Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Bugün Türkiye siyasi tarihinin en ağır ve çalkantılı dönemlerinden birini yaşamaktadır. Türkiye’nin sonu çok tehlikeli bir tuzağa çekilmek istendiği bu hassas dönemde, devletle ve milletle sorunu ve hesabı olan tüm çevreler bir şer ittifakı içine girmiştir. Türk Milletine karşı büyük bir psikolojik yanıltma kampanyası yürütülmektedir. Avrupa Birliği ekseninde yaşanan son gelişmeler ve tezgahlanan oyunlar, Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin geleceğini doğrudan hedef alan çok vahim boyutlar kazanmıştır. Çağdaşlaşma adı altında sahneye konulan bir büyük ihanet oyunu ile Türkiye içerden çökertilmeye, içerden teslim alınmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin yaşadığı en büyük talihsizlik olan içten pazarlıklı AKP iktidarı ile AB’ni maddi kazanç kapısı olarak gören bir avuç inançsız ve ilkesiz çıkar grubu, bu oyunun aktörleri, senarist ve yönetmenleri olarak sahneye çıkmışlardır. Türk milleti ise bu oyunun sessiz ve tepkisiz seyircisi haline gelmiştir. Meydanı boş bulan cahilane bir cüretle bir süredir sahnelenen bu oyun, son olarak geçen hafta Brüksel’de yapılan AB zirvesi ile yeni bir uygulama aşamasına geçirilmiştir. Türkiye’nin puslu ve mayınlı bir yola sürüklenmesinde yeni bir mesafe katedilmiştir. AB hayal ticaretinin sürdürülmesi için yeni bir pazarlama zemini hazırlanmıştır. Türkiye’yi çok güç günler beklemektedir. Bu kuşatmanın kırılması aziz milletimiz için artık bir beka meselesi haline gelmiştir. 16-17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de yapılan AB zirvesinde Türkiye hakkında alınan kararların gerçek niteliği ve temsil ettiği anlayış hakkındaki görüşlerimizi açıklamak için yaptığımız toplantıya katılan değerli basın mensuplarını ve tüm dava ve ülkü arkadaşlarımı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Hepinizin çok iyi bildiği gibi, “önce AB’nin ve bizim siyasi çıkarlarımız, sonra Türk Milleti ve Türkiye’nin kaderi” diyen AKP iktidarı ve AB sektörünün taşeronları tarafından Brüksel Zirvesi, Türkiye için bir kader anı, tarihi bir milat olarak gösterilmiştir. AB ümidini canlı tutmayı yegane varlık sebebi ve nefes borusu olarak gören bu çıkar ittifakı, zirve öncesinden başlayarak gürültülü ve maksatlı bir psikolojik etkileme kampanyası yürütmüştür. Bunun sonucu heyecanlı ve tedirgin bir bekleyiş başlamış ve Türkiye topyekün 17 Aralık’a kilitlenmiştir. Nihayet Brüksel zirvesi tamamlanmış ve AB’nin Türkiye hakkındaki gerçek niyetleri ve bakış açısı bir kere daha ortaya çıkmıştır. İyi niyetli beklentileri olan Türk Milleti şimdi gerçeklerle yüz yüze ve baş başa kalmıştır. Türkiye’nin 41 yıllık uzun ve yorucu Avrupa yürüyüşünde bugün gelinen noktanın ne anlama geldiği çok iyi anlaşılmalıdır. Bu konuda somut gerçeklere dayanan objektif, dürüst ve namuslu bir durum değerlendirmesi yapmak, herkes için tarihi ve ahlaki bir görevdir. Bu konudaki gerçekleri saptırmak, örtmek ve gizlemeye çalışmak, boş beklenti ve temennileri gerçekleşmiş gibi göstermek sadece siyasi ve fikri ahlâka aykırı bir davranış olarak kalmayacaktır. Böyle bir maksatlı yalan ve yanıltma kampanyasının Türk Milletine ihanet anlamına geleceğini ve bunun vebalinin ve davet etmesi mukadder mukabelenin altından da kimsenin kalkamayacağı unutulmamalıdır. Önce Türkiye ve Büyük Türk Milleti diyen bir siyaset felsefesinin bayrağını 35 yıldır şerefle taşıyan Milliyetçi Hareket, bugün de parti hesaplarını aşan namuslu bir vatanseverlik anlayışıyla bu konudaki gerçekleri tüm çıplaklığıyla Aziz Milletimizin dikkatine getirecektir. Havai fişeklerin aydınlattığı şamata ortamlarında sahte zaferlerin ve sözde kahramanlıkların kutlandığı bugün de Milliyetçi Hareket, hakikatın sesi olarak Türk Milletinin karşısındadır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Brüksel zirvesi kararlarının Türk Milletine yansıtılış biçimi ve bu konuda yapılan yorum ve değerlendirmeler, maalesef bazı kesimlerin tedavi kabul etmeyecek kadar kangren haline gelen siyasi ve ahlâki bir zaafını bir kere daha ortaya koymuştur. Avrupa Birliğine kayıtsız şartsız teslim olan AKP iktidarı, Brüksel zirvesi kararlarının bütünlüğü içinde sadece bir unsuru ön plâna çıkararak, bunu bir zafer olarak gösterebilme arayışına ve telaşına düşmüştür. Zirve kararlarının çok önemli unsurları gözlerden kaçırılmak istenmektedir. Bu saptırma gayretinin sonucu Türk Milletine, “bakın müzakerelere başlama tarihi aldık, 3 Ekim 2005’de başlayacak süreç sonunda Türkiye AB’ye tam üye olacaktır” yalanı söylenmektedir. Siyaset açısından bakıldığında AKP’nin bundan siyasi bir itibar vesilesi çıkarmaya çalışması belki de fazla yadırganmayabilecektir. Ancak, burada asıl unutulmaması gereken husus, Türkiye’nin hayati çıkarlarının, Türk Milletinin şeref ve haysiyetinin AKP’nin siyasi istismar manevralarına feda edilemeyeceğidir. Brüksel kararlarının Türkiye’nin önüne koyduğu vahim ve haysiyet kırıcı denklemin doğru anlaşılması bu bakımdan hayati önem taşımaktadır. Bu konunun “ağaçları bırakıp ormana bakalım”, “önemli olan tarih almaktır, gerisi ayrıntıdır” gibi safsatalarla geçiştirilemeyeceği artık herkes tarafından görülmelidir. Brüksel zirvesi sonuçlarının, AB’nin son iki yıldır Türkiye hakkında ortaya koyduğu aşağılayıcı tavrın ışığında ve bir bütünlük içinde değerlendirilmesi kaçınılmazdır. 3 Ekim 2005 müzakere tarihinin gerçek anlamı, ancak diğer temel unsurların böyle bir bütünlük içinde değerlendirilmesiyle anlaşılabilecektir. Böyle bir objektif değerlendirmenin karşımıza çıkardığı gerçekler şunlardır. AB’nin 6 Ekim’de açıkladığı Komisyon raporlarında ve tavsiye kararında yer alan ve ağır ön şartların ve dayatmaların şekillendirdiği kıskaç denklemi, Brüksel zirvesinde aynen teyid edilmiştir. Böylece, Türkiye’yi özürlü bir aday ülke olarak gören ve AB’nin dışında tutmayı amaçlayan onur kırıcı ayrımcılık, Zirve kararıyla tescil edilerek resmiyet kazanmıştır. Bunun sonucu olarak zirvede Türkiye’ye verilen tek şey, bir dizi ağır şartların boyunduruğunda, içi boşaltılmış ve göstermelik bir süreç başlatılması için bir tarih verilmesi olmuştur. Daha da vahimi, bu boş tarih bile, icat edilen yeni bir Kıbrıs kriterine bağlanmış ve Kıbrıs Rumlarının tanınması, bu göstermelik sürecin başlatılması için ön şart olarak Türkiye’ye dayatılmıştır. Brüksel’de Türkiye konusunda ortaya konulan bu anlayış, AB’nin Türkiye’yi eşit haklara sahip tam üye olarak içine almak niyeti ve iradesi olmadığını bir kere daha göstermiştir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Zirve kararına bu açıdan bakıldığında, asıl amacın Türkiye’yi AB’nin kontrolünde ve yörüngesinde tutmak olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. 17 Aralık kararı, tam üyelik dışında özel bir statünün yol haritasıdır. Brüksel’de bunun siyasi ve hukuki zemini hazırlanmış, özel yöntemleri ortaya konulmuştur. 6 Ekim Komisyon raporunda bu konuda yer alan temel parametreler, öz ve esas itibariyle aynen muhafaza edilmiştir. Bu çerçevede, Türkiye ile müzakerelerin ucu açık olacağı, otomatik olarak üyelikle sonuçlanmayabileceği ve bu durumda Türkiye’nin Avrupa kurumlarına sıkı sıkıya bağlanması için özel ilişki modelleri geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bunun anlamı açıktır: Müzakerelerin tam üyelik dışında nasıl yönlendirileceğinin alt yapısı şimdiden hazırlanmış ve AB nihai hedefe ilişkin niyetlerini Türkiye’nin onurunu kırıcı biçimde metne koymuştur. Ancak, iş burada da bitmemiştir. Türkiye ile tam üyelik dışında özel statü kurulacağına işaret eden diğer unsurlar da zirve kararlarında açıkça zikredilmiştir. Bu çerçevede, Türkiye için, hiçbir üye ülke için öngörülmeyen kalıcı yasaklamalar ve kısıtlamalar getirilebileceği şimdiden açıkça belirtilmiştir. Burada söylenmek istenen, Türk vatandaşlarının 15-20 yıl sonra bile çalışmak amacıyla AB ülkelerine serbestçe gidemeyeceği, aynı şekilde vize zorunluluğunun kaldırılmayacağıdır. Bütün bunlar Türkiye için nihai hedef olarak öngörülen modelin, tam üyelik dışında bir nevi özel statü, imtiyazlı ortaklık olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kelime oyunlarının arkasına saklanmak bu çıplak gerçeği değiştiremeyecektir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Brüksel zirvesinde AB’nin Türkiye’ye verdiği içi boş bir müzakere sürecinin başlangıç tarihi olan 3 Ekim 2005 vadesi, Kıbrıs Rumlarının tanınması şartına bağlanmış şartlı bir tarihtir. Türkiye’nin bu konuda AB’ne imza karşılığında yazılı taahhütte bulunması, AKP Hükümetinin Brüksel’deki en vahim ve affedilmez hatası olmuştur. Bu sorumsuz davranışla, AKP Kıbrıs şartının tüm süreci etkilemesine bilerek onay vermiştir. Bu boyunduruğu gönüllü olarak kabul etmiştir. Bu senedin gereği yerine getirilerek Rumlar tanınmazsa, 3 Ekim 2005’de göstermelik süreç başlatılmayacaktır. Brüksel’de kabul edilen denklem budur. Kıbrıs Türklerini adeta Türkiye’nin sırtında bir kambur olarak gördüğünü saklamayan AKP ve Başbakan Erdoğan’ın, 2004 yılı içinde Rumlar’a teslim edemediği Kıbrıs’lı kardeşlerimizi, şimdi de AB’nin bu dayatmasıyla ve bu göstermelik süreci başlatabilmek için anahtar teslimi hazırlığı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Rumlar’ın etkisinde hareket eden AB, Türkiye’ye ödetmeyi düşündüğü ilk Kıbrıs faturası olarak 1963 Ankara Antlaşmasının Kıbrıs’a teşmili için Kıbrıs Rumlarının Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınması dayatmasını Türkiye’nin önüne getirmiştir. Brüksel zirvesi öncesi bunun asla kabul edilemeyeceği konusundaki beyanlarıyla sözde kahramanlık yapan Başbakan Erdoğan’ın, Brüksel’de bütün söylediklerini unutarak teslim olduğu ve bu dayatmayı kabul ettiği görülmektedir. Bu noktada aziz milletimizin hafızasını tazelemek amacıyla yakın geçmişte yaşanan bir gelişmeyi hatırlatmak istiyorum. Rumlar’ın Türkiye tarafından tanınması konusu, ilk kez Başbakan Erdoğan tarafından bundan sekiz ay önce gündeme getirilmiştir. Başbakan Erdoğan 1 Mayıs 2004 günü Kıbrıs Rumları’nın AB’ne katılma törenleri için İrlanda’ya giderken havaalanında yaptığı garip açıklamalarla bu tartışmayı başlatmıştır. O zamanki gafının bilgisizlikten ileri geldiğini iyi niyetle düşünenler, şimdi yanıldıklarını anlamışlardır. Başbakan’ın bu saplantıdan hâlâ kurtulamadığı, Rumların Kıbrıs Cumhuriyetinin yasal temsilcisi olarak Türkiye tarafından tanınmasının çok ciddi hukuki ve siyasi sonuçları olacağını AKP hükümetinin hala idrak edemediği esefle görülmektedir. Brüksel’de Başbakan’ın sergilediği bu son davranışın, yeni bir gaflet hazırlığı içinde olduğundan, bu bilinçli tercihi hayata geçirmek için zemin ve bahane hazırlanmasına çalışıldığından başka bir anlamı bulunmamaktadır. 1963 Ankara Anlaşmasına Rumların taraf olması sonucunu doğuracak Protokolün Türkiye tarafından imzalanması, Rumların AB şantajıyla Türkiye’yi dize getirme stratejilerinin ilk adımı olacaktır. Bunun sonucu Rumların Kıbrıs Türklerinin de hükümeti olduğu kabul edilecek ve Kıbrıs sorununun Rumların amaçları doğrultusunda çözümü sürecinde geri dönülmez bir noktaya gelinecektir. Türkiye kendi eliyle Türklerin bir azınlık toplumu olarak Rumların temsil ettiği devlete yamanmasının yolunu açacaktır. Aynı şekilde, Türkiye Kıbrıs’ta işgalci olduğu yolundaki Rum iddialarını kabullenmiş olacak, Kıbrıs’taki yasal ve meşru askeri varlığının zemini kalmayacaktır. Brüksel zirvesinde AKP’nin verdiği sözün anlamı budur. Bu gaflet karşısında milli vicdanın isyan etmemesi mümkün değildir. Değerli Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, AKP’nin Kızılay meydanında toplama kalabalıklarla ve davul zurna ile kutladığı sözde Brüksel zaferi maalesef bu olmuştur. Başbakan’ın ve AKP sözcülerinin bu gerçeği saptırma gayretleri beyhudedir. Brüksel’de teslim olan AKP’nin bunu zafer gibi göstermeye çalışması her bakımdan siyasi ve ahlâki bir pişkinlik örneğidir. İktidara geldiği günden beri AB karşısında ezik ve teslimiyetçi bir anlayış sergileyen AKP’nin bu aczi ve gafleti, bugün karşı karşıya bırakıldığımız ağır şartları hazırlamıştır. Avrupa mimarı ve fatihi olma rolüne soyunan AKP’nin, eğer kendisine yakıştırabilirse, övüneceği tek şey, Türk milletinin şerefini ve haysiyetini ayaklar altına alan bu hezimetin mimarı olmak zilletidir. AKP’nin AB konusunda baştan itibaren gösterdiği bu zafiyet, aslında AB sürecini de bugünkü çıkmaza sürüklemiştir. Bu sonucu siyasi ikbal hesaplarıyla adım adım hazırlayan AKP 17 Aralık Brüksel zirvesinde Türkiye’yi bir uçurumun eşiğine taşımıştır. İçi boş bir tarih olan 3 Ekim 2005 tarihi de, AKP’nin bu aczinin bedelinin Türkiye’den taksit taksit tahsil edileceği bir tehdit ve şantaj sürecinin başlangıç tarihidir. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, AKP’nin kutladığı bu sözde zaferin Türkiye’nin önüne çıkardığı tuzaklarla dolu çıkmaz yolun başlıca kilometre taşlarını bu vesileyle bir kere daha hatırlatmak istiyorum. 3 Ekim 2005’de böyle bir göstermelik sürecin başlatılması karşılığında AKP, ilk plânda Kıbrıs’ın feda edilmesi dayatmasını kabul etmiştir. Bu ağır bedelin ödenmesi sonrası başlatılacak içi boş süreç AB’nin 6 Ekim raporlarında belirlenen şartlara tâbi olacaktır. Bunun kaçınılmaz sonucu da müzakere görüntüsü altında sürekli bir dayatma, denetim, şantaj ve tehdit kıskacına alınacak sürecin kısa zamanda dejenere edilmesi olacaktır. Bu süreçte Türkiye’nin karşısına hergün yeni bir dayatmayla çıkılacaktır. Bunların neler olduğu da AB’nin 6 Ekim raporlarında bütün unsurlarıyla sıralanmıştır. Bu çerçevede milli birliğimizin ve kardeşliğimizin sarsılmasına yol açacak ve ihanet odaklarının amaçlarına hizmet edecek talepler önümüze gelecektir. Aynı şekilde, sözde Ermeni soykırımının tanınarak Türkiye’nin kendi tarihini mahkum etmesi, Ermenistan karşısında boyun eğmesi istenecektir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Fener Rum Patrikhanesinin “ekümenik” sıfatının kabul edilerek siyasi ve hukuki bir statü verilmesi dayatılacaktır. Aynı şekilde, Ege’de Yunanistan’ın her isteğinin karşılanması talepleriyle karşımıza gelinmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu gerçekler karşısında, Brüksel zirvesinde alınan tarihin fiiliyatta hiçbir önem ve anlam ifade etmediğini akıl ve izah sahibi herkes kolaylıkla anlayabilecektir. Böyle içi boş bir sürecin Türkiye’ye ve Türk vatandaşlarına siyasi ve ekonomik hiçbir yararı olmayacaktır. Tam tersine, Türkiye adeta bir şamar oğlanı haline getirilecektir. Sürekli itilip kakılacak, aşağılanacak ve hakarete maruz bırakılacaktır. AKP’nin talip olduğu süreç, işte böyle bir süreçtir. Türkiye’nin bütün bu ağır bedelleri ödemesinden sonra önüne konulacak hedef ise, özel statüye açılan böyle bir çıkmaz yolda AB yörüngesinde kalmak için çırpınarak bir yerlere tutunmaya çalışmak olacaktır. Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın Brüksel zirvesi sonrası Türkiye’nin statüsünün değiştiği, Avrupa yolunda önünün tamamen açıldığı, Türkiye’ye kalıcı istikrar getirecek bir dönemin başladığı, bunun siyasi ve ekonomik sonuçlarının yakında görüleceği yolundaki beyanlarının, bu gerçekler karşısında büyük bir aldatmaca ve hezeyan olduğu açıktır. AKP’nin maskesi artık düşmüş, gerçek yüzü görülmüştür. Türkiye’ye çağ atlatma vizyonunun temsilcileri olarak görünmeye çalışan AKP’nin devlet yönetimi anlayışını, milli şeref, haysiyet ve çıkar anlayışını gösteren bu beyanlar, aslında bir tükenişin ikrarıdır. Başbakan Erdoğan, Brüksel Zirvesine gitmeden AKP Meclis gurubunda yaptığı konuşmada, “kendilerinden önce Türkiye’nin gözlerini karanlığa, AKP iktidarı ile de ümide ve yeni hedeflere açtığı” iddiasını dile getirmiştir. Dışişleri Bakanı da Brüksel Zirvesi sonrası, alınan bu büyük sonucu gölgelemeye çalışanların vizyondan yoksun olduğunu söylemiştir. Bu sözlerin sahibi AKP yöneticilerine hatırlatalım ki, alınan sonucun aydınlık olmadığı ortadadır ve karanlığın gölgelenmesi de mümkün değildir. Başbakan Erdoğan’a ve AKP’nin yöneticilerine buradan seslenmek ve kendilerini bir kere daha uyarmak istiyorum: Hayali bir perdede gölge oyunu oynamayı bırakın. Günü ve görüntüyü kurtarmak uğruna Türkiye’yi ve Türk Milletinin geleceğini ateşe atmayın. Hiç unutmayın ki, tarih hükmünü mutlaka icra edecektir. Brüksel’de yazıldığı iddia edilen tarihin, aslında, şerefli Türk tarihine kara sayfa olarak geçecek bir hezimet ve zillet hikayesi olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Türkiye’yi sürüklediğiniz bu felaketin ilk kurbanının sizler olacağını da hiçbir zaman unutmayın. Türk Milletinin sabrıyla oynamayı bırakın. Altında kalkamayacağınız tarihi bir vebali üstlenmekte olduğunuzu görün ve bu gaflet yolculuğundan bir an önce dönün. Türk Milliyetçileri bu aziz vatanın geleceği üzerinde kumar oynamanıza asla izin vermeyecektir. Vatanını seven her Türk vatandaşı meydanı boş zannederek oynadığınız bu çirkin oyuna bütün imkânlarıyla karşı çıkacaktır. Milliyetçi Hareket’in aziz milletimiz adına ve onlarla birlikte demokratik zeminlerde ve her cephede yapacağı bu mücadelede, Türk Milliyetçileri her bedeli ödemeye gönüllüdür ve bunun sonuçlarına her ne olursa olsun katlanmaya büyük bir vicdan rahatlığıyla hazırdır. Şunu unutmayın ki, Türkiye’nin kaderi bir avuç ilkesiz ve inançsız kadronun siyasi hesaplarına her ne pahasına olursa olsun kurban edilmeyecektir. Türk Milliyetçileri bu Aziz Vatanın ve Büyük Türk Milletinin birliğine, kardeşliğine ve haysiyetine sonuna kadar sahip çıkacaktır. Bu milli ve ulvi değerleri ayaklar altına almaktan çekinmeyen gaflet ve ihanet erbabı, bunun sonuçlarına katlanmaya da şimdiden hazır olmalıdır. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun Türk Milleti asla ümitsizliğe ve yeise düşmemelidir. Türk Milliyetçileri yeni bir Kuva-i Milliye ruhunu mutlaka harekete geçirecek ve Türkiye üzerinde emelleri olan bütün gaflet ve ihanet odaklarını hüsrana uğratacaktır. Aziz milletimizin bugün en büyük ihtiyacı, Türkiye’nin milli ve manevi değerlerini ve Türk insanını merkezine alan yeni bir aydınlanma hareketinin başlatılmasıdır. Milliyetçi Hareket işte böyle bir topyekün kurtuluş mücadelesiyle milli şuuru ve milli direnişi ayağa kaldırmaya hazır ve kararlıdır. Bunu gerçekleştirmek aziz vatanımıza ve milletimize şeref ve namus borcumuzdur. Bu borç eda edilecektir. Türkiye’nin geleceğine, onuruna ve haysiyetine sahip çıkmak için başlatılan bu kutsal mücadelede, yürekleri vatan ve millet sevgisiyle titreyen, Türkiye’nin milli birliğini ve kardeşliğini her düşüncenin üzerinde tutan bütün vatanseverlerin görev alması hayati önem taşımaktadır. İşte bugün, Türkiye sevdasının gönül eri, Türkiye’nin en kritik dönemlerinde üstlendiği önemli sorumlulukları büyük bir cesaret ve feragatla yerine getiren ve ömrünü Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü için verilen amansız bir mücadele içinde harcayan değerli devlet ve siyaset adamı, Olağanüstü Hal Valilerinden Sayın Ünal ERKAN ve arkadaşlarının bu milli şahlanış içinde yerlerini almak için aramıza katıldıklarını açıklamaktan büyük bir heyecan ve mutluluk duyuyorum. Bu büyük yürüyüşün gönül kervanına katılan bu arkadaşlarımızın bu mücadeleye büyük bir güç ve kuvvet katacağına gönülden inanıyorum. Kendilerine hoş geldiniz, Milliyetçi Harekete şeref verdiniz demek istiyorum. Milliyetçi Hareket saflarındaki çalışmalarınızda sizlere üstün başarılar diliyorum. Değerli Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Sözlerime son vermeden önce, Irak’ta hain ve alçak bir saldırıya uğrayarak şehit olan güvenlik kuvvetleri mensuplarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına ve görev arkadaşlarına başsağlığı ve sabırlar dilemek istiyorum. Büyük Türk Milletinin başı sağolsun. Geleceğin onurlu Türkiyesi’nin üzerinde yükseleceği milli harca kanlarıyla güç ve kuvvet veren bu şerefli vatan evlatlarının aziz hatırası Türk Milletinin gönlünde ve yüreğinde ebediyen yaşayacaktır. Buradan, bu cinayeti işleyen eli kanlı alçakları da ikaz ediyorum: Sizlerin kimler olduğunu, kimlerden beslendiğinizi ve cesaret aldığınızı Türk Milleti çok iyi bilmektedir. Bu menfur cinayetin hesabını mutlaka vereceksiniz. Bu hesap en kısa zamanda sorulacaktır. AB ve ABD’ye yaranmak için bu terör yuvalarına cesaret veren, bunların Türkiye’ye diklenme cüreti göstermeleri karşısında sessiz ve tepkisiz kalan ve bu çetelerin elebaşılarını Ankara’da resmi devlet törenleriyle ağırlayan AKP hükümetine de seslenmek istiyorum: İtibarlı dış politika adı altında izlediğiniz sakat siyasetin sonuçlarını artık görün ve bunlardan gerekli dersleri çıkarın. Aksi takdirde bunun hesabını ne bu dünyada ne de ahirette verebilirsiniz. Türk Milleti sizden içi boş üzüntü beyanlarıyla durumu idare etmeyi bırakarak gerekli kararlılığı göstermenizi beklemektedir. Değerli Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |