Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Basın Mensupları, Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği üzere, uzunca bir süredir ülkemizin ana gündem maddelerinden birini, Avrupa Birliği’yle olan ilişkilerimiz, daha doğrusu Birlik Yönetiminin Türkiye’yi oyalama ve yönlendirme manevraları oluşturmaktadır. Bunun için de, Avrupa Birliği yönetiminin öncelikleri ve Türkiye politikasıyla, Türkiye’nin gerçek gündemi ve öncelikleri hiçbir zaman örtüşmemiştir. Avrupa Birliği, kendi hedefleri doğrultusunda önce gündem oluşturmuş, daha sonra da sürekli dayatmalarda bulunmuştur. Ülkemizde, diğer kritik tartışma konularında olduğu gibi, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde de yapay bir gündem ve cepheleşme yaratılmış, gerçekler ile imajlar bilinçli olarak birbirine karıştırılmıştır. Bütün bunlar, ne yazık ki, ülkemize karşı ortaya konan haksızlıklar ve çifte standartlı yaklaşımlar hemen her gün gözler önüne serilmesine rağmen yapılabilmiştir. Bu gerçek, hiç şüphesiz bir ülkenin millî varlığı ve geleceğini ipotek altına alan içler acısı bir durumu ifade etmektedir. Bu sebeple, Türkiye’deki teslimiyetçi siyasetçi ve lobiler ile bunların aktif destekçisi olan medya unsurlarının vebali çok ağırdır. Son zamanlarda ardı ardına gündeme gelen gelişmeler, aslında millî zaaf içindeki çevrelerin bile gözlerini açıp duyarlı kılmaya yetecek boyutlardadır. Üzülerek izlemekteyiz ki, vurdumduymazlık ve aymazlık kol gezmekte, Türk toplumunun millî duyarlılıkları ısrarla köreltilmeye devam edilmektedir. Birçok uluslararası meselede olduğu gibi, Irak Savaşı karşısında da acz içinde olan, sivil ölümleri kınama kararı dahi alamayan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği yönetimleri, söz konusu Türkiye olunca cüretkâr bir tutum takınmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onay vermediği Irak Savaşı karşısında pasif bir izleyici olmaktan öteye geçemediği bilinmektedir. Aynı Konsey, Kıbrıs konusunda ise, hiçbir rahatsızlık duymadan karar alabilmektedir. Yine, Sayın Rauf Denktaş’ı suçlayan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haksızlığını ilân eden bu karar oy birliğiyle verilebilmiştir. Bu son gelişme de, uluslararası hakkaniyet ve hukukun sadece güçlüler lehine işletildiğini bir kez daha kanıtlamıştır. Ortaya çıkan tablo, insanî küreselleşme ve hukuka dayalı dünya düzeni ideali açısından çok tehlikeli bir gidişata işaret etmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni bu çirkin ve ikiyüzlü kararından dolayı kınıyor ve kendilerini daha fazla komik duruma düşmekten sakınmaya davet ediyoruz. Güvenlik Konseyi’nde alınan bu kararın ardından, bugün Avrupa Birliği bünyesinde benzeri bir rezalet yaşanmaktadır. Bugün, Avrupa Birliği tarihi açısından kara bir gündür. İnanıyoruz ki, bu gün AB tarihine kara leke olarak geçecektir. Çünkü, genişleme sürecini tamamlama aşamasına gelen Birlik Yönetimi, yücelttiği her türlü değeri ve kurumu çiğneyerek Kıbrıs Rum Kesimi’nin tam üyelik antlaşmasını imzalamaktadır. Bu anlaşma ile, Türkiye’nin ve Türk milletinin hassasiyetleri kenara itilerek Rum kesimi Kıbrıs’ın bütününü temsilen üye yapılmaktadır. Uluslararası hukuka açıkça aykırı olan ve her türlü dostane ilişkiyi ve ilkeyi çiğneyen bu ayıplı durumu Avrupa Birliği’nin örtmesi mümkün değildir. Kıbrıs Rum Kesimi’nin üyeliğinin tescili, aslında Birlik yönetiminin iki yüzlülüğünün ve çifte standardının tescilidir. AKP yönetimi ve iktidarı da, bu konuda gerekli girişimlerde bulunmayarak kaygı verici ve düşündürücü bir tavır sergilemiştir. AKP Hükümeti, Atina’daki toplantılara katılarak Avrupa Birliği’nin hukuksuz ve saygısız tutumuna hiçbir şekilde onay vermemelidir. Hükümet, 12 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’nde göstermesi gereken duyarlı ve kararlı tavrı, hiç olmazsa bu tören ve toplantıları protesto ederek göstermelidir. Ancak bu konuda ciddi ve dirayetli bir tavır takınmaları konusunda endişelerimiz bulunmaktadır. Çünkü, AKP iktidarının en başından beri tavrı, millî onur ve çıkarlarımız açısından ürkütücü bir sessizliği, Birlik yönetimine şirin gözükme konusunda ise anlamsız bir gayretkeşliği ifade etmiştir. Türk milleti bugün, maalesef bir dediği bir dediğini tutmayan ama buna rağmen etrafa sahte umutlar dağıtmaktan zevk alan bir iktidar zihniyeti ile karşı karşıyadır. Milletimiz artık, günübirlik söylemlere dayalı göz boyama taktiklerine ve siyasî şova pirim vermemelidir. Pişkinlik ile teslimiyetçiliğin kol kola girdiği AKP siyasî üslûp ve zihniyetini, iyi tanımalı, iyi değerlendirmelidir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin ve Kıbrıs davamızın sürüklendiği nokta, bütün çıplaklığıyla ortadadır. Avrupa Birliği’nin art niyetli politikalarını ve dayatmalarını buyruk olarak telâkki eden AKP zihniyeti tehlikeli bir sürecin figüranı durumundadır. Sık sık tekrarladıkları “çözümsüzlük çözüm değil” sloganı eşliğinde Kıbrıs Rum Kesiminin emellerine ulaştığını algılayamadıkları gün gibi aşikârdır. Buna rağmen, hiçbir endişe ve rahatsızlık duymamakta, gerçekleri gizlemeye veya hafife almaya çalışmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs’ta atılacak bir geri adım, sadece Kıbrıs Türklüğünü değil, bütün Türk milletini ve Türk dünyasını olumsuz etkileyecektir. Ülkemizin millî onuru daha fazla yara almadan ve millî geleceğimiz daha fazla karartılmadan, kısacası daha fazla geç olmadan yanlış ve teslimiyetçi politikalar terk edilmelidir. Aksi takdirde, yarın çok geç olacak, son pişmanlık fayda etmeyecektir. Değerli Basın Mensupları, Kıbrıs ve Avrupa Birliği konusunda hükümetin sergilediği vurdumduymazlık, basiretsizlik ve ciddiyetsizlik, maalesef Irak Savaşı ve Türkmen kardeşlerimizin durumu konusunda da sergilenmiştir. Savaşın sonucunda Saddam Rejimi’nin ortadan kalkmasıyla birlikte, bölgenin en güçlü ülkesi ve coğrafyanın tarihi lideri Türkiye, Irak’ın şekillenmesi sürecinin dışında kalmış ve inisiyatifini tamamen kaybetme noktasına getirilmiştir. Yıllardan beri kararlılıkla sürdürülen, Kuzey Irak ve Misak-ı Milli’nin bir parçası olan ve üç milyon soydaşımızın yaşadığı Kerkük, Musul, Erbil, Telafer, Tuz ve Karateppe gibi Türkmen yerleşim alanlarına ilişkin dış politikamız da maalesef büyük bir zaafiyete uğratılmıştır. Bir avuç silahlı eşkiyanın ve çetenin, bu kadim Türk yurtlarında milli varlığımızın bütün izlerini silmeye yönelik pervasız ve haddi aşan davranışları, Türkmen kardeşlerimize yönelik mütecaviz tutumları asla affedilemez ve kabullenilemez. Devletimizin, kırmızı nokta olarak ilan ettiği ve en ufak bir ihlâlin askerî müdahale nedeni olarak gördüğü konularda, AKP Hükümeti ne acıdır ki, en ufak bir kararlılık ve caydırıcılık gösterisinde dahi bulunmamaktadır. Hatta olayların ciddiyetini ve vahametini kavramaktan bile çok uzaktır. Bunu yaparken de, anlaşılmaz ve kabul edilemez bir söylemi tercih etmektedir. AKP Hükümeti, Kerkük ve Musul’da Türkmen varlığına yönelik tecavüzleri, nüfus ve tapu müdürlüklerine yönelik saldırıları son derece ufak, önemsiz ve münferit hadiseler olarak değerlendirmiştir. Hükümetin, başından beri, gerek Saddam Rejimi sonrası Irak’ın şekillenmesi, gerek Kuzey Irak’ta “kukla devlet” girişimleri ve gerekse Türkmen kardeşlerimizin varlıklarının teminatı konusunda idrakten ve ciddiyetten yoksun, kimlik ve kişiliği olmayan bir siyaseti yeğlediği açıktır. Irak krizi ve savaş konusundaki yaklaşımını bazen sahte “barış havariliği”, bazen de “savaş koalisyonu ortaklığı” kisvesine büründüren mevcut siyasi iktidar, Türkmen varlığının korunması ve Kuzey Irak’taki düşündürücü gelişmeler karşısında acaba neden sessiz ve ilgisiz bir politika izleme yolunu tercih etmektedir? ABD’nin, Hükümetin önüne koyduğu bir milyar dolarlık şarta bağlı yardım paketinin bu sinik ve kişiliksiz dış politika tercihinde etkisi nedir? Bilinmelidir ki, Türk milleti ve tarihi, kendi coğrafyasında, kendi milli varlığı ve menfaatlerine aykırı bir şekilde gelişen olaylara seyirci kalmayı, hatta olayların Türkiye aleyhine gelişmesi için ellerinden gelen çabayı göstermeyi marifet sayanları asla affetmeyecektir. Bu düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |