Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Aziz Türk Milleti, Sayın Divan Başkanı ve Üyeleri, Kardeş ve Dost Ülkelerin Sayın Temsilcileri, Çok Değerli Misafirler, Milliyetçi Hareket’e Omuz Vermiş, Gönül Vermiş Ülküdaşlarım, Sevdamızın Yiğit ve Çilekeş Bozkurtları, Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Değerli Basın Mensupları, Hepinizi en içten duygularımla, sevgiyle ve saygıyla selâmlıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi’nin 7. Büyük Kongresi’ne hoşgeldiniz, şeref verdiniz. 80. yılını idrak etmekte olduğumuz Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını; vatan ve ülkü uğruna toprağa düşen bütün şehitlerimizi ve Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i rahmet ve minnetle anıyoruz. Türk milleti ve devletinin bekâsı için hizmet etmeyi şiar edinmiş, ülkesini ve ülküsünü canından aziz bilmiş Ülkücü Hareket’in, bu büyük buluşmasını nasip eden Yüce Allah’a şükürler olsun. Bugün, milletçe, tarihi bir dönüm noktasındayız. Ateşle imtihan edilip, zaferle bitirdiğimiz İstiklal Harbimizin, tüm kutsiyetinin ayaklar altına alındığı bir dönemden geçmekteyiz. Bu dönemde, üzerimizdeki tahakkümden kurtulmak ya da kurtulmamak arasında bir tercih yapmak durumundayız. Kimliğinden, tarihinden ve kültüründen aldığı güç ve inançla, tercihini “milli devlet”, “milli iktidar”dan yana yapanlar gönüllerini bu salonda birleştirdiler. Buradan, tercihini, “milli devletin tasfiyesi” ve “Türkiye’nin küçültülmesi”nden yana yapmış olan Hükümet’e sesleniyorum. Erzurum ve Sivas kongrelerinin kararlarına, bu kongrelerin yapıldığı mukaddes mekânlarda hakaret edip, milletin zafer burçlarına teslimiyet bayrağı çekenler: Hevesiniz boşuna, çabanız beyhudedir... Milli mücadeleyi gerçekleştiren ruh bugün bu salonda dim dik karşınızdadır. Erzurum Kongresi’ndeki şuur ve heyecan aynıyla buradadır!.. Sivas Kongresi’ndeki milletin azim ve kararlılığı buradadır!.. Türkiye yek vücut buradadır. Değerli Dava Arkadaşlarım, Bugün Türk Milliyetçileri olarak, yeni bir medeniyet hamlesini başlatma azmiyle “Büyük Buluşma”mızı gerçekleştiriyoruz. Büyük Buluşmamız, bir yandan ülkemizi, diğer yandan dünyamızı saran buhranlar neticesinde bir kat daha önem kazanmıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde, Batı medeniyetinin çıkarcı ve tekelci dünya görüşü, insanlık değerlerini tehdit etmeye yönelmiştir. Savaşların ve kaosun dinmek bilmediği bu yüzyılda, kendi hakimiyetlerini ebedi kılmak isteyen devletler, yeni sömürgeciliği “özgürleştirme” maskesiyle yürütmektedir. Yeni sömürgeci güçler; bu faaliyetlerinde, kimi zaman hedef ülkelerdeki milli bütünlüğü bozarak, kimi zaman da ekonomik krizler yaratarak kargaşa ve huzursuzluğa sebep olmaktadırlar. Yeni dünyanın güçlü aktörleri, kendi milli devlet yapılarından vazgeçmeden, diğer devletlere milli egemenlik ve bağımsızlıklarından vazgeçmeyi dayatmaktadırlar. Bu hedeflerine ulaşmak için, ekonomik, psikolojik ve askeri yöntemlere başvurmaktadırlar. Bu müdahaleler sonucunda, devletlerin ekonomik bağımlılıkları arttırılmakta; devlet ve millet arasındaki köprüler yıkılmakta; gerektiğinde ise, hedefteki ülkeleri işgale yönelik askeri planlar devreye sokulmaktadır. Ekonomik planda, küresel sermaye ve finans sistemi, “dünya krallığı”nı ilan edercesine, önündeki milli mukavemet kalelerinin yıkılmasını talep etmekte, imtiyazlar ağını sürekli genişletmektedir. Uluslararası odakların güdümündeki medya baronları, yeni sömürgeci güçler adına psikolojik harp faaliyetlerinin taşeronluğunu yapmaktadır. Neticede, bu sömürgeci güçler, kendi beklenti ve menfaatleri doğrultusunda kullanacakları “kukla hükümetleri” iktidara getirebilmektedir. Nitekim, bugün, Türkiyemizin de hem fiilî, hem de zihnî olarak, teslimiyetçi bir kuşatma altında olduğu, haysiyet sahibi hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Aziz Dava Arkadaşlarım, Yiğit Bozkurtlarım, Karşımızda duran Türkiye ve dünya gerçekleri, milletçe yaşadığımız sıkıntıların, dünyadaki gelişmelerle çok yakın bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. İçeride bizim “egemen blok” olarak isimlendirdiğimiz güç odakları, demokratikleşmeden ekonomiye, kültür hayatımızdan siyasete kadar, birçok alanda Türkiye’nin önünü tıkamaya devam etmektedir. Yozlaşmış bürokrasi, tekelci büyük sermaye ve batıcı elitlerin koalisyonundan oluşan bu egemen blok, küresel sermayeyle işbirliği yaparak, milli olan her şeyi tahrip etme arzusu ve gayretindedir. Bu saldırılardan yalnızca maddi kıymetlerimiz değil, kimlik ve kişiliğimizi inşa eden değerler sistemimiz de nasibini almaktadır. Zira yeni sömürgecilik, insanlığın binlerce tecrübelerinden süzülerek gelen milli kültürleri tahrip etmek istemektedir. Hedeflenen kimliksiz, kişiliksiz insan yığınlarından oluşan, kolay idare edilebilir bir dünyadır. Karşımızdaki bu küresel tablo, tek boyutlu medeniyet anlayışlarının insanlığı sürüklediği uçurumları açıkça gözler önüne sermektedir. Sömürünün, savaşın, vahşet ve sefaletin girdabında insanlığı kıvrandıran maddeci dünya görüşüne dayalı Batı medeniyeti, insanî değerlerle olan irtibatını her geçen gün daha da koparmaktadır. Sömürgeci imparatorluklar kurma hevesinde birleşen küresel güçlerin sözde evrensellik çağrılarıyla, milli kimliklerinden kopartan kitleler, kabile aidiyetlerine hapsedilmektedir. İnsanlık, küresel tahakküm ya da yeni sömürgeci imparatorluklar gibi sefil alternatifler arasında sıkıştırılmaktadır. Bu sebeple, milliyetçilik, milli ve manevî değerler sisteminin, insan onurunun, milli kültürlerin hayat haklarının, küresel ahenk ve adaletin, demokrasi ve insan haklarının en önemli teminatı olmaya devam etmektedir. Bugün, küresel tahakküm karşısında, hürriyet ve şahsiyetin bayrağı milliyetçiliğin surları üzerinde dalgalanmaktadır. Türk milliyetçileri olarak biliyor ve inanıyoruz ki, egemen medeniyetin sebep olduğu krizlerin üstesinden, ancak yeni bir medeniyet anlayışıyla gelmek mümkündür. Meselelerimizi çözmek ve Lider Ülke idealine ulaşmak için, milletimizle beraber bütün insanlığı kucaklayacak zihniyet değişimini, hakkaniyete dayalı yeni bir dünya hedefimizi ve toplumla bütünleşmeyi esas alan, kesintisiz demokrasi anlayışımızı hayata geçirmek mecburiyetindeyiz. Bugün Milliyetçi Hareket olarak bu tarihi kurultaydan “Türkçe” bir çağrı yapıyoruz. Çağrımızın kaynağı, Türkiye’nin insanlığın anlam haritasındaki “özgün” yeri ile Milliyetçi Hareket’in tarihi misyonu ve iddiasıdır. Çünkü, Milliyetçi Hareket, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet, yeni bir dünya ve yeni bir toplum anlayışının siyasetteki temsilcisidir. Aziz Dava Arkadaşlarım, Kıymetli Ülküdaşlarım, Sizlerin çok iyi bildiği gibi, bütün dünya için, bütün insanlık için bu küresel kuşatmaya ve sömürüye karşı yeni bir ruh, yeni bir alternatif, yeni bir duruş artık kaçınılmaz olmuştur. İşte bu hareketi başlatacak ruh, Türk-İslam kaynaklarının manevi ikliminde yeşermekte, Cihan Devleti Osmanlı’nın mirası ile İstiklâl Savaşımızın tecrübeleri üzerinde yükselmektedir. Türk-İslam medeniyetinin tecrübe ve birikimini, insanlığın ihtiyaç ve problemleri ışığında “asrın idrakine söyletmek”, bizim Milliyetçi Hareket olarak, insanlık karşısındaki milli vazifemizdir. Biliyoruz ki, insanlığın önünde yeni ufuklar açmak, ancak, dünyada sözü dinlenir, güçlü ve Lider bir Türkiye’nin inşasıyla mümkün olacaktır. Bu yüzden Milliyetçi Hareket, yeni bir dünya ve yeni bir Türkiye için Büyük Buluşmayı gerçekleştirme kararlılığındadır. Bugün bu yürüyüş başlamıştır. Türkiye’nin yeniden büyük ve lider bir ülke olmasını isteyenler yola çıkmıştır ve buradadır. Çağrımız, Türkiye sevgisini kaybetmemiş herkesedir. Çağrımız, atalarının kutsal mirasına saygı duyan, gelecek nesillere onurlu bir Türkiye bırakmak isteyenleredir. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne duyarlı bütün vatandaşlarımızadır. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Siyaset, iniş ve çıkışları olan uzun soluklu ve engebeli bir hizmet yoludur. Bundan önceki Büyük Kongremiz, Milliyetçi Hareket'in iktidar ortağı olduğu bir dönemde idrak edilmiştir. 3 Kasım seçimleri sonrası ortaya çıkan siyasi tabloda ise Milliyetçi Hareket Partisi Parlamento dışında kalmıştır. Bu sonucun partimiz için arzu edilen ve beklenen bir sonuç olmadığı ortadadır. Ancak, ne kadar üzücü olsa da, milli iradenin mutlak üstünlüğüne gönülden inanan Milliyetçi Hareket, aziz milletimizin bu kararını saygıyla karşılamıştır. Millete küsmemiş, kırılmamıştır. Milliyetçi Hareket, sadece, milletimizin geleceğini tehdit eden, içte ve dışta Türkiye'yi büyük bir kuşatma altına almayı amaçlayan plânlar karşısında, milletimizin hak ve hukukunu koruyacak ve savunacak bir konuma gelememenin buruk bir hüznünü yaşamıştır. Üzüntümüz sadece ve sadece bundan kaynaklanmıştır. Türkiye'yi hiçbir karşılık beklemeden seven Türkiye sevdalıları, geçmişte olduğu gibi bugün de aziz milletimizin emrinde ve hizmetindedir. 3 Kasım seçim sonuçları bu konudaki şevkimizi kırmamış, heyecanımızı azaltmamıştır. Aksine, sahte demokrasi havarilerini ve sahte kurtarıcıları milletimizin gerçek hüviyetleriyle tanıması için daha fazla çaba harcama azmimiz, daha etkili mücadele etme kararlılığımız daha da bilenmiştir. Değerli Dava Arkadaşlarım, 3 Kasım seçimlerine giden süreçte yaşananların ve Milliyetçi Hareket'i hedef alan cephenin entrikalarının hepinizin hafızasında hala tazeliğini koruduğuna inanıyorum. Bildiğiniz gibi, partimiz 18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra ortaya çıkan parçalı Meclis tablosu karşısında sorumluluktan kaçmayarak 57. Cumhuriyet Hükümetine katılmıştır. Siyasi felsefesi ve siyaset yapma anlayışı farklı üç partinin oluşturduğu Koalisyon Hükümeti çok güç bir dönemde görev yapmıştır. Bu dönem içinde Milliyetçi Hareket "önce ülkem, sonra partim" anlayışına uygun olarak üzerine düşen iyi niyetli göstermiş, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarı için parti düşüncelerini ve hesaplarını aşan bir feragat ve sorumluluk anlayışıyla hareket etmiştir. Türkiye'yi bir uçurumun kenarına sürükleyecek oyunlar ve Türk milliyetçiliğini hedef alan dayatmalar karşısında da, "benden sonra isterse tufan olsun" diyerek kolay bir çıkış yolunu seçmemiş, parti hesaplarının yanıltıcı cazibesine kapılarak Türkiye üzerinde kumar oynanmasına izin vermemiştir. Bu şartlar altında Türkiye'nin siyasi istikrarı ve selameti için tek çıkar yol olan milletin hakemliğine başvurulmasını sağlamıştır. Aziz Dava Arkadaşlarım, Bu sıkıntılı ve güç süreçte Milliyetçi Hareket'in izlediği siyaset seçim öncesi dönemde de tartışılmış olup, bugünde ve ileride de tartışılacaktır. 3 Kasım seçimleri sonrası gelinen noktadan, geride kalan döneme bakılarak farklı düşünce ve değerlendirmelerin dile getirilmesi aslında doğal sayılmalıdır. Ancak, burada bir nokta unutulmamalıdır: Her dönem kendi özel şartları ışığında değerlendirilmek zorundadır. Her olay ve gelişmeyi, yaşandığı dönemin şartları içinde ele almadan yapılacak kısmi ve sathi değerlendirmelerin, iyi niyetli de olsa, her zaman isabetli sonuçlar vermeyeceği hatırda tutulmalıdır. Bu konuda yapılacak değerlendirmelerde, Türkiye'nin şartları ve imkanları ile Hükümet etme sorumluluğunun icaplarının da göz önünde tutulması, insaf ölçülerinin bir gereği olarak görülmelidir. Koalisyon döneminin böyle bir objektif değerlendirmesi yapıldığında, bazı konularda daha etkili olunabileceği, bazı eksiklerin ve aksaklıkların görüldüğü tabiatıyla söylenebilecektir. Ancak, şunu bütün açıklığıyla belirtmek isterim ki, bu dönemde, Milliyetçi Hareket'in siyasi ideallerinden ve siyasi misyonundan sapma anlamına gelebilecek hiçbir hatanın içinde, yanında ve arkasında olunmamıştır. Aziz Ülküdaşlarım, Kıymetli Misafirler, Teslimiyetçi iktidarın ve dış destekçilerinin istekleri doğrultusunda, Türkiye’nin sürüklenmek istendiği bataklık, büyük buluşma çağrımızın hayatiyetini ve vazgeçilmezliğini açıkça ortaya koymaktadır. Hepinizin bildiği gibi, seçim meydanlarında verdiği sözleri unutan, tam teslimiyetçi AKP hükümeti, yaklaşık 1 yıldır tek başına iktidardadır. Bu hükümet, aradan geçen bunca zaman boyunca, milletin hayrına hiçbir adım atmamıştır. “Planımız, programımız hazır, gelir gelmez iş başı yapacağız” diyen AKP’nin hiçbir hazırlığının olmadığı gün gibi ortadadır. Bu hükümetin icraatlarını iki cümleyle özetlemek mümkündür: Dışarıda “tam teslimiyet”!.. İçerde “bütünüyle acziyet”tir!.. Başbakan’ın, memurları paylayıp işçileri tehdit ettiği, tarım bakanının çiftçilere hakaret ettiği bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıyayız. Dün meydanlarda, “garip-gureba” edebiyatı yapanlar, bugün, “memleket işsiz dolu, aldığınıza şükredin!” diyorlar. Dış politikasını AB ve ABD’ye endeksleyen hükümet, içerde de Dünya Bankası ve IMF bağımlısı bir ekonomi politikası yürütmektedir. Kendilerinden öncekileri dışa bağımlı olmakla suçlayanlar, şimdi IMF’ye olan bağlılıklarını her fırsatta tekrarlıyorlar. Buradan soruyoruz: Bu gidiş nereyedir? Maalesef, her geçen gün daha açık bir şekilde görülüyor ki, Türk ekonomisi, tekellerden oluşan büyük sermayenin büsbütün egemenliği altına girmektedir. Bu durum, Türkiye’nin kalkınma lokomotifini oluşturan, küçük ve orta ölçekli sermaye gruplarının ve hayatını alnının teriyle kazanan insanların, çilesini her geçen gün arttırmaktadır. Türk insanı bilmektedir ki, tekeller güçlendikçe, Türk ekonomisi güdümlü hale geldikçe ve dış mihrakların baskısı arttıkça, Türkiye üretim gücünü ve sosyal adalet temellerini hızla yitirmektedir. Hal böyleyken, bazı medya kuruluşlarının ağız birliği etmişcesine pembe tablolar çizmesi tesadüf müdür? “Kan satıp kredi aldık” diye bayram edenler: Kime ya da kimlere hizmet etmektedirler? Milletimizin şüphesi olmasın ki, Türkiye’nin kaynaklarını yabancılara peşkeş çekerek, aldıkları payla sefa sürenlerin bu ülkedeki saltanatları uzun sürmeyecektir. Dış politikada çok tehlikeli sonuçları olacak bir yol izleyen AKP, köklü devlet gelenekleri olan Türkiye'yi, milli çıkarlarını “ucuz pazarlık” konusu yapmaya hazır bir devlet konumuna sokmuştur. Bu hükümet tarafından, milli birliğimizi ve bütünlüğümüzü tehlikeye açık hale getiren temelden sakat politikalar uygulamaya konmuştur. Hassas milli konularda üçüncü taraflara ümit ve cesaret verilmiştir. AKP'nin on aylık icraatı, dış politika alanında çok tehlikeli bir yola sürüklenmekte olduğumuzu göstermektedir. Bu tehlikeli gidiş, özellikle, Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs ve Irak konularında kendisini göstermektedir. AKP içerde hissettiği meşruiyet krizini aşmak için dışarıya ve Avrupa Birliği’ne tavizler vermektedir. AKP, bu amaçla Avrupa Birliği'ni kullanmakta ve Türkiye'de özel amaçları doğrultusunda gerçekleştirmek istediği her şeyi, “Avrupalı olmak” adına ve “AB standardı” olarak gündeme getirmektedir. Buna karşılık, Avrupa Birliği de, Türkiye'nin milli birliğini ve sosyal dokusunu zedeleyecek taleplerini ve dayatmalarını hayata geçirmede, AKP'yi en uygun vasıta olarak görmektedir. Bu anlamda AKP ve Avrupa Birliği kendi özel gündemleri ve amaçları için birbirlerini kullanmaktadır. Aziz Dava Arkadaşlarım, Kıymetli Ülküdaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Avrupa Birliği'ni Türkiye için bir amaç olmaktan çok, kendi geleceği bakımından bir araç olarak gören AKP ile, aslında Türkiye'yi üye yapmak istemeyen ve sürekli oyalayan AB arasındaki bu ilişkinin karşılıklı samimiyete ve iyi niyete değil, karşılıklı fayda ve kullanım esasına dayandığı ortadadır. AKP, iktidar koltuğunda tutunabilmesinin yolunun Türk milletinin iradesinden değil, başta Avrupa Birliği olmak üzere dış desteklerden geçtiğini hesaplamaktadır. Bu nedenle Avrupa Birliği'nin her dayatmasını "kutsal bir emir" kabul etmektedir. AB'nin taşeronluğu görevini liyakatle yerine getirmesinin hikmeti başka sebeplerde değil, bunda aranmalıdır. Avrupa Birliği yolunda ilerlemek için gerekli çağdaşlık ölçüleri adı altında Türkiye'ye empoze edilen düzenlemeler, aslında, demokratikleşme sürecinin gerçek anlamda ilerletilmesi amacına da hizmet etmemiştir. Aksine, sıkıntıların daha da derinleşmesine, etnik ve mezhep ayrımcılığı temelinde çok ciddi yeni sorunların yeşermesi için müsait bir ortam hazırlanmasına yol açmıştır. Avrupa Birliği, Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesi bahanesiyle Türkiye'nin karşısına hergün yeni bir dayatma ile çıkmaktadır. Çünkü, şu ana kadarki deneyimleriyle, bu yöntemle sonuç alınabileceği konusunda cesaretlenen Avrupa Birliği, Türkiye'de her talebi yerine getirmeye amade bir iktidar bulmuş olmasının rahatlığı içindedir. Yine bu durumdan destek ve kuvvet bulduğunu düşünen PKK/KADEK de kendi siyasi hedeflerinin gerçekleşmesi için Avrupa Birliğini ve bu yolla AKP iktidarını sonuna kadar kullanmaktadır. Avrupa Birliği'nin samimiyetsiz tutumunun en çarpıcı örneği, PKK/KADEK'in hâlâ terör örgütleri listesine alınmamış olmasıdır. AB, bu konuda direnmektedir. Buna karşılık, AKP iktidarının da bunu mesele yapmak gibi bir niyeti olmadığı görülmektedir. Avrupa Birliği'nin PKK/KADEK'i