Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Sözlerime başlarken Merkez Yönetim Kurulu toplantımıza katılan bütün arkadaşlarımı ve değerli basın mensuplarını en samimi duygularla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Aziz Milletimizin ve sizlerin geçmiş Ramazan bayramını bu vesileyle bir kez daha tebrik ediyorum. Gelecek günlerin, yaşanmakta olan badirelerin atlatılarak Türkiye’miz ve Türk Milleti için ümit dolu yeni bir gelecek vaad eden bir kurtuluş dönemi olmasını niyaz ediyorum. Türkiye, bugün, yakın tarihinin en ağır bunalımını yaşamakta ve her cepheden meşum bir saldırı altında bulunmaktadır. Türk Milletinin birliğine ve toplumsal huzura kastetmek isteyen haince bir suikastın hedefi haline getirilmiştir. AKP’nin himayesinde bölücü mihrakların tezgahladığı bu siyasi suikastın amacının Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmek olduğu bütün çıplaklığıyla ortadadır. Türkiye’yi bir kaos ortamına sürüklemek isteyen bu tahriklerin başlıca sorumlusu hiç şüphesiz AKP yönetimidir. Türk Milletine bedeli çok ağır olan AKP macerasının geride bıraktığımız iki yılının tahribatı çok büyük olmuştur. İlkesiz ve inançsız AKP kadroları her konuyu dejenere etmiştir. Türkiye’yi içinden çıkılması çok zor bir kördüğümler yumağı haline getirmiştir. Kronik bir kimlik ve meşruiyet sorunu olan AKP yönetiminin üçüncü yılına, Türkiye işte böyle bir çöküntü manzarası içinde ve hırpalanmış olarak girmektedir. Türkiye’de yeni ve temiz bir sayfa açtığını ifade eden Başbakan Erdoğan, aslında her hareketi ve icraatıyla Türkiye’nin başına yeni dertler ve sorunlar açmakta olduğunun hala farkına varamamıştır. Türk Milletine musallat olan bu tehlikeli zihniyetin biran önce tasfiyesi Türkiye’nin en önemli ve öncelikli sorunudur. Değerli Basın Mensupları, Muhterem Arkadaşlarım, AKP iktidarının iki yıl içinde Türkiye’yi sürüklediği bu tehlikeli gidişat artık Türk Milletinin sabrını taşırma noktasına dayanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş esasları dahil olmak üzere bütün milli değerlerimiz bugün ucuz ve maksatlı bir tartışmanın konusu haline getirilmiştir. Giderek artan tahrikler ve milli bünyemizi bir kanser gibi içten içe kemiren nifak ve husumet tohumlarının ekilmesi karşısında, Türk Milliyetçilerinin sessiz kalacağını kimse düşünmemelidir. Büyük bir aile olan Türk Milletinin kardeşliğini bu saldırılardan korumak hepimiz için vazgeçilmez bir milli görevdir. Bu hain oyunun bozulması ve Aziz Milletimizin sağduyusunun rehberliğinde bölücü heveslerin hüsrana uğratılması önümüzdeki en önemli hedeftir. Bugün, hiçbir düşünce ve gerekçe bu milli sorumluluğun icabını yerine getirme misyonunun önüne geçemez. Herkes tavrını ve safını buna göre belirlemek zorundadır. Meydanı boş bulduğunu ve Türkiye’nin zayıf ve çaresiz olduğunu düşünen bu maceranın bedbaht yolcularına Aziz Milletimiz hakkettikleri mukabelede mutlaka bulunacaktır. Bu krizden milli birliğimiz ve bütünlüğümüz korunarak çıkılması, Türkiye’yi seven herkes için şerefli tarihimize olduğu kadar, gelecek nesillere de bir namus borcudur. Siyasi düşünce ve parti rozeti farklılığına bakmadan vatanını ve milletini seven herkesi bu tarihi demokratik görev için üzerine düşen katkıyı yapmaya çağırıyorum. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Bu duruma düşmemizin temel nedeni, Avrupa Birliği konusunda AKP hükümetinin sergilediği teslimiyetçi eziklik ve bunun harekete geçirdiği dinamiklerdir. Bu durum, hain emellere cüret vermiş ve istismar edecekleri müsait bir zemin hazırlamıştır. Türk Devleti ve Milletiyle hesabı olan bütün kesimler harekete geçmiş, sureti haktan görünen sözde demokrasi ve insan hakları havarileri, AB’den aldıkları güçle sahneye çıkmışlardır. Bunun sonucu olarak, Türkiye’nin kaderi üzerinde kumar oynamak için her tahriki yapmaktan çekinmeyen bir husumet zinciri oluşmuştur. Son dönemde yaşanan azınlık tartışmaları, işte bu cephenin sahneye koyduğu haince bir oyundur. Türkiye’de etnik ve mezhep temelinde zorla azınlık yaratmak, Türkiye’nin milli birliğinin temeline dinamit koymaktır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda, millet kavramı birleştirici ve kaynaştırıcı bir oluşum olarak görülmüş ve böyle kabul edilmiştir. Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü de, aynı şekilde, dil, soy ve din unsurlarını aşan tarihi bir olgudur. Tüm Türk vatandaşları, Türk Milleti kimliğinde bütünleşmiştir. Devletin temel unsuru olan tek millet olgusu, bütün bu unsurların iştirakiyle vücut bulmuştur. Tüm Türk vatandaşları, millet bilinciyle ve Türk milletinin eşit fertleri olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuşlardır. Devletimizin temelinde tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birleştiren ortak tarih ve mukadderat bilinci ve duygusunun oluşturduğu bu milli bağ ve milli değerler yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve Türk Milleti birdir ve bayrağı tektir. Anayasamızın Cumhuriyetin temel ilkelerinden birisi olarak saydığı milli bütünlüğümüzün temelleri, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ülküsüdür. Ülke, devlet ve millet bütünlüğünün zayıflatılmaya çalışılması, sonuçta Türkiye’nin başına ırkçılığa dayanan bir ayrışma sürecini çıkaracaktır. Bunun ateşle oynamak olacağını, bu silahı haince kullanmak isteyenlerin Türkiye’ye yönelik bir suikastın bedbaht tetikçileri olarak tarihe geçeceğini, her aklıselim sahibi insan artık anlamak durumundadır. Bu bakımdan, AKP’nin teşvikiyle sahneye konulan bu orta oyununa biran önce son vermek, başta bu suikastın gönüllü militanları olmak üzere herkesin yararına olacaktır. Türkiye, bir arazi parçasının, coğrafi bir bölgenin ismi değildir. Bir semtin adı da hiç değildir. “Türkiyelilik” gibi sakat bir kavramı savunanların ve bunu son dönemde telaffuz ederek bu tartışmalara cesaret veren Başbakan Erdoğan’ın bu gerçeği hiç unutmamasını tavsiye ederiz. Türklük ağır bir bedel karşılığında kazanılan bir milli kimliktir. Türk Milliyetçileri ve vatanını seven her Türk vatandaşı, bu kutsal kavramın yıkılmaya çalışılmasına seyirci kalmayacaktır. Bunu herkes çok iyi bilmeli, davranışlarını buna göre ayarlamalıdır. Türkiye’de suni azınlık tartışması başlatan ucuz kahramanlık yapma heveslileri ve AB dalkavukluğunu yaşam tarzı haline getiren AKP yöneticileri bu maceranın hüsranla sonuçlanacağını hiç aklından çıkarmamalıdır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Son dönemde bu konuyla bağlantılı olarak hız kazanan tehlikeli bir diğer eğilime de bu vesileyle kısaca temes etmek istiyorum. AB’nin Türkiye’de demokratikleşme konusunu esas itibariyle sözde Kürt sorunu olarak görmesi sonucu, PKK terörünün amaçlarının siyasi yollarla gerçekleştirilmesi yönünde somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Hükümlü DEP milletvekillerinin AB baskısıyla serbest bırakılmaları sonrası, PKK güdümünde yeni bir siyasi oluşum çalışmaları bir gövde gösterisi şeklinde başlatılmıştır. Şimdi de bölücü terörün kanlı yüzünün, siyasi maske altında karşımıza çıkarılması