Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Basın Mensupları, Türkiye, iç ve dış politika alanında yoğun ve kritik gelişmelere sahne olmaktadır. Buna karşılık TBMM’nin mevcut yapısı, medyanın bir bölümünün kasıtlı ve yanlı tutumu gibi faktörler gelişmelerin çok yönlü ve sağlıklı bir şekilde tartışılıp değerlendirilmesini engellemektedir. Özellikle Meclis içi muhalefetin yetersizliği iktidarın denetlenmesinde kendini göstermekte, Türkiye teslimiyetçi lobilerin güdümüne girmektedir. Bu durumun en son örneğini, yeni Avrupa Birliği uyum paketi oluşturmaktadır. Türkiyemizi sürekli olarak belirli dış odaklara mahkûm ve mecbur bir ülke olarak tarif edenlerin amaçlarına belirli ölçülerde ulaştıklarına şüphe yoktur. Teslimiyetçi lobilerin bu yöndeki çabaları maalesef milletimiz üzerinde de etkili olmaktadır. Böylece, millî hassasiyetlerimizin sürekli bastırılması, millî çıkarlarımızın yok sayılması mümkün olabilmektedir. Irak Savaşı sırasında hem iktidarın basiretsiz ve tutarsız yaklaşımları, hem de AB ve ABD yönetimleri tarafından uygulanan sindirme politikaları amacına ulaşmış gözükmektedir. Türkiye, güçlü tarihî ve kültürel bağları yanında millî çıkarları da olan Kerkük ve Musul meselesinde, ne yazık ki pasif bir izleyici konumuna hapsedilmiştir. Bu konuda hiçbir milli ve onurlu duruş ortaya konulamamıştır. Bu hazin durumu başarı olarak takdim etme pişkinliği AKP zihniyetinin eseridir. Mevcut iktidar, Türk Milleti’ni kandırma ve oyalama konusunda oldukça maharetli bir görüntü çizmektedir. Gerçekte ise Türkiye’nin Irak politikası büyük bir fiyasko ile neticelenmiştir. Bunun bir müsebbibi AKP iktidarı ise, diğeri “Batıdan fazla Batıcı olan” medya unsurları ve lobilerdir. Ancak unutmamak gerekir ki, ortaya konulan tutarsızlık, duyarsızlık ve beceriksizlik örneklerinin siyasî ve millî maliyeti çok ağırdır. Çünkü, ortaya çıkan iç karartıcı tablonun olumsuz yansımaları, Türkiye’nin etkinliği ve saygınlığı üzerinde yol açtığı tahribat ile sınırlı kalmayacaktır. Bu durum, aynı zamanda Türkiye üzerinde emelleri ve hevesleri olanları da cesaretlendirmektir. Şimdi de benzeri bir senaryo, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde sahnelenmektedir. AKP yönetimi ve iktidarı köksüz ve kimliksiz siyasî duruşuyla Türkiye’nin başına yeni badireler açacaktır. Millî onur ve hassasiyet gibi değerlerden arınmayı marifet zanneden bir iktidarın Türk devleti ve milletinin önündeki tuzakları görmesi de imkânsızdır. AKP iktidarı, AB yönetiminin Türkiye karşısında izlediği ince stratejinin farkında olmadığı gibi, dayatmaları ve çifte standartları tabiî ev ödevi olarak algılamaktadır. Bunun için AKP yönetimi ve iktidarı, AB yönetimi karşısında “gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” anlayışı içindedir. Eğer iktidarın sergilediği tavır bu değil ise, mesele görünenden çok daha vahim ve ağırdır. Çünkü bu durumda AKP iktidarı, muhtemel AB üyeliğini bir araç olarak kullanıp “gizli gündemini” uygulamak istemektedir. Her iki durumda da, Türkiyemizin millî varlığı, üniter yapısı ve geleceği büyük bir tehdit altındadır. Hiçbir sağduyu sahibi Türk vatandaşının Kopenhag siyasî kriterlerinin Türkiye’ye karşı sürekli genişletilip ön şart olarak dayatılmasını kabul etmesi mümkün değildir. AB üyesi ülkelerde bile