terör örgütü olarak kabul etmemesinin arkasında, bunlara siyasi bir misyon yükleme arzusunun yattığı artık açıkça görünen bir gerçektir. Türkiye'de Avrupa Birliği'nin dayatmaları kabul edilerek terör örgütünün siyasallaşma stratejisinin ilerletilmesi amacına hizmet edecek bazı düzenlemelerin AB uyum paketleriyle yapılmış olması, Avrupa Birliği'ne bu konuda da ayrıca cesaret vermektedir. Türk kamuoyu Avrupa Birliği konusunda yoğun bir kampanya sonucu şartlandırılmış, ağır bir psikolojik baskı altına alınmıştır. Milli refleks ve direniş gücü adeta ortadan kaldırılmak istenmiştir. Aziz Dava Arkadaşlarım, AKP iktidarının devlet hayatına hakim kılmaya çalıştığı sakat zihniyetin ve dış politikasının dayandığı teslimiyetçi "ver-kurtul" anlayışının sonuçlarından birinin de milli davamız Kıbrıs olacağı artık ortadadır. Bu zihniyetin Kıbrıs sorununa ilişkin yaklaşımı, milli davamız Kıbrıs'ın Türkiye'nin sırtında bir yük, bir kambur olduğu gibi çarpık bir anlayışa dayanmaktadır. Bu hükümet, Kıbrıs’ı Avrupa Birliği ile ucuz bir pazarlık konusu haline getirmekten en küçük bir endişe duymamaktadır. Avrupa Birliği'nden müzakere takvimi için içi boş bir vaad alınabilmesi karşılığında,Kıbrıs sorununun Yunanistan ve Rumların emellerine uygun olarak çözümlenmesine hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Maalesef, Kıbrıs'ı ve Kıbrıs Türklüğünü bu amaçla feda etmeye hazır bir teslimiyetçilik içine girilmiştir. Teslimiyetçi iktidar, aynı zamanda, Kıbrıs Türk toplumunu cephelere bölerek, içerden çökertilmesi için Avrupa Birliği ve Amerika'nın yürüttüğü nifak kampanyalarına da destek vermektedir. Rumların silah zoruyla yapamadığı, şimdi Avrupa Birliği perspektifinde toplumsal bilinçlenme adı altında ve Kıbrıs Türkleri Rum devletine yamanarak yapılmaya çalışılmaktadır. Buna karşı çıkan ve onurlu bir çözümü savunan büyük dava ve devlet adamı Rauf Denktaş Bey, hedef tahtası haline getirilmek istenmektedir. Dışlanmaya, tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla kendisine karşı çok çirkin ve haksız bir karalama kampanyası sürdürülmektedir. Türkiye'deki ABD Büyükelçisi bile açıkça bu yönde çağrılarda bulunma cüretini gösterebilmektedir. Bütün bunlara karşı Hükümet sessizliğini korumakta, en ufak bir tepki dahi göstermeyerek dolaylı destek vermektedir. Sayın Cumhurbaşkanı Denktaş'a karşı yapılan bu saldırıları ve Hükümetin bu saldırgan ve küstah tavırlar karşısındaki sessizliğini şiddetle kınıyoruz. Türk milliyetçileri Sayın Cumhurbaşkanı Denktaş'la tam bir dayanışma içindedir. Bunu buradan bir kez daha ilan ediyorum ki Kıbrıs Türkleri yalnız değildir. Milli kahraman Sayın Denktaş yalnız değildir. Aziz Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Milliyetçi Hareket, AKP iktidarının Kıbrıs konusunda içine düştüğü gafletten biran önce çıkmasını beklemektedir. İzlenen yol yanlış ve tehlikeli bir yoldur. İyi bilinmelidir ki, Türkiye ve Türk milleti, Kıbrıs üzerinde oynanmak istenen oyunlar karşısında Kıbrıslı kardeşlerinin her zaman ve her şekilde yanında olacaktır. Türkiye, hiçbir şart altında ve hiçbir düşünce uğruna, Kıbrıs Türklerini feda etmeyecektir. Yine çok iyi bilinmelidir ki, Türk Milliyetçileri buna asla izin vermeyecektir. Buna teslimiyetçi AKP'nin de, Avrupa Birliği'nin çıkarlarını Türkiye'de savunma görevini üstlenen sözde sivil toplum örgütleri görünümündeki teslimiyet lobilerinin de gücü yetmeyecektir. Bundan hiç kimse şüphe duymamalıdır. Türk milletinin kararlılığını hiç kimse test etmeye kalkışmamalıdır. Aziz Dava Arkadaşlarım, AKP iktidarının izlediği şahsiyetsiz ve teslimiyetçi politikaların iflas ettiği diğer bir önemli alan da Irak olmuştur. Bilindiği üzere, Türkiye, Irak'tan kaynaklanan ciddi sorunlarla on yılı aşkın bir süredir uğraşmak durumunda kalmıştır. Irak'ta yaşanan gelişmeler Türkiye'nin hayati konulardaki milli çıkarlarını doğrudan etkilemektedir. Bu çıkarlarımızın korunması amacıyla Irak konusunda bir devlet siyaseti belirlenmiştir. Siyasi düşünce farkına bakılmaksızın geçmiş bütün hükümetler, partilerüstü bir anlayışla bu temel politikayı referans olarak almışlar ve uygulamışlardır. Bu devlet politikası, “üç kırmızı çizgi” olarak ifade edilen ve Türkiye için olmazsa olmaz nitelikteki üç esas üzerine bina edilmiştir. Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması, bu suretle Kuzey Irak'ta bir kukla devlet oluşumuna imkân verilmemesi; PKK terör unsurlarının Irak'ta yuvalanmalarının önlenmesi ve Irak'lı Türkmenlerin hak ve hukuklarının korunması ve güvenliklerinin sağlanması, bu devlet politikasının ana esaslarını oluşturmuştur. Bugün, bu üç kırmızı çizgi her yönüyle ihlâl edilmiştir. Buna karşılık AKP iktidarı bu vahim gelişmeleri sadece seyretmiş, hiçbir tepki ortaya koyamamıştır. On yıldır uygulanan milli devlet politikamız, AKP iktidarının on ayında yerle bir edilmiştir. Milli politika izleyeceği vaadiyle iktidara gelen hükümet, Türkiye'nin milli onurunun ve hassasiyetlerinin çok ciddi biçimde yara almasına sebep olmuştur. Yine bilineceği üzere, terörizmle mücadele amacıyla başlatılan Irak'a yönelik askeri harekat sonrası, ABD kuvvetleri Irak'taki yabancı terör örgütlerinin tümünü güç kullanarak temizlemiştir. Bunun yegane istisnası terör örgütü PKK/KADEK olmuştur. Stratejik ortağımız ve müttefikimiz olarak nitelendirilen ABD kuvvetleri bunlarla mücadele etmek bir yana, bu terör örgütüyle resmi temas kurmuştur. ABD yetkilileri, bu ilişkileri gün yüzüne çıkınca yalanlama, inkâr yoluna bile gitmemiş hatta terör örgütü ile görüşmelerin Türkiye'nin bilgisi altında yürütüldüğünü açıklamıştır. Hükümet, bu konuda da anlaşılması ve affedilmesi mümkün olmayan bir gaflet ve dalalet içine girmiştir. Değerli Ülküdaşlarım, Kıymetli Misafirler, Milli meselelerde hep, basiretsiz bir tüccar zihniyetiyle hareket eden AKP iktidarının Türkiye'nin milli güvenliğini ilgilendiren hayati çıkarlarını da pazarlık konusu haline getirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim, ABD'den alınacak kredi konusunda yapılan anlaşmanın basına yansıyan içeriği bunu teyit etmiştir. Türkiye adına Bakan düzeyinde imzalanan kredi anlaşmasında, ABD'den alınacak para karşılığında, Türkiye'nin Kuzey Irak'a PKK terörü ile mücadele etmek için dahi asker göndermeme sözü verdiği ortaya çıkmıştır. Bu haysiyet kırıcı durum, AKP iktidarının Türkiye'yi felakete sürükleyebilecek bir kafa yapısına, çarpık bir siyasi anlayışa sahip olduğunun en açık göstergesidir. Irak'ta Türkiye'nin ayaklar altına alınan kırmızı çizgileri, PKK terörüne müsamaha edilmesiyle de sınırlı kalmamıştır. Kuzey Irak'ta ayrı bir kukla siyasi oluşum yönünde son dönemde çok ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Peşmerge grupları bu yönde önemli mesafeler almışlardır. ABD kuvvetleri ile yakın işbirliği içinde olan bu unsurlar, ağır silahlarla teçhiz edilmişler, Musul ve Kerkük dahil Türkmenlerin yoğun olduğu bölgeleri kuşatarak, buralarda hakim konuma gelmişlerdir. Ayrı bir düzenli silahlı güç örgütlenmesine giden peşmerge grupları, nüfus ve etki alanlarını sürekli geliştirmişler ve Musul ve Kerkük'ün mahalli yönetimlerine adeta el koymuşlardır. ABD desteğinden ve Türkiye'nin tepkisiz kalmasından cesaret alan bu unsurlar maalesef, Türkiye'ye dil uzatmak cesaretini de göstermiştir. Barzani ve Talabani'nin Türkiye'ye hedef alan küstah beyanları, ne acıdır ki, Türk yetkililerden hakettiği karşılığı görmemiştir. AKP iktidarı bu konuda da kılını kıpırdatmamıştır. Bunların milli onur ve haysiyet anlayışı maalesef budur. Aziz Dava Arkadaşlarım, Irak'taki bu tehlikeli gelişmeler karşısında sessiz ve tepkisiz kalan AKP iktidarı, Türkmen kardeşlerimizi de kendi kaderlerine terk etmiştir. Saddam rejimi altında büyük sıkıntılar çeken, milli kimlikleri ve varlıkları yok edilmek istenen Türkmenler, şimdi de peşmergenin mezalimi altında bir bekâ mücadelesi vermektedir. Türkiye, Türkmenleri kaderleriyle baş başa bırakmıştır. AKP iktidarının iflas eden Irak politikasının peşmerge gruplarını hoş tutmak anlayışına dayandığı görülmektedir. Türkmen kardeşlerimizin bu denklemde yeri yoktur. Türkiye'nin ABD’nin ve peşmergenin insafsız ellerine terk ettiği Türkmenler Saddam rejimi sonrası dönemde Irak'ın yeni siyasi yapılanması sürecinden de dışlanmışlardır. 25 üyeden oluşan Irak Geçici Yönetim Konseyi'ne sadece bir Türkmen alınmıştır. Buna karşılık beş üyeyle temsil edilen Kürt grupları Konsey'de hakim konuma gelmişlerdir. Bu dengesiz temsil, Irak Geçici Bakanlar Kurulu'nda da sürdürülmüştür. Dışişleri Bakanlığı dahil beş önemli bakanlık peşmergelere bırakılırken, Türkmenlere göstermelik bir bakanlık verilmiştir. Askeri harekat sonrası harap olmuş ülkede, hiçbir işlevi bulunmayan Bilim ve Teknoloji Bakanlığına bir Türkmen kardeşimiz getirilmiştir. Değerli Dava Arkadaşlarım, Milli değerlere ve hassasiyetlere yabancı olan AKP zihniyetinin Irak'taki onursuz ve teslimiyetçi siyaseti Türkiye'yi işte bu utanç tablosuyla karşı karşıya bırakmıştır. Bu zihniyet, Kuzey Irak'ta bulunan Türk subaylarının alçakça bir muameleye maruz bırakılmalarına zemin hazırlamıştır. Peşmerge gruplarının tahrikiyle 11 subayımızı gözaltına alan Amerikan askerleri, AKP iktidarının bu teslimiyetçi anlayışından cesaret almışlardır. Milli onurumuzu derinden yaralayan bu olay karşısında hiçbir tepki göstermeyen Hükümet, hiç utanmadan ve sıkılmadan bu konuda Amerikalıları haklı çıkarmaya ve Türk askerini suçlamaya çalışmıştır. Unutulmamalıdır ki, bu zillet karşılıksız kalmayacaktır. Bu iktidar, bunun hesabını milli vicdan önünde verecektir. Aziz milletimiz, elbette bir gün, AKP'nin başına “milli irade” sillesiyle bir çuval geçirecektir. Aziz Dava Arkadaşlarım, Türk askerine yapılan bu alçakça saldırının milli vicdanda yarattığı yara hâlâ kanarken, AKP iktidarı şimdi de Irak'a asker göndermeye hazırlanmaktadır. PKK terör tehdidi ortadayken, para karşılığında Kuzey Irak'a asker göndermeme yükümlülüğü içine giren, Amerikan kredisi alabilmek için Türkiye'nin güvenliğini pazarlık konusu yapan AKP, şimdi de, Amerikan işgalinin sürmesine yardımcı olmak ve Amerikan askerlerini korumak için Irak'a Türk askeri gönderecektir. İktidar koltuğuna sarılmak için her yolu mubah gören AKP kadroları, şimdi de, mehmetçiği, paralı bir asker gibi, Amerikan kuvvetlerine koruma olarak verecektir. Üstelik Türk askeri Türkiye'nin güvenliğine tehdit teşkil eden, PKK teröristlerinin yuvalandığı Kuzey Irak'a gitmeyecektir. Türk askerinin Irak'ta görev yapması peşmerge vetosuna bırakılmıştır. Irak'a Türk askerinin gelmesine esastan karşı olan bu unsurlar, ABD'nin baskısıyla Kuzey dışında başka bir bölgede görev yapmasına kerhen rıza gösterebileceklerdir. Şu zillete bakın ki, Türk askeri, peşmergelerin vetosu nedeniyle "kukla" devlet kurma hazırlığı içinde oldukları ve Türkmenlerin tarihi yerleşim birimlerinin bulunduğu bölgeden uzak tutulacaktır. Bunun yerine, Irak direnişinin en yoğun olduğu Bağdat'ın civarı ile Kuzey-Batı ve Batı'sındaki en sorunlu bölgeye gidecektir. AKP iktidarı şimdi işte böyle bir pazarlık içine girmiştir. Bütün bunların hesabını Türk milleti elbette soracaktır. Türk milletinin onurunu ve haysiyetini ayaklar altına alan bu rezaletin hesabı çok ağır biçimde çıkacaktır. "Takiye yapma" alışkanlığı da, AKP'yi kader günü geldiğinde, bu hesabı vermekten kurtaramayacaktır. Aziz Dava arkadaşlarım, Türkiye, maalesef, böyle bir perişanlık tablosu içine sokulmuştur. İktidarın Türkiye'yi 10 ay içinde getirdiği nokta, tuzaklarla dolu bir çıkmaz sokaktır. Türkiye içerde ve dışarıda büyük bir kuşatma altına alınmıştır. Milli kimliğimizi ve milli varlığımızı tehdit eden bir saldırı başlatılmıştır. Amerika ve Avrupa Birliği güdümündeki AKP iktidarının izlediği teslimiyetçi ve ilkesiz politikalar, aziz milletimizi tarihi bir kavşak noktasına getirmiştir. Teslimiyetçi AKP iktidarı ve içerdeki işbirlikçileri, Türkiye'nin milli değerlerini ve milli çıkarlarını hiçe sayan puslu ve mayınlı bir yola girmişlerdir. Sonu uçurum olan bu yolda, Türk milleti ağır bir baskı altına sokulmuş, Türkiye'de bir tepkisizlik ortamı yaratılmıştır. Siyasi istikrar ve Avrupa yolunda ilerleme yalanıyla Türk milleti yanıltılmak ve sindirilmek istenmektedir. Bu tehlikeli gidişe dur demek ve topyekün bir milli seferberlik başlatmak, Türkiye ve Türk Milliyetçileri için kutsal bir görevdir. Anadolu Türklüğü’nün son bağımsız devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, içinde yaşadığı bu sorunlu coğrafyada, ebedi vatanında milli varlığını koruması ve her alanda güçlenmesi için güçlü ve istikrarlı bir toplum olması ve kriz üreten değil, krizleri aşma kabiliyeti olan etkin bir devlet düzeni ve siyasi yapı kurması Türkiye için bir bekâ meselesi haline gelmiştir. Türkiye, milli tarih ve kültür bilincinin, varisi olduğu Türk-İslam kültür geleneğinin ve milli değerlerinin rehber olacağı yeni ve büyük atılımları süratle hayata geçirmek mecburiyetindedir. Bu amaçla yeni ve büyük bir değişim süreci başlatılması artık ertelenemez bir zaruret olarak karşımızdadır. Bu değişim süreci, aziz milletimizin ortak değerlerine saygı temeline dayanan ve katılımcı bir anlayışla Türk toplumunun dinamiklerini yeni hedefler doğrultusunda harekete geçiren, gerçek ve samimi bir anlayış üzerine bina edilmelidir. Milli değerlerle bütünleşme yolunu açarak, etkin ve demokratik hukuk devletine bütün icap ve müesseseleriyle işlerlik kazandıracak gerçek anlamda bir demokratik düzenin kurulması, bu sürecin başlıca amaçlarından birisi olmalıdır. Türkiye'nin kronik sorunlarının gerçek sebepleri ve kaynaklarının doğru teşhisine dayalı, yeni bir ekonomik-sosyal vizyon geliştirilmesi de bu amacı tamamlayacak önemli bir hedef olarak görülmelidir. Boyunduruk ve teslimiyet zincirlerinin kırılarak, sadece Türkiye'nin milli çıkarlarına ve stratejik hedeflerine göre belirlenecek yeni bir dış politika anlayışının hakim kılınması ve Türkiye'nin Avrasya perspektifi merkezli yeni bir dış siyaset açılımının hayata geçirilmesi de diğer bir hedefimiz olmalıdır. Bu esaslara dayanan yeni bir toplum ve devlet düzeni arayışının, bu yönde Türkiye merkezli yeni bir aydınlanma hareketinin başlatılmasının öncüsü Milliyetçi Hareket olacaktır. Böyle bir topyekün değişimi gerçekleştirmek için Türk milletine güvenen, gücünü aziz milletimizden ve sahip olduğu üstün milli hasletlerden alan milli bir iktidara ihtiyaç bulunmaktadır. Milliyetçi Hareket işte bu milli misyona taliptir. Bugünkü gidişattan rahatsız olan sessiz çoğunluğu, bilinçli bir çoğunluk haline getirmek ve Türkiye'nin geleceğine sahip çıkmak için başlatılacak bu yeni mücadelenin öncüsü elbette Milliyetçi Hareket olacaktır. Ülkücü camia, milli şuuru ayağa kaldırmaya hazır ve kararlıdır. Büyük Kongremiz bu tarihi misyon için hayati bir dönüm noktası olacaktır. Türkiye çaresiz ve sahipsiz değildir. Bu zillet Türkiye için kader değildir. Bu büyük kuşatmayı kırmak ve yeni bir vizyonla, yeni bir Türkiye Projesini hayata geçirmek, Türk Milliyetçilerinin aziz milletimize namus borcudur. Milliyetçi Hareket bunun için vardır. Türk Milliyetçileri var olduğu sürece Türkiye'nin Büyük ve Lider ülke olmasının önünü kimse kesemeyecektir. Büyük Kongremiz bu konudaki iman ve azmimizi tazeleme vesilesi olacaktır. 12 Ekim, Milliyetçi Hareket'in eridiği, Türk Milliyetçiliğinin artık modası geçmiş ve çağın gerisinde kalmış bir nostalji olarak kalmaya mahkum olduğu yolundaki temennilere karşı gereken cevabın verileceği gün olacaktır. Büyük Kongremiz, aynı şekilde, Milliyetçi Hareket'i tarihi misyonundan uzaklaştırmak için MHP'yi içten çökertmek ve yozlaştırmak için beslenen ümitlere ve sahneye konulmak istenen oyunlara karşı da, ülkücü iradenin gereken cevabı vereceği bir gün olacaktır. Büyük Kongremiz, bu anlamda bir "Ülkücü Milat" olacaktır. Milli değerlerimizi esas alan yeni bir Türkiye Projesi etrafında şahlanma ve Türkiye'yi ayağa kaldırma mücadelesini başlatma günü olacaktır. Milliyetçi Hareket hepimizindir. Bu Parti ve bu Dava hepimizindir. Saflarımızı sıklaştırarak Türkiye'nin geleceğine sahip çıkmak hepimiz için tarihi bir görev ve sorumluluktur. Büyük Kongremiz Türk Milliyetçilerinin toparlanmaları, küskünlük ve dargınlıkları bir kenara bırakıp, Türkiye'nin onurlu geleceği ve aziz milletimizin ebedi saadeti için "Yeni bir Dünya ve Yeni bir Türkiye için Büyük Buluşmayı" gerçekleştirecekleri gün olacaktır. Türkiye sevdalıları Türkiye ortak paydasında buluşacak, milli değerler etrafında kenetlenecektir. Bu "Büyük Buluşma" günü, bugündür. Her kademede Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönetimine talip olacak bütün aday arkadaşlarıma başarılar diliyorum. Türk Milliyetçilerinin daha nice Büyük Kongreleri, Büyük Buluşmaları aynı şevk, heyecan ve coşkuyla idrak etmelerini niyaz ediyorum. Yüce Allah, Milliyetçi Hareket’e Türkiye'nin geleceğine sahip çıkma mücadelesinde yardımcı olacak, bu milli heyecanımızı ve azmimizi karşılıksız bırakmayacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve kucaklıyorum. Hepinizi Yüce Allah'a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
Dr. Devlet Bahçeli |