Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin Siyaset ve Liderlik Okulu 6. Dönem Sertifika Töreninde yapmış oldukları konuşma. 26 Mayıs 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Siyaset ve Liderlik Okulu 6. Dönem Sertifika Töreninde yapmış oldukları konuşma.
26 Mayıs 2012

 

Muhterem Misafirler,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Kursiyerler,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Açılışını 10 Ekim 2009 tarihinde gerçekleştirdiğimiz ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun, “Altıncı Dönem” sertifika töreninde sizlerle bir aradayız.

Ne mutlu bizlere ki, tam altı dönemdir partimizde siyasetin ve liderliğin eğitimini ana hatlarıyla verip, buraya gelen değerli arkadaşlarımıza bir nebzede olsa destek oluyoruz.

Samimiyetle ifade etmek isterim ki, bu bizler açısından iftihar edilecek bir durumdur.

Allah’a şükürler olsun ki, yaklaşık üç yıl önce partimiz çatısı altında başlayan irfan yürüyüşü bugün altıncı dönemine kadar emin adımlarla ve yere sağlam basarak ulaşmıştır.

Ve üstelik tutarlılığından ve istikrarından bir şey kaybetmeden gelmiştir.

Ümit ediyorum ki, siyasetin ahlaki erozyona uğradığı, değerlerle ters düşmeye başladığı bir dönemde, olması gerektiği gibi anlaşılmasına ve ardından da tatbik edilmesine okulumuz küçümsenmeyecek yardımlarda bulunacaktır.

Biz burada elbette, katılımcılara kapsamlı bir akademik formasyon kazandırdığımız iddiasında değiliz.

Yalnızca Siyaset ve Liderlik Okulumuzun çalışmalarıyla bir adım attık, üzerimize düşeni yaptık, gerisini getirecek olanlar da biraz sonra sertifikalarını alacak olan değerli arkadaşlarımdır.

Kursiyerlerimizin, iki ayrı eğitim salonumuzda 12 haftalık bir program dâhilinde 72 saat süren derslerden elde ettikleri bilgi, deneyim ve yorum zenginliği bundan sonraki yaşamlarında kendilerine çok yararlı olacak ve özellikle siyasete bakış açıları daha da genişleyecektir.

Huzurlarınızda, “Siyaset ve Liderlik Okulu”muzun altıncı dönem kursiyerlerini ayrı ayrı tebrik ediyor, gösterdikleri başarıdan dolayı hepsini kutluyorum.

Parti İçi Eğitim, Siyaset ve Liderlik Okulundan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Prof.Dr. Mustafa Erdem’e, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun Koordinatörü ve Genel Başkan Başdanışmanı Sayın Doç.Dr Ahmet Selim Yurdakul’a bu vesileyle teşekkür ediyorum.

Eğitim süresi boyunca kıymetli vakitlerini ayırarak; ilgilerini, desteklerini, emeklerini ve sahip oldukları bilgilerini değerli katılımcılarla paylaşan misafir öğretim üyelerimize de şükranlarımı sunuyorum.

Hepinizi hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

İnsanın sosyal olaylar hakkındaki fikirleri, genellikle kendi hayatının öznesi ve öncülüğü altında elde ettiği deneyimlere dayanmaktadır.

Bu tamamen dışa kapalı olan yalıtılmış ve arındırılmış bir durum da değildir.

Tesadüf edilen ve muhatap kalınan hadiseler, daha öncekilerle birleşerek ve birikerek bir davranış kalıbı halinde sonuca ulaşıp tercihlere, seçimlere ve eğilimlere basamak teşkil etmektedir.

Sosyal kurumların ve olayların izlediği süreç de bundan farksızdır.

Bildiğiniz gibi, sosyal olayların ve müesseselerin çoğunlukla insan hayatını aşan bir geçmişleri, tarih süzgecinden geçerek olgunlaşan bir serüvenleri bulunmaktadır.

Sosyal kurumlar sosyal ilişkilerin kurulmasını teşvik ederken, bu ikisinin itici gücü de siyasi irtibatları ve ağları belirlemektedir.

Bu itibarla siyasetin oluşmasında, başka türlü söyleyecek olursak, siyasi yapının teşekkülünde sosyal mekanizmaların ve karşılıklı diyalogların önemli bir tesiri ve yönlendirici müdahalesi görülmektedir.

Kısaca ve özet olarak ifade etmek gerekirse, sosyal ilişkilerin izdüşümünde siyasetin koordinatları belirlenmekte; ülke ve devlet yönetiminin istikameti bu çerçevede tayin edilmektedir.

Sosyal diyalogların merkezinde insan olduğu gibi, siyasetin belirleyicisi ve ortaya çıkışı da insana bağlıdır.

Diyebiliriz ki siyaset, insanı hedefine alan sosyal bir süreçtir.

Bu nedenle siyaseti ne devletle sınırlandırmak, ne yönetimle açıklamak ve ne de iktidar olgusuyla tanımlamak yeterli olmayacaktır.

İnsana odaklanmayan, insanın mutluluğunu ve iyi yaşamasını hedef olarak görmeyen, görse de bunu önerilerinde açığa vurmayan bir siyasetin günü kurtarmaktan ve durumu idare etmekten başka bir niteliği bulunmayacaktır.

Her şeyden önce siyasetteki istikrarın, itibarın ve iddianın sosyal denge ve düzenle yakından bağ ve bağlantısı olduğunu bilmek lazımdır.

Sosyal yapıdaki çatlaklar, çatırdamalar ve çürümeler eninde sonunda siyasete sirayet edecek ve böylelikle hayatın her alanını düğümleyecektir.

Bu kapsamda; krizlerin, kaosların, karmaşaların ve kutuplaşmaların vücut bulması şaşırtıcı ve sürpriz olmayacaktır.

Ayrıca sosyal dengenin kurulabilmesi için iyi bir ahlak düzeni olmazsa olmaz şart olarak görülmelidir.

Toplumsal taleplerle bireysel beklentiler arasındaki uyum ne kadar yakın ve sağlık ise, aynı zamanda hukuk kuralları ile sosyal sistem ne denli bütünlük arz ediyorsa; ahlak o kadar etkili ve güçlü hale gelecek, doğaldır ki kalıcı özellik gösterecektir.

Şayet ahlaka aykırı davranışlar sürekli mesafe alır ve genişlerse, insanları bir arada tutmak ve birlikte yaşamasını temin etmek bir aşamadan sonra zorlaşacaktır.

Unutmayalım ki, bir ülkenin adalet sistemi de ahlakın garantörü ve en büyük teminatıdır.

Hukukun siyasallaştığı, adalet duygusunun aşındığı, tarafgir kararların pıtrak gibi çoğaldığı bir ortamda ahlakı, sosyal nizamı ve son tahlilde siyaseti ayakta tutmak neredeyse imkansız bir hal alacaktır.

Bundan dolayı yoğun ve sonu olmayan kuvvet ve menfaat çatışması altında kalan toplumsal düzen çözülmeye yüz tutacak, güçlülerin ve çoğunluğu ele geçiren gurupların başıbozuk tutum ve davranışları felaketi davet edecektir.

Bu durum karşısında demokrasinin gerçek anlam ve ruhundan bahsetmek de büyük bir aldatmadan ibaret kalacaktır.

Bırakınız ilerisini, geri bir demokrasiyi bile yaşatmak bu şartlar altında mümkün değildir.

Biliyoruz ki, bir tarafta hukukun, diğer tarafta ahlak normlarının koruyuculuğu olmazsa, toplum ve dolayısıyla insan hayatının dayandığı temelleri ayakta tutmak hayalden öte bir anlam taşımayacaktır.

Şüphesiz bu temellerden birisi vatan ve birisi de millet birliğidir ki, bunlar olmaksızın bağımsızlık şöyle dursun var olmak dahi imkân dâhilinde görülmeyecektir.

Şurası bir gerçektir ki, milleti yekpare bir sosyal ve ahlaki kudret bütünlüğü yapan unsur kültürel farklılık değil, benzerlik ve birliktir.

Sözde demokratik kaygılar paralelinde farklılıklara yapılan vurgu, emek emek oluşturulmuş ve birlikte kazanılmış ne varsa tehdit edecek ve ayrımcılığı tıpkı bugünkü gibi zirveye taşıyacaktır.

Yine biliyoruz ki, kültürün gücü, dilin yaygınlığı ve tarihin mesajı sayesinde fertler aynı bütünün vazgeçilmez parçaları olduklarını idrak ve tescil etmektedir.

Birlikte yaşama ancak mazide uzun bir beraberliğin, yani ortak bir geçmişin sonucu ve eseri olarak meydana gelmektedir.

Milletleşmiş bir topluluğun fertleri doğal olarak aynı sosyal ve ahlaki hafızadan beslenmekte ve bunu paylaşmaktadır.

Geçmişte yaşanan beraberlik sayesinde doğan benzerlik ve kaynaşma, tabiatıyla insanların kader birlikteliği yapmalarını sağlamaktadır.

Bu gerçek karşısında millet; kökü dünde, gövdesi bugünde, dalları ise gelecekte bulunan muazzam beşeri bir çınardır.

Millet yapısını bir anda oluşan kalabalık şeklinde görenler bundan dolayı büyük bir yanılgı ve hata içindedir.

Milletin ahlakı ve siyaseti de masa başında hazırlanmış ısmarlama ve adrese teslim kaideler bütünü olmayıp, tarih boyunca gelişerek ve yerleşerek bugünlere gelen bir realitedir.

Türk milletinin karşılaştığı sorunların ve yaşadığı buhranların özünde ve içeriğinde bu gerçeği görmemek ziyadesiyle belirleyicidir.

Millet mefhumunu kabileyle karıştıran güruh; bin yıllık siyaseti, ahlakı ve iç içe geçmiş sosyal zenginliği anlamamış, anlasa bile körlüğünden ve feyiz aldığı yabancı bakış açısından dolayı itiraf edememiştir.

Bugün ülke ve millet olarak yaşadığımız travma ve açmazları öncelikle burada aramak gerekmektedir.

Bizim siyasetimizde ise millet yegâne güç ve öznedir.

Bizim anlayışımızda millet son yurdumuzda bin yılın emeği, tutkusu ve göz nurudur.

Sevinçte ve tasada bir araya gelmiş, savaşta ve barışta birlikte yaşamış bir sosyolojik cevherdir.

Türk milleti; ekmeğini bölüşmüş, ama vatanını bölmemiştir.

Cephede buluşmuş, ama cepheleşmeye direnmiştir.

Kedere, yokluğa, darlığa birlikte omuz vermiş, ama dağılmaya prim vermemiştir.

Bu kapsamda siyasetimizin sözü, mesajı, dilek ve temennisi millettir, millete ait olan her şeye yöneliktir.

Bizim açımızdan millet varlığı;

√       Kısa metrajlı bir film gösterisi değildir.

√       Gecelik konaklamayı sağlayan yolgeçen hanı değildir.

√       Mesafesi belli olan bir koşunun değişik etap ve parkurları değildir.

√       Ara istasyonlarda inilip binilecek bir durak değildir.

√       Zora gelince vazgeçilecek, sıkılınca terk edilecek bir kurnazlık değildir.

√       Karşılıklı alacak ve verecek ilişkisine göre tanzim edilmiş bir akit değildir.

√       Geçici heveslerin, yüzeysel bağlılıkların anlık toplanması da değildir.

√       Etnik kimliklerin onayı ve rızasıyla şartlara göre kurulmuş ve zamanı gelince de dağılacak bir koalisyon hiç değildir.

Millet bir ruhtur, şuurdur ve sönmeyecek birlik ışığıdır.

Kültürdür, heyecandır ve bitmeyecek kucaklaşmadır.

Tarihtir, edebiyattır, sanattır ve karşılığı olmayacak sevdadır.

Milliyetçiliğimizin kaynağı, siyasetimizin kundağı ve sevgimizin kurumayacak vahasıdır.

Demokrasinin beşiği, demokratik değerlerin merkezi millettir.

Bizi biz yapan her kıymetin sahibi millettir, bunların hepsi millete aittir.

Bunun için Milliyetçi Hareket Partisi 43 yıldır millet demektedir, milletin yanında ve tarafında yer almaktadır.

Siyasetteki duruşumuz, sapmayan çizgimiz, dün ne söylüyorsak bugün arkasında bulunuşumuz milletimize duyduğumuz derin inanç ve bağlılıktan dolayıdır.

Demokrasiden ödün vermeyen siyasetimizin gayesi, milletimizin kendi hakkındaki tek söz ve yetkiye sahip kudret olmasından feyiz almaktadır.

Türk milleti bizi bugünlere taşıdı, bizde bu aziz varlığı huzur ve refah ufkuna götürme konusunda iddialıyız.

Türk milleti yanımızdan ayrılmadı, bizde aziz milletimize musallat olan musibetleri ve zorlukları göğüslemek için her fedakârlığı göstereceğiz.

Duasıyla, desteğiyle ve himayesiyle bizi hiç yalnız bırakmadı, bizde Türk milletinden asla ama asla uzak olmayacağız, tek başına koymayacağız.

Bunun için siyaseti yağma ve talanla bir görenlere söyleyecek çok sözümüz vardır.

Yetim hakkına el uzatanlarla, siyaseti fitne ve fesat için seferber edenlerle görülecek hesabımız vardır.

Aldatmayı, kandırmayı ve milleti hayal kırıklığına uğratmayı ileri demokrasi sananlarla vakti yaklaşmakta olan randevumuz vardır.

Biz hazırız ve her zamankinden daha çok mücadele etmeye kararlıyız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Misafirler,

Milleti kalabalıkların dönemsel ve çıkara dayalı ittifakı olarak gören ve değerlendiren bir sorumsuzluğun neden olduğu maliyetler ve külfetler gittikçe fazlalaşmaktadır.

Ayrımcılığın dilini, bölücülüğün sözlüğünü ezbere bilen gafillerin milleti çözerek ve farklılığın uçlarına çekerek dağıtmaya çalıştığı maalesef her geçen gün netlik kazanmaktadır.

Bu coğrafyadaki bin yıllık siyasetimiz ve bunun neticesinde oluşan kardeşlik bağlarımız kalbi ve gönlü kirlenmiş mihraklar tarafından tarumar edilmektedir.

Türkiye bu görünüm altında alacakaranlık kuşağının arkası arkasına vizyona giren kâbuslarını bir bir yaşamak durumunda kalmaktadır.

Şüphesiz jeopolitiğin yüklediği mecburiyetlerin görmezden gelinmesi, 1071 Malazgirt ruhunun dejenere edilmesi ve bin yıllık kardeşlik hukukunun çiğnenmesi bu kabus filminin sadece bir bölümünden ibarettir

Bugünkü zaman diliminde ne yazık ki;

√       Siyaset bu nedenle, çözümsüzlüğü ve çöküşü özendirmekte, hızlandırmaktadır.

√       Sözde ileri demokrasi küslüğü ve ihtilafı yaygınlaştırmaktadır.

√       Bölücülük cesaret ve cüret kazanmaktadır.

√       Devlet hırpalanmakta, millet ufalanmaktadır.

√       Ahlak yozlaşmakta, sosyal bağlar zayıflamaktadır.

√       Hukuk siyasallaşmakta, geleceğimiz kararmaktadır.

√       Ekonomik adalet ve bölüşüm kötüleşmekte, yoksulluk ve işsizlik iyice katlanmaktadır.

√       İsyancılar, bölücü militanlar aklanmakta ve alkışlanmaktadır.

√       Terör elebaşları muhatap kabul edilmekte ve bunlara taviz üstüne taviz verilmektedir.

√       Küresel projelere mihmandarlık yapılmakta, kan ve kaos teşrifatçılığından utanılmamaktadır.

Türkiye’nin yarası derinleşmekte, Türk milletinin ağrısı artmaktadır.

Sürekli ivme alan dehşet döngüsü vatanımızı içinden çıkılmaz bir duruma getirmektedir.

Her gün şehitler toprağa düşmekte, analar ağıt yakmaktadır.

Artık Türkiye’nin her tarafı güvensizliğin ve karanlığın içine hapsedilmiştir.

Yakın zaman içinde karşı karşıya kaldığımız iki büyük acıyla milletimizin yine ciğeri yanmış ve yine ocaklara ateş düşmüştür.

Önceki gün Muş’un Varto ilçesinde bir astsubayımız arkadan kahpece yapılan bir saldırıyla şehit düşmüştür.

Dün de Kayseri Pınarbaşı’nda bir polisimiz alçakça ve şerefsizce katledilmiş, bir polisimiz ağır olmak üzere 18 kardeşimiz yaralanmıştır.

Şehitlerimize bu vesileyle Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Ailelerine, mesai arkadaşlarına ve aziz milletimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar temenni ediyorum.

Bu canilikleri şiddetle kınıyor, nefretle lanetliyorum.

Türk milleti, yürek birliği içinde, sanki kendi ocaklarından çıkmışçasına aziz şehitlerini kucaklamış ve bu elim hadiseleri derinden sahiplenmiş ve telin etmiştir.

Biliniz ki bu acı tablo;

√       Yıkım projesinin, Haburcu zihniyetin eseridir.

√       Teröre müsamahamın, teröriste gösterilen toleransın neticesidir.

√       İmralı’yla yapılan pazarlıkların sonucudur.

√       Kandil’e ve peşmergeye boyun eğmenin diyetidir.

√       Türk milletini 36’ya ayıran şuursuzluğun marifeti ve getirdiği çıkmaz sokaktır.

√       Ve elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin, birilerinin merhamet ve müsamahası ile kurulmuş, bağımsızlığını bir lütuf sonucu elde etmiş bir sömürge artığı olmadığı inancının inkârı ve ihlalidir.

Siyasetini; Türk milletini bölmeye, çözmeye ve ayırmaya yönelik olarak kurgulayan zihniyet, Türkiye’yi etnik bölücülüğe ikram etmek için tüm yolları denemektedir.

Küresel güçlerin kendisine biçtiği rolü heyecanla yerine getiren bu kafa yapısının, tüm denge ve ayarları bozduğu tüm berraklığıyla meydandadır.

Geçmişte, basiretsiz ve teslimiyetçi yöneticilerin elinde yok olma tehlikesine maruz kalan milletimiz, bugün aynısıyla yüz yüzedir.

Şehit kanıyla yazılmış bir destan sonucunda kendi geleceğini belirleme imkânını elde eden yüksek millet iradesi, siyasetteki çoğunlukçu körlüğe saplanan kendini bilmezler tarafından aşındırılmaktadır.

En zor yıllarda umutsuzluğu, yoksulluğu, yılgınlığı yenmiş, işgalcileri def etmiş aziz milletimiz demokratik yollarla içinde çıkan art niyetlilerin hışmına ve hücumuna uğramaktadır.

Bugün gelinen noktada Türkiye’nin, asla ve asla basit tedbirlerle geçiştirilemeyecek ve üstü örtülemeyecek kadar ciddi ve beka düzeyinde bir bölücülük sorunuyla karşı karşıya olduğunu herkes anlamalıdır.

Bütün milli meselelerde olduğu gibi, bunun da milletimizin katılım ve desteği ile çözülmesi bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Ne mutlu ki, bu konuda aziz milletimiz, milli bir karar için her desteği verecek bir olgunluğa ulaşmış bulunmaktadır.

Toplumun her kesimi, artık bıçağın kemiğe dayanmış olduğu terör ve arkasındaki bölücülüğün bir son bulması için, hükümetin lazım gelen kararlılık ve cesareti ortaya koymasını beklemektedir.

Ancak bundan yararlanmak yerine, iktidarın yine mazeretler ileri sürdüğü ve meseleyi ağırdan aldığı görülmektedir.

Dünyanın her yerinde, karşılaşılan milli bir meselede kamuoyu oluşturmak, tepki ve öfkeleri dizginlemek, karşılaşılan sorun hakkında toplumu bilinçlendirmek için özel destek kampanyaları yürütülmesini planlamak günümüzün bir gerçeğidir.

Toplumun inanmadığı ve arkasında durmadığı hiçbir sorunun çözülemeyeceğini bilen hükümetler, kapsamlı ve sistematik bir çalışma ile milletin ilgisini konu üzerine çekmeyi amaç edinmektedir.

Bu itibarla, sabrı taşma noktasına gelen aziz milletimizin, cadde ve meydanlardaki mesajının doğru okunması gerekmektedir.

Yıllardır gururları ile oynanan kitlelerin yükselen tepkisi, yalnızca PKK terörüne değil, aynı zamanda içte ve dıştaki işbirlikçilerine yönelik kararlı bir haykırış olarak yorumlanmalı ve tedbirler buna göre alınmalıdır.

Kanaatimce yükselen heyecanı, bir şuur ve siyasal karar haline getirmenin de zamanı gelmiştir.

Aksi halde, tahrik ve tertiplere açık cadde ve meydanlardaki tepkinin yarar yerine zarar doğurabileceği bir sürece doğru gidildiği görülmektedir.

Bilinmelidir ki, terör ne tür bir eylem yaparsa yapsın bunu önlemenin yolu hükümetin alacağı tedbirler ile güvenlik güçlerinin çalışmalarından geçecektir.

Küçük bir kıvılcımın, yanlış bir ifadenin, gergin ve öfkeli toplumu istenmeyen tartışma ve çatışmalara sürükleyebileceği düşünülürse, aydınlara ve siyaset kurumuna düşen en önemli görev milletimize itidal ve sağduyu çağrısı yapmak olacaktır.

Bu aşamada, topluma dönük yapılan sükûnet çağrılarının, ancak teröre ve bölücülüğe karşı yapılacak mukabele ve müdahale ile yatışabileceği de tartışılmaz bir gerçek olarak ortadadır.

Bu kapsamda olmak üzere hükümet; oyalama, aldatma, soğutma ve sulandırma taktiklerinden ve girişimlerinden uzak durmalı, milletimizin gönlüne su serpecek, devletimize güveni artıracak; ciddi, inandırıcı ve tutarlı tedbirleri vakit kaybetmeksizin almalı ve uygulamalıdır.

Türkiye bir avuç çapulcuya bırakılacak kadar önemsiz, Türk milleti elinde silah, arkasında siyaset desteği bulunan bölücü eşkıyaya teslim edilecek kadar zayıf değildir.

Biliniz ki teröre, ihanete ve hain niyetlere herkes göz yumsa da biz asla yummacağız.

Bin yıllık kardeşliği yaşatmak ve vatanımızda birlikte yaşamayı sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız.

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler, 

Bugün ülkemizin maruz kaldığı tehditleri daha iyi değerlendirebilmenin yolu, kuruluş yıllarında verilen mücadele ile devletimizin temel değerlerinin atıldığı dönemleri ayrıntılarıyla bilmekten geçmektedir.

Bu açıdan siyasi düzenin oluşma ve olgunlaşma merhalelerini de şuurla taşımak, en azından gözden geçirmiş olmak gerekmektedir.

Siyasi düzenin kuşkusuz temeli meşruiyet ve meşru egemenlikten kaynaklanan otoritedir.

Meşruiyet ise, bir toplumu meydana getiren halkın temelde bir bütün olarak sistemin adaletine inanmaları ve onun kurallarına uygun biçimde yaşamaya hazır olmaları demektir.

Siyasi güç, bir toplumun sahip olduğu insan sayısı veya kaynaklardan ziyade liderlerin ve kurumların meşruiyetinin saygınlık derecesi ile ölçülmekte ve değerlendirilmektedir.

Liderliğin bu bakımdan hayati bir rolü, kurumsallaşmanın paha biçilmez bir manası bulunmaktadır.

Bunların, demokratik idarelerle tanışmış ve bunda karar kılmış toplumların sorun çözücü bir özelliğe erişmesinde çok önemli payları söz konusudur.

Bununla birlikte Tanzimatla birlikte reayadan ahaliye doğru başlayan sosyo politik dönüşüm süreci, meşrutiyetle ahaliden halka yönelmiş; eşit ve hür bireyleri temsil eden vatandaşlık anlayışına da Cumhuriyetle kavuşmuştur.

Cumhuriyet, vatandaşlarımız arasında, eşitliği ve katılımı sağlarken, demokrasiye yönetim açısından işlev, sosyolojik olarak beşeri bir taban kazandırmıştır.

Bu milliyetçi siyasetimizin de hareket ve çıkış noktalarından biridir.

Bilindiği üzere demokrasi toplum içinde değişik düşünce ve fikirlerin serbestçe temsil edilmesi ve kişilerin bunlardan dilediklerine taraf olması esasına dayanmaktadır.

Bu çerçevede demokrasinin en iyi uygulanabileceği sistemin de cumhuriyet olduğu açıktır.

Cumhuriyet; demokrasiyi geliştiren en iyi yönetim biçimi, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alan en iyi sistemdir.

Bugün bu köklü birikim ve devlet yapılanmasının bölücü, yıkıcı, taklitçi, teslimiyetçi ve küreselci tahribata maruz kalması bir yönüyle 89 yıllık emanete gösterine tahammülsüzlükle yakından ilgilidir.

Son yıllarda sesini yükseltmeye başlayan yeni bir mandacı anlayışın temsilcileri olan numaracı cumhuriyetçiler ile bölücü mihrakların, özgürlük ve çok sesli demokrasi paravanını kullanarak Cumhuriyetimizin kurucu kabullerini tasfiye edebilmek için emel birliği içine girdikleri hepinizin bildiği gerçekler arasındadır.

Bu nedenle, dışarıdan destek alarak azan bölücü terörle, küreselleşme çerçevesinde Türkiye’yi yeniden biçimlendirmek isteyen dış güçlerin yeni yönetim talep ve özlemlerini birlikte ele almak Türkiye’nin önüne kurulan tuzakların da bozulabilmesi bakımından önem taşımaktadır.

İmralı canisi ve yandaşları ile sözde aydınlar ve bazı siyasetçilerin demokratik cumhuriyet önerisinde buluşmaları bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Bu açıdan, bugün, Cumhuriyetimizi numaralandırma çabalarına, devletimizi kaynaklarından ve kökünden koparma niyetlerine ya da milletimizi bölme ve parçalama maksatlarına karşı her zamankinden daha fazla dikkatli olmak zorunluluğu vardır.

Bunun için öncelikle burada eğitimin alan değerli kursiyerlerin son derece uyanık olmaları ve bu bilinçle hareket etmeleri gerekmektedir.

Türk milleti üzerindeki oyunlar bugüne kadar hiç bitmemiş ve hiç de kesilmemiştir.

Tarihi Şark Meselesi 329 yıldır adım adım üzerimize gelmekte ve sonuç almak için uğraşmaktadır.

Maksat bellidir ve bunun ayrıntıları esasen Sevr Anlaşmasında açıkça gözler önüne serilmiştir.

Bu coğrafyadaki mevcudiyetimiz, birliğimiz ve kardeşliğimiz yüzyıllardır malum çevreleri rahatsız etmektedir.

Bunun için her dönem değişik vasıtalarla içimizi oymaya, bütünlüğümüzü sakatlamaya ve bizi son yurdumuzdan atmaya dönük rezil bir kumpanya kendisini göstermiştir.

Bölücülük ve terör bunun için bir araçtır.

Tarihimizi yargılamak ve milletimizi katliamla özdeşleştirmek bunu sağlamaya dönük kirli bir amaçtır.

İçi boşaltılmış özgürlük beyanları, anlamı daraltılmış demokrasi çıkışları ve artık amacının ne olduğu belli olan insan hakları sözleri aynı amacın farklı enstrümanlarıdır.

Elbette Türkiye’ye sahip çıkacak ve hayat hakkını savunacak Türk milliyetçileri olduğu sürece kimse karanlık emeline ulaşamayacak ve muradına eremeyecektir.

Bunun teminatı işte bugün bu salondadır.

Merhum Erol Güngör; iyi bir hedefe kötü bir vasıta ile gidilemeyeceğini işaret ederken, aslında bu çevrelerin başından itibaren başarısızlığa neden mahkum olduğunu da bizlere en iyi şekilde göstermiştir.

Balasangunlu Yusuf Has Hacip; “Dayanağı düz duran bir şeyin bütünü de düzdür. Her iyi parçanın bütünü de düzgün olur. Hangi şey düz ve doğru ise düşmez, ayakta durur.” Sözleriyle bize yaşadığı dönemden ilham vermiş ve doğruya inancımızın asla kaybetmeyeceğini asırlar öncesinden tescil etmiştir.

Bugün hakkımızda hemen hükme varanlar dünden hiç ders ve sonuç çıkarmadıklarını mutlaka öğrenecekler ve büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün; acele karar vermenin zaaf içinde olanların işi olduğunu yaşayarak öğreneceklerdir.

Unutmayınız ki, yine Balasangunlu Yusuf Has Hacip’in dediği gibi; “Bütün eğriler kötülüğün dokusudur ve yamulduğu halde düşmeyen de yoktur.”

 

Değerli Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu son aşamasında her zaman olduğu gibi, kıymetli kursiyerlere hitap etmek istiyorum.

Siyaset ve Liderlik Okulumuzdaki eğitiminiz bugün son buluyor.

İnanıyorum ki buradan edindiğiniz bilgi, görgü, tecrübeler milli ve milliyetçi duruşunuzu daha da sağlamlaştıracaktır.

Araştıran, tartışan, disiplinli bir şekilde çalışan, soran ve sorgulayan, bilimsel şüpheciliği yöntem olarak belirlemiş bir anlayışın peşini ömrünüz boyunca bırakmayınız.

Daha fazla ne yapabilirim, daha ne üretebilirim sorularını sürekli olarak kendinize sorunuz.

Türkiye’nin geleceği, Türk milletinin varlığını sürdürmesi, mutlaka sizler gibi değerli arkadaşlarımın fedakâr çalışmaları sayesinde gerçekleşecektir.

Türklüğe, İslamiyet’e, milliyetçiliğe ve milli değerlere sahip çıkmada hiçbir zaman geri durmayınız.

İnisiyatif alınız, sorumluluk üstleniniz.

Duyarlılığınızı koruyunuz, sorumluluğunuzu perçinleyiniz.

İşbirliğinin, uzlaşmanın ve ekip ruhuyla çalışmanın sırrına ulaşınız.

İnsanın midesi için yaşayan bir varlık olmadığını; idealleri ve hedefleriyle bir anlam taşıdığını aklınızdan çıkarmayınız.

“Ülkem, ülküm ve ilkem” demekten yorulmayınız.

Açıkça söylemek isterim ki, manevi gelişme, maddi gelişmenin arkasında kaldıkça, insani münasebetler arzuladığımız ve beklediğimiz düzeyde olmayacaktır.

Bu itibarla manevi gelişmeniz, ilerlemeniz ve inançlarınızın telkininden ve tavsiyelerinden ayrılmamanız sizleri her zaman huzur yolunda tutacaktır.

Sonu olmayan bir yolda sürekli daha ileri gitmek veya yükseğe çıkmak demek olan başarıya; ancak ve ancak madde ve mana dengesini kurarak ulaşmanız mümkündür.

Bunun için öncelikle kendinize güveniniz, vicdanınızın sesinden ve çağrısından ayrılmayınız.

Vicdanlı hareket etmenin, kendi içinizde davranışlarınızı kontrol ve idare eden bir mekanizmayla hayat bulduğunu unutmayınız.

Doğruluğun, dürüstlüğün ahlaklı olmanın bir sonucu olarak kazanılan şahsiyet vasıfları olduğunu hatırınızdan çıkarmayınız.

Yaptığınız her işe; kalbinizle sahip çıkınız, beyninizle tasvip edip değerlendiriniz.

Türk milletini her daim seviniz, her zaman bağlı kalınız ve gerçekçi, istismardan uzak demokratik değerlerden ayrılmayınız.

Hayatta yapabildiklerimiz tasarladıklarımızdan çoğunlukla geridedir.

Buna rağmen atalete düşmeden, ürkmeden ve korku duvarlarını bir bir devirerek hak bildiğiniz yolda ilerleyiniz.

Sahip olduğumuz coğrafyanın, tarihin, kültürün, sosyal ve siyasal gerçeklerin sizlere yüklediği görevleri asla ihmal etmeyiniz.

Dünyaya Türkçe bakınız, çağı Türkçe okuyunuz.

Türk milletinin her alanda söz sahibi olması ve küresel ilişkilerde iddialı ve çekim merkezi haline gelmesi için üzerinize ne düşüyorsa yapınız.

Fazileti insanın tam bir ahlaki olgunluğa ulaşması şeklinde tanımlarsak; hepinizin faziletli birer Türk ve Türkiye sevdalısı olarak engelleri aşacağınıza canı gönülden inanıyorum.

Parti olarak, her birinize kapımız ve gönlümüz bundan sonra ardına kadar açıktır.

Bu duygu ve düşüncelerle sizleri bir kez daha ayrı ayrı kutluyor başarılarınızın devamını diliyor, hayırlı haberlerinizi bekliyorum.

Konuşmamın sonunda bu salona teşrif eden siz değerli misafirleri ve aziz dava arkadaşlarımı saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’tan sağlık ve afiyetler diliyorum.

Sağ olun, var olun.