Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren konularda üzücü gelişmelere sahne olan hassas ve sancılı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Avrupa Birliği Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporu 6 Ekim’de açıklanmıştır. Böylece, AB’nin Türkiye hakkındaki gerçek niyetleri somut olarak nihayet anlaşılmıştır. Türkiye, bir kavşak noktasına gelmiştir. Bu konulardaki tespit ve görüşlerimizi Aziz Milletimizle paylaşmak için düzenlenen basın toplantımıza katılan bütün arkadaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Bu konuların bütün yönleriyle açıkça ve samimiyetle konuşulması ve gerçeklerin dürüstçe ortaya konulması hayati önem taşımaktadır. Burada, ne saptırma gayretlerine, ne de gerçeklerden kopuk, iyimser bir bakış açısını yansıtan romantik değerlendirmelere yer olmalıdır. Türk Milletine saygısı olan herkes, bu konularda somut gerçeklere dayalı samimi ve sağlıklı bir değerlendirme yapmalıdır. Herkes dürüst ve namuslu olmalıdır. AB ile ilişkilerimizin geçmişi ve bugüne kadar geçirdiği gelişme seyri, aslında Türkiye için bir hayal kırıklığı hikayesi olmuştur. Bu uzun süreçte Türkiye sürekli dışlanmış, önyargıların kurbanı haline getirilerek adeta bir özürlü ülke muamelesi görmüştür. Şurası bir gerçektir ki, milli bir hedef olduğu her vesileyle tekrarlanan AB konusu, bazı çevrelerce, esas itibariyle bir istismar aracı olarak kullanılmıştır. AB’nin yörüngesinde de olsa, bir şekilde civarında kalmak, Türk Milleti için bir kimlik sorunu olarak takdim edilmeye çalışılmıştır. Böyle tali bir konumda olmayı bile, Türkiye için bir beka meselesi olarak gösteren inançsız menfaat ittifakları, maalesef, devlet ve toplum hayatımızda her zaman etkili olmuştur. Türkiye’ye vereceği hiçbir şey olamadığı tutum ve icraatıyla ortaya çıkan AKP iktidarı, meşruiyetinin dayanağını ve siyasi geleceğinin teminatını, AB projesinin bir şekilde canlı tutulmasında aramıştır. Türk Milleti için her alanda bir hüsran ve yıkım olan icraatını ve zihniyetini gözlerden kaçırmak için, buna bir can simidi gibi tutunma telaşında olmuştur. AKP iktidarı ile bu konuda çıkar hesabına dayalı kader ortaklığı yapan AB lobileri de Türk Milletini yanıltmak ve şartlandırmak için büyük bir gayret içine girmişlerdir. Türk Milletini hayali bir hedef peşinde oyalamayı kendi varlıklarını sürdürmenin temel şartı olarak gören bu çıkar ittifakı, bugün de gerçekleri saptırmak telaşı içindedir. Gerçekler apaçık ortadayken, hayal yolculuğunun sürdürülmesi için hayali senaryolara dayanan pembe tablolar çizilmektedir. Siyasi iflası tescil edilen AKP’nin bundan başka sarılacağı bir dal kalmamıştır. Ancak, AKP iktidarını bu çürük dal da mukadder akıbetten kurtaramayacaktır. Korkunun, telaşın ve bu son çırpınışın, ecele faydası olmayacaktır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, AB, bugüne kadar, Türkiye’ye ayrımcı muamele yapılmayacağı konusunda sürekli teminat vermiştir. AKP hükümeti de son güne kadar bu konuda AB’den garanti aldıklarını resmen açıklamıştır. Başbakan ve hükümet yetkilileri, rapor açıklanmadan hemen önceki dönemde AB kapısının sonuna kadar açıldığı, Türkiye’nin üyeliğinin önünde artık bir engel kalmadığı ve bu yönde dönüşü olamayan bir sürece girildiği gibi içi boş kalıp sloganları sürekli tekrarlamışlardır. 6 Ekim günü AB komisyonu iki ayrı rapor açıklamıştır. Bunlar, 2004 Türkiye İlerleme Raporu ve Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinin ortaya çıkaracağı sorunlar hakkında etki raporudur. Bu iki rapora bakıldığında, bu sözlerin ve teminatların bir kere daha boşa çıktığı görülmüştür. AB’nin Türkiye konusunda ortaya koyduğu iradenin gerçek niteliği ve amacının tam olarak anlaşılabilmesi için, bu iki raporun bir arada ele alınması ve Komisyon’un tavsiyelerinin bunlar ışığında değerlendirilmesi gereklidir. İlerleme Raporunda, AB’nin Türkiye’yi nasıl gördüğünü ortaya koyan bir Türkiye tablosu çizilmiştir. Bu tablo, özel maksatlarla ve zorlamayla şekillendirilmiş karanlık bir tablodur. AB Komisyonu, burada yer alan tesbit ve değerlendirmelerden hareket ederek, Türkiye-AB ilişkilerinin bundan sonraki mecrası ve seyri hakkında bir şablon, bir yol haritası çıkarmıştır. Türkiye’nin önüne bir denklem koymuştur. İlerleme Raporu, Komisyonu’nun tavsiyeleri ve Etki Raporu’nun bir bütün olarak ortaya koyduğu Türkiye tablosu, AB’nin Türkiye hakkındaki gerçek niyetlerinin bir aynasıdır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Raporda, özetle şu sonuçlara varılmıştır: Türkiye’de son dönemde siyasi kriterlere uyum için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasında ve bunların hayata geçirilmesinde ilerleme sağlanmıştır. Ancak, bu konularda bir çok eksiklik bulunmaktadır. Türkiye, Raporda altı çizilen bu eksiklikleri düzeltmek için ciddi çabalar harcamalıdır. AB Komisyonu’nun değerlendirmesinin sonuçları bu ifadelerle raporda yer almıştır. Şimdi, AB’nin siyasi kriterlere uygunluk açısından Türkiye’de eksik ve yetersiz gördüğü ve bu nedenle tenkit ettiği hususlar arasında dikkat çeken somut konuların neler olduğuna yakından bakalım. Bu çerçevede, ilk olarak, AB’nin terörist başı Abdullah Öcalan hakkında yeni bir kriter geliştirdiği hayret ve esefle görülmektedir. Raporda, AKP hükümetinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını Türkiye’de yeniden yargılama sebebi kabul etmesine rağmen, Öcalan davasının bunun kapsamı dışında kaldığı bir eksiklik olarak tenkit konusu yapılmaktadır. AB, şimdi de, kanlı terörist Öcalan’ın Türkiye’de yeniden yargılanması yolunu açacak yasal değişikliklerin süratle yapılmasını istemektedir. İkinci husus, Türkiye’de zorla yaratılmaya çalışılan milli azınlıkların hakları konusundaki eksikliklerdir. AB raporunda 1923 Lozan Antlaşması sorgulanarak, Türkiye’de Lozan’da kabul edilen gayri Müslim azınlıkların dışında, Kürt asıllı vatandaşlarımız dahil, daha bir çok azınlık grubu olduğu, buna rağmen Türkiye’nin bu gerçeği kabul etmediği söylenmektedir. Türkçe dışındaki dillerin öğrenilmesi ve bu dillerde Radyo/TV yayını yapılması konusunda, Türkiye’nin uygulamaya koyduğu düzenlemeler de, Rapor’da yetersiz bulunmaktadır. AB’nin kaldırılmasını istediği kısıtlamalar ve bu konudaki talepleri şunlardır: Kürtçe kurslarına katılacak öğrenciler için aranan, temel eğitimi tamamlamış olma şartının kaldırılması istenmektedir. Yani, AB, onbeş yaşından küçüklerin de, istedikleri her yaşta bu kurslara devam etmesini savunmaktadır. Ayrıca, Kürtçe özel kursların devletten maddi yardım alamaması da tenkit konusu yapılmaktadır. Kürtçe Radyo/TV yayınları konusunda ise Türkiye’nin karşısına şu taleplerle çıkılmaktadır: Yayınlardaki günlük ve haftalık zaman sınırlandırması kaldırılmalıdır. Aynı şekilde, yayınların içeriği konusunda aranan “devletin bölünmez bütünlüğü” ilkesine saygı şartı da kaldırılmalıdır. Son olarak da çocuk programlarına izin verilmelidir. Azınlık hakları konusunda Rapor’da vurgulanan diğer eksiklikler ve talepler de şu şekilde ortaya konulmuştur: Türkçe dışındaki azınlık dillerinin siyasi planda kullanılmasına izin verilmesi, siyasi partilerin bu dilleri siyasi iletişimde ve parti propagandalarında kullanmasının yasal hale getirilmesi. AB, bu talebiyle etnik ayrılıkçılık temelinde siyaset yapılmasının önünün açılmasını istemektedir. AB’nin tenkit ettiği diğer önemli bir konu da Yeni Türk Ceza Kanunu olmuştur. Türkiye’de yakın zamanda büyük tartışmalar yaratan ve AB’nin her isteği karşılanarak sonuçlandırıldığı söylenen yeni TCK’nın, AB’yi yine de memnun etmediği Raporda açıkça belirtilmektedir. AB, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda sınırlı bir iyileştirme getirdiğini söylediği Yeni Ceza Kanunu’nun şu maddelerinden rahatsızdır: Terör örgütüne yardım ve yataklık etme fiillerini cezalandıran 169. madde, Irk ve din temelinde kin ve düşmanlığa tahrik hakkındaki 312. madde ile Türk devletine ve Türklüğe hakaret fiillerini düzenleyen 159. madde. AB’nin rahatsızlığı burada da bitmemektedir. Terör propagandası yapılması ve terörist kuruluşların açıklama ve propaganda malzemelerinin yayınlanması ve basımı hakkında Terörle Mücadele Kanunu’nda yer alan 6 ve 7. maddeler de AB için endişe kaynağıdır. Sonuçta AB Türkiye’den şunları talep etmektedir: Bu maddeler kullanılarak şiddet unsuru içermeyen düşünce açıklamaları cezalandırılmasın, bu maddeler düşünce ve ifade özgürlüğünü zedelemeyecek hale getirilsin. Yani, terörü haklı göstermek, bölücülük