uygulanmayan bazı kriterlerin Türkiye’ye özel olarak ve ısrarla dayatılmasının üzerinde kafa yormayanların, ülkemize ve demokrasimize iyilik etmeyeceği kesindir. Bir siyasî partinin bölücü terörizme karşı çıkmadığı için kapatıldığı ülke olan İspanya, yoksa AB üyesi değil midir? Aynı İspanya’da son olarak ayrılıkçı harekete destek olanların seçimlerdeki adaylığının reddedilmesi ne mânâya gelmektedir? Irak savaşı esnasında olduğu gibi, siyasî konularda da AB içinde farklı kriterler mi uygulanmaktadır? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle sorunlarını çözememiş ve hatta meşru bir devlet olup olmadığı bile tartışmalı olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın tamamını temsilen üye yapılması AB kriterlerine çok mu uygundur? Bu tür soruların sayısını çoğaltmak mümkündür. Bugün, meseleye çok yönlü ve gerçekçi bir perspektiften bakmak herkese düşen milli ve ahlaki bir görevdir. Türkiye adına hareket eden ve konuşan mevcut siyasî iktidarın her şeyden önce başkalarının “sözcüsü” ya da “siyasî taşeronu” durumuna düşmemesi gerekir. Türkiye’yi anayasal kurallar çerçevesinde hükümetlerin yönettiği doğrudur. Ancak unutulmamalıdır ki, hükümetlerin de Türkiye’nin millî varlığını, onurunu ve çıkarlarını göz bebeği gibi koruması gerektiği en az bunun kadar doğrudur. Kıbrıs’tan sonra, Ege meselesinin de Türkiye’nin AB yönetiminden müzakere tarihi almasının ön şartı haline getirilmek istendiği yeterince açık değil midir? Bilinmelidir ki, bu gidişatta Türkiye’deki teslimiyetçi tutum ve politikaların payı büyüktür. AKP iktidarının dikkat çekici bir duyarsızlıkla ve acelecilikle hazırladığı yeni “AB uyum paketi” bunun en son örneğini oluşturmaktadır. AB konusundaki bu işgüzarlığın bazı çevreleri ve lobileri hoşnut edeceği kesindir. Ama, Türkiye’nin millî birliği ve dirliği açısından hayırlı olmayacağı da bir o kadar şüphe götürmezdir. Devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ilkesi aleyhindeki her türlü propagandayı serbest bırakmayı öngören hüküm, diğer değişikliklerle birlikte ele alındığında Türkiye düşmanlarının ve bölücü-terörist unsurların önünün açılması anlamına gelmektedir. Azınlık vakıflarına daha önce tanınan imtiyazları genişleten, misyonerlik faaliyetlerini kolaylaştıran, mezhepçilik ve bölücülük yapmayı meşrulaştıran bu düzenlemeler, Türkiyemizi yakın gelecekte çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakacaktır. Etnik ayrılıkçılığı ve mezhep ayrımcılığını kurumlaştıracak olan bu uyum paketinin TBMM tarafından reddedilmesi şarttır. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuyusunu kazmayı yasallaştırmak anlamına gelen bu düzenlemelerle Türkiyemize büyük bir kötülük yapılmış olacaktır. Bunun için, TBMM’nin böyle bir vebalin altında kalmaması gerekir. Siyasî konumunu köksüzlük ve kimliksizlik olarak tarif eden mevcut iktidarın Türk Milleti ve devletinin varlığı ve geleceği üzerinde kumar oynamasına göz yumulmamalıdır. Zaten demokrasi ilkeleri ve anayasal kurallar buna cevaz vermemektedir. Hiç kimsenin AB üyelik sürecindeki her türlü dayatmayı kutsal bir vazife ve emir telâkki ederek Türkiye’yi sonu karanlık bir maceraya sürüklemeye hakkı yoktur. Çünkü, hiçbir hedef ve vaat, millî birlik ve dirliğimizden önemli ve öncelikli değildir.
Dr. Devlet Bahçeli |