Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Değerli Basın Mensupları, Ülkemizin özellikle son 2-3 yıldır Avrupa Birliği konusunda yoğun tartışma ve gelişmelere sahne olduğu bilinmektedir. Ama ne yazık ki, AB süreci giderek akıl almaz bir teslimiyetçi psikolojiyle ele alınmaktadır. AKP’nin Batı’ya ve teslimiyetçi lobilere yaranma anlayışıyla hareket ettiği açıktır. AKP yönetimi, sadece piyasa ve medyanın satın aldığı bir siyasî proje olmayı, her türlü millî değere ve hassasiyete tercih etmektedir. Bunun için, Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi fiyaskosuyla başlayıp Kıbrıs ticaretiyle devam eden, en son “uyum paketleri” ve “ikiz sözleşmeler” ile had safhaya ulaşan AB bağımlılıkları, Türkiye’ye zarar verecek bir boyuta ulaşmıştır. Bugün AB kampanyaları ve hayaliyle tek sesli hale gelen TBMM ve medya gerçeği, Türk demokrasisini de köreltmektedir. AKP iktidarının şova, şöhrete ve övgüye düşkünlüğü oyunun taraflarını şimdilik memnun ve tatmin etmektedir. Bunun karşılığında, AB meselesi başta olmak üzere birçok hayatî konu ihmal edilmekte, millî hassasiyetlerimiz ısrarla hafife alınmakta ya da yok sayılmaktadır. Yine, onursuzluk ve teslimiyetçilik baştacı edilmekte, çok kritik yasal düzenlemeler sıradan konular olarak geçiştirilmektedir. Millî onurumuzun, değerlerimizin ve çıkarlarımızın bu kadar hor görülüp ayaklar altına alındığı bir başka dönem daha yoktur. Tarihine, değerlerine ve hatta ülkemize yabancılaşmış zihniyetlerin kendi devletlerinden intikam alırcasına hareket etmelerini başka türlü izah etmek imkânsızdır. Bu manzara, tarihî kırılma anıdır ve buna sebep olanların vebali çok ağırdır. Bilinmelidir ki, teslimiyetçi ve lobici medya ve siyaset çevrelerinin bu vebalin altından kalkmaları giderek zorlaşmaktadır. Daha dün, AB konusunda yapılanları yeterli bulup Kopenhag zirvesi öncesinde kapı kapı dolaşıp müzakere tarihi hakkımızdır diyen aynı AKP ve medya unsurları değil midir? Son aylarda ne oldu da uyum paketlerine doymak bilmiyorlar? Eğer Aralık 2002’de Türkiye’nin durumu yetersiz idiyse Avrupa başkentlerine düzenlenen turnelerin ve onursuzca verilen taahhütlerin anlamı nedir? O zaman AB konusuna vakıf değildiyseniz Kıbrıs’ı verip kurtulmaya kadar varan sözleri dillendirmeye nasıl cüret ettiniz? Yoksa Başbakan'ın ve AKP’nin temel derdi ve önceliği Türkiye değil de, kendilerini beğendirip aferin almak mıdır? Bölücülük propagandasının ve azınlık vakıflarının önünün açılmasından, terörizm tanımını daraltıp terörle mücadeleyi işlevsiz kılmaya kadar uzanan tehlikeli düzenlemeler niçin fütursuzca yasalaştırılmaktadır? Yoksa, AB’ye ruhen ve fikren iltica etmiş bir siyasî iktidar olduğunuz için mi millî konulardaki duyarlılığınızı tamamen kaybettiniz? Uyum adı altında millî ve üniter devlete karşı işlenen siyasî ve hukukî cinayetlerin Türkiye düşmanlarının elinde tehlikeli silahlara dönüşebileceğini öngörmek çok mu zordur? Ülkemizde kamuoyuna hâkim kılınmaya çalışılan toz pembe tabloya ve AB dolmuşçuluğuna rağmen gerçekler ortadadır ve er ya da geç kendini hissettirecektir. Bizim en büyük endişemiz, o zaman geldiğinde bazı millî değer ve hassasiyetlerimiz açısından geç kalınmış olmasıdır. Bunun için TBMM, Sayın Cumhurbaşkanımızın bize göre yetersiz olan “veto”sunu fırsat bilip mesele üzerinde çok yönlü düşünmelidir. Bilindiği üzere, Sayın Cumhurbaşkanı “6. Yıkım paketi”nde yer alan Terörle Mücadele Kanunu’nun 8. maddesinin kaldırılmasıyla ilgili düzenlemeyi Meclis’e geri göndermiştir. Geri gönderme gerekçesini, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü açısından sakınca yaratacağı hususu oluşturmaktadır. AKP iktidarı, Terörle Mücadele Kanunu’nun bölücü yıkıcı propagandayı ve gösterileri yasaklayan ilgili maddesini kaldırarak, AB yönetimine ve bir de bölücü-yıkıcı unsurlara yaranmaya çalışmıştır. AKP yönetimi ve iktidarının ülke bütünlüğü ve üniter yapı konusunda duyarlılıkları olmadığını, bu konuda pervasızca attıkları diğer adımlar da ortaya koymaktadır. En son olarak bölücü-yıkıcı terör örgütü militanlarına af getirmeye çalışmaları da bu açıdan ibret verici bir gelişmedir. Teröristleri af projesini “toplumsal barış” olarak sunmaları da ayrı bir garabet örneği oluşturmaktadır. Anlaşılan AKP iktidarı, bölücü teröristlerle, sit alanlarını ve devlet imkânlarını yağmalayanlarla barış yaparken, millî ve üniter devletle savaşı tercih etmektedir. Cumhurbaşkanının “vetosu” karşısında, Meclis’teki iktidar ve ana muhalefet partisi yöneticilerinin gösterdiği tepki de çok düşündürücüdür. Bu konulardaki ağız birliği, muhalefet ve iktidarın ikiz teslimiyetini ortaya koymaktadır. Bölücü propaganda ve gösterilerin hiçbir sakınca arzetmediğinin iddia edilip veto edilen yasanın aynen iade edileceğinin söylenmesi bunu göstermektedir. Görülmektedir ki, AKP iktidarı AB’ye iman etmiş, bütün iddialarını ve geleceğini AB üyeliğine bağlamış bir anlayışın temsilcisi olarak kendisine dikte edilen görevleri yapmaktadır. Böyle bir teslimiyetçi ruh haliyle AKP iktidarının AB yönetimiyle neyi, niçin ve nasıl müzakere edeceği de merak konusudur. Çünkü, AB sürecini tabu haline getirenler, ilişkilerin her aşamasında dayatmaları ve çifte standartları da tabiî ev ödevleri olarak benimseyip sahipleneceklerdir. Dolayısıyla, AKP yönetimi ve hükümetinin, iliklerine kadar işlemiş olan teslimiyetçi anlayış değişmediği sürece, Türk milleti ve devletinin temel çıkarlarını ve hukukunu koruması imkânsızdır. Artık bu zihniyetin ve yapının ülkeye daha fazla zarar vermesinin engellenmesi önem kazanmış bulunmaktadır. Duyarlı ve vatansever AKP’lilerin de bu tehlikeli gidişat hakkında vicdan muhasebesi yapmaları kaçınılmazdır. Milliyetçi Hareket, her şart altında AKP balonunu söndürmeye, millî ve üniter devlet yapımıza daha fazla zarar verilmesini engellemeye kararlıdır. Önümüzdeki dönem, inşallah bu açıdan yeni bir siyasî mücadeleye ve millî bilincin şahlanışına şahitlik edecektir. Sayın Basın Mensupları, AKP iktidarının, dış politika alanında sergilediği ve giderek saatli bomba halini alan “ne istenirse yap kurtul” anlayışının ekonomi politikalarındaki karşılığı “ne varsa sat kurtul”dur. Milletimize büyük vaatlerde bulunup iddialı sözler sarfetmiş olan AKP iktidarının geldiği nokta içler acısıdır. Maden yataklarından ve sit alanlarından sonra şehir merkezindeki okulları satma düşüncesi, “kapkaççı siyaset”in değer ve ahlâk tanımazlığının yeni bir örneğidir. Siyasî iktidarın ekonomik kaynak paketlerinin AB’ye uyum paketlerinden farkı yoktur. Yedi ayı aşkın bir süredir tek başına iktidarda olan AKP ekonomik alanda kayda değer hiçbir adım atamamıştır. AKP iktidarı, daha hâlâ geçmiş dönemde yapılan ve plânlananlarla idare etmeye çalışmaktadır. Bu iktidarda şarkı, şov ve göz boyama çok, kayda değer icraat yoktur. Lobilerin ve medyanın desteğiyle çok fazla idare edemeyecekleri de açıktır. Ortada, işçisini işsiz ile, memurunu maaş ödememekle tehdit eden, çiftçisini küçük düşüren zavallı bir iktidar manzarası vardır. AKP iktidarı, adaleti ve kalkınmayı unutan, bunun yerine avutma ve kandırmaya bel bağlayan bir iktidardır. Yolsuzlukla mücadele söyleminin de aynı akıbete uğramaması gerekir. Yolsuzluklarla mücadele milleti avutmak ve kandırmak için bir araç olarak kullanılmamalıdır. Yolsuzluk, sadece yoksulluğun bir sebebi değil, aynı zamanda demokrasinin de kamburudur. Bunun için, yolsuzlukla mücadele, hem siyasî ve ahlâkî duyarlılığın, hem de ekonomik kurtuluş mücadelesinin temeli ve gereğidir. TBBM bünyesinde oluşturulan ve çalışmalarını tamamlayan Komisyonun değerlendirmeleri ve önerileri mutlaka dikkate alınmalı ama hakkaniyet ölçüsünden taviz verilmemelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, hangi meslekten ve partiden olursa olsun yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gidilmesini savunmakta ve bu konuda her türlü desteği taahhüt etmektedir. AKP iktidarının, yolsuzluklarla mücadeleyi ülke sorunlarının üzerini örtmek için kullanmadığını, dolayısıyla samimî olduğunu kanıtlamasının asgarî şartları bellidir. Buna göre; İlk olarak, milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılması sözünün vakit geçirilmeden yerine getirilmesi zorunludur. İkinci olarak, yolsuzlukların damarlarına girdiklerini iddia eden AKP yöneticilerinin de damarlarındaki yolsuzluk mikroplarından temizlenmesi gerekir. Üçüncü olarak, AKP iktidarının çeşitli kademelerinde daha şimdiden kokuları çıkmaya başlamış olan yolsuzluk iddialarının üzerine kararlılıkla gidilmelidir. Son olarak, yolsuzlukla etkin mücadele yöntemleri geliştirilip süratle uygulanmalıdır. Bu şartlar gerçekleşmediği ölçüde AKP’nin yolsuzlukla mücadele söylemi ve girişimi, bir aldatma ve kandırma oyununun ötesine geçemeyecektir. Bu dört konuda şeffaf olamayan ve kararlılık sergilemeyen AKP iktidarının yolsuzlukla mücadele söyleminin şova dönük bir manevra olduğu çok çabuk anlaşılacaktır. AKP iktidarının yolsuzlukla mücadele yaklaşımları, millî ve üniter devlet konusundaki tavırlarından sonra, ikinci büyük sınavını oluşturmaktadır. Bu sınavda da, teslimiyet ve şovun mu, yoksa gerçeklerin mi galip geleceği, şüphesiz çok kısa süre içinde ortaya çıkacaktır.
Dr. Devlet Bahçeli |