yapmak, Türk devletine ve Türklüğe hakaret etmek, devlete ihanet etmek, suç sayılmasın ve cezalandırılmasın. AB’nin istediği açık ve net olarak budur. Rapor’da Türkiye’nin düzeltmesi gereken hususlar kapsamında yer alan son bir nokta da “din özgürlüğü” alanındaki bir dizi eksikliktir. Gayri Müslim azınlıklar konusundaki eksiklikler iki ana noktada toplanmaktadır: Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklara tüzel kişilik tanınması, vakıflarını idare etmelerine Türk makamlarının karışmaması, din adamı eğitimi vermelerine müsaade edilmesi, Vakıf malları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması birinci grup isteklerdir. Heybeliada Papaz okulunun açılması ve Fener Rum Patriği’nin “ekümenik” sıfatını kullanmasının kabul edilerek, bunun sonucu kendisine siyasi statü tanınması da diğer talepler olarak sıralanmıştır. Rapor’da, ayrıca, Müslüman azınlık kavramına da yer verilmiş ve bu çerçevede Sunni olmayan Müslüman azınlıkların dini cemaat olarak tanınması, statülerinin iyileştirilmesi ve eğitim ve ibadethane alanlarındaki kısıtlamaların kaldırılması istenilmiştir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Komisyon’un Türkiye hakkındaki tavsiyelerine geçmeden önce bir önemli konuyu da hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinin ortaya çıkaracağı sorunlar hakkında Komisyon’un aynı gün açıkladığı Etki Raporun’da, Türkiye’nin AB üyelik süreci ile bağlantılı olarak yeni ve vahim kriterler getirilmiştir. Basında da yer aldığı gibi, AB, Suriye’nin Hatay üzerindeki hak iddiaları sorununun çözümü konusunda bir formül geliştirmiştir. AB’nin çözüm önerisinde, Türkiye’nin resmi devlet sınırlarından hukuken geçerli sayılmayan sınır olarak bahsedilmiştir. Suriye’nin bu sınırı zımnen tanıması, bunun karşılığında Fırat nehrinin su kaynaklarından kendisine daha fazla pay verilmesi önerilebilmiştir. AB raporunda yer alan Ermenistan kriteri konusunda da, Türkiye’nin AB’ne katılmadan önce komşularıyla sorunlarını çözmesi gerektiği belirtilmiş ve Türkiye’nin özellikle, Ermenistan’la diplomatik ilişki kurması ve kapalı olan sınırı açması vurgulanmıştır. Rapor’da Türkiye’nin çözmesi gereken diğer bir önemli sorunun da 1915/1916’da bölgede yaşanan trajik olayların yorumu ile ilgili olduğu, Türkiye’nin AB’ne katılması perspektifinin, Ermenistan’la ilişkilerin gelişmesine ve 1915/1916 olayları konusunda bir uzlaşmaya varılmasına yol açması gerektiği ifade edilmiştir. Görüleceği üzere AB, Türkiye’den sözde soykırım iddialarını tanımasını isteyecek kadar ileri gidebilmiştir. Bu konuda üye olmadan önce bir uzlaşmaya varılması gerektiğinin altı çizilmek suretiyle, AB ile ilgisi olmayan bu konuyu bile resmen bir ön şart olarak Türkiye’nin önüne koymuştur. Türkiye soykırımı tanıyacak ve arkasından tazminat ödeyecektir. İstenilen budur. Türkiye’nin ev ödevi karnesi hakkında bu tesbitleri yapan AB Komisyonu, çizilen bu karanlık tablo ışığında Türkiye konusunda soyut bir çerçevede ifade edilen tavsiyelerde bulunmuştur. Komisyon’un tavsiyeleri incelendiğinde, Türkiye’ye karşı yapılan ayrımcı muamele hem şekil, hem de içerik olarak hemen karşımıza çıkmaktadır. Türkiye ile ilgili tavsiyeler, neredeyse başlı başına bir rapor oluşturacak kadar hacimli olup, 9 sayfa tutmaktadır. Bundan önce AB’ne üye olan bütün aday ülkeler için Komisyonun zamanında yaptığı tavsiyeler ise, sadece birkaç satırdan oluşan bir paragraf uzunluğunda ortaya konulmuştur. Türkiye konusunda ise, bir dizi şarta ve mekanizmaya bağlı, ucu açık ve tarihi olmayan göstermelik soyut bir tavsiyede bulunulduğu için, böyle sudan ve karmaşık bir öneriyi izah kolay olmadığından, bunun uzun bir açıklama karmaşası içinde izah edilmesine çalışılmıştır. Komisyon’un tavsiyeleri şu unsurlardan oluşmaktadır: Türkiye’nin reform sürecindeki genel ilerlemesi ışığında ve bir dizi yasanın çıkarılması şartıyla, Komisyon’un Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterince yerine getirdiği düşüncesinde olduğu belirtilmekte ve müzakerelere başlanması önerilmektedir. Ancak, bu kuru öneri bile, Türkiye’nin 6 kanunu sonuçlandırması şartına bağlanmıştır. Bunlar, Dernekler Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve İstinaf Mahkemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ve CMUK, Adli Kolluk Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunudur. Daha da önemlisi Komisyon müzakerelere başlanması için bir tarih belirtmek bir yana, tahmini bir zaman dilimi dahi telaffuz etmemiştir. Buna karşılık Komisyon, Hırvatistan için 2005 başında müzakerelere başlanmasını önermiştir. Türkiye’de reform sürecinin genişleyerek sürmesi için her yıl yeni rapor hazırlanması ve ilk rapor için 2005 Aralık ayının zikredilmesi suretiyle, bu kritik sorun 2006 yılı ve sonrası belirsiz bir döneme atılmıştır. Bunun yanı sıra, hiçbir ülkeye yapılmayan farklı bir muamele olarak, Türkiye konusundaki tavsiyelerde şu iki “kaçış yolu” hükmü yer almıştır. Birincisi, müzakerelerin ucunun açık olacağı ve sonucunun önceden garanti edilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bunu daha da kuvvetlendirmek için, müzakerelerin sonucunun ne olacağına veya üye ülkelerin bunu milli Parlamentolarında onaylayıp onaylamadıklarına bakılmaksızın, Türkiye’nin Avrupa’ya tam olarak bağlı kalmasının sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. AB, böylece müzakereleri hiç sonuçlandırmamak veya tam üyelik dışında bir yöne yönlendirmek alternatifini kayda geçirtmiş ve varılacak sonuç her ne olacaksa, bunun 25 üye ülkenin Parlamentolarında onaylanmayabileceğini baştan ortaya koymuş ve resmen tescil ettirmiştir. Komisyon tavsiyelerinde siyasi reformların daha da derinleştirilmesi için Kürtlerin hak ve hürriyetlerinden tam olarak yararlanmalarının sağlanması, Müslüman olmayan dini cemaatlerin sorunlarında somut adımlar atılması gereği özellikle vurgulanmıştır. AB’nin siyasi reformları yakından izlemek için bir denetim mekanizması geliştireceği, Türkiye’ye yeni reform hedefleri vereceği ve bu konulardaki ilerlemelerin yıllık raporlarla gözden geçirileceği belirtilmiştir. Bu konularda aksama ve ihlal olması halinde müzakerelerin askıya alınacağı hükme bağlanmıştır. Türkiye’ye 2014 yılına kadar mali destek verilmeyeceği belirtilen tavsiyelerde, iş gücünün serbest dolaşımının sürekli ve kalıcı olarak uygulanmayacağı da vurgulanmıştır. Tarım alanında da uzun süreli geçiş dönemleri getirileceği ifade edilmiştir. Nihayet, Komisyon’un tavsiyelerinde Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olduğu ve Türkiye ile müzakere kararının bütün üyelerin kabulünü gerektirdiği vurgulanarak, Türkiye’nin Rumları Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak tanıması şartı bu yolla hatırlatılmıştır. Aynı şekilde, Türkiye’nin, Kafkasya dahil komşularıyla ilişkilerini geliştirmesinin gerekli olduğu vurgulanmıştır. Biraz önce belirttiğimiz gibi, bu konuda ayrıca yayınlanan raporda, bu amaçla Ermenistan sınırının açılması ve asılsız soykırım iddialarının kabulünün açıkça belirtilmiş olduğu hatırlanmalıdır. Değerli Basın Mensupları, Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye için mutlu bir geleceğe yolculukta bir milat olarak gösterilen AB Komisyonu’nun kararı, maalesef bu olmuştur. Bunun anlamı gayet açıktır. Gerçekler, niyetler ve hesaplar gün gibi ortadadır. Bu gerçekler ışığında şu sonuç ortaya çıkmıştır: Avrupa Birliği, özel bir durum olarak gördüğü Türkiye için diğer aday ülkelerden farklı olarak özel bir yol, özel bir istikamet ve özel bir yöntem ve mekanizma öngörmektedir. Burada önemli olan şekil ve görüntü değil, esas ve özdür. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye için görüntüyü kurtaracak yeni bir oyalama senaryosunun ortaya konulduğu görülmektedir. Bu yaklaşımın temelinde yatan anlayış, ayrımcılık ve dışlama anlayışıdır. AB, Türkiye’ye karşı samimi olmadığını, Türkiye’yi içine almayı bir türlü kabullenemediğini bir kere daha göstermiştir. Türkiye için, üyelik tarihi ve takvimi olmayan, şeklen ve göstermelik bir süreç için yeşil ışık yakılabilecektir. Bu sürecin gecikme olmaksızın başlatılması konusunda bile bir tavsiye yapılmamıştır. 2002 Kopenhang zirvesinde verilen, siyasi kriterler yerine getirilirse Türkiye ile müzakereler gecikmeden başlayacaktır şeklindeki muğlak sözden bile geriye gidilmiştir. Bu süreç, nihai amacı ve hedefi, yönelimleri ve süresi bakımından, her yönüyle ucu açık bir süreç olacaktır. AB, bu süreci tam üyelik istikametinde değil, Türkiye’ye özel statü verilmesi doğrultusunda yönlendirmek ve sonuçlandırmak imkanını elde bulunduracaktır. Bunun da ötesinde, böyle bir göstermelik süreç, tamamiyle AB’nin kontrolünde, bir dizi şartın kıskacına bağlanarak kısıtlı bir mecrada yürütülecektir. AB, bu sürecin her aşamasını bir dizi şarta bağlama imkanını elde tutacaktır. Bu amaçla, Türkiye için sürekli bir derinleştirilmiş denetim mekanizması getirilecektir. Bunun sonucu, Türkiye AB’nin dayatmalarına, aşırı talep ve baskılarına boyun eğmediği takdirde cezalandırılacaktır. Bu durumlarda süreç askıya alınacak veya kesilecektir. Bu suretle, bu topal sürecin bile ilerlemesi, bir dizi şantaj ve dayatmaya bağlı olacaktır. Bunların neler olacağı da açıklanmıştır. Komisyon’un iki raporunda Türkiye’nin eksiklikleri olarak yer alan konular, AB’nin bu konudaki talep ve dayatma listesidir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Bu süreçte Türkiye’nin önüne getirilecek faturalar ve ödettirilecek bedeller 7 ana başlık altında toplanmaktadır. Türk Milleti bu gerçekleri bütün açıklığıyla bilmeli, değerlendirmesini buna göre yapmalıdır. İlk önce Türkiye’den terörist başının yeniden yargılanması istenilecektir. Bunun yanı sıra, İmralı’daki misafirliğinden sıkılan bu caninin tecrit haline son verilmesi, yanına PKK’lı terörist yoldaşlarının getirilmesi talep edilecektir. Fazla uzun olmayan bir vadede de, AKP’nin eve dönüş yasası adı altında salıverdiği PKK teröristlerinden geriye kalanlar ve dağdaki silahlı çeteler için genel siyasi af dayatması karşımıza çıkarılacaktır. Terörist başının da af kapsamına alınması talepleri gelirse, bu kimseyi şaşırtmamalıdır. Bundan sonra ise Güneydoğu sorununa siyasi çözüm baskıları yapılacak, teröristlerin ve bunların uzantısı ihanet odaklarının siyasi planda faaliyet göstermesinin yolunun açılması ve siyasi çözüm sürecinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından muhatap alınması, bu konuda bir diyalog ve müzakere süreci başlatılması istenilecektir. AB’nin siyasi çözümden ne anladığı ve neyi amaçladığı da ortadadır. Bunlar AB kurumlarının daha önce aldığı kararlarda ve resmi beyanlarda somut ifadesini bulmuştur. Türkiye’den istenilen özetle şudur: Türkiye’nin milli devlet niteliği ve üniter yapısı tartışmaya açılacak ve yeniden şekillendirilecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeniden tarif edilecek ve etnik kökeni farklı Türk vatandaşları, siyasi ve hukuki planda, milli azınlık statüsüne kavuşturulacaktır. Bu azınlıkların etnik kimlikleri tanınacak ve eşit statüdeki hakları Anayasa teminatına bağlanacaktır. AB çevrelerinin siyasi çözümden murat ettiği işte budur. Türkiyeli’lik kimliği ve bilinci yaratılmasını ve bir süreç içinde üniter yapıda kurulmuş milli devletin tasfiyesini amaçlayan bu yaklaşımda, ilk adım olarak kültürel haklar görülmektedir. AB’nin bu aşamada bunu ön plana çıkarmasının nedeni budur. Etnik temelde ve etnik kimlikte siyaset yapılmasının önünün açılması da bu nedenle talep edilmektedir. Anadilde eğitim ve Radyo/Televizyon yayını üzerinde durulmasının arkasındaki niyet burada aranmalıdır. Türkiye’ye bu konularda yapılan dayatmalar sonucu atılan ilk adımlarla, ilerisi için önemli bir mevzi kazanılmış, bir köprübaşı tutulmuştur. Radyo ve Televizyon yayınları ve özel kurslar vasıtasıyla ortak bir azınlık dili yaratılması amacı istikametinde önemli bir mesafe alınmıştır. Bunun arkasından, azınlık dillerinde eğitim imkanı tanınması dayatması gelecektir. Başta Kürtçe olmak üzere azınlık dillerinin resmi okullarda seçmeli ders olarak kabul edilmesi istenecektir. Bu şekilde ilerletilecek sürecin sonunda da, bu dillerde eğitimin Türk Milli eğitim sisteminin içine alınarak, resmi statüye kavuşturulması Türkiye’nin önüne getirilecektir. Nihayet, bu azınlık dillerine resmi dil olarak hukuki statü tanınması talebi gelecektir. Listedeki üçüncü talep, din ve mezhep temelinde milli azınlık kavramının yerleşmesinin sağlanmasıdır. Etnik temelde zorla azınlık oluşturulmasıyla yetinmeyen, bundan tatmin olmayan AB, ayrıca din ve mezhep temelinde yeni bir bölünmenin tohumlarının atılmasını istemektedir. Lozan Antlaşması müzakerelerinde Batılı ülkelerin dayatmak istediği, ancak Türkiye’nin sonuna kadar direnmesi sonucu başarısızlığa uğrayan bu girişim, şimdi AB süreci vasıtasıyla Türkiye’nin önüne getirilmektedir. AB Raporundaki Müslüman milli azınlık kavramı bu amaca yöneliktir. Farklı mezheplere ve inanışlara mensup Türk vatandaşlarının bazı sorunlarının çözümü, Anayasa ve kanunlar çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin bir görevidir. Ancak, Türk vatandaşlarının mezhep temelinde bölünmesini ve bazı mezheplere mensup vatandaşlarımızın azınlık olarak tanımlanmasını, başta o mezheplere vatandaşlarımız olmak üzere, hiç kimse istemeyecektir. Ama ne yapalım ki AB bunu da talep etmektedir. Türkiye’deki gayri Müslim vatandaşlarımıza ilişkin bir dizi talep de, AB’nin listesinde dördüncü sırayı almaktadır. Buna göre Türkiye, Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımıza ait vakıflar üzerindeki her türlü denetimi kaldıracak, bunları yasal denetim dışı bırakacaktır. Bunun yanı sıra, Heybeliada Ruhban Okulunu açacak ve azınlık cemaatleri için din eğitimi verecek Özel Yüksek Okullar açılmasına izin verecektir. Bundan başka Türkiye’den Fener Rum Patriğine siyasi statü tanıması ve “ekümenik” sıfatını resmi planda kullanmasını, bütün sonuçlarıyla kabul etmesi talep edilmektedir. Böylece, bir Türk kurumunun başında olan Patrik, bütün dünya Ortodokslarının ruhani lideri olarak her türlü siyasi ve idari tasarrufta bulunacak ve Türkiye bunları hukuken ve resmen tanıyacaktır. Beşinci sırayı ise AB ile hiçbir ilgisi olmayan Ermenistan konusu almıştır. Türkiye üzerinde tarihi toprak talepleri olan, resmi sınırı tanımayan, asılsız Ermeni soykırımı iddialarını gözünü kan bürümüş gibi bir devlet politikası haline getiren, bunları Anayasa’sında açıkça ifade eden Ermenistan konusunda Türkiye’nin yapması istenilenler şunlardır: Türkiye, bu ülke ile diplomatik ilişki kuracak, kapalı olan sınırı açacak ve bu da yetmeyip sözde soykırım iddialarını da tanıyacaktır. Bunun tabii sonucu olan maddi tazminatı da ödeyecektir. AB’nin altıncı talebi, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin atması beklenen adımlardır. Hepinizin bildiği gibi, bundan beşbuçuk ay önce AKP iktidarı, Annan planının referandumda kabulü için siyasi kampanya yürütmüştür. Plan’ın Rumlar tarafından reddedilmesinden sonra da, Kıbrıs Türkleri’nin siyasi tecritten ve ambargolardan kurtulacağını, AB içinde bu yönde çok önemli gelişmeler sağlandığını açıklamıştır. Ancak, aradan geçen bu süre içinde, bunlardan hiç birisi gerçekleşmemiştir. Rumları içine alan AB, Kıbrıs Türklerine sırtını dönmüş, en küçük bir adım dahi atmamıştır. AKP’nin gösterdiği bu teslimiyet anlayışı sonucu, şimdi de Kıbrıs konusunda Türkiye’nin önüne şunlar getirilecektir. İlk planda, Türkiye’nin Kıbrıs Rumlarını bütün Kıbrıs’ın meşru temsilcisi olarak tanıması istenilecektir. Bundan sonra asker çekin ve Maraş’ı Rumlar’a iade edin talepleri gelecektir. Çok kısa bir süre içinde de, Annan Planı Rum taleplerini karşılayacak şekilde değiştirilecek ve Türkiye’nin karşısına bunu aynen kabul etmesi dayatmasıyla çıkılacaktır. Böylece, AKP hükümetinin yalnızlığa ve çaresizliğe terkettiği Kıbrıs Türklüğü, Rumlara yamanacak, asırlık Rum/Yunan hayalinin son perdesi de zaferle kapanmış olacaktır. AB dayatma listesindeki yedinci talep, Türkiye’nin devlet yapısına, milli birlik ve beraberliğine karşı işlenen suçların cezalandırılmaması ve suç olmaktan çıkartılmasının sağlanmasıdır. Terör örgütlerine yardım ve yataklık ve terör propagandası yapmak serbest olacak, ırk temelinde milli birliğin dinamitlenmesinin önü açılacak, Türk Devletine ve Türklüğe hakaret suç sayılmayacaktır. Bunun adı da, şiddet içermeyen barışçı görüş açıklamalarının ve ifade hürriyetinin AB standartlarına çıkartılarak koruma altına alınması olacaktır. Türkiye’nin yerine getirmesi talep edilen bu şartlara ilişkin gerçekler bunlardır. Bu gerçekler karşısında şimdi herkes şu soruları sormalı ve elini vicdanına koyarak bunların cevabını aramalıdır; Bu talepler Türkiye’nin karşısına niçin getirilmektedir? Türkiye’de bölücü ihtirasların cesaretlendirilmesi ve bölücülük yapılmasının meşru hale getirilmesi; etnik ve mezhep temelinde ayrımcılığın kurumsallaştırılması; Türkiye’nin milli birliğinin ve kardeşliğinin temeline dinamit konulması; üniter devlet yapısının tahrip olması yolunun açılması, hangi amaçla Türkiye’den istenilmektedir? Türkiye’nin sadece geleceğini tehlikeye atmakla kalmayıp, aynı zamanda, Türkiye’nin tarihiyle nihai hesaplaşma amacını güden bu dayatma mantığı kapsamında, Türkiye’ye karşı husumeti varlık sebebi sayan Ermenistan’a siyasi ve hukuki açıdan teslim olması, asılsız soykırım iddialarını kabul etmesi, Türkiye’den hangi hedefe ulaşması için talep edilmektedir? Kıbrıs’lı kardeşlerimizin Rumlar’ın boyunduruğu altına terkedilmesi ve Kıbrıs’ta Türk varlığının yok edilmesi Türkiye’den hangi gerekçeyle istenilmektedir? Burada bir hususu herkes çok iyi anlamalıdır: Hiçbir siyasi amaç ve hedef, hiçbir siyasi proje, Türkiye’nin birliği, dirliği ve kardeşliğinden önemli değildir. Bununla birlikte, AB’nin gerçek niyetlerini daha iyi anlamak ve teşhir etmek için yine de soralım: Bu haysiyet kırıcı taleplerin yerine getirilmesi karşılığında Türkiye’nin önüne konulan hedef, acaba takvimi belirlenmiş ve kısa sürede gerçekleştirileceği sağlam garantilere bağlanmış Avrupa Birliğine eşit statüde tam üyelik midir? Bunun cevabı hayırdır. AB, bunu kendi raporunda açıkça vermektedir. Türkiye’nin önüne konulan denklemde, bu gaflet ve ihanet yolculuğuna çıkılmasının karşılığında ulaşılması beklenebilecek azami hedef, Türkiye’nin AB’ne pamuk ipliğiyle bir şekilde bağlanacağı bir statü kazanılmasıdır. Bu, tam üyelik olmayacak, farklı bir ambalaj içinde, özel ilişki denilen ikinci sınıf, kuru ve içeriksiz bir ortaklık ilişkisi olacaktır. Bu dayatmaların amacı, Türkiye’nin AB değerlerine uyum sağlaması, Türkiye’nin AB’ne yakınlaştırması değildir. Tam tersine, AB, bunları Türkiye’nin AB’den uzak tutulması ve ikinci sınıf bir konumda, AB’nin kontrolünde kalmasını sağlamak için kullanmaktadır. AB’nin Türkiye’yi bu kadar aşağılamaya cüret edebilmesinde en büyük cesaret kaynağı, Türkiye’yi çaresiz ve zavallı bir ülke konumuna sokan AKP iktidarı ve Türk devletiyle ve milletiyle sorunu olan, AB himayesi ve gölgesinde bu hesaplaşmayı yapmayı ümit eden AB lobileridir. Bunlara güvenen AB, Türkiye’nin önüne işte böyle bir hedef koymuştur. Türkiye, haysiyet kırıcı bütün bu talepleri karşılarsa, sonunda AB’ne içi boşaltılmış bir statüde bağlanacaktır. Ancak, bu ilişkinin kurulması bile 15 ile 25 yıllık uzun bir süre sonra mümkün olabilecektir. Bu süre içinde Türkiye’nin ilave mali destek almayacağı da AB tarafından açıklanmıştır. Bunun da ötesinde, Türkiye’ye verilecek bu statünün içinde Türk işgücünün serbest dolaşımı da olmayacaktır. AB raporunda bunun süresiz askıya alınacağı açıklanmıştır. Aynı şekilde, Türk vatandaşlarının vize almadan serbest seyahat etmeleri de mümkün olmayacaktır. Bu da koruma tedbirleri kapsamına alınacaktır. Ekonomik ve sosyal sıkıntıların baskısı altında çaresizlik içinde ezilen Türk halkının temiz duygularını ve beklentilerini istismar edenler, şimdi bunu Türk Milletine nasıl anlatacaklardır? Türk vatandaşlarının vize almadan Avrupa’ya serbestçe gidebileceği, bavulunu eline alarak istediği AB ülkesinde yüksek ücretle çalışılabileceği yalanını söyleyenler, şimdi Türk milletine hesap vermek zorundadırlar. Ancak, iş burada da bitmemektedir: Türkiye’nin böyle bir boyunduruk süreci sonrası AB ile ikinci sınıf bir ilişki kurması da otomatik olmayacaktır. Bu bile Avrupa’da halk oylamasına götürülecektir. Fransa Cumhurbaşkanı bunu açıklamıştır. Kendisine ilk destek de AB Komisyonu’nun yeni Başkan’ından gelmiştir. Türkiye için öngörülen yaklaşımın samimiyet ve hakkaniyetle uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu, farklı bir ambalaj içinde yeni bir ayrımcılık ve dışlama paketidir. Bunun temsil ettiği yegane anlam, Türkiye’yi özürlü bir ülke olarak gören sakat bir anlayışın, AKP hükümetinin de rızasıyla kabulü ve tescili olacaktır. Bu, Türk Milletine yapılmış büyük bir hakarettir. Bunu Aziz Milletimizin kabul etmeyeceğini, içine sindiremeyeceğini herkes bilmelidir. AKP hükümeti, hiç olmazsa bu konuda dürüst ve namuslu bir tavır almalıdır. Ancak, AKP hükümetinin bunu bile bir başarı olarak göstermeye çabaladığı esefle görülmektedir. Günü ve görüntüyü kurtardığını sanarak, böyle bir yanlış hesapla, bu sonucu da bir başarı olarak takdim etmek için çırpınması, temsil ettiği siyasi zihniyet açısından olduğu kadar Türkiye bakımından da utanç vericidir. Bu Türk Milletinin aklı ve idrakiyle alay etmek olacaktır. AB’nin Türkiye’nin önüne koyduğu yol, zorluklar ve engebeleri olan, ancak son tahlilde tam üyelik hedefine ulaşılmasını sağlayacak bir yol değildir. Bu yol, her manada çıkmaz bir sokaktır. AB Komisyonu, kerhen müzakerelere başlanmasını tavsiye etmiştir. AKP ve Türkiye’deki AB yoldaşları bu cümleyi tek başına alıp, bunu tarihi bir dönüm noktası olarak göstermek zaafına ve telaşına düşmüşlerdir. Ancak, AB bu cümleden sonra, orada durmuş, arkasını getirmemiştir. Bu söz havada kalmıştır. Raporlarda ve tavsiye bölümünde ortaya konulan bir dizi ön şart, bunu anlamsız ve fiiliyatta geçersiz hale getirmiştir. Türkiye’ye vaat edilen, ucu açık, içi boş ve şekli bir sürecin sonunda adı konulmamış bir taabiyet ilişkisidir. Bu da Türkiye’nin hiçbir şart altında kabul edemeyeceği çok ağır şartlar zincirine bağlanmıştır. Bu gerçekler artık görülmelidir. Kimse bunları çarpıtmaya kalkışmamalıdır. Türkiye’de her kişi, kurum ve kuruluş bu gerçekler ışığında nerede durduğunu, tavrını ve safını artık açıkça ve cesurca belirtmelidir. Bugün karşımızdaki sorun Türkiye’nin ve Türk Milletinin bekası sorundur. Milliyetçi Hareket Partisi, AB konusundaki ilkeli tutumunu bugüne kadar onurla savunmuştur. Çizgisinde hiçbir sapma olmamıştır. 57. Hükümet ortaklığı döneminden başlayarak samimi görüşlerini açıkça ortaya koymuştur. AB’nin gerçek niyetlerini ve bugün karşımıza çıkan tehlike ve tuzakları ilk olarak teşhis eden ve bunu açıkça dile getiren parti Milliyetçi Hareket olmuştur. Bugün açıklanan AB raporlarındaki dayatma ve ön şartları, daha Haziran 2002’de kamuoyuna açıkladığımız kitapçıkta aynen tahmin ettiğimiz ve gerekli uyarıları yaptığımız, kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçektir. Son iki buçuk yıl içinde yaptığımız bütün basın toplantılarında ve açıklamalarda dile getirdiğimiz tehlikeler, bugün topluca Türkiye’nin karşısına getirilmiştir. Milliyetçi Hareket’in bütün ikazlarına rağmen, inançsız siyaset tüccarlarının yığınakta yaptıkları hataların bedeli şimdi karşımıza çıkartılmıştır. Gelişmelerin ve olayların bizi bu konuda da haklı çıkarmış olmasından büyük üzüntü duyduğumuzu buradan belirtmek istiyorum. Özellikle AKP hükümetine seslenmek istiyorum: Türkiye’nin kaderi üzerinde kumar oynamak, Türk Milletini sonunun karanlık olduğu bilinen bir maceraya sürüklemek kimsenin ne hakkıdır, ne de haddidir. Türkiye’nin haysiyetiyle daha fazla oynanmasına karşı çıkmak, Türkiye’yi içerde hırpalayarak milli birliğini ve kardeşliğini ateşe atacak buhranlara sürüklenmesini önlemek, vatanını ve milletini gönülden seven herkesin en başta gelen milli sorumluluğudur. Bu sorumluluğunun gereğini yerine getirme cesaretini gösterin. Gaflet ve delaleti, ihanetten ayıran ince çizgiyi, kritik eşiği aşmayın. Bunun tarih önünde vebali büyük olur. Bunun hesabını da Türk Milleti sizden mutlaka sorar. Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin geleceğinin karartılmasına bütün imkanlarıyla ve bütün demokratik yollarla sonuna kadar karşı koyacaktır. Bunu yapanlarla mücadele, bizim için milli bir namus ve haysiyet borcudur. Bu hesaplaşmayı Aziz Milletimizle birlikte yapacağız. Tesadüflerin ve şartların iktidara taşıdığı AKP, milli vicdanda mahkum olacak ve tarihin karanlık sayfalarına gömülecektir. Büyük Türk Milletinin hür ve haysiyetli yaşama azminin, imanının ve sağduyusunun Aziz Vatanımızın bütün bu badireleri aşmasını sağlayacağından hiçbir şüphemiz yoktur. Şerefli davasına ve misyonuna inanan, Aziz Milletimizin huzuru ve geleceği için her fedakarlığı seve seve yapmaya hazır olan Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin birliğine, onuruna ve haysiyetine sahip çıkma mücadelesinde de üzerine düşeni sonuna kadar yapacak ve bu kutlu mücadelenin bayraktarı olacaktır. Vatanını ve Milletini seven tüm vatandaşlarımızı bu mücadelede saflarını almaya davet ediyorum. Şunu herkes çok iyi bilsin: Türk Milleti sahipsiz ve çaresiz değildir. Bu vesileyle hepinize teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |