Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Sayın Basın Mensupları, Siirt’te yapılan ara seçimlerin ardından “I. AKP Hükümeti”nin yerine “II. AKP Hükümeti”nin kuruluş süreci başlamış bulunmaktadır. Ancak, eski ve yeni başbakanların açıklamaları, sorumlu siyaset ile ülkemizin geleceği adına duyduğumuz endişeleri yok etmemekte, bilakis arttırmaktadır. AKP yönetimi ve iktidarı, sorumsuzluk, pişkinlik ve tutarsızlık örnekleriyle dolu siyasetlerine ısrarla devam etmektedir. Geçmişte bütün ülke sorunlarının sebebi olarak ülke yönetimini ve hükümeti gösterenlerin, 3,5 aydır tek başına ülke yönetiminde bulunduklarını unuttukları görülmektedir. Aslında AKP yetkilileri çok haksız da sayılmamalıdır. Çünkü, 3,5 aydır tek başına iktidarda bulunanların; Irak krizi, Kıbrıs meselesi, ekonomik büyümenin sağlanması, vergi reformu, yoksulluk ve enflasyonla mücadele konularındaki gerçek politikalarının ne olduğu bile belli değildir. Maalesef, bu hayatî konularda AKP yönetimi ve iktidarının yaklaşımları daha hâlâ tutarsızlıklarla, çelişkilerle ve belirsizliklerle doludur. Hemen her gün farklı bir demeç ya da farklı bir girişim ile karşılaşılmaktadır. Böyle bir zihniyetle ülke yönetilemeyeceği ve sorunların altından kalkılamayacağı açıktır. Bu gerçeğin anlaşılması için, yeni çelişkilerin ve acı tecrübelerin yaşanması beklenmemelidir. Aksi takdirde, ülkemiz, demokrasimiz ve ekonomimiz daha büyük zarar görecektir. Halkın vicdanı ve gerçeklerin sesi olması gereken medya ise, anlaşılmaz bir vurdumduymazlık içindedir. Ancak, medyanın bir taraftan böyle bir iktidar gerçeğini görmezlikten gelmesi, diğer taraftan muhalefetin sesini kısması, ileride sorumlulukları paylaşmalarını da beraberinde getirecektir. Türkiye, son günlerde IMF’nin ikiz kardeşi olan Dünya Bankası’nın, 2003 yılı Bütçesinin sosyal adaletsizliklere yol açacağını ifade edebildiği gelişmelere şahit olmaktadır. İktidardan medet uman medya ve lobicilerin, yoksulları ezecek, vergi verenleri cezalandıracak bir bütçe ve siyasî zihniyet karşısında, muhalefete olmasa bile Dünya Bankası’na kulak vereceğini ümit ediyoruz. Unutulmamalı ki, Dünya Bankası’nın ikinci açıklaması, Bütçeyi çok ağır bir dille eleştiren ilk açıklamasını tekzip eden değil, ortamı yumuşatmaya yönelik bir açıklamadır. Artık, AKP yönetiminin iktidara hazırlıklı olmadığı daha iyi görülmekte ve anlaşılmaktadır. 3 Kasım seçimleri döneminde makro ekonomik göstergeler ve siyasî şartlar, 2001 ve 2002 yılına göre çok daha elverişli olmasına rağmen AKP iktidarı avunma ve avutma gösterileriyle zamanı boşa harcamıştır. AKP yönetiminin en hazırlıklı olduğu alanın, karşılıksız vaatler de bulunma ve demeç verme yarışı olduğu bir kez daha görülmüştür. Çelişki ve tutarsızlıklarını gizlemek, başarısızlıkları başarı olarak takdim etmek, AKP iktidarının iş başı anlayışı olmuştur. Hükümet kurulduğundan bu yana geçen 3.5 aylık dönemi Türk Milleti’ni oyalayarak geçiren AKP iktidarı, bunun faturasını 2003 yılı Bütçesiyle millete ödettirmek istemektedir. Milletimiz, bu gerçeği, maalesef yaşadıkça daha çok farkedecektir. Sayın Basın Mensupları, AKP Genel Başkanını, Siirt seçimlerine atfen söylediği “halk eski siyaseti istemediğini bir kez daha göstermiştir” sözü de gerçeği yansıtmamaktadır. Unutmamaları gerekir ki, halk, büyük vaatlerle ve ümitlerle tek başına iktidara gelen AKP’nin ne yapıp yapamayacağını iyice görmek istemektedir. Bu zamana kadar yaptıkları kalıcı ve farklı hiçbir icraatları yoktur. En dikkat çekici özellikleri, bariz çelişki ve tutarsızlıklarına rağmen pişkinliği elden bırakmamaları, halkı oyalama ve kandırma konusunda yoğun çaba sarfetmeleridir. Sayın Tayip Erdoğan’ın 3 Kasım seçimlerinden sonra yaptığı ilk Meclis Grup konuşmasında “enkaz edebiyatı” yapmayacağı sözünü de unuttuğu anlaşılmaktadır. Tutarlı ve ilkeli bir siyasetçi, bu sözü sarfettikten sonra, sık sık enkaz kelimesini tekrarlamak yerine, gereğini yapmalıdır. Ancak, beceriksizliklerini ve şaşkınlıklarını gizlemek için her yolu denemeye kararlı görünmektedirler. Çünkü, sık sık “enkaz edebiyatı yapmayacağız” diyerek “enkaz edebiyatı” yapmaktadırlar. AKP iktidarı ve yönetiminin, Irak krizi ve Kıbrıs konularındaki kafa karışıklığı da devam etmektedir. Genel başkanlarının son yaptıkları açıklamalardan, AKP yönetimi ve iktidarının Meclis’e gönderilip reddedilen yetki tezkeresi hakkında daha önce yeterince fikir sahibi olmadığı anlaşılmaktadır. AKP yönetimi ve iktidarı, yetki tezkeresini ABD yönetimi ile yaptıkları görüşmeleri neticelendirmeden ve yeterli güvencelere ulaşılmadan Meclis’e göndermiştir. Bu durum, hem devlet ciddiyeti ve iktidar sorumluluğuyla bağdaşmamakta, hem de Meclis’e büyük bir saygısızlığı ifade etmektedir. Öncelikle bu siyasî rezaletin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Yetki tezkeresi konusunda yaşanan ikinci üzücü gelişmeyi ise, bazı ülkelerin büyükelçilerinin duruma müdahil olma çabaları oluşturmaktadır. Büyükelçilik binalarının “yeni ikna odaları”na dönüşmesi çok üzücü ve çirkin bir gelişmedir. Türkiye Cumhuriyeti ve TBMM adına utanç verici olan bu tür haberlerin açıklığa kavuşturulması ve Meclis’in duruma biran önce el koyması zorunludur. AKP’nin Kıbrıs davamız konusundaki yalpalanmaları ve tutarsızlıkları da devam etmektedir. Kofi Annan’ın plan hakkında kendilerini kandırdığını söyleyenlerin Kıbrıs meselesinin çözümü hakkında daha önce nasıl ahkâm kestiklerinin izahını yapmaları gerekir. Türk kamuoyu bu konunun da takipçisi olmalıdır. Ancak AKP Genel Başkanı bizleri yine şaşırtmamış, son Meclis Grup Konuşmasında eski klasik sloganına geri dönmüştür. AKP Genel Başkanı, tekrar “çöz ve yaşat” ve “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganlarını terennüm ederken Kıbrıs gerçeğini çok iyi öğrenmiş, Kofi Annan Planını bütün boyutlarıyla tahlil etmiş midir? Bu teslimiyetçi ve tutarsız bakış açısı ile Kıbrıs’ta “çöz ve yaşat” değil, ancak “çöz ve teslim et” mümkün olabilir. AKP Genel Başkanı, artık Kıbrıs meselesi karşısındaki konumunu ve rolünü açıkça belirlemek durumundadır. AB yönetiminin Türkiye karşısında gerçek yüzünü bir kez daha göstererek tehditlerine devam etmesi üzerinde bir kez daha düşünmeleri gerekir. AB yönetiminin, her şart altında Rum Kesimini Kıbrıs’ın bütününü temsilen tam üye yapacaklarını ve Türkiye’nin böylece işgalci duruma düşeceğini açıklaması, artık tevil götürmeyecek bir art niyet ve dayatma olarak gözler önündedir. Kopenhag zirvesi öncesinde neler söylediklerinin farkında olmayan AKP yönetiminin, Zirve kararlarını kavrayamadıkları bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Ülkemizin AB yönetimi ile ilişkilerini bütün boyutlarıyla gözden geçirme zamanının geldiğini artık anlamaları lazımdır. Sonuçta, “II. AKP Hükümeti” de daha göreve başlamadan tereddütlere ve endişelere yol açmıştır. İstiklâl Marşımızın TBMM’nde kabul edilişinin yıldönümünde, Meclis’in ve hükümetin tarihî ve millî sorumluluklarının bilincine varması önem taşımaktadır. Türkiyemiz’in öncelikli ihtiyacı, ülkeye ve millete sahip çıkacak onurlu ve kararlı bir yönetim anlayışıdır. Ama ne yazık ki, Meclis gruplarının iradesini büyükelçiliklere, ülke bütçesini IMF ve Dünya Bankası çekişmesine havale edenlerin bunu başarması imkânsızdır. Dün üç parçalı koalisyon hükümetini benzeri konularda suçlayanların, bugün düştükleri manzara çok ibret verici ve hazindir.
Dr. Devlet Bahçeli |