Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Muhterem Dava Arkadaşlarım, Değerli Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Bu anlamlı toplantıda sizlerle bir araya gelmekten dolayı son derece mutluyum. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bugün burada, partimizin listelerinden seçilerek, yörelerine hizmet etmenin çaba ve çalışmasıyla hareket eden il genel meclisi üyesi arkadaşlarımla toplandık. İline, ilçesine, beldesine ve köyüne samimiyetle ve heyecanla devletin imkânlarını götürme arayışında olan siz değerli arkadaşlarımın gayretleri gerçekten de takdire şayandır. Bu vesileyle konuşmamın başında hepinizi kutluyor ve hoş geldiniz diyorum.
Değerli Arkadaşlarım, Toplantımızı çok hayırlı ve mübarek bir günde gerçekleştiriyoruz. Bugün aynı zamanda Kutlu Doğum Haftası’nın başlangıç günüdür. Peygamber efendimizin yeryüzünü şereflendirmesinin 1441’nci; ilahi vahyin sonuncusu olan kitabımız Kur’an-ı Kerim’in onun elçiliğinde insanlığa indirilmeye başlanmasının da 1402’nci yıl dönümünde bulunuyoruz. Peygamberimiz 14 asır önce âlemlerin üzerine hidayet ışığı gibi doğmuş ve kutlu tebliğiyle beşeriyetin ahlak, adalet, insaniyet ve merhamet kutbu olmuştur. Faziletin, imanın ve erdemin burcu, temsilcisi ve taşıyıcısı olarak insanlığın vicdanı haline gelmiştir. Onun yaşayışı, sözleri ve tebliğ ettiği yüce hükümler müminlerin rehberi ve ikamesi olmayan mukaddes değeri olarak çok şükür bugünlere kadar ulaşmıştır. O; bereketin ve rahmetin yeri dolmayacak ve tükenmeyecek kaynağıdır. Mesajları ve tavsiyeleri asla eskimeyecek, nüfuz edildikçe de genişleyecek iman vahasıdır. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Peygamberimiz iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, güvenirliğin ve mükemmel ahlakın abidesidir. O, peşinden ebediyete kadar gideceğimiz, hiçbir zaman çizdiği yoldan ayrılmayacağımız, buyruklarından uzaklaşmayacağımız ihlas ve inanç zirvesidir. Allah Resulü’nün hayatında; temizliğin, samimiyetin ve adanmışlığın eşsiz ve emsalsiz örnekleri hepimiz için kılavuzdur. Yeryüzünün o zamana kadar hasret kaldığı, beklediği ve özlediği tertemiz bir kalp, imrenilecek bir akıl, sevgili peygamberimizin varlığında müşahhaslaşmış ve sonraki yüzyılları da ilelebet nurlandıracak İslam meşalesini hiç sönmeyecek şekilde yakmıştır. Doğru olmayı, hayatının ve münasebetlerin merkezine koyan O’dur. Doğruluğu ile insanlara örnek olduğu gibi, bu alandaki hikmetli sözleriyle de ümmetini yanlıştan ve sapkınlıktan azami derecede muhafaza etmeye çalışan yine muhteşem varlığıdır. O, verdiği sözde durmayı imandan saymış ve aksi davranışları ise münafıklık alameti olarak reddetmiştir. En sıkıntılı anlarında bile üzüntüsünü hissettirmemiş, mübarek yüzünden tebessümü hiç eksik etmemiştir. Mekke döneminde müşriklerin saldırılarına maruz kalmış, çeşitli suikastlara muhatap olmuş ve hatta altı defa evlat acısı yaşamasına rağmen hiçbir zaman olgunluğunu kaybetmemiştir. Sabırla zorlukların üstesinden gelmek, metanetle sorunları çözmek, iyimserlikle vehimleri kovmak onun bize hediye ettiği ve öğrettiği kıymetlerdendir. Susamış gönülleri doya doya tebliğinden içiren, kararmış kalpleri irfanıyla aydınlatan, şiddet ve acımasızlıkları soğukkanlı ve sağduyulu tavrıyla törpüleyen onun muazzam inanmışlığı ve azmidir. Cenab-ı Allah’ın emirlerini, yasaklarını kendi hayatına birebir tatbik ederken her şeyden önce de yüksek ve öncü bir ruh olduğunu göstermiştir. Peygamberimiz, Yüce Allah’ın önce kulu ve sonra da elçisi olduğunu aklından hiç çıkarmamış, bir beşerin sahip olacağı her mevkiden ve her makamdan yüksek olan gönlümüzdeki yerini asla bir başkasını hakir görmek, onları istismar etmek için kullanmamıştır. Peygamber efendimizin daha fazla idrak edilmesi, daha çok anlaşılması ve daha da sahiplenilmesi içinde bulunduğumuz çağın problem alanlarını mutlaka azaltacak ve daraltacaktır. Zayıflayan bağların güçlendirilmesi, zaaf geçiren kardeşlik hukukunun ayağa kaldırılması ve dargınlıkların ayrılmaya fırsat vermeden bitirilmesi hem efendimizden aldığımız ilhamla, hem de tebliğ ettiği kutlu buyruklarla mümkün olacaktır. Bu itibarla, Kutlu Doğum Haftası’nda ana tema olarak “Kardeşlik Ahlâkı ve Kardeşlik Hukuku”nun seçilmesi son derece önemli ve yerindedir. Kardeşlik; fitneye karşı sığınak, tehdide karşı korunak, musibetlere karşı güvenliktir. Uzlaşmazlıkları kardeşliğin müsamahası ve hoşgörüsüyle çözebilir, çatışmaları, anlaşmazlıkları yaydığı sevgi ve yakınlıkla yenebiliriz. Türk milletinin asırları aşan kardeşlik duygusu işte böyle yaşamış, bu şekilde bugüne kadar ulaşmıştır. Bu yüzden, kardeşlik köprülerini yıkarak milletimize zarar vermeye cüret edenler büyük bir günahın ve kötülüğün uzantılarıdır. Bizi birbirimize düşürerek, dağıtarak ve 36 parçaya bölerek demokrasinin sözde ilerisinden bahsedenler büyük bir gafletin ve hatta hıyanetin içindedirler. Etnik ve mezhep temelli ayrımcılığı teşvik ve tahrik edenler yezit taktiğiyle hareket edenlerdir. Hissiyatımızı, duygumuzu, tertemiz vicdanımızı ve kutsallarımızı istismar edenler, maalesef rahmani kılıkta dolaşan fesat yuvalarıdır. Kavgamızdan medet umanlar, ihtilaf ekip küslük biçmeyi hayal edenler ve bozgunculukta sınır tanımayanlar elbette ve her zaman bu devrin Ebu Cehilleri olarak anılmaya da mahkûmdurlar. Bu çevreler münafıklığın ve düşmanlığın tarafları ve taraftarlarıdır. Kinin, nefretin ve öfkenin onmaz simalarıdır. Bunlara müsamahamız yoktur ve olmayacaktır. Kim olursa olsun gönül rızamız yoktur ve bulunmayacaktır. Kardeşlik türkümüzü ve bununla ilgili kararlılığımızı kirletmeye cüret edenlere iyi gözle bakmamız da söz konusu değildir. Bu Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Peygamber Efendimize daha çok sarılarak ve onu derinlerimize işleyerek karşılaştığımız sorunları aşabileceğimize ve bir nebze de olsa esenliğe çıkabileceğimize yürekten inanıyorum. Bilhassa gelecek nesillerimizin, nurun ve rahmetin temsilcisi efendimizi ziyadesiyle bilmelerinde ve nasihatlerini hayatlarına uyarlamalarında sonsuz hayırlar olacağını düşünüyorum. Bu nedenle, okullarda Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamberimizin hayatının seçmeli ders olarak okutulması konusunda diğer siyasi partilerden önce harekete geçtik, mücadele ettik, önerge sunduk ve hamd olsun bunun da gerçekleşmesine vesile olduk. Sevincimiz ve gururumuz bu haliyle fazladır. Bu hayırlı hizmetin mimarının Milliyetçi Hareket Partisi’nin olması hepimiz için iftihar vesilesidir. Ve bunları aziz milletimizin bilmesi ve görmesi çok büyük önemdedir ve bu konuda da hepinize büyük görevler düşmektedir. Sözlerimin bu aşamasında; Kutlu Doğum Haftası’nın hayırlara vesile olmasını diliyor, İslam âleminin içine girdiği manevi buhrandan, karışıklıktan ve karmaşadan bir an önce Cenab-ı Allah’ın yardımıyla kurtulmasını temenni ediyorum. Ümit ederim ki, Peygamber efendimizin şefaatine nail olabilmeyi ve onun bizlere miras olarak bıraktığı manevi emanete sımsıkı sarılabilmeyi Yüce Rabbim sonuna kadar nasip eder. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Türkiye badirelerle dolu bir süreçten geçmektedir. AKP hükümetinin çürümüşlüğü ülkemizi istikrarsızlığın çıkmazına ve karanlığına doğru hızla götürmektedir. Her alanda hezimet, her alanda taviz ve her alanda yenilgi yaşanmaktadır. Türkiye hırpalanmakta, milletimiz yorulmakta, devlet kurumlarıyla birlikte çöküşe doğru hızla sürüklenmektedir. AKP yönetimi altında bulunan ülkemizde; √ Dedikodu, iftira ve sahte suç imalatıyla insanlar cezaevindedir. √ Kavga her yere sıçramış, istikrarsızlık her alana sirayet etmiştir. √ Genelkurmay başkanları terörist olmakla ve terör örgütü kurmakla hapishanelere atılmıştır. √ PKK’lı canilerle müzakereler, İmralı canisiyle pazarlıklar sır küpleri tarafından yapılmıştır. √ Şehitlik makamı yıpratılmış, şehitlerimizin aziz ruhları incitilmiştir. √ Terör azmış, bölücülük hükümet eliyle hayal dahi edemeyeceği imkânlara ulaşmıştır. √ Yoksulluk ve işsizlik kim ne derse desin gerçek manada yükselmiştir. √ Milli bayramlar tartışmaya açılmış ve intikamcı heveslerin kurbanı olmuştur. Görüyor ve izliyorsunuz, Cumhuriyet kurum ve ilkeleriyle sorgulanmakta, milli kimlik hükümet eliyle suikasta maruz kalmaktadır. AKP’nin suyu ve ekmeği haline gelen; “vesayetçi, darbeci, statükocu ve değişim karşıtı” gibi sözler eşliğinde ülkemiz; son dönemde çok tehlikeli bir mecraya girmiş, bu temelde oluşan cepheler vasıtasıyla bir husumet ortamı teşekkül ettirilmiştir. 2007 yılından beridir değişik isimlerle anılan sözde darbe planları veya girişimleri Türkiye’nin yakın tarihini fazlasıyla meşgul etmiştir. Hali hazırda sırayı, 12 Eylül askeri darbesinin failleriyle birlikte 28 Şubat’ın post modern muhtıracıları almış ve Türkiye, belirli periyotlarla darbe soruşturmalarıyla çalkalanan bir ülke görüntüsüne girmiştir. İçeride bölücülük ve terör, dışarıda da kaygan ve sıkıntılı gelişmelerle karşılaşan ülkemiz bu kapsamda çok kritik bir dönemle muhatap hale gelmiştir. Bildiğiniz gibi, 12 Eylül’le ilgili Ankara’da başlayan bir dava, gündemi bir hayli meşgul etmektedir. Ara rejim yıllarının acılarını çeken milliyetçi-ülkücü hareket bu mahkemeye doğal olarak müdahil olmuştur. Buna rağmen Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasından hukuki bir sonuç elde edilmesi çok zordur. Biz bunun için 12 Eylül 2010 Referandumu öncesinde ne söylemişsek aynı yerdeyiz, aynı görüşteyiz. Başbakan Erdoğan’ın bizim müdahil olmamızı diline dolayarak, geçmişte kullandığımız sözleri inkâr ettiğimiz iması yapmaya kalkışması da fırsatçılıktır ve kötü niyetliliktir. Mahcubiyet yaşadığımızı iddia etmesi hezeyandır. Ve idrak hatırlatması yapması da kendini bilmezliktir. Açıkça söylemek isterim ki, Başbakan Erdoğan’ın istismarcı özelliği burada da bir kez daha kendisini göstermiştir. Aslı ve astarı olmayan bir şekilde, bizi tariz yollu ifadelerle mahcup duruma sokmaya çalışan bu zihniyet, gün gelecek Allah’ın izniyle utancından kimsenin yüzüne dahi bakamayacaktır. 12 Eylül davası yeni bir kutuplaşma için tuzaktır. Tıpkı Dersim isyanının kaşınması, Menemen’in gündeme getirilmesi, mezhep ve etnik temelli kışkırtmaların alevlendirilmesi gibidir. Tekrar kavganın, sosyal şiddetin hatırlatılmasının ve özendirilmesinin hazırlığıdır. Bu bir AKP kumpasıdır. Türkiye’nin oyalanacağı, hırpalanacağı yeni bir muammadır. Ancak biz tertiplere kanmayacağız ve aldanmayacağız. Vakarımızı ve konumumuzu hiç bozmayacağız. Geçmişten kalan heveslerini, yarım kalan hesaplarını AKP yönlendirmesiyle görmeye çalışan marjinal sol gruplar da aklını başına almalıdır. 12 Eylül’le hesaplaşmayı, Milliyetçi Hareketle mücadeleye çevirmeye kalkışmamalıdırlar. Ama bu konuda ısrar ve inat ederlerse de bu kendilerinin bileceği bir iştir. Elbette her zaman söylediğimiz gibi, darbeye kim ya da kimler heves ettiyse, bu konuda her neviden plan, proje ve hazırlık içine kimler girdiyse hukuk karşısında hesap vermeleri mutlak anlamda sağlanmalıdır. Nitekim demokrasinin itibarını, iffetini ve hakkını savunmak millet iradesini temsil eden bizlerin en temel ve tartışmasız sorumluluğu altındadır. Kendilerine güç ve yetki vehmederek alan açan, gayri meşru müdahalelerle millet emanetini gasp eden çevrelere kesinlikle gereğinin yapılması şarttır. 12 Eylül’de parlamentoyu kapatanlara, 28 Şubatta balans ayarı yaparak suç işleyenlere, 27 Nisan’da siyasete şekil ve yön vermeye çalışanlara hak ettikleri yaptırım uygulanmalıdır. Bu tarihlerde darbecileri kışkırtanlar, işlenen suçlara iştirak edenler; kötü söz ve işkence yapan görevliler hakkında da ihmal edilmeden takibatlar başlatılmalıdır. Zira demokrasinin korunması ve yaşaması, iktidarın meşru yollardan tayini insanlığın bugüne kadar ki en önemli kazanımlarından birisidir. Buna bir diyeceğimiz tabiatıyla olmayacaktır. Ancak darbecileri iyi ayırt etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerini zan ve töhmet altına almamak herkesin, özellikle AKP hükümetinin dikkat etmesi gereken önemli bir husustur. Türk askerini topyekûncu bir bakışla darbeci, Peygamber ocağını ihtilalcı yüzlerin üreme ve yayılma merkezi olarak göstermek hem vicdansızlık hem de büyük haksızlık olacaktır. 4 Nisan’da başlayan 12 Eylül darbesiyle ilgili mahkeme safahatından sonra, bu defa da geçtiğimiz günlerde 28 Şubat’ın belirli isimleri gözaltına alınarak gündem birden bire buraya kilitlenmiştir. Bu konuda da sonuna kadar gidilmeli, yapılacak yargılamalar adil ve tarafsız bir şekilde sürdürülmelidir. Geçmişin geciken bir hesabından daha çok, hukukun ve millet iradesinin hakkının savunulması her şeyden öncelikli görülmelidir. Darbe soruşturma ve kovuşturmalarının vuzuha ermesi ve sonuç alması için adalet müessesi etkin ve hızlı işletilmeli, Türkiye bu yükten acilen kurtulmalıdır. Darbe dönemlerinin kanunsuzluklarına, adaletsizliklerine ve tarafgir yaklaşımlarına benzer hareket ve tutum içinde olmamak çok mühimdir. Şu temel ilkelerin herkes tarafından dikkate alınması ve tatbik edilmesi bizim açımızdan zorunludur: 1- Suçu ispatlanana kadar herkes masum ve suçsuzdur. 2- Ne olursa olsun, herkesin insan olmaktan kaynaklanan hakları, kişisel ve ailesel itibarları vardır. Yargılama esnasında bunlara önem ve riayet etmek elzem olup, peşinen hiçkimse suçlu gösterilmemelidir. 3- Kişi şeref ve haysiyetine uymayan muameleler, davranışlar ve yakıştırmalar kimseye reva görülmemeli ve bunların yapılmasına da müsaade edilmemelidir. Darbeci ararken, masum insanların şeref ve haysiyetlerini incitecek eğilimlerden uzak durulmalı, uygulamalar hukuki ve insani çerçevede ele alınmasıdır. 4- Tüm darbe soruşturmaları hak kaybına ve adalet zafiyetine uğramaksızın zamanında ve vicdanları sarsmadan sonuçlandırılmalıdır. Adaletin tecellisinde sonuç kadar önemli olan husus hukuki sürecin vicdanlarda da onay görmesidir. Hukuk, tamamen kendi mecrasında ve tartışmaya meydan verilmeyecek şekilde kurallarıyla işlemeli ve işletilmelidir. İçten veya dıştan kaynaklanan ideolojik önyargılar, siyasi kaygı ve hevesler, kişisel hırs ve hedefler, farklı arayış ve niyetler sürece kesinlikle müdahil olmamalıdır. Bu konuda, adaletin bir gün herkese lazım olacağı akıllardan çıkartılmamalıdır. 5- Hukuksuzluklara, haksızlıklara ve usulsüzlüklere fırsat ve meydan vermeden, yargının tarafsız çalışması temin edilmeli ve meseleyi kaşıyacak her türlü beyan ve ifadeden kaçınılmalıdır. Bu süre sonunda adaletin eleğinden geçemeyerek suçları sabit görülenler mahkemenin vereceği hükme boyun eğmek durumundadır. Ne var ki, suçu bulunmadığı anlaşılanlar hakkında, aleyhte kampanya düzenleyenler ve olmadık iddialarda bulunanlar kamuoyu önünde özür dilemekle sorumlu olacaklardır. Türk milleti darbeci lafı duymaktan, darbe süreçlerinin uzamasından fazlasıyla rahatsızdır. Bu konu kapanmalıdır. Türkiye sosyal bir uzlaşma zemininde, geçmişin karanlık uygulamalarından ders alarak geleceğe yürümelidir. Diğer yandan, aklımıza ister istemez darbe soruşturma ve kovuşturmalarının zamanlamasıyla ilgili bazı tereddütler takılmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi, 9 yılı aşkındır iktidardadır. Bu süre zarfında elini tutan, önüne geçen ve kendisine mani olan da olmamıştır. Ve 27 Nisan bildirisi de kendi döneminde vuku bulmuştur. Buna dokunmayan, sır ve gizemini hala koruyan Dolmabahçe görüşmesinden sonra meseleyi kapatan Başbakan Erdoğan’ın bizatihi kendisi olmuştur. Üstelik internetten bildiri yayınlayanlara son model araba tahsis edenin de yine AKP hükümeti olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu Dolmabahçe görüşmesi mutlaka aydınlatılmalıdır. Sürecin AKP’ye ne sağladığı ve hangi hedefleri gözettiği netlik kazanmalıdır. Zira siyasete istikamet vermeye çalışan bu girişimin 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP’nin hanesine yazıldığı da ortadadır. Her seçim yaklaştığında AKP’nin siyaset klasiği haline gelen malum oyunun perdeleri, √ Sahte bir mağduriyet üzerine inşa edilen gerilim stratejisini sahnelemek, √ İçi boş bir demokrasi savunması ile sözde darbe karşıtlığına oynamak, √ Ve inanç istismarı ile mütedeyyin vicdanlara ipotek koymaktır. Kaldı ki 22 Temmuz ve 12 Haziran seçimleri öncesinde de olan bunlardır. Madem her şeyin netleştiği ve ortaya çıktığı iddia edilmektedir ve AKP’ye göre Türkiye demokratikleşmektedir; o zaman Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe’de ne konuşulduğunu, hangi pazarlıkların yapıldığını mutlaka itiraf etmelidir. Başbakan Erdoğan’ın şaibelerle ve karanlık noktalarla dolu olan sırları, ülkemizin bekasını, emniyetini yakından ve bire bir etkiler aşamaya kadar gelmiştir. Ne hazindir ki, PKK’lı canilerle görüşmeye gidenler, İmralı’ya yüz sürenler Başbakan’ın sır küpleri olmuştur. Ama unutulmamalıdır ki, keskin sirke eninde sonunda küpüne zarar verecektir. Millet ve devlet olarak hangi alanda hezimete uğramışsak, hangi alanda gerileme içine girmişsek orada Başbakan’ın sır dediği ilişki ağlarının bir payı ve tesiri görülmüştür. İmralı canisiyle görüşmeleri reddeden, Oslo rezaletinden sonra eli ayağına dolaşan Başbakan Erdoğan’ın, bütün görüşme trafiğini kendisinin yönettiği ve talimatlarıyla yönlendirdiği artık net olarak anlaşılmıştır. PKK’yla masaya oturan, zillete boyun eğen, tavize kapı aralayan, dayatmaları alttan alan doğrudan doğruya Başbakan ve hükümetinden başkası olmamıştır. Biz, İmralıyla görüşüyorsunuz dediğimizde bunu inkar eden, hatta bizi şerefsizlikle suçlayan Başbakan’ın içler acısı bir duruma düşerek her şeyi kabullenmesi kendi saygınlığı ve onuru açısından da çok düşündürücü bir gerileme olmuştur. Herhalde bu kadar şeyden sonra, bu zihniyetin şereften bahsetmesi; bir şeyin bulunmadığı yerde aranmasından başka bir anlama gelmeyecektir. Görülmektedir ki, Türk milletine tuzak kuranlar, yıkmaya ve bölmeye çalışanlar sır kapsamındadır. Kardeşliğimizi bozmaya çabalayanlar, vatanımızı taksim etme küstahlığını göstermeye gayret edenler sır güvencesi altındadır. İnternetten bildiri yayınlandıktan yaklaşık bir hafta sonra Dolmabahçe’de yapılan görüşmeler sırlarla bezenmiştir. Başbakan imalatlı sır küplerinin içinde yıkım zehri ve asidi vardır. Artık kokusu yayılan ve herkesi rahatsız eden bu sırlar açıklanmalıdır. Türkiye şeffaflaşmalı ve yüklerinden kurtulmalıdır. Demokrasi teminat altına alınmak isteniyorsa, gizli kapaklı işlere tevessül etmemek esas ve asıl olmalıdır. Şayet Başbakan ve hükümeti bunların gereğini yapmazsa, Milliyetçi Hareket Partisi gün gelecek sır küplerinin kapağını aralayarak mukadder hesaplaşmayı mutlaka sağlayacaktır. Bundan herkes emin olmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım, Başbakan durmadan gezmekte, sürekli mesaj götürüp getirmektedir. ABD Başkanından Güney Kore’de aldığı ev ödevleri üzerinde gece gündüz çalışmakta; fellik fellik gezmekte ve ziyaretler yapmaktadır. Tahran ve Pekin’in akabinde Riyat’a gitmiş ve temaslarda bulunmuştur. Bundan sonra da Rusya’yla ilişkilerin yoğunlaştırılması ve sıklaştırılması beklenebilecektir. Çünkü Suriye konusunda, BM Güvenlik Konseyinde şerh koyan ülkelerin Başbakan tarafından ikna çalışması gündemdedir. Çin ziyaretinin geri planında da bu vardır. Nihayetinde Başbakan Erdoğan’ın sözleri bunu teyit etmiştir. Uygur Türklerini de kullanarak Batı planı dâhilinde, Çin’in ziyaret edilmesi bir defa büyük bir aldatmanın ve kandırmanın adı olmuştur. Suriye’ye müdahale etmek için çırpınan ve uluslararası topluma sürekli davetiye çıkaran AKP’nin Esad’sız bir Suriye’ye göbekten bağlandığı anlaşılmaktadır. AKP, Türkiye’yi savaşa sürüklemektedir. Büyük bir istikrarsızlık ateşinin içine yuvarlamaktadır. Sınırlarımızda gerilim had safhadadır. Başbakan Erdoğan, sınır ihlalleri olduğu gerekçesiyle uluslararası güce çağrıda bulunmakta ve kapıları açmaktadır. Sığınmacıların sayısı her geçen gün çoğalmakta, sınıra yakın bölgelerimizde gerginlik mesafe kaydetmektedir. Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın manidar Harp Akademileri ziyaretleri ve verilen konferansların konuları hep aynı noktayı işaret etmektedir. Kamuoyuna yansıyan görüş ve fikirlerden AKP’nin Suriye’ye müdahale etmek için fırsat kolladığı ve süreci olgunlaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Tehlike çanları yanı başımızda çalmaktadır. Başbakan Erdoğan BOP’un eşbaşkanı olarak ülke ülke gezmekte ve küresel tezleri anlatmaktadır. Bu yanlıştır, hatalıdır ve milletimizin aleyhine olan bir gelişmedir. Annan Planı’nı kabul eden ve ateşkes kararına uyan Esad yönetimine karşı blok oluşturmak için hummalı bir gayret söz konusudur. Az önce de vurguladığım gibi, Çin ziyaretindeki maksat da budur. Suriye’nin rejim ve yönetim değişikliğine, başkalarının isteğine göre bel bağlayan AKP’nin, Ortadoğu ve Müslüman coğrafyasında Haçlı zihniyetinin yanında hizalanması ne inançlarımızla ne de geleneksel dış politikamızla bağdaşmamaktadır. Kararlılıkla ifade etmek isterim ki, Türkiye, başkalarının yazdığı bölgesel senaryolarda figüran olmayacak kadar değerli, önemli ve güçlü bir ülke; diplomasi geleneği ise eksiklerine rağmen dublaja ve suflöre gerek duymayacak kadar köklü ve derindir. Bize göre her Cumhuriyet hükümeti, Başkentimiz Ankara’yı merkezine alan projeleri cazibe merkezi haline dönüştürmeli, milletimizin yüzlerce yıllık kucaklayıcı kültürü bölgede Türkiye’nin etrafında bir çekim alanı oluşturmalıdır. Bu nedenle, uluslararası alanda atılacak her adım, mutlaka ince hesaplar ve derin analizler sonucu olmalı; milli beka ve ülkenin itibarı, ham hayaller ve basit meşruiyet arayışlarının üstünde tutulmalıdır.. Bize göre, Büyük Ortadoğu Projesi veya diğer tanımı ile “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnsiyatifi” soğuk savaş yıllarının ardından ortaya atılan ve “Yeni Dünya Düzeni” denen tek kutuplu dünya arayışının, Avrasya ve Ortadoğu’yu terbiye etme ve dönüştürme projesidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkenin fiziki ve siyasi sınırlarını değiştireceği yetkili ağızlardan dile getirilen bu projenin muhtemel bölge haritaları çeşitli vesilelerle ortaya çıkmıştır. Enerji ve su kaynaklarının bulunduğu Afrika’nın batı ucundan, Orta Asya’nın doğusuna, Kafkaslardan Kuzey Afrika’ya kadar olan muazzam coğrafyaya, küresel güçlerin yalnızca insaniyet namına ve iyi niyetle yaklaştıklarına inanmak için saf ve şuursuz olmak yeterli olacaktır Hal böyle iken, 2004 yılının Haziran ayında, Amerika Birleşik Devletlerinde gelişmiş sekiz ülkenin toplantısında alınan bir kararla Başbakan Erdoğan’ın üstlendiğini söylediği “Eşbaşkanlık” görevinin Anayasamız’daki dayanağı nedir? Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanı’na başka ülkelerin devlet adamlarınca görev verilecek kadar küçük görülen bir taşeron ülke midir? Talip olunan bu projenin milli bekamızla olan ilişkisinin projeksiyonu çıkarılmış mıdır? Milli menfaatlerimizle küresel güçlerin menfaatlerinin örtüşen ve çatışan noktalar açısından stratejik analizi ayrıntıları ile yapılmış mıdır? Küresel aktörlerle AKP’nin düşe kalka beraber yürüdüğü bu yolda, kaçınılmaz çatışma ve kavşak noktaları karşımıza geldiği vakit ne yapılacağı hesaplanmış mıdır? Mesela günü geldiğinde, dünyanın farklı bir ülkesinde, Türkiye’nin dostları toplantısı düzenlendiğinde AKP’nin bugünkü yönetici taifesi ne yapacak ve hangi mazeretleri ileri sürecektir? Yoksa öngörülmeyen bu pürüzler ilerleyen süreçte karşımıza çıktığında, milli bekanın gerekleri küresel oyunlara feda mı edilecektir? Tarih bize göstermiştir ki, bu vatanı savunmak, bu vatanı fetihten zordur. Türkleri Anadolu’dan atmak hayali, bin yılı aşan ve günümüze kadar ulaşan bir emeldir. Bugün gerçekleşenler, Lozan’da durdurulan sürecinin yeniden dayatılmasıdır. Lozan’dan önceki son durak ise Sevr’dir. Sevr ayrılıştır, bölünüştür, parçalanıştır ve yok oluştur. Sevr’in anlamı Türklerin Anadolu’dan silinmesidir. Sevr Anlaşması bugün yeniden hortlatılmak istenmektedir. Dün Sevr Anlaşmasında, Kürdistan kurulması dayatılmıştı. Bugün yine bu emellere uygun sözde bir devlet doğmak üzeredir. 92 yıl sonra aynı talepler ve tehlikeler karşımızdadır. Bunları yerine getirmek için AKP hükümeti işbaşındadır. Ve biliniz ki bu süreç asla bir tesadüf değildir. Bu kapsamda AKP, bozuk yoldadır. AKP, yanlış taraftadır. AKP, haçlı borazanlığı yapmakta ve başkalarının düdüğünü öttürmektedir. Bu itibarla Suriye ve diğer ülkelerin içişleriyle bu denli uğraşmak ve küresel hesaplara alet olmak milletimizin faydasına değildir. Üstelik bunun vebali vardır. Suriye’deki yıkımın, İsrail-İran kapışmasının bölgemizde, hatta dünyada domino taşı etkisi yapacağı görülmeli ve BOP’un havariliğinden vazgeçilmelidir. Sıfır sorundan sıfır komşuya gelinmesi hususunda muhasebe yapılmalı ve bu konuda bir an önce pişmanlık emareleri gösterecek adımlar atılmalıdır. Başbakan ve hükümeti, Türkiye’yi ve aziz milletimizi küresel hesaplara kurban etmeme konusunda tarih önünde sorumludur. İşler daha fazla sarpa sarmadan, sınırlarımızdan çakılacak kıvılcım ülkemizi yakmadan AKP girdiği tünelden çıkmalıdır. Aksi halde hem kendisi hem de ülkemiz açısından hiç de hayırlı olmayan gelişmeler bizleri beklemektedir.
Muhterem Arkadaşlarım, Genel olarak ülkemizin şu an ki sorunları ve meseleleri kabaca bunlardan ibarettir. Sizler zaten her şeyi takip etmekte ve gerçekleri tüm berraklığıyla fark etmektesiniz. Özellikle yaptığınız çalışmalarla ve gösterdiğiniz çabalarla partimizin il genel meclisleri düzeyindeki gurur tablosu oldunuz. Bu çalışmalarınıza aralıksız ve büyük bir şevkle devam ediniz. Yörenizin sorunlarını, vatandaşlarımızın ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak için her katkı ve desteği veriniz. Sayısal azlığa takılmayınız. Yolu olmayan, çeşmesi bulunmayan, acil ilgi ve yardım bekleyen her yeri görüş ufkunuzun içine alınız. Daha fazla insana ulaşınız, daha fazla insanın elinden tutunuz. Sizin her çalışmanız ve başarınız Milliyetçi Hareket’in iktidar müjdesi olacaktır. Bu itibarla, vatandaşlarımız sizlerin çabalarına bakarak partimizi değerlendirecekler ve siyasal anlamda destek verip vermemeye karar vereceklerdir. Sizlerin görevi bu kadar önemli ve anlamlıdır. Ben yapacağınız çalışmalarda her birinize üstün başarılar diliyorum. Hepinizin hayırlı haberlerini bekliyor ve izliyorum. Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun. |