Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sözlerimin başında, milletimize mal olmuş iki değerli ismin Hakk’ın rahmetine kavuşmasından duyduğum üzüntüyü dile getirmek istiyorum. Bunlardan birincisi, Adalet Partisi’nin kurucularından, Türk siyaset ve devlet hayatının seçkin isimlerinden olan ve “Koca Reis” unvanıyla siyasette hürmetle hatırlanacak derin izler bırakan Sayın Saadettin Bilgiç’in vefatıdır. Merhum Bilgiç, siyasete kattığı değerin yanı sıra, ilkeli ve milli duruşuyla da millet hafızasında eşsiz bir yere sahip olacak, her zaman hayır ve duayla yad edilecektir. Bir diğer kaybımız ise sanatçı kişiliğiyle gönüllerde taht kuran Sayın Ayten Alpman’dır. Merhume Alpman, memleket sevdasını dile getirdiği şarkısıyla takdirle anılacak; havasına, suyuna, taşına, toprağına bin can feda diyen sözleriyle kalplerde yaşayacaktır. Kendi alanlarında mümtaz ve ayrıcalıklı yerleri bulunan bu iki isme Cenab-ı Allah’tan rahmet; sevenlerine, ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum.
Değerli Arkadaşlarım, Dün millet egemenliğinin, millet hâkimiyetinin ve bu doğrultuda açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 92’nci yıldönümünü sevinç, heyecan ve gurur içinde kutladık. Milli egemenlik, sadece belirli bir siyasi ilkeye işaret edip, bir yönetim biçiminin ayırd edici vasfını ifade etmez. Türk Milleti'nin Anadolu coğrafyasında yeniden şahlanışının, dirilişinin, diklenişinin ve bu kapsamda verdiği istiklâl savaşının anahtar sözcüklerinden birisidir. Bu itibarla milli egemenliğin milletimiz nezdindeki karşılığı; bağımsızlıktır, onurlu yaşamadır ve demokrasidir. Bağımlı ve esir yaşamaktansa ölmeyi kafasına koymuş bir inancın, binlerce yıllık Türk tarihinin muzaffer sayfalarını karartmama konusunda tavizsiz olan bir faziletin başkaca bir tavır içinde olması zaten beklenemeyecektir. Top seslerinin Ankara’dan işitildiği bir anda bile dirayetini, direncini ve dinamizmini kaybetmeyen bu kutlu çatı, Türk milletinden aldığı güç ve ilhamla yedi düvele karşı verilen mücadelenin merkez üssü olarak gönüllerde eşsiz bir yer edinmiştir. Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları, verdikleri bağımsızlık mücadelesinin meşruiyet çizgisinden sapmaması konusunda çok titiz ve dikkatli bir tutum takınmışlar, millet iradesine yaslanmayan her türden mücadelenin muteber olmayacağını her zaman akıllarında tutmuşlardır. √ Bu açıdan milli mücadele; milliyetçi ve demokratik bir karşı duruştur. √ Millet vicdanının haykırışı, seslenişi ve hedefe kilitlenişidir. √ Egemenliğin yegâne sahibi büyük milletimize sadakatin ve inancın somutlaşmış halidir. √ Ve elbette milli mücadele şeref, onur, varlık müdafaası ile nefes alma hakkının temini amacıyla destansı bir ayağa kalkıştır. Bu destanın ilke ve esasları Büyük Millet Meclisi tarafından belirlenmiş ve tayin edilmiştir. Tutkular burada birleşmiş, bağımsız yaşama kararlılığı buradan son yurdumuzu aydınlatmış ve milletimizin ülküleri buranın koordinasyonuyla diri ve canlı kalmıştır. Fikirlerinde çeşitlilik olsa da, üyelerinin eğitimi, şöhreti ve özellikleri değişiklik arz etse de, vatan ve millet konularında tam bir ittifak sağlanarak kurtuluşumuzun manifestosu Ulustaki ilk Meclis binasında yazılmıştır. Bizim açımızdan, bağımsızlık mücadelemizin azim ve metodu, bugün, hem ülke ve millet, hem de insanlık olarak karşı karşıya bulunduğumuz sorunların aşılmasında emsalsiz bir örnek, tükenmez bir ilham kaynağı oluşturmaktadır. Her şeyden önce altını çizmek isterim ki, böyle bir örneği küçümsemek ve değersizleştirmeye çalışmak her daim sonuçsuz kalmaya mahkûm olacaktır. Gazi Meclisimizin saygınlığına gölge düşürecek, itibarını ucuzlatacak her neviden niyet, vekillerinin özgürlüklerini kısıtlayan her müdahale geçmişimizin şanlı sayfalarına hakaret olacaktır ki, buna da göz yummamız ve kabul etmemiz hiçbir şart altında mümkün olmayacaktır. Bunun için, halen tutuklu bulunan milletvekillerinin mağduriyetleri kalıcı olarak giderilmeli, tutukluğun adı konulmamış infaza dönüşmesi artık engellenmelidir. TBMM Başkanı’nın, çözüm bulma konusunda parti guruplarıyla temaslarda bulunması olumlu netice vermeli ve diyalogla millet iradesini temsil eden ve aralarında İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Alan’ın da bulunduğu değerli isimler Meclisimizdeki yerlerini almalıdır. Başbakan Erdoğan’ın bizim sorunumuz değil diyerek ipe un serme çabası, en başta milletimizin sandıktaki tercihine haksızlık olacaktır. Unutulmamalıdır ki, millet iradesini çarpıtarak, milli egemenliği yanlış ve kasıtlı yorumlayarak siyasi hırslarına payanda yapmaya kalkışan kim olursa olsun ilk önce karşılarında bizi bulacaktır. Mazeret olarak sığındıkları çoğunlukçu sapmayla, Türkiye’nin sırtına hançer vurmaya, Türk milletinin kardeşliğini sakatlamaya heveslenenler; Ulus’taki tarihi ve milli coşkunun hala var olduğunu ve gerekirse tekrar yeni bir kurtuluş mücadelesi vermekten kaçınmayacağını akıllarından çıkarmamaları gerekmektedir. Bunun yanı sıra, √ Sözde ileri demokrasi diyerek yıkımın özendirilmesi, √ Dağlarımızı mesken tutmuş bölücü militanlara ateşkes çağrısı yapılması, √ Müzakere masalarında terör maşalarına ve elebaşlarına gelecek vaat edilmesi, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığına vurulan darbe ve gösterilen kayıtsızlık olarak değerlendirilmelidir. Yeri gelince milliyetçi kesilen, yeri gelince küreselci olan, kimi zaman BOP’çu kimi zaman Türkiyeli olarak kendisini takdim eden, karar ve uygulamalarında Ankara’nın menfaatinden daha çok başka başkentlerin projelerini savunan kararsız ve dengesiz zihniyetlerin, Milli Mücadele mührünü barındıran kutlu Meclisimizin saygınlığını içtenlikle benimsemeleri bize göre çok zordur. Bunların; √ Kartpostal milliyetçiliği yapmaları kendilerine yetmeyecektir. √ Panayır milliyetçiliğine soyunmaları bir şey kazandırmayacaktır. √ Dekor ve süs milliyetçiliğiyle istismarda sınır tanımamaları eninde sonunda hesap vermelerine engel teşkil edemeyecektir. Bu vesileyle yarının büyükleri sevgili çocuklarımızın bayramını bir kez daha kutluyor, sağlıklı, huzurlu bir şekilde yetişmelerini; hayatları boyunca vatan ve millet sevgisiyle dolu olmalarını temenni ediyorum. TBMM'nin açılışının 92’nci yıldönümünün aziz milletimize ve demokrasimize yeni bir soluk ve heyecan getirmesini diliyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, milli mücadele kahramanlarını, ilk Meclis’in değerli üyelerini, muhterem şehitlerimizi rahmet ve minnet hislerimle yâd ediyor, kutlu mirasın sonsuza kadar yaşatılacağını kararlılıkla ifade ediyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Kaygıyla izliyoruz ki, Türkiye gittikçe derinleşen ve genişleyen bir kavga ve tahammülsüzlük ortamını yaşamaktadır. Huzursuzluk ve memnuniyetsizlik hali her alana sıçramış, her kesime ulaşmıştır. Can ve mal güvenliği konusunda müşterek bir endişe tempolu şekilde yükselmekte, kavga ve ihtilaf durmadan yayılmaktadır. AKP hükümeti haddinde fazla geçmişe saplandıkça, geçmişi konuştukça, geçmişle yüzleşmeyi her şeyin önüne koydukça milletçe gelecek tasavvurlarımız yara almakta, yönsüz ve idealsiz kalan toplumsal yapı birbirine düşmekten kurtulamamaktadır. Yarınlara dair umutlu bekleyiş, arayış ve özlem; dünün toz bulutu altında heba ve israf edilmektedir. Devamlı arkasına bakan, gerideki olaylara yanlı ve tarafgir bir şekilde takılan, kin ve öfkesiyle geleceğin ufkunu karartan AKP zihniyeti, dayanışma ve kardeşlik hissiyatının dejenere olduğunu bir türlü fark edememektedir. Bu itibarla iktidar partisi önünü görmekte aciz, yarınları düşünmekte ve planlamakta son derece başarısızdır. Söz konusu durumun neden olduğu karmaşa ve anlam bunalımı, sosyal yapıya istikrarsızlık ve aşırılıkların ivme kazanması biçiminde sirayet etmektedir. Gaziantep’te bir doktor kardeşimizin hunharca ve alçakça katledilmesinin sebeplerini de bu karanlık iklimde aramak lazımdır. Özellikle son zamanlarda, sağlık çalışanlarının maruz kaldıkları olumsuzlukları esefle ve üzüntüyle izlediğimizi yeri gelmişken ifade etmeyi bir zorunluluk olarak görüyorum. Şifa dağıtan, sahip oldukları bilgi ve deneyimleri hastalarını iyileştirmek için kullanan doktorlarımızın ve sağlık görevlilerinin karşılaştıkları kaba ve vahşi saldırıları buradan şiddetle kınıyorum. Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi’nde, görevini icra ettiği esnada kendini bilmez bir gözü dönmüş tarafından genç yaşında cinayete kurban giden doktorumuza Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailesine ve tüm sağlık çalışanlarımıza başsağlığı diliyorum. Bu ibretlik vaka AKP’nin sağlık politikalarının eseri ve az önce de vurguladığım anlam bunalımının hazin bir örneğidir. Ayrıca Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde acil tıp uzmanı olarak görev yapan bir doktorumuzun da, bölücülüğün Meclis uzantısı bir partinin milletvekili tarafından şiddete maruz kalmasını da nefretle telin ediyorum. Taşıdığı milletvekilliği görevini içine sindiremeyen ve layıkıyla benimsemeyen bu çürümüş şahsın, yalnızca mesleğini yapmakla meşgul olan bir kardeşimize el kaldırmasının ve dağdaki arkadaşları gibi vahşiyane bir tutum içinde hareket etmesinin karşılıksız bırakılmamasını temenni ediyorum. Bu olay, kimi zaman polise tokat atan, kimi zaman da doktora saldıran bu zihniyetin besin kaynağının ne olduğunu açıklıkla göstermiştir. Kaba güç gösterisi ile kamu görevini yerine getirenlere karşı uygulanan kirli ve aşağılık niyetlerin cevapsız bırakılmaması bizim en acil istek ve beklentimizdir. Bu anlayışın, dağdaki eşkıyalıkları yetmiyormuş gibi, kamuya ait yerlerde görev yapanlara el kaldırmaları ve darp etmeleri insanlığın neresinde bulunmaktadır? Türkiye Büyük Millet Meclisi bu saldırgana duyarsız kalmamalı, hukuk bu çapulcunun yakasını bırakmamalıdır. Şayet önlem alınmaz, gerekli tedbirlerde gecikme yaşanırsa; önüne gelen milletimize hizmet ve yardımla meşgul olan çalışanlarımıza orman kanunlarını uygulayacak ve bunu da kendilerinde hak olarak görecektir. İşin bir diğer boyutunda AKP’nin iftiharla propagandasını yaptığı sağlık alanındaki problemler yumağı yer almaktadır. İktidarın sağlık alanında çizdiği pembe tablolar, gerçekle bağdaşmayan sanal başarı hikâyeleri, doktor-hasta ilişkisini zedelemiş ve bunların birbirine düşmesine kapı aralamıştır. Görülmektedir ki, sağlık politikalarında iddia edilenle var olan arasındaki uçurum her geçen büyümektedir. Hükümetin “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”, vatandaşımızın gözünü boyamak için uydurulmuş temelsiz ve içi boş bir adımdır. AKP’nin politika tercihi, doktorları zan ve töhmet altında bırakan yaklaşımı, sağlık hizmeti verenlerle hastaları ve yakınlarını birbirine hasım haline getirmiştir. Hükümet milletimizin sağlık alanındaki taleplerini sözüm ona karşılamak adına benimsediği sağlık reformunu, parası olanın yararlanacağı, garibanın, fukaranın ve çaresizin altında ezileceği bir yüke çevirmiştir. İçinden geçtiğimiz bu zaman zarfında; talep edilen doktora ve hastaneye ulaşılacağı, ihtiyaç duyulan ilaçların zahmetsizce alınacağı sözlerinin tüm foyası ortaya çıkmıştır. Yeşil kartların azaltılması, hastanelerdeki çilelerin fazlalaşması, genel sağlık sigortası için maliyeti yüksek primler ödenmesi, özel hastanelere ve ilaçlara yüksek katkı payları verilmesi vatandaşlarımızı perişan etmektedir. Sorunlar büyüyünce, AKP hükümetinin ikide bir doktorları hedef göstererek aradan sıyrılması, hekimle hasta yakınlarını karşı karşıya getiren uyanıklılığı, “Tam Gün Yasası” etrafındaki sinsilikleri sağlık alanında telafi edilemeyecek sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bugün doktorlar, hemşireler ve sağlık teknisyenleri huzursuz ve mutsuzdur. Hastalarla birlikte aileleri gergin ve stres yüklüdür. Kamu sağlığı tehdit altında, önleyici sağlık hizmetleri açmazdadır. AKP ise hastaneleri satmanın, vatandaşımızın sağlığını piyasa şartlarına teslim etmenin çabasındadır. Bütün bunlar iktidarın sağlık alanında ileri düzeyde başarısız ve yetersiz olduğunu göstermektedir. Bu kafa yapısına göre, hastalarımızın şikayetleri doktorlardan dolayıdır, yanlış tedavi ve uygulamalarından kaynaklanmaktadır. AKP hükümeti milletimizin sağlığıyla, hayat hakkıyla oynamaktadır. Canına kast etmekte, yoksul kardeşlerimizi de avutmaktadır. Sağlık politikalarını yürüten bakan, çirkine güzel elbisesi giydirerek durumu ve vaziyeti kurtarmanın fırsatçılığında ve derdindedir. Başbakan Erdoğan ısrarla sağlıktaki bizim bir türlü göremediğimiz, milletimizin esasen karşılaşamadığı gelişmelerden bahsetmektedir. Ancak sağlık politikalarının iflasın eşiğinde olduğunu itiraf edememektedir. İlaçlar ve hastane hizmetleri üzerinden yandaşlar cebini doldurmaktadır. AKP kervanı, sağlık sektörünü soyup soğana çevirmiş, milletimizi de yüzüstü bırakmıştır. Bu aşamada son olarak vurgulamak isterim ki, bir tek vatandaşımızın dahi sağlığı tesadüflerin lütfuna terk edilmemeli ve beklentileri görmezden gelinmemelidir. Bilinsin ki, AKP’nin en zayıf karnı en çok başarı hikâyesi uydurduğu alanlardır. İnanıyorum ki, gün gelecek tüm gerçekler ortaya çıkacak, bu defa da AKP’nin sağlığı bir daha iyileşmemek üzere sandık marifetiyle bozulacaktır.
Değerli Milletvekilleri, AKP hükümetinin dış politika alanındaki savrulmaları ve sürekli kriz üreten zihniyeti her gün aşama kaydetmektedir. Başbakan Erdoğan gittiği her yerde, konuştuğu her platformda takılmış plak gibi Suriye’yi diline dolamakta, bu ülkeye yönelik muhtemel bir müdahalenin alt yapısını oluşturmaya çabalamaktadır. Dünyanın Suriye’deki olaylara bigâne ve duyarsız kaldığını bıkmadan, usanmadan gündeme getirmektedir. Hatta bu konuda öyle bir noktaya gelmiştir ki, sınır ihlallerinden dolayı NATO Anlaşması’nın beşinci maddesini taraflara hatırlatarak, Suriye’yi hedefine alan bir girişim için adeta çağrıda bulunmaktan kaçınmamıştır. Ne var ki demokrasiden, özgürlüklerden ve halkın tercihlerinden bahsederken tenakuza düşmekten de kendisini alıkoyamamıştır. Suriye’de demokrasi açığını vurgulayan Başbakan, aynı vizyonu paylaşmaktan mutluluk duyduğu Katar ve sık sık müşterek planlarını gözden geçirdiği Suudi Arabistan’da demokrasi’nin d’sinin bile bulunmadığını nedense görememiştir. İlave olarak Irak Merkezi Yönetimi’ni de kafasına takan bu zihniyet; söz konusu ülke yönetimiyle gerilimi artıran ve husumeti yaygınlaştıran bir tavır içine girmiştir. Iraktaki gelişmeleri hayra alamet görmeyen Başbakan Erdoğan, Irak yönetimi tarafından suçlanan ve hakkında tutuklama kararı çıkarılan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin Türkiye’de bulunmasına onay vermiş ve görüşmeler yapmıştır. Küresel plan ve tezler doğrultusunda, Irak’ı merkezine alan mezhep geriliminin tarafı ve tetikleyicisi haline gelen AKP hükümeti, Tarık El Haşimi’nin kışkırtmasıyla Nuri El Maliki hasmı haline gelmiştir. Suriye’nin içişlerinden sonra Irak’a el atan iktidar zihniyetinin, arkasındaki suflör tarafından karanlığın içine çekildiği görülmektedir. Irak’ın bütünlüğünden bahsederken, aslında söz ve beyanlarıyla bölünmesine çanak tutan BOP eşbaşkanının, çok yanlış bir yolda ve yönde olduğu tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin Irak ve diğer komşularıyla ilgili dış politika uygulamaları müflis ellerde çoraklaşmış, tüm kırmızı çizgiler birer birer çiğnenmiştir. İstanbul’da Tarık El Haşimi’yle Irak’ın kuzeyindeki peşmergeyi buluşturarak var olan bloğu güçlendiren AKP zihniyetinin, tüm politikaları ABD mihmandarlığında yürümektedir. Gelişmeler bize bunu göstermekte ve ispat etmektedir. Bildiğiniz gibi, geçen hafta Irak’ın kuzeyini mesken tutmuş fitne başı peşmerge, ülkemize teşrif buyurmuş, Başbakan Erdoğan’ın özlediği Okyanus ötesinin havasını beraberinde İstanbul’a taşımıştır. Ecdat yadigârı Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan Erdoğan tarafından hürmet, izzet ve ikramla konuk edilmiş, devlet başkanlarına uygulanan bir protokolle kendisine kucak açılmıştır. Peşmerge reisinin son altı ay içerisinde, Türkiye’ye yönelik artan ilgi ve merakından dolayı iki defa gerçekleştirdiği ziyaretleri bir hayli manidar olup üzerinde mutlaka durulmayı hak etmektedir. Meselinin bir diğer düşündürücü yanı ise, Başbakan Erdoğan’ın Barzani’yle görüşmesi sonucunda, verdiği demeçleri ve açıkladığı düşünceleri olmuştur. Bu kapsamda Başbakan, hasret giderdiği aziz dostuyla, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri değerlendirdiklerini, PKK terör örgütüyle alakalı olarak da yaklaşım tarzlarının örtüştüğünü ifade etmiştir. Ayrıca karşılıklı olarak bölücü terör örgütünden rahatsızlık duyduklarını Katar ziyareti öncesinde ortaya koymuştur. Peşmerge reisi, ardından Ankara’da Cumhurbaşkanı tarafından iltifata layık görülmüş, Dışişleri Bakanıyla sabah kahvaltısında buluşmuş ve BDP yöneticileriyle otel odalarında bir araya gelmiştir. Ve gazetelere açıklamalar yaparak, sanki bölücü militanların azmettiricisi ve besleyicisi kendisi değilmiş gibi, “Silah çağı geride kaldı, bundan sonra PKK silah yöntemini sürdürürse sonucuna katlanır” diyerek, dünden farklı bir noktada olduğunu göstermeye çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen bu şahıs, Irak’a döner dönmez "Türkiye'nin iç sorunları ve PKK konusunda bizim tutumumuz ve tavrımız açık ve nettir. Biz barışçıl tüm çabaları destekliyoruz, lakin silahlı çözümün yanında yer almayacağız" sözleriyle farklı anlamlara çekilecek bir duruş göstermiştir. Ne derse desin, hangi görüşleri ileri sürerse sürsün, biz Irak’ın kuzeyindeki terör bataklığını muhafaza ve teşvik eden peşmerge küstahlığının gerçek niyet ve hedefini fazlasıyla biliyoruz. Bize göre, terörün sona ermesi için beş maddelik bir çıkış yolu vardır ve bunların uygulanması için her girişim başlatılmalıdır: 1- PKK terörüyle Kürt kökenli kardeşlerimizi kesinlikle ayrı tutacak bir dikkat, basiret ve bütünlükçü bir milli politika kurgulanmalıdır. 2- AKP hükümeti yıkım projesinden vazgeçmeli ve bölücülüğü hedefine alan çok yönlü politikalar tayin etmelidir. 3- PKK militanları terör eylemlerine hiçbir şart ileri sürmeksizin derhal son vermelidir. 4- Örgüt elebaşları da dahil, tüm militan kadro silahlarıyla dağdan inip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne teslim olmalıdır. 5- Bunlar, Türk adaletinin kendileri hakkında vereceği hükme katlanmalıdır. Bunun dışındaki her yöntem, AKP’nin egemenlik haklarımızı, devlet olmaktan kaynaklanan şerefimizi ayaklar altına alması ve teröre peşkeş çekmesi demek olacaktır ki, çok açık söylüyorum; bunun adı da hıyanetten başka bir şey olmayacaktır. Dikkatimizi çeken asıl noktalardan birisi de, peşmerge ağzının, Başbakan Erdoğan’ın PKK’ya yönelik olarak sarfettiği; “Silahı bırakırlarsa operasyonlar durur” ibareleriyle paralellikler içermesidir. √ Başbakan’ın bu sözünde, gizli mesajlar vardır. √ Bu ifadede, teslimiyet ve masaya davet vardır. √ Bir tarafta üçbuçuk terörist diyerek küçümsediklerini, diğer tarafta muhatap kabul eden zillet yer almaktadır. Ancak PKK terörünün saldırıları durmamakta, vatan evlatlarımız peşi sıra adice şehit edilmektedir. Son zamanlarda üç askerimizin Şırnak’ın Uludere ilçesinde, iki askerimizin Amasya’da, bir askerimizin de Hakkari’de şehit olmasıyla analar bir kez daha ağlamıştır. Buradan aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı temennilerimi iletiyorum. Yaralı kardeşlerimize acil şifa dileklerimi bildiriyorum. Başbakan Erdoğan taviz verdikçe bölücü caniler şımarmakta ve ölüm saçmaktadır. Bununla birlikte, Başbakan Erdoğan’ın bölücü terör maşalarına karşı, “Silahı bırakırsınız masaya gelirsiniz” ifadelerinin üzerinden de çok geçmemiştir. Hatırlanmalıdır ki, bu garabetin ve ateşkes çağrısının ardından; İmralı canisine boyun eğilmiş, Habur rezaleti yaşanmış, Kandil’e yüz sürülmüş, Avrupa ülkelerinde katillerle el sıkışılmış, yıkım demokratik açılım olarak yutturulmaya çalışılmıştır. Başbakan Erdoğan şayet peşmergeyle PKK terörü konusunda benzer görüşlere sahip olduğunda ısrarlı ise, o zaman değişenin kim olduğunu, iki taraftan hangisinin taviz verdiğini ve eski konumundan kimin ayrıldığını da izah etmek durumundadır. Buna göre kanlı terör örgütünün destekçisi ya Barzani’dir ya da Başbakan’ın bizatihi kendisi ve hükümetidir. Bunun dışında bizim başkaca bir yorum yapma ve değerlendirmede bulunma şansımız kalmamıştır. Bize göre Kandil Dağı’nın bekçisi ve bakıcısı peşmerge reisiyle Irak, Suriye ve PKK meselelerini konuşmak, kediyle ciğer hakkında konuşmaktan farksızdır. Vampirle kan müzakeresi yapmak, canavarla avı hakkında fikir alışverişlerinde bulunmak, peşmergeyle terör konusunda uzlaşmaya girmekten daha vahim değildir. Başbakan Erdoğan bunları bilemeyecek ve göremeyecek kadar gerçek durumdan ve zeminden kopmuştur. Kendisinin peşmerge reisiyle aynı üslubu benimsemesi, benzer manalara gelen konuşmaları bir defa AKP’nin nasıl bir açmazın içinde olduğunu da açıklıkla resmetmektedir. Bildiğimiz kadarıyla Barzani bugüne kadar ki fikir ve tercihlerinden dolayı herhangi bir pişmanlık emaresi göstermemiştir. Özür dilememiş, yanlış yaptığını kabullenmemiştir. Kaldı ki hepimizce malum olan görüş ya da fikirlerinde herhangi bir geri adım veya farklılık da göstermemiştir. Dün ne söylüyorsa bugünde aynısını, değişik ton ve yaklaşımlarla gündeme taşımıştır. Geçmişte terör konusunda askeri operasyonların işe yaramadığını, silahla bir yere varılamayacağını, barışçı yolların tercih edilmesi gerektiğini söyleyen Barzani bugün de benzer şeyleri söylemektedir. Kürt kökenli kardeşlerimizin doğal temsilcisi gibi görüşmeler yapan ve ayrımcılığı süslü sözlerle tevil eden bu sefaletin, inisiyatif alarak meşru bir aktör haline geldiği ayan beyan ortadadır. Bütün bunlar olurken, AKP zihniyeti tutarsızlıkların, geri adımların ve geriye çarkların çekim alanından kurtulamamıştır. Nitekim Başbakan ve Cumhurbaşkanın dünkü sözleri ile bugünkü duruş ve düşünceleri tam anlamıyla tezatlık arz etmektedir. 2007 yılının Şubat ayında peşmergenin “Kürdistan'a alışın” sözlerini “muhatap almıyorum” diyerek tepki gösteren dönemin Dışişleri Bakanı, bugünün de Cumhurbaşkanı olan Sayın Gül'dür. Barzani'yi kast ederek; “Ortadoğu'daki irrasyonel liderlik ve maksimalist hayalperestliğin halkların başını daima belaya soktuğunu” dile getiren, ama bugün de bu eli kanlı şahsı Çankaya Köşkünde gülücükler saçarak misafir eden yine Sayın Gül'dür. Peşmergenin; “Türkler Kerkük'e girmeye kalkarsa, biz de Diyarbakır'a ve diğer şehirlere karışırız” ifadeleri karşısında; “Barzani'ye cevabı göreceksiniz” diyen ve dönemin ABD Dışişleri Bakanı'na bunu şikâyet etme aczini gösteren de Sayın Abdullah Gül'den başkası değildir. Elbette Başbakan Erdoğan'ın; Erbil'de dostum, kardeşim diyerek sazlı sözlü sıra gecelerinde kucaklaştığı, AKP’li bakanların ise “abi” diyerek hitap ettiği peşmergeye yönelik inişli çıkışlı görüşleri de hafızalarımızdadır. Değişik zamanlarda, “Sözlerinin altında ezilir, bedeli ağır olur, haddini aştı, cevabını alacak” açıklamaları bizzat Recep Tayyip Erdoğan'dan işitilmiştir. Bugün ise Başbakan Erdoğan'ın, peşmergeyle görüşlerinin çok yakın olduğunu ve üstelik aynı düşünceleri paylaştığını ifade etmesi AKP açısından büyük bir mağlubiyet ve utanç vesikasıdır. Anlaşılmaktadır ki, bir yanda PKK'yı kollayan, diğer yanda ise yıkım projesini destekleyen peşmerge başı, Okyanus ötesinden aldığı talimat listelerini AKP’ye bildirmiş, buna birlikte boyun eğeceklerini iletmiştir. Bu kapsamda cevabını beklediğimiz sorularımız vardır ve şunlardan oluşmaktadır: 1- Peşmerge reisi hangi senaryonun bir parçasıdır ve AKP’ye neyi kabul ettirmeye çalışmaktadır? 2- PKK'nın koruyucusu olan bu şahısla gerçekte neler görüşülmüş ve hangi sözler verilmiş ya da alınmıştır? 3- Kürdistan’ın kurulması konusunda Barzani ile Başbakan Erdoğan arasında adı konulmamış bir mutabakat sağlanmış mıdır? 4- Irak Merkezi Yönetimiyle köprülerin atılmasında, bu ülkenin parçalanma hesabı var mıdır ve Barzani’ye bu konuda destek mahiyetli herhangi bir umut verilmiş midir? 5- PKK'nın kaçaklılık yoluyla finansman sağladığı biliniyor ve bununla ilgili sorunlar ortada duruyorken; sınır ötesinden kaçak mal girişinin bir numaralı failiyle nasıl olurda bir araya gelinmiş ve devlet başkanı muamelesi yapılmıştır? Biz bu sorularımızın cevaplarını, dünyayı kurtarmaya soyunan, ama vakti geldiğinde kendini kurtaramayacak olan “One Minute”çü kurnazlıktan beklediğimizi bu vesileyle de ifade etmek istiyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Konuşmamın bu bölümünde, ekonomideki gelişmelere de kısaca değinmek istiyorum. Maalesef aziz milletimiz ekonomik anlamda zorluklara ve sıkıntılara fazlasıyla katlanmak ve ortaya çıkan ağır maliyetlere dayanmak durumunda kalmıştır. AKP’nin büyüme, gelişme ve zenginleşme hikâyeleri gerçekleri bastırmaya ve uzun süreli örtmeye yetmemektedir. Artık Türkiye ekonomisinde mızrak çuvala sığmamakta, sorunlar, şikâyetler ve sızlanmalar kapatılmamaktadır. Rekor kıran büyüme rakamları altında, ne büyük bir çelişkidir ki, vatandaşımız aç, yoksul ve işsizdir. Zamlar yağmur gibi yağmakta, gelirler azalmakta, haciz ve icra memurları fazla mesai yapmaktadır. İşsizlerimizin sayısı tüm aksi iddialara rağmen artmakta ve sayıları beş milyona yaklaşan vatandaşımız perişanlıkla örülmüş hayat şartlarına mecbur bırakılmaktadır. En son açıklanan resmi işsizlik oranları kapsamında, bu yılın Ocak ayındaki işsizlik oranı yüzde 10,2 düzeyinde gerçekleşmiş ve bir önceki aya göre ise 0,4 puanlık bir artış görülmüştür. Bizi daha da düşündüren ise gençlerimizin işsizliğin pençesinde kıvranmaları ve umutsuzluğun içine gömülmeleri hususu olmuştur. Öte yandan bütçenin dönemsel avantajlardan kaynaklanan olumlu havası da tersine dönmeye ve bu konuda tehlike çanları gür bir şekilde çalmaya başlamıştır. Nitekim bu yılın Mart ayında bütçe açığı 5,5 milyar liraya çıkmış ve büyü bozulmuştur. Bu yılın ilk çeyrekteki bütçe açığı, AKP’nin tüm iddialarını boşa çıkaracak ve hamaset yüklü sözlerini yere çalacak bir kıvam ve kulvarda ilerlemektedir. Hükümet ise, her yıl bulunan ilave kaynak ile günü kurtarmaya çalışmakta, şimdi de 2/B arazilerinin satışından elde edeceği kaynakla ekonomideki delikleri yamamaya çabalamaktadır. Bütçe açığı, tasarruf açığı, performans açığı, cari açık ve dış açık derken Türkiye ekonomisinin gedikleri büyüyerek bir de güven açığına meydan vermekte, sonuçta vatandaşlarımız ek külfet ve zahmetlerle hırpalanmaktadır. Son altı ayda doğal gaza yüzde 35, elektriğe yüzde 18 civarında yapılan fahiş zamlar enflasyon canavarının iştahını kabartmış, bundan kaynaklı hayat pahalılığı dayanılmaz bir aşamaya gelmiştir. Memurumuz hala bu yılın ilk yarısına ait zammı alamamıştır. Sorarım sizlere, böylesi bir sorumsuzluk ve düşüncesizlik dünyanın neresinde vardır? İşçimiz sendikal haklarını tam olarak kullanamamakta toplu sözleşmelerde ömür tüketmektedir. Esnafımız derseniz sattığının yerine yenisini dahi koyamamaktadır. Çiftçimiz ise dert küpüdür. Bankalara borçlar artmakta ve toplamda 170 milyar lirayı aşmaktadır. İç ve dış borç toplamı yaklaşık 517 milyar dolar düzeyindedir. İnsanımız günlük tüketimini karşılamak için kredi kartlarına başvurmakta ve banka kuyruklarında çile çekmektedir. Yandaş ve hanedan mensuplarına devletin imkânlarını ardına kadar açan hükümet, çalışanlarımıza ve değişik meslek gurubundaki vatandaşlarımıza gelince cimrilik yapmakta ve kaşıkla verdiğini kepçeyle almaktadır. Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı yeni teşvik paketi ise sırf iş olsun, bir şey yapıldı imajı ortaya çıksın türünden nafile ve beyhude çırpınışlarıdır. Başbakan Erdoğan geçen haftaki konuşmasında 28 Şubat sürecini kast ederek; “o dönemin karanlık ve sisli günlerinde yumruklarımızı sıkardık, dudaklarımızı ısırırdık, hep ya sabır derdik. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” ifadelerini kullanmıştır. Peki Sayın Başbakan, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kötürüm tablosundan dolayı yumruklarını sıkanlara, dudaklarını ısıranlara, ya sabır diyenlere karşı şimdi sen ne diyeceksin? Günahına girdiğin mazlumun, canına okuduğun fakirin ve mağdur ettiğin milyonların ahı karşında hem bu dünyada hem de ilahi huzurda nasıl hesap vereceksin? Gün gelecek bugün arşa ulaşan ahlar, beddualar ve yenilen haklar Başbakan ve partisinin yakasından tutacak; o zaman yumrukları sıktıran, sabırları taşıran uygulamaların hakkından gelecektir. Merak etme Sayın Başbakan, gün gelecek tekrar dudağını ısıracağın, ya sabır diyeceğin zamanlar inşallah gelecektir. Bunu da, Allah’ın izniyle aziz milletimizin desteğini alacak olan Milliyetçi Hareket Partisi sağlayacaktır. Konuşmama son vermeden önce bir hususu tekraren ifade etmeyi yararlı görüyorum. Partimizin 23’ncü dönem milletvekilleriyle yaptığımız gibi, 24’ncü dönemde de siz değerli arkadaşlarımla sekizerli guruplar halinde ülkemizin iç ve dış meselelerini el alacağımız ve bir hafta sürecek olan yemekli toplantılara bu akşam itibariyle başlayacağız. Yeni anayasa süreci, darbe soruşturmaları, uluslararası ilişkilerin ulaştığı seviye, bölgemizde yaşanılan gelişmeler ve komşu ülkelerle olan ilişkiler ana gündem maddeleri olarak değerlendirmeye alınacaktır. Bu toplantılarımızın şimdiden hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, hepinizi bir kez sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.
|