oyunları tezgahlanmaktadır. AKP iktidarı, AB ezikliği psikolojisiyle bunun en büyük teşvikçisi rolüne soyunmuştur. AKP’nin büyük itibar gösterdiği ve İmralı’daki caniden talimat alan terör destekçisi bu mihraklar, şimdi de, demokratik Cumhuriyet adı altında bölücü emellerine Anayasal teminat ve statü kazandırmak hevesi içine girmişlerdir. Etnik kimliklerin vatandaşlık kavramının yerine geçirilmeye çalışılması ve etnik temelde siyaset yolunun açılması, sadece milli birliğimizi tahrip etmekle kalmayacak, aynı zamanda demokratik hukuk devletinin de sonunu hazırlayacaktır. Etnik ve mezhep ayrımcılığına zemin oluşturacak ve bölücü terörün siyasi gündemine hizmet edecek düzenlemelerin sosyal dokumuzu derinden sarsacağı, ortak değerleri yok edeceği ve iç huzur ve istikrar ortamını tehlikeye düşüreceği herkesin bilmesi gereken bir gerçektir. Ortak milli değerleri örseleyerek farklılıkların öne çıkarılması ve bunun sonucu etnik ve kültürel temellerde siyaset yapılmasına imkan tanınması, aynı şekilde mezhep ve din temelinde de siyasetin önünün açılmasını gerekli kılacaktır. Bunun sonucu Türkiye’nin sürükleneceği siyasi ve toplumsal kaos ortamı tarife ihtiyaç gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu gerçekler karşısında, Türkiye’ye bu konuda dayatılmak istenilen şablonun gerçek hedefinin ne olduğunu ve bu oyunda rol alanların hangi amaca hizmet etmeye çalıştığını herkes çok dikkatli sorgulamalı ve bundan gerekli sonuçları çıkarmalıdır. Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Türkiye’nin kaderi üzerinde çok tehlikeli bir kumar oynamaya çalışanların sürekli yeltendikleri bir saptırmaya da bu çerçevede değinmek istiyorum. Her konuda sorgusuz ve sualsiz AB’nin emireri olmak zilletini kendilerine layık görebilen bu çevreler Milliyetçiliği, ulus-devlet ve milli birlik kavramlarını, modası geçmiş bir geri ideolojinin kalıntısı olarak görmek ve göstermek çabası içine girmişlerdir. Milli değer ve milli hassasiyet kavramlarına yabancı olan bu cephe, bu konularda dile getirilen samimi görüşleri, derhal “Serv sendromu” ve “bölünme paranoyası” gibi etiketlerle hafife almak gibi ucuz bir yola sapmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Milli meseleler karşısında sorumsuzluğu ve ciddiyetsizliği ilke haline getirmiş olan AKP yönetiminin, bu koro içinde yerini almış olması, aslında bizim için hiç de şaşırtıcı değildir. AB ideolojisini adeta putlaştıran, bunu şahsi ve siyasi çıkar ve geçim kapısı olarak gören bu çevrelere şunu hatırlatmak isterim: Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanmayan, dışlayıcı anlayışlardan beslenmeyen, aksine her zaman kucaklayıcı, toparlayıcı olan üstün bir inanç sistemidir. Türk Milliyetçileri Türkiye’nin bölünmesine, ortak değerlerimizin yok edilmesine ve Türk Milletinin bir kaos ortamına ve kardeş kavgasına sürüklenmesine hiçbir şart altında izin vermeyecektir. Misak-ı Milli sınırları içinde üniter yapıda milli devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesi teşebbüslerine, bedeli ne olursa olsun sonuna kadar karşı çıkacaktır. Bu bağlamda herkes şuna emin olmalıdır ki, biz bu konuda çok rahatız. Tarihi misyonumuzun ve milli görevimizin gereklerini, şartlar ne olursa olsun yerine getirmeye hazır bir inanç ve iman topluluğu olarak biz buradayız. Türk Milliyetçiliği var olduğu sürece, Türkiye Cumhuriyeti de ilelebet var olacaktır. Bizim endişemiz, bu gibi tahrikler sonucu sosyal dokumuzun zedelenmesi, iç huzur ve istikrar ortamının zehirlenmesi, bunun sonucu milli birlik, bütünlük ve kardeşliğimizin tehlikeye düşmesi ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Bu konuyu çok tehlikeli biçimde kaşımaya çalışanlar buna sendrom veya paranoya diyebilirler. Ancak, bizler bunun vatan ve millet sevgisinin doğal ve meşru bir hassasiyeti olduğuna inanmayı ve buna göre hareket etmeyi bundan sonra da aynı kararlılıkla sürdüreceğiz. Macera yolculuğuna çıkmak isteyenlerin, bu yolun sonunda kendilerini nereye götüreceğini, bu gerçek karşısında çok iyi hesaplamaları gerektiğini bir kere daha vurgulamak isterim. Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Bu hassas konularda dile getirdiğim görüşler ve tespitler, önyargısı ve özel hesabı olmayan herkesin kabul edeceği somut gerçeklere dayanmaktadır. Milliyetçi Hareket’in bu görüşleri ve uyarıları, değişmez kanaatlarımızın samimi bir ifadesi olarak görülmelidir. Milliyetçi Hareket’in tek endişesi ve tek düşüncesi, Türkiye’nin bir kriz ortamına sürüklenmesinin ortak akıl ve ortak sağduyu ile önlenmesidir. Herkesin bu konudaki sorumluluğunun bilinci içinde olması bunun için hayati önem taşımaktadır. Bu noktada en büyük sorumluluk hiç şüphesiz AKP hükümetine düşmektedir. Ancak, AKP’nin bunun bilincinde olmadığını üzüntüyle ve esefle görüyoruz. Nitekim azınlık tartışmaları ve etnik temelde yeni bir siyasi örgütlenme çalışmalarının gündeme gelmesinde AKP’nin bu hevesleri cesaretlendirmenin payı çok büyük olmuştur. Bunlar her duyarlı Türk vatandaşı için ciddi endişe kaynağı olan gelişmelerdir. Bu çerçevede, etnik bölücülüğün siyasi arenaya taşınmasında İmralı’da rahat şartlarda ikamet eden terörist başının etkili olduğu, bu gelişmeleri İmralı’dan yönlendirdiği artık herkes tarafından giderek daha iyi anlaşılmaktadır. AKP hükümetinin bu konuda sergilediği tutumun, hiçbir siyasi, hukuki ve ahlaki ölçülerle izahı mümkün değildir. Burada Başbakan’a şu hususu Türk Milleti adına sormak istiyorum: Bu caniyi İmralı’da neden hala özel misafir olarak ağırlıyorsunuz? Terörist başının iç hukuk süreci sona ermiştir. AKP’nin de desteğiyle idam cezasının kaldırılması sonucu bu cani ipten kurtarılmıştır. Bu durumda terörist başının kanunlarımıza göre “F” tipi bir cezaevine nakledilmesi gerekirken, hangi düşünceyle hala İmralı’da imtiyazlı bir konumda tutuyorsunuz? Hepinizin bildiği gibi bu konu ilk kez Milliyetçi Hareket tarafından 28 Mayıs 2002 tarihinde gündeme getirilmiş ve bu caninin cezasını bir F tipi cezaevinde tecrit şartlarında çekmesi için gerekli düzenlemelerin derhal yapılması istenmiştir. Ancak, bugüne kadar bu konuda hiçbir adım atılmamıştır. Hükümetin bu aczinden cesaret alan terörist başı, özel ikametine tahsis edilen İmralı’da avukatlarıyla ayrıcalıklı bir statüde görüşmekte ve bunlar vasıtasıyla terör örgütünü ve uzantısı olan odakları yönlendirmektedir. Son olarak, AKP hükümeti örgüt militanı gibi kurye görevi yapan ziyaretçilerinin emrine bir de gemi tahsis etmiştir. AKP hükümetinin milli vicdanı isyan ettiren bu tutumunu biran evvel değiştirerek bu caniye yapılan özel misafir muamelesine derhal son vermesini beklediğimizi ve bunu Türk Milleti adına talep ettiğimizi bir kere daha ifade etmek isterim. Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, AB yolunda ilerliyoruz yalanının arkasına saklanılarak Türkiye’nin içine sokulduğu vahim durum maalesef bu olmuştur. Avrupa Birliği hayal yolculuğunda 6 Ekim 2004’de Komisyon’un Türkiye raporlarını açıklamasından bu yana bu hazin gelişmeler yaşanmıştır. 