doğru bir yol değildir. Buradan sağlıklı ve milletimiz için hayırlı bir sonuç çıkmayacaktır. Mademki eski Türkiye, istenmeyen ve tüm kötülüklerin başı ve musibetin kaynağı olarak gösterilmiştir; o halde yeni Türkiye’yle planlanan ve hedeflenen nedir? ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sözleri yeni Türkiye’nin ilanı mıdır? Ankaralılığın kabahat, Erivancı, Erbilci ve Brükselci olmanın maharet olması yeni Türkiye mi demektir? 19 Mayıs’ı sulandırmak, 23 Nisan’ı zayıflatmak, 30 Ağustos’u tartıştırmak, 29 Ekim’i gözden düşürmek Yeni Türkiye’nin vaatleri arasında mıdır? Habur’da hukuka sıkılan kurşun, Mehmetçiği katleden canilerin zorla salıverilmesi Yeni Türkiye’nin müjdesi midir? Kürdistan’ın kurulması, İmralı mahkûmunun salıverilmesi, demokratik özerkliğin gerçekleşmesi Yeni Türkiye’nin habercisi midir? Başbakan’ın otuz altı parçaya ayırdığı millet varlığı Yeni Türkiye’nin ana fikri midir? Dersim isyanına şamar indiren millet kudretine katliamcı, önüne gelene özür dileyen mahcup bir devleti oluşturmak yeni Türkiye midir? Otuz bin insanın katiline sayın demek, İmralı’yla protokol zırvaları hazırlamak, şuursuzca bölücülüğü okşamak ve Kandil’deki terörist çetesine sırnaşmak yeni Türkiye’nin önsüzü müdür? Katil devlet diyenlere susmak, ama milletin vekillerini, gazetecileri, öğrencileri, terörle mücadele eden komutanları içeri tıkmak mıdır Yeni Türkiye? Yüksekova’da teröristler tarafından alçakça sırtlarından vurulan Uzman Çavuş Yahya Karakaya ile Uzman Çavuş Murat Özkozanoğlu’nu hiç umursamamak, ama kınanması gereken bir başka cinayet için ise ortalığı ayağa kaldırmak Yeni Türkiye’nin şifreleri midir? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zirvesine ulaşmış Genel Kurmay Başkanını terörist suçlamasıyla ve terör örgütü kurmak iddiasıyla cezaevine koymak mıdır Yeni Türkiye’nin özelliği? Milliyetçiliğin ırkçılık, vatanseverliğin faşistlik, ama Türk milletinin değerlerine hakaret etmenin özgürlük olduğu bir yer midir Yeni Türkiye? Sayın Başbakan, nedir Yeni Türkiye’yle anlatmak istediğiniz? Okyanus ötesinde yazılan Yeni Türkiye’ye dair kitaplar, küresel düşünce merkezlerindeki ısmarlama çalışmalar, ısrarlı propagandalar da tıpkı sizin dilinizi kullanmaktadır. İmralı da Yeni Türkiye’den medet ummaktır. Avrupa Birliği de Yeni Türkiye’yi gözlemektedir. Barzani’de aynı beklenti içindedir. Sayın Başbakan, kimi kandırıyorsunuz, kimi aldatmaya çalışıyorsunuz? Sizin yeniniz kirin, pasın ve ilkelliğin makyajlanmasıdır. Sizin yeniniz Türk milletine Haçlı zihniyetinin kurduğu asırlık tuzağın güncellenmesidir ve Cumhuriyet’e çevrilen bir namlusudur. Sizin yeniniz rejim ve sistem değişikliğine kılıf, parçalı devlet özlemine çağrıdır. Yeni diye sunduğunuz rezillikler, kanunsuzluklar ve insanlığın bittiği ülke manzarası milli vicdanlarda hiçbir zaman karşılık bulmayacak ve sahiplenilmeyecektir.
Değerli Arkadaşlarım, Geçtiğimiz yılın 22 Aralık tarihinde, Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen sözde Ermeni soykırım iddialarını inkâr edenlere para ve hapis cezası verilmesi yönündeki karar, bu defa da Fransa Senatosu’nda görüşülmüş ve onaylanmıştır. Bundan böyle Fransa’da sözde Ermeni soykırım iddialarını reddetmek cezai yaptırıma bağlanmış ve diaspora yeni bir zaferini bu sayede elde etmiştir. Fransa’nın düşünce özgürlüğüne kelepçe vuran, ifadeyi zapturapt alan bu çirkinliğini aziz milletimiz affetmeyecek ve bu sefilliği asla unutmayacaktır. Tarihimizi yargılama cüretini kendinde gören sömürgenin kanlı dişlisi bu ülke, Türk milletinin geçmişinde mezalim değil, bulsa bulsa adalet, insaniyet ve merhamet bulabilecektir. Sarkozy yönetimi katliamla ilgili iz sürmekte kararlısı ise tavsiyemiz önce kendi kokuşmuş tarihlerinden işe başlamaları ve başlarını Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar çevirmeleridir. Pişkin ve pervasız Fransa yönetimi, seri cinayetlere dönük merakı ve ilgisi varsa önce aynaya bakmalı ve zalimlikle iç içe geçen karanlık suratı orada görmelidir. Türk milletinin geçmişinde soykırım yoktur. Utanacağı, sıkılacağı ve anlatamayacağı vahşet manzaraları da Allah’a şükürler olsun ki bulunmamaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy siyasi kaygıları ve geleneksel çizgisi nedeniyle; Ermeni avukatlığına, diaspora sözcülüğüne ve soykırım yalanı üretimine soyunacağına kendi bozuk siyasi siciline ve ileri derecede kuşku uyandıran mizacına odaklanmalıdır. Partimiz, Fransa Senatosu’nun bu kararını, uydurma soykırım iddialarını inkâr edenlere ceza verilmesini karara bağlayan bu soysuzluğu lanetlemekte ve tüm varlığıyla kınamaktadır. Bu küstahlığın cevapsız bırakılmaması konusunda AKP hükümeti atalet ve zafiyet göstermemelidir. Ancak Dersim isyanını önleme ve engelleme çabalarına bile katliam diyen Başbakan ve hükümetinin, sözde soykırım iddialarını boşa çıkarması ve samimiyetle mücadele etmesi bir hayli zor görülmektedir. Parti olarak, 22 Aralık 2011 tarihinde yaptığımız yazılı basın açıklamasında gündeme getirdiğimiz yedi maddelik teklif setinin caydırıcılık adına bir an önce hayata geçirilmesini bekliyoruz. Akıllarınca Türk milletinin sineceğini ve zorla sanık sandalyesine çıkarılacağını düşünen çılgınlar, kutlu tarihimizin muhteşem sayfalarından haddini bilmeyenlere nasıl ders verildiğini mutlaka öğrenmelidir. Sözde Ermeni soykırım korosu boşuna ve nafile yere ümitlenmesin. Meydanlarda ölüm üzerinden Ermenistan uyduluğu ve propagandası yapanlar hemen sevinmesin. Zira aradıkları ve bekledikleri katliamcı suçlamasını Türk milletine kabul ettirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Sözde Ermeni soykırım yalanından fayda uman zavallılar, Dağlık Karabağ’daki insanlık suçunu, Hocalı’daki kıyımı, vatanımızdaki Ermeni mezalimini hayatlarının hiçbir döneminde ağızlarına dahi almamışlardır. Bu vesileyle Ermeni saldırıları sonucunda; hem ülkemizde hem de Dağlık Karabağ’da şehit düşenleri bir kez daha rahmetle anıyorum. Ayrıca Karabağ vahşetinin provası niteliğinde olan 20 Ocak 1990 Bakü katliamında hayatlarını kaybeden soydaşlarımıza da Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, hepsini saygı ve hürmetle yâd ediyorum. Azerbaycan’ın bağımsızlık yolunda hazin bir vaka olan şiddetle iç içe geçen bu tarihi Türk milleti hatırından çıkarmamış ve faillerini hiçbir zaman bağışlamamıştır. Yanvar katilamı olarak da bilinen bu acı hadisede yüzlerce Azerbaycanlı kardeşimiz cinayete kurban gitmiş ve yaralanmıştır. Ancak ne Rus baskısı ne de Ermeni oyunları Azerbaycan’ın bağımsızlık ateşini söndürememiş ve şanlı mücadelesinden geri döndürememiştir. İnşallah gün gelecek Dağlık Karabağ’da esaretten, işgalden kurtulacak ve vatanıyla mutlaka bütünleşecektir. Dileğim, duam ve temennim budur.
Muhterem Milletvekilleri Konuşmamın bu son kısmında, emeklilerimizin yılan hikâyesine dönen intibak işlemleri hakkındaki düşüncelerimi kısaca belirtmek istiyorum. Emekli kardeşlerimizin maaş farkının ortadan kaldırılmasını hedefleyen intibak işlemlerinin bir yıl ertelenmesi AKP’nin beceriksizliğini ve art niyetini tekrar ortaya koymuştur. Açıktır ki, maaşlardaki intibakların tam bir yıl sonra hayata geçecek olması tam bir izansızlık ve insafsızlıktır. Açıklamalar paralelinde, intibak işlemlerinden, 1 milyon 913 bin işçi emeklisi kardeşimizin yararlanacağı anlaşılmaktadır. Ne var ki bu kapsamdaki emeklilerimizden yaklaşık 850 bini intibaktan faydalanamayacaktır. Üstelik emekli maaşlarına yansıyacak ilave tutarların alt ve üst sınırlarının komik rakamlar olacağı göz önüne alındığında, AKP’nin yeni bir kandırma ve aldatma serüvenine girdiği bariz olarak görülebilecektir. Emeklilerimizi çaresiz bırakan ve onlara verdiği sözleri tutmayan hükümetin, refah paylarını derhal yukarı çekmesi, intibak işlemlerinden daha fazla emeklimizin faydalanmasının önünü açması ve ödemeleri de bir an önce sağlaması gerekmektedir. Yandaşlarına devletin kaynaklarını peşkeş çeken AKP’nin, sıra emeklimize gelince cimri davranması ve bütçe imkânlarını hatırlatması bize göre iki yüzlülüktür. Emeklimizin hakkını teslim etmesi, pahalanan hayat şartlarında bir başına bırakmaması iktidarın taşıdığı siyasi sorumluluğun bir sonucu ve zorunluluğudur. Bizim için önemli olan, tüm emeklilerimizin mahkûm oldukları ekonomik problemlerden kurtarılması ve insanca bir yaşama ulaştırılmasıdır. 19 Mayıs’ı güncellemekle uğraşanların; zahmet edip memurumuzun, emeklimizin, işçimizin durumunu zamanın zorluklarına göre yeniden gözden geçirmesi hem ahlaken hem de manen bir mecburiyettir. Bugünün her çalışanı yarının emeklisi olacaktır. Emeklilerimiz bizim aynamız ve haklarını ödeyemeyeceğimiz emanetlerimizdir. Bu itibarla sayıları 10 milyon sınırına dayanan emekli vatandaşlarımızı, çalışmalarının, üretmelerinin hakkını vermek ve hepsinden önemlisi bu milletin fertleri olmalarından dolayı huzura kavuşturmak ve ekonomik sorunlarını bitirmek hepimizin vazifesidir. AKP hükümeti, emekli kardeşlerimizi yalanlarıyla avutmaktan vazgeçmeli ve haklarını teslim etmelidir. Hepimizin huzuru ve mutluluğu; bilin ki darlık ve yokluk çeken, zor şarlar içinde nefes alan, kaderine terk edilmiş emeklimizin sahip olduğu seviye kadar olacaktır. Emeklisi mutlu olmayan, memuru zam almayan, işçisi korku içinde bulunan, esnafı kaygılı olan, çiftçisi bezmiş bir ülkenin ekonomik mucize yaratması, başarıya ulaşması gerçekte mümkün değildir. Bunun için AKP’nin pembe tablo çizdiği ekonomik resmin içinde açlık, sefalet, yokluk, işsizlik ve yoksulluk vardır. Eğer bunlara rağmen Türkiye ekonomisi övülüyorsa ve büyüme rekorları kırıyorsa, bu durumda kazanana, palazlanana ve zenginleşene iyi bakmak gerekmektedir. AKP; çare bekleyen vatandaşlarımızı değil de, başkasını memnun etmenin çabasından uzaklaşmalı, emeklimizi dünya gözüyle sevindirmenin arayışı ve niyeti içinde olmalıdır. Aksi takdirde emeklilerimiz kendilerine yapılan haksızlıkların hesabını hükümet zihniyetinden mutlaka soracak, demokratik faturayı zamlı tarifiyle önüne koyacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle, değerli milletvekili arkadaşlarıma Meclis çalışmalarında başarılar diliyor, toplantımıza katılan herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun. |