6 Ekim’i bir milat olarak gören AB lobileri, Komisyon’un ölü doğmuş olan Türkiye vizyonunu Türk milletine bir başarı olarak göstermek için her yola başvurmuştur. Ancak, gerçekler giderek gün yüzüne çıkmış ve bu nafile çabaların temsil ettiği dürüst olmayan zihniyet bir kere daha teşhir olmuştur. Buna rağmen AB’ye menfaat bağı ile bağlı olan bu zihniyet gerçekleri saptırmak misyonundan vazgeçmemiştir. Şimdi de Türk milletinin önüne yeni bir 17 Aralık miladı konulmuştur. AB liderleri bir ay sonra Komisyon raporları ışığında Türkiye hakkında nihai bir karar vereceklerdir. Bu kararın ne olacağı hakkında şimdiden bir fikir sahibi olmak için kahin olmak gerekmemektedir. Zira, AB’nin Türkiye hakkındaki gerçek düşünceleri ve niyetleri 6 Ekim raporlarında açıkça ortaya konulmuştur. AB liderlerinin siyasi kararı bu raporlardaki esaslara dayandırılacaktır. 6 Ekim günü açıklanan AB Komisyonu raporları ve tavsiyeleri, aslında Türkiye’yi dışlama belgesidir. AB, Türkiye’yi tam üyelik hedefinden uzak tutmak için haysiyet kırıcı bir denklemi karşımıza çıkarmıştır. Bu dışlama anlayışını yansıtan yol haritasının Türkiye’yi götüreceği nihai nokta, sadece AB’nin yörüngesinde kalınacak tali bir konumdur. Bu bile bir dizi ön şarta bağlanmıştır. Son dönemde Türkiye konusunda Avrupa’da yapılan tartışmalar, AB’nin Türkiye’ye bakış açısının dayandığı önyargıları ve tarihi husumetleri gözler önüne sermiştir. Türkiye’nin milli ve manevi değerlerinin aşağılandığı ve alay konusu yapıldığı bu tartışmalar, AB ülkeleri ve halkları için bir utanç vesilesidir. Bu değerlendirmeler, hiç şüphesiz, hangi aşamalardan geçtiği çok iyi bilinen Avrupa tarihinde kara bir sayfa olarak yerini alacaktır. Bu gerçekler karşısında AKP hükümetinin sergilediği tutumun, en hafif tabiriyle esef ve utanç verici olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır. Başbakan Erdoğan, AB raporlarını olumlu ve dengeli olarak nitelendirecek kadar akıl ve izandan uzak bir tutum içine girmiştir. Türkiye’ye şeref ve itibar kazandırdıklarını iddia eden AKP yöneticilerinin bu kavramlardan ne anladığı bu vesileyle bir kere daha ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin şeref ve itibarının AKP için hiçbir anlam ifade etmediği bu vesileyle bir kere daha anlaşılmıştır. Siyasi ihtiraslarını Türk milletinin şeref ve haysiyetinin önüne koyan, siyasi geleceği için Türkiye’yi ateşe atacak kadar gözü kararmış olan inançsız ve ilkesiz AKP yönetiminin hakiki hüviyeti bir kere daha gözler önüne serilmiştir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye, 6 Ekim raporlarında önümüze konulan yol haritasındaki çıkmaz sokakta, tam bir teslimiyet ve kedercilik anlayışıyla şimdi 17 Aralık kararını beklemektedir. Burada bir konunun açıklığa kavuşturulması büyük önem taşımaktadır. Soyut bir müzakere tarihinin, tek başına hiçbir önem ve anlam ifade etmeyeceği çok iyi anlaşılmalıdır. Türkiye ile AB ilişkilerinin geleceği için AB raporlarında belirlenen parametrelere baştan itibaren hapsedilecek herhangi bir süreç, öz ve esas itibariyle müzakere görüntüsü altında bir oyalama, dayatma ve şantaj süreci olacaktır. Bu bakımdan,6 Ekim raporlarında yer alan ayrımcı ve dışlama anlayışını yansıtan şartlar ve çerçeve değişmediği sürece, 17 Aralık’ta AB’den bir müzakere tarihi almanın anlamı artık kalmayacaktır. Böyle bir içi boş sürecin Türk milletine ekonomik bir yararı da olmayacaktır. Öte yandan ucu açık bırakılan bu sürecin nihai hedefinin tam üyelik değil, referanduma bağlanmış bir ortaklık olacağı da önceden ortaya konulduğundan, AKP’nin beklediği gibi Türkiye’ye yabancı sermaye de gelmeyecektir. AKP, artık bunları görmeli ve Türk milletini yanıltmaktan vazgeçmelidir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, AB ile ilgili gerçekler bunlardır. AB’nin Türkiye’ye reva gördüğü bu muameleyi kendine asgari saygısı olan, haysiyetine düşkün hiçbir devletin ve milletin kabul etmesi mümkün değildir. Böyle bir haysiyet kırıcı boyunduruğu ancak AB’yi bir menfaat geçim kapısı olarak gören bir avuç AB teslimiyetçileri içlerine sindirebilecektir. Bu gerçeklerin yanı sıra, bu yolda Türkiye’yi bekleyen çok önemli bir tehlikeye de dikkat çekmek istiyorum. AB’nin Türkiye için çizdiği yol haritası ve dayattığı ön şartlar, Türkiye’nin milli birliğini sarsacak bir çekişmenin başlatılması riskini de beraberinde getirecektir. Azınlık kavramı etrafında kültürel bireysel haklar diye başlayan talep ve dayatmaların, bugün hangi noktaya geldiği ortadadır. Önümüzdeki dönemde AB ile göstermelik bir süreç başlatılması halinde, buradan nereye gidileceğini herkes çok iyi düşünmelidir. Türk milletinin böyle bir husumet ortamına itilerek bir çekişme ve gerginliğin içine sürüklenmesi, AB ile ilişkilere de herhangi bir yarar getirmeyecektir. Aksine, bugünkü şartlarda esasen hastalıklı bir yapıya sahip olan ilişkiler, giderek daha marazi hale gelecek ve iyice dejenere olacaktır. Bunun sonucu da hem Türkiye’nin hem de AB’nin kaybı büyük olacaktır. Türkiye’nin sosyal dokusunun tahrip olmasının, milli birliğimiz ve kardeşliğimizin sarsılmasının karşılığı olmadığı çok iyi bilinmelidir. Bu konuda sık sık tekrarlanan, AB’ne üye olan hiçbir ülke bölünmemiştir sözlerinin de bir safsatadan ibaret olduğu bir gerçektir. Unutulmamalıdır ki, AB Türkiye’yi esasen içine almak istememektedir. AB’nin yörüngesinde bir yerlere tutunabilmek için çırpınan bir Türkiye’yi bekleyen tehlikeleri de herkes çok iyi değerlendirmelidir. Türk milletini birbirine düşürmek ve çok tehlikeli bir gerginliğin kurbanı haline getirmek Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Bugün gelinen noktada AKP’nin bu gerçekleri göremediğine ve siyasi hesaplarla çok tehlikeli bir senaryoyu inatla uygulamaya çalıştığına esefle şahit olmaktayız. Türkiye’nin geleceği, Türk Milletinin sorunları ve sıkıntıları, AKP’nin sorunu değildir. AKP’nin asıl derdi, içinde bulunduğu siyasi kimlik bunalımını aşmak, AB bahanesi ile Türkiye’nin hayrına olmadığı ortada olan siyasi gündemini uygulamaktır. Siyasi meşruiyetini ancak AB’nin himayesine girerek kabul ettirebileceğini düşünen AKP yönetimi Türkiye’yi bir felakete sürüklemek istemektedir. Ancak, Türk Milliyetçileri Türkiye’nin kaderi üzerinde oynanmak istenen bu oyunu mutlaka bozacaktır. Bunun için başlattığımız mücadelede yegane güç kaynağımız, Büyük Türk Milleti’nin kendi geleceğine sahip çıkma azmi ve iradesidir. Aziz Milletimizle birlikte ve Milliyetçi Hareketin şerefli geçmişinin teminatı altında sürdürülecek bu demokratik mücadelenin hedefine ulaşacağından hiçbir kuşku duymadığımı bu vesileyle belirtmek isterim. Yüce Allah, Türkiye’yi ve Büyük Türk Milletini hiçbir karşılık beklemeden seven, bu uğurda her çileye ve güçlüğe fütur getirmeden katlanmaya hazır olan Türk Milliyetçilerini muzaffer kılacaktır. Sözlerimi, buhranlı zamanlarda aziz hatırasından ve şerefli hizmetlerinden güç ve cesaret aldığımız büyük Atatürk’ü bir kere daha tazimle yad etmek ve şu sözünü hatırlatmakla bitirmek istiyorum: “Ne Mutlu Türküm diyene” Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |