Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 26 Haziran 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
26 Haziran 2012

 

Muhterem Milletvekilleri,

Kıymetli Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yine sorun, sıkıntı ve gözyaşıyla dolu krizli bir haftayı geride bıraktık.

Boğucu ve yakıcı nitelikteki hadiselerin, üzücü ve sarsıcı içerikteki vakaların geride kalan haftaya bir kez daha damga vurmasına hep birlikte şahit olduk.

Ülkemizin güvenliği, dirliği ve birliği alarm zilleri çalmaktadır.

Neresinden bakarsak bakalım, Türkiye iyi yönetilememenin tüm sancılarını yaşamakta, istikrarsızlık ve düzensizlik halleri frenlerinden boşanmışçasına mesafe almaktadır.

Türk milleti devamlı surette aynı kâbus filmini seyretmekten, aynı türden acıların sahnelendiği kısır döngüyle karşılaşmaktan bunalmıştır.

Oyuncuları ve senaristleri herkesçe malum olan kanlı tezgâh millet ve devlet hayatını azap yerine çevirmiş ve bundan dolayı tahammül edilmez bir aşamaya getirmiştir.

Bölücü terörün vahşi eylemleri ve bu çerçevede her gün gelen şehit haberleri ciğerimizi dağlamış, yüreklerimizi kedere boğmuştur.

Bildiğiniz gibi, Yüksekova-Dağlıca yolunun güvenliğini sağlamak ve teröristlerin geçiş güzergâhını kapatmakla görevli “Yeşiltaş Jandarma Karakolu” PKK militanlarınca 19 Haziran 2012 tarihinde haince saldırıya uğramıştır.

Vuku bulan bu menfur terör eyleminde sekiz evladımız şehit, ondokuzu da yaralanmıştır.

Şehitlerimiz son yolculuklarına dualarla ve milletimizin büyük bir sahiplenişiyle uğurlanmıştır.

Öfke sel olup akmış, milli vicdanlar ayağa kalkarak terörü telin etmiştir.

İzmir’den Konya’ya, Diyarbakır’dan Muş’a, Samsun’dan Kütahya’ya ve Trabzon’dan Anadolu’nun her hanesine kadar hüzün çökmüş, ocaklardan yükselen ağıt gök kubbeye ulaşmıştır.

Trabzonlu şehidimiz Piyade Er Ali Yasin Erosmanoğlu’nun muhterem babası şu sözleriyle idrak sefaleti çeken herkese adeta ders vermiştir.

Şöyle haykırıyor şehidimizin emaneti:

“Vatan sağ olsun. Bizim içimizde düşmanlar var. Benim bir oğlum gider, arkadan bin tane daha gider; gerekirse ben de giderim”

Bu inanç ve cesaret dolu sözler aslında Türk milletinin mesajı ve kararlılık ilanıdır.

Acısını içine gömen, “Ağlamayacağım, teröristleri sevindirmeyeceğim” diyerek fazilet sahibi bir insanın nasıl olması gerektiğini gösteren şehit analarıyla, şehit babalarıyla, şehit eşleriyle gurur duyuyor, hepsinin acılarını tüm içtenliğimle paylaşıyorum.

Babasının albayrağa sarılı tabutuna selam veren yavruları kucaklıyor, her daim yanlarında olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Hepimizi derin acıya boğan Yeşiltaş saldırısının üzerinden geçen bir haftalık süre içinde eşkıya yine boş durmamıştır.

Geçtiğimiz hafta sonunda, önce Mardin’in Derik ilçesi devlet hastanesi yolu güzergâhında, devriye görevini yürüten polis aracına PKK’lı teröristler tarafından kurulan mayınlı tuzak sonucunda, ne yazık ki polis memurumuz Yasin Kaya şehit düşmüş, dört polisimiz de yaralanmıştır.

Daha sonra bu defa da Hakkâri’nin Kavaklı bölgesinde, PKK’lı teröristlerin açtığı ateş neticesinde, Uzman Çavuş Atanur Bal şehit olmuş, üç evladımızda yaralanmıştır.

Tüm şehitlerimize bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı temenni ediyorum.

Yaralılara ise acil şifalar diliyorum.

Ve hunhar terör eylemlerini lanetliyor, asla hedeflerine ulaşamayacağını büyük bir inançla duyurmak istiyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Özellikle Hakkâri Yeşiltaş Jandarma Karakolu’na yapılan saldırıdan sonra gündeme gelen görüşler, yapılan yorumlar ve verilen mesajlar her açıdan incelenmeli ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Fırsattan istifade eden çıkarcı yüzler, işbirlikçi taraflar ve melun niyetler bölücü terör saldırılarını gerekçelendirmeye ve utanmadan mazeret bulmaya yönelmişlerdir.

PKK’nın içinde kontrol edilemeyen unsurların bulunduğu, bir iyi bir de kötü PKK olduğu izlenimi kamuoyuna pompalanmaya çalışılmıştır.

Teröristin ayağına gitmeyi gazetecilik zannedenlere verilen mülakatlar, kamuoyu oluşturmaya dönük halkla ilişkiler faaliyeti ve bölücü terörü masum gösterme kurnazlıkları ibret verici bir manzaranın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Gelişmeler PKK’nın psikolojik ve stratejik avantajlar elde ettiğini, gerek siyasette, gerek akademik çevrelerde, gerekse de medyadaki taşeronları eliyle alçak saldırılarını maskelemeye çalıştığını göstermiştir.

Bölücülüğün yeminli temsilcileri, terörün barış ve özgürlük kamuflajıyla örtülmüş elçileri anında devreye girmişler ve inisiyatif alarak tavşana kaç tazıya tut pespayeliğini sergilemişlerdir.

Bilhassa bu çevreler, ne zaman çözüm sürecine yaklaşılsa, ne zaman ümit verici adımlar atılsa ve ne zaman siyaset ön alıp üstünlük kurmaya başlasa bu tip eylemlerin hemen gerçekleştiğine dikkat çekmişlerdir.

Barış dilinin ve demokratik iradenin sözüm ona hızlandığı bir zaman aralığında terör saldırılarını manidar bulduklarını yüzleri kızarmadan dile getirmişlerdir.

Yani bölücü terör örgütü, yapılan sözde güzel işleri sabote etmiş ve devletin içindeki güvenlikçi bakışın ön plana çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Buradan çıkarılan sonuç ise, PKK terörüyle devlet içindeki bazı gurupların dolaylı ve zımnen irtibat ve ilişki içinde olduğuna yönelik olmuştur.

Bölücülüğü aklamaya ve temize çıkarmaya çalışan ne kadar gafil varsa bu çerçevede buluşmuş ve düşüncelerini pervasızca ortaya koymuşlardır.

Bununla birlikte, demokratikleşmenin alanı genişledikçe örgütün alanının daralacağı safsataları ve hezeyanları, bölücülük bataklığını mesken tutmuş çürümüşler tarafından ısrarla ortaya konulmuştur.

Bunların ağzından;

√       Barış için demokratik adımlar devam ettirilmeli,

√       Kimsenin bu şansı heba etme lüksü olmamalı,

√       Çözüm fırsatı sabote edilmemeli,

√       Silahlar susmalı ve bırakılmalı,

√       İyimser ortam korunmalı,

√       Barış havası sürmeli türünden söz ve beyanlar geçtiğimiz günlerde işitilmiştir.

Karanlık emelli bölücü ittifak; çözüm, çıkış ve çare zırvalarıyla bölücü terör saldırılarını kapatmaya ve cinayetleri örtbas etmeye hayâsızca gayret etmişlerdir.

Şehide hürmet etmeyen, dökülen kanlara üzülmeyen, Türk milletine yönelmiş vahşeti kınamaktan imtina eden ihanet simaları bölücülüğün çözüm haritasında küstahça bir araya gelmişler ve değişik bahanelere sığınmışlardır.

Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın her yurt dışı çıkışına, her uluslararası temaslarına denk düşen dönemlerde, terörün namlusunu milletimize çevirdiğine dair kanaatlerde de bir hayli yoğunluk gözlenmektedir.

Eğer Başbakan’ın yurtdışı seyahatleriyle terör saldırıları arasında hakikaten de bir illiyet bağı kuruluyorsa, o zaman Sayın Erdoğan’ın uçaktan biraz inerek Türkiye’de kalması son derece hayırlı ve yararlı olacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın yurtdışında bulunmasıyla, saldırıların gerçekleşmesi arasında paralellik yalnızca pazarlıkların kızışmasına matuftur ki, bu da bölücü terörün bilinen ve kanıksanmış ahlaksızlığından başka bir şey değildir.

Zaten PKK terör örgütü Başbakan ve hükümetiyle her düzeyde müzakereye devam etmektedir.

Bunun yanısıra PKK, siyasi iktidarla mayınlı, kurşunlu ve roketatarlı mektuplaşmasını her fırsatta gerçekleştirmekte ve şüphesiz verdiği mesajlar da anında cevap bulmaktadır.

Başbakan’ın terörle mücadeleyi kast ederek; “Er veya geç bu işi başaracağız. Terörü kimse bizimle pazarlık konusu etmesin. Biz terörü hiçbir zaman pazarlık konusu olarak da telakki etmedik.” sözlerinin, bu kapsamda bir manası ve karşılığı da bulunmamaktadır.

Madem pazarlık yapılmadığı Başbakan tarafından iddia edilmektedir, bu durumda şu soruların cevaplarının da kendisi tarafından verilmesi taşıdığı sorumluluğunun gereği olacaktır:

√       İmralı canisiyle görüşerek mutabakat metinleri hazırlamak pazarlık değil midir?

√       Yaklaşık bir asır önce etnik ve mezhep ikiliğini aramıza sokan sömürgeci zihniyetin güdümünde, PKK’yla Oslo’da masaya oturmak pazarlık değil midir?

√       Kamuoyuna yansıyan Oslo mutabakatında, terörle mücadele eden asker ve polisin yargılanacağı sözünü vermek pazarlık değil midir?

√       Her hain eylemden sonra bölücü örgüte “Silahı bırakırsanız operasyonlar durur” açıklamalarını medya üzerinden iletmek pazarlık değil midir?

√       Terör örgütü mensuplarına istedikleri ülkeye gidebileceğini duyurmak ve bunu ısrarla vurgulamak pazarlık değil midir?

√       Habur’da terörist karşılama törenleri düzenlemek, anadilde eğitim taleplerine onay vermek pazarlık değil midir?

√       PKK’yı himaye eden peşmergeden yardım dilenmek, yılandan şefkat beklemek pazarlık değil midir?

√       Türk milletini etnik kimliklere geriletmeye uğraşmak, dağdakilere af planları hazırlamak ve Kandil’deki eşkıya başının sağlığını merak etmek pazarlık değil midir?

Bunlardan dolayı AKP, CHP ve BDP’yle aynı masaya oturmama irade ve kararlılığımız haklı değil midir?

Bizim sözde Kürt sorunu kapsamında görüşme sürecine katılmadığımızı eleştirenler, Anadolu’da barışa katkı vermediğimiz riyakârlığını propaganda edenler iyi bilsinler ki;

Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’nin çözülmesini, Türk milletinin bölünmesini ve Türk vatanın ayrışmasını sağlayacak hiçbir masaya oturmayacak ve yanından dahi geçmeyecektir.

Terör ve bölücülük sorunuyla sözde Kürt sorununu aynı kategoriye koyan art niyetliler zaten ekranlarda, Meclis koridorlarında ve bu doğrultuda kurulan bölücülük ortamlarında bir aradadırlar ve her düzeyde de beraberliklerini yürütmektedirler.

Bizi masaya gelmemekle itham edenler önce; 2003’den bugüne kadar toprağa düşen 1021 şehidin hesabını vermelidir.

Barış diyerek ihanet masasına ayak olanlar; 1 Ağustos 2009 tarihinde başlayan yıkım sürecinden bugüne kadar geçen sürede ebediyete intikal eden 371 şehidin hakkını iki cihanda nasıl ödeyeceklerini düşünmelidir.

İki yıl önce analar ağlamasın diyerek manevi istismarcılıkta sınır tanımayanlar, sadece 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden bugüne kadar dualarla uğurlanan 185 şehidimizin yerde kalan kanına insafları varsa odaklanmalıdır.

Sorarım sizlere, biz daha fazla şehit gelmesi için mi ya da daha çok terör saldırısı gerçekleşsin diye mi masaya oturacağız?

PKK’nın af edilmesi, İmralı canisinin özgürlüğüne kavuşması ve Türkiye’nin ikiye ayrılması için mi masaya oturacağız?

Biz Kürt kökenli kardeşlerimizi sorun görenlerle, bölücülükle pazarlık yapacak kadar alçalanlarla elbette bir araya gelmeyeceğiz, elbette masaya da oturmayacağız.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bölücü terör örgütü PKK yıllardan beridir kan akıtmakta, vatan evlatlarımızın canına kast etmektedir.

Tayin ettiği amaçlara ulaşmak için ise insanlığın reddettiği her çirkin yol ve yönteme başvurmaktadır.

Terör faaliyeti bölücülüğün yalnızca bir unsuru olup, bölünmeyi sağlamaya, ayrılmayı tesis etmeye çalışan insan kıyım makinesidir.

Terör kasapları bu yüzden her değerimize saldırmakta ve tahrip etmektedir.

Bölücü terörü koruyan, kendi hedefleri doğrultusunda maşa olarak kullanan uluslararası mihraklar ise esasen herkes tarafından bilinmektedir.

PKK kiralık ölüm çetesi olarak; kimin işine yarıyorsa, kimin menfaatine uyuyorsa ve kimin çıkarına hizmet ediyorsa onlar tarafından kullanılmakta ve yönlendirilmektedir.

Türkiye üzerinde hesabı olan ülkeler bu kanlı örgütü beslemekte ve istedikleri biçimde yönetip sevk etmektedir.

Türkiye’ye husumet duyanlar, Türk milletinin Anadolu coğrafyasındaki mevcudiyetinden irkilenler Kandil’deki vahşileri yedirmekte, içirmekte, giydirmekte, silahlandırmakta ve üzerimize saldırtmaktadır.

Dönemsel olarak PKK’nın emrine girdiği güçler farklılaşmış olsa da, hedef hiç değişmemiş ve hiç de sapmamıştır.

ABD’den Suriye’ye, Yunanistan’dan Güney Rum kesimine ve bazı Avrupa ülkelerinden Rusya’ya varıncaya kadar PKK küresel çevrelerin stratejik planlarına kanlı menü hazırlamış ve tetikçi olarak görev almıştır.

Bu kapsamda gittikçe uluslararası bir cinayet örgütü hüviyetine bürünmüş ve Kandil’deki inlerde yaşamasına bu nedenle müsaade edilmiş ve edilmeye de devam edilmektedir.

Bugünkü şartlarda PKK’nın sindiği ve saklandığı yerin adresi belli ve ortadadır.

Irak’ın kuzeyindeki peşmerge reisi, terör örgütüne yardım ve yataklık yapan, aldığı talimatlar gereğince arkasında duran bir fitne olarak hepimizin malumudur.

Gelin görün ki, Başbakan Erdoğan’ın şartlar gereğince en yakın dost ve müttefiki de bu çapulcu olmuştur.

Şu çelişkiye bakınız ki, Başbakan Erdoğan terörün çözümü konusunda peşmergenin ağzına bakmakta, en ufak beyanlarından bile medet ummaktadır.

Hatta hükümetin sulu gözlü üyesi, Başbakanlığa vekâlet ettiği Yeşiltaş Karakol baskınından hemen sonra, TRT Şeş’in Soranice yayına başlaması vesilesiyle peşmergeyle programa katılmış ve birlikte kutlama yapmışlardır.

Burada başbakan yardımcısı; “Türkiye’de yaşayan herkesin kendi kültürüne ait, doğuştan, Allah tarafından verilen bütün hakları Kürt kardeşlerimize de, başka etnik kökene sahip yurttaşlarımıza da tanıyoruz, tanıyacağız” sözlerini sarfetmiştir.

Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu şuursuzluk sekiz şehidimizin hemen arkasından Barzani’ye hitaben söylenmiştir.

Barzani de, “Artık savaşın, silahın kullanma devri geçti. Bu durum Kürt milletine daha çok zarar veriyor” diyerek, “Sayın Başbakan’a attığı adımlardan dolayı, diğer partilerden de çözüme yönelik önerilerde bulunanlara teşekkür ediyorum.” ifadeleriyle karanlıktan aydınlığı taşlamaya devam etmiştir.

Bu karşılıklı takdim ve dostane yaklaşımlar sergilenirken, söz konusu başbakan yardımcısı Barzani’ye Türkiye’de yalnızca Türk milleti vardır, haddinizi bilin diyememiş ve bir de ar damarı çatlarcasına Barzani’den daha fazla himmet beklediklerini belirtmiştir.

Her şeyden önce peşmerge ve onun gibi düşünen terör zebanileri bilmelidir ki; son yurdumuzda yaşayan muazzam beşeri kıymetin ismi Türk milleti olup, aramızda başkaca bir millet kesinlikle söz konusu değildir.

Peşmerge reisinin sözde çözümden yana tavır alanlara teşekkür etmesi bir başka ilginç durumu ortaya çıkarmıştır.

Allah’a hamd olsun ki, peşmerge bize teşekkür etmemiş ve bizi övmemiştir.

Bu durum bile başlıbaşına ne kadar doğru ve haklı olduğumuzun bir kanıtı ve belirtisidir.

Zira peşmergenin bize yönelik teşekkürü şöyle dursun, iması dahi 43 yıllık şerefli tarihimizi yok saymak, ilkelerimizi çiğnemek anlamına gelecektir ki, bunu da inşallah dünya gözüyle kimse göremeyecektir.

Kandil’in görevlendirilmiş muhafızı, terör ajanı olarak ikili oynamakta ve Türk milletine kefen biçenlere durmadan makas bilemektedir.

Bize göre Kandil yerle bir edilmeden, 4 Ekim 2011 tarihli grup toplantısında söylediğim gibi, Kandil’in tepesine Türk bayrağı dikilmeden terörün sonlanması mümkün değildir.

Bu tarihi görev sınırötesi hareket izni elinde bulunan AKP hükümetinin omuzlarındadır.

Türk milletinin kendisine tehdit oluşturan neresi olursa olsun buralara girmesi ve hakkından gelmesi en tabii hakkı ve yetkisi dâhilindedir.

Bunun için Türk devleti kimseden icazet alacak değildir.

Hele hele Okyanus ötesinden izin alma iması dahi bizim tarihi birikimimiz ve millet gerçeğimizle asla bağdaşmamaktadır.

Biz üzerinde yaşadığımız toprakları birilerinden onay alarak vatanlaştırmadık.

Birilerinin oluruyla ve işaretiyle de koruyamazlık yapmayacağız.

Kim ki topraklarımızı kirletmeye, sınır ötesinden hareketle bağrımızı yakmaya cüret ediyorsa; bunları üredikleri yerde, mesken tuttukları alanda imha etmek Türk milletinin şeref ve onur meselesidir.

Bu konuda milletimizin müsamahası olmayacak, topu taca atarak uyuşukluk gösterenlere toleransı bulunmayacaktır.

“Silahları ağır, sayıları fazla” ifadeleriyle bölücü terör saldırılarına teslim olanlar, yangının gittikçe büyüdüğünü görmeli ve Kandil’de tufan gibi esecek cesaret ve iradeyi bir an önce göstermelidir.

Bu aşamada bölücü teröre karşı çözüm olarak sunacağım öneriler şimdilik şu ana başlıklardan ibaret olacaktır:

1-      Hükümet Meclis’ten aldığı sınır ötesi harekât iznini devreye sokmalı ve Kandil’i dümdüz etmelidir.

2-      PKK terör örgütü ön şartsız ve hiçbir mazeret ileri sürmeden silahlarını bırakmalı ve teslim olmalıdır.

Veya militanlar son ferdine kadar teslim alınmalıdır.

3-      Türk adaleti bölücü örgüt üyeleri hakkında gereğini yapmalı ve PKK’lılar verilecek cezaları çekmelidir.

4-      KCK davasıyla birleştirilerek kapsamlı ve çok yönlü bir bölücülük soruşturması açılmalıdır.

5-      Kürt kökenli kardeşlerimiz kesinlikle terör örgütüyle ilişkilendirilmemeli, bireysel nitelikli haklarıyla ilgili çalışma ve girişimler ülkemizin diğer yörelerinde olduğu gibi hayata geçirilmelidir.

6-      Türk kimliğinin birleştirici, kapsayıcı ve yapıştırıcı özelliğine sahip çıkılmalı, Türkiyelilik zırvasından vazgeçilmelidir.

7-      Doğu ve Güneydoğu’nun sosyo ekonomik ölçekteki kalkınması için hemen harekete geçilmeli, Kürt kökenli kardeşlerimizin işsizlik ve yoksulluk sorunları kökünden bitirilmelidir.

8-      Irak merkezi yönetimi kendi topraklarındaki terör yuvalarını ya def etmeli ya da Türkiye’nin müdahalesine saygı göstermelidir.

9-      Üçlü mekanizmalarla vakit kaybedilmemeli, ABD’den insansız hava araçları değil, kararlı ve sonuç alıcı hamleler talep edilmeli ve bu konuda tavizsiz olunmalıdır.

Ve analarımızın gözyaşı ancak bunları hayata geçirerek dinebilecek ve dökülen kanların hesabı bu yollarla sorulabilecektir.

Unutulmasın ki, terör bir kader değildir.

Şayet siyasi irade olursa, inanç ve mücadele ruhu ortaya çıkarsa Allah’ın izniyle her şeyin üstesinden gelinmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi samimi, milli ve bölücü terörün kaynağını kurutacak her içten adıma, her projeye destek verecek ve destek olacaktır.

Fakat bin yıllık kardeşliğimizi sorun görenlere yönelik mesafesini de mutlaka koruyacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bölgemiz ve komşu coğrafyalarımız gerçekten çok gergin bekleyişlere gebe ve açıktır.

Tunus’ta 17 Aralık 2010 tarihinde başlayan isyan ve başkaldırı depremi dalga dalga yayılmış ve Suriye’ye dayanmıştır.

Tunus’un devrik lideri Bin Ali’nin 14 Ocak 2011 tarihinde ülkesinden kaçmasının ardından seçimler yapılmış ve istikrar geleceği ümit edilmiştir.

Ne var ki kurulan koalisyon hükümeti bir türlü düzen ve güvenliği sağlayamamış, Tunus adeta kaynayan kazana dönüşmüştür.

Huzursuz kitleler yine meydanları doldurmuş, karşılıklı çatışma ve tahammülsüzlük hali irtifa kaybetmemiştir.

Arap Baharı’na aşırı anlam yükleyenler, Tunus’taki değişim momentinin iç taleplerden beslenmediğini, tazyikin ve yönlendirmenin BOP uyarınca dışarıdan yapıldığını bilerek görmezden gelmişler, propagandasını yaptıkları demokrasi ve özgürlük iklimine yapay ve zorlama yollardan ulaşılamayacağını itiraf edememişlerdir.

Aynı şey doğal olarak Mısır için de geçerli, hatta daha karmaşık olmuştur.

Arap Baharı’nın esintisi 25 Ocak 2011 tarihinde başlamış ve 30 yıldır iktidarda bulunan Hüsnü Mübarek’in 11 Şubat’ta görevden ayrılmasına kadar da hız kesmemiştir.

Devrik liderin kafeste mahkeme salonlarına taşınması, sedyede otoriter yönetim yıllarının hesabını vermesi Mısır’ın önünü aydınlatamamış ve bu ülkeye yeni bir ivme verememiştir.

Tahrir’den yükselen çığlıklar kalıcı olmadığı için bir süre sonra yerini daha derin çatışma ve hiziplere bırakmıştır.

Görüldüğü kadarıyla Tahrir felsefesinden özgürlük, demokrasi ve köklü reform hamlesi çıkmamıştır.

Mısır baştanbaşa karışmış, kutuplaşma ülkenin istikrarını felç etmiştir.

Şüphesiz bu durum son yapılan seçimlere de yansımıştır.

Bildiğiniz üzere, Mısır’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iki adaydan birisi olan Muhammed Mursi kazanmıştır.

Seçimlere gelesiye kadar Anayasa Mahkemesi parlamentoyu feshetmiş, Tahrir Meydanı yine kalabalıkların akınına ve protesto gösterilerine ev sahipliği yapmıştır.

Askeri vesayet hala gücünü koruyarak ülkede görünmez iki başlılığı adeta tescillemiştir.

Gelişmeler Arap Baharı’nın Mısır’ı da kışa çevirdiğini, sürecin halkın değil, BOP’un yararına işlediğini göstermiştir.

Libya’da da durumun farksız olduğu ayan beyan ortadadır.

17 Şubat 2011 tarihinde Bingazi’de fitili tutuşturulan ayaklanma ateşi, 21 Ağustos’ta Kaddafi’nin Trablus’tan ayrılmasıyla nihayete ermiştir.

Kaddafi, demokrasi talep eden ellerce linç edilmiş, ülke yağmalanmış ve doğal kaynaklar çok uluslu şirketlerin dolaylı kontrolüne geçmiştir.

Halen bu ülkede aşiretler arası kavga sürmekte, toplumsal huzursuzluk alabildiğine tırmanmaktadır.

Libya’ya bakınca petrol görenler sonunda bu ülkeyi yaşanmaz ve içinden çıkılmaz bir hale getirmişler ve Arap Baharı’nın yalancı bir vaha olduğunu tekrar eylemleriyle göstermişlerdir.

Yemen de gelişmeler benzerlikler taşımaktadır.

33 yıl ülke idaresini elinde tutan Ali Abdullah Salih’in, 15 Ocak 2011 tarihinde başlayan halk hareketleriyle koltuğu sallanmış, 25 Şubat’ta da görevini bırakarak yaptığı anlaşma sonucunda ABD’de ikamet etmek durumunda kalmıştır.

Suriye’de ise her şey tüm netliğiyle ortadadır.

BOP saat gibi işlemekte, bu ülkenin etrafını dinamitlemektedir.

Şimdi ise final yaklaşmakta ve son kozlar oynanmaktadır.

Bir yanda Suriye yönetimi kan dökerken, diğer yanda muhalif unsurlar da misliyle cevap vermektedir.

BOP, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki taşları yerinden oynatmıştır.

Asıl hedefler öncesindeki son kalenin devrilmesi için yoğun bir gayret söz konusudur.

Bunun için de AKP hükümeti övülmekte, Başbakan Erdoğan yabancı basın tarafından göklere çıkarılmaktadır.

Tıpkı askere giden yavrularımız gibi el üstünde tutulmakta ve her türlü iltifat şahsına gösterilmektedir.

Bu itibarla son derece dikkatli ve tedbirli olunması gereken bir dönemden geçilmektedir.

Bununla birlikte Türkiye çok bilinmeyenli bir küresel denklemin için de bağımlı değişken olarak enerji ve itibar kaybını kaygı verici bir şekilde yaşamaktadır.

Diyeceğim şudur ki; AKP hükümeti Türkiye’ye sahip çıkarak, bölgesel oyunlarda figüran olmaktan vazgeçmeli ve yaklaşan fırtınanın ülkemize zarar vereceğini görmelidir.

Türk milletini sonu meçhul tuzaklara çekmeye ayarlı uluslararası angajmanlardan sıyrılmak için hükümetin önünde daha kullanabileceği vakti vardır.

Ancak son viraj geçilirse Allah muhafaza ama, bedeli hepimiz için, özellikle AKP zihniyeti açısından çok ağır olacağı bir an olsun unutulmamalıdır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Geçen Cuma günü Malatya’dan keşif görevi amacıyla havalanan RF-4E Fantom tipi eğitim uçağımız, Doğu Akdeniz üzerindeki rotasını takip ederken Suriye tarafından vurulmuş ve düşürülmüştür.

Bizi üzen asıl konulardan birisi de uçakta bulunan iki pilotumuzdan hala haber alınamamasıdır.

Uçağımız ve pilotlarımızla ilgili arama ve kurtarma çalışmalarının devam ettiği yapılan açıklamalarla somutluk kazanmıştır.

Pilotlarımızın ailelerine bu vesileyle sabır ve metanet diliyorum.

AKP hükümetinden öncelikli beklentimiz, pilotlarımızın durumunu netleştirerek bir an önce bulunmalarını temin etmesidir.

Suriye’nin hasmane nitelikli bu saldırısını kınıyor ve Cenab-ı Allah’tan pilotlarımızın sağ salim bulunmalarını niyaz ediyorum.

Uçağımızın silahsız bir şekilde Suriye hava sahasının dışında uçtuğu, füze isabetinden sonra parçalarının bir bölümünün Suriye sınırlarına düştüğü kamuoyuna açıklanmıştır.

Ne var ki Dışişleri Bakanı’nın beyanatlarından, uçağımızın kendi radar üssümüzün uyarısı üzerine yapılan kısa ihlalden sonra tekrar Türk hava sahasına döndüğü anlaşılmaktadır.

Keşif uçağımız şayet Suriye hava sahasına girmişse, normal prosedür olarak ihlal ettiği hava sahasından çıkması veya hava sahasını terk etmesi için askeri zorlamaların yapılarak inişe mecbur bırakılması akla gelen başlıca tedbirlerden bazıları olarak karşımızdadır.

Edindiğimiz izlenimler Suriye tarafından uçağımıza hiçbir ikazın yapılmadığı yönündedir.

Herhangi bir uyarı yapılmadan, Suriye hava sahasına girdiği iddiasıyla direkt uçağımızın hedef alınması kabul edilemeyecek düşmanca bir harekettir.

Şam yönetimi elbette bunun hesabını vermeli ve bu tavrının karşılıksız kalmayacağını bilmelidir.

Hala Suriye yönetiminin tansiyonu artırıcı mesajları, gerilimi tırmandırıcı sözleri hiçbir şekilde kabul edilemez niteliktedir.

Türkiye onun bunun dikleneceği, önüne gelenin mütecaviz eğilimlerine maruz kalacağı yeni yetme bir devlet değildir.

Hakkı yerde kalacak, kaideleri görmezden gelinecek, kırmızıçizgileri aşındırılacak çadır devleti de değildir.

Bundan dolayıdır ki AKP hükümeti meselenin üstüne kararlılıkla gitmeli ve Türk milletine yapılacak kötü muamelenin cevapsız bırakılmamasını sağlamalıdır.

Bunun için Suriye’den net ve doyurucu nitelikli özür ve tazminat talep edilmesi konusunda ısrarcı olunmalıdır.

Mutlaka diplomasinin tüm yolları kullanılmalı ve mesele uluslararası alana taşınmalıdır.

Birleşmiş Milletler Suriye-Türkiye gerginliğine müdahil olmalı ve ülkemize yapılan saldırıyla ilgili gerekli tedbirleri alacak ortamı oluşturmalıdır.

Bu konu her şeyden önce milli bir mesele olup hepimizi doğrudan doğruya ilgilendirmektedir.

Böylesine önemli bir sorunu bizim siyasete malzeme yapmamız, hükümet eleştirisine yönelmemiz düşünülemeyecektir.

Başbakan Erdoğan’ın demokratik katılımı sağlamak amacıyla, bizim de aralarında bulunduğumuz muhalefet partilerini davet edip görüşlerimizi alması ve devletin en yetkili isimleri tarafından brifing verilmesi olumlu bir gelişme olup bizim açımızdan memnuniyet verici olmuştur.

Bu süreçte Milliyetçi Hareket Partisi konuya hassasiyetle eğilecek ve hükmet tarafından alınacak kararların yanında ve destekçisi olacaktır.

Ancak dikkat edilmesi gereken husus, savaş ihtimalinin en son seçenek olarak düşünülmesi ve küresel güçlerin telkin ve tahrikine gelinmemesidir.

Türkiye uçağın düşürülmesi üzerine Suriye’ye nota verdiği gibi, 4.madde dahilinde NATO’dan daimi temsilciler düzeyinde bir toplantı talep etmiştir.

Dileğimiz bugünkü NATO toplantısından çıkacak kararın, milli menfaatlerimize ve sağduyuya hizmet etmesidir.

Geldiğimiz bu aşamada savaş baronlarının, silah lobilerinin ve emperyalist zihniyetin kışkırtmalarına karşı uyanık olunmalı, aklıselimin çizgisinden uzaklaşılmamalıdır.

Suriye-Türkiye krizinin çözümü diplomasinin imkânlarıyla sağlanmalı ve acilen de hayata geçirilmelidir.

Uçak düşürülme hadisesini muhtemel bir savaş için gerekçe olarak görenlere veya aklından geçirenlere fırsat verilmemeli, yanlışı teşvik edecek tercihlerden mutlaka kaçınılmalıdır.

Her olayda medyada yer bulup konuşma hakkını herkesten önce kendisinde görenlerin Türkiye’yi savaşa sokmak için Suriye’deki bazı hedeflerin vurulmasını önermelerine dikkat edilmelidir.

Bu şahsiyetlerin açık ya da kapalı kimlerin hizmetine yönelik faaliyet gösterdiklerini de Milliyetçi Hareket Partisi gayet iyi bilmektedir.

Her şeye rağmen, Türk milletine aleni ve kasti saldırılar gerçekleşir ve meydan okumalar geri dönülmeyecek bir noktaya gelirse, bilinsin ki karşımızda kim olursa olsun milletçe haddini bildirecek azim ve kahramanlığımız fazlasıyla vardır.

Uçak düşürülmesiyle ilgili konuda AKP hükümetinin Suriye’den gerekli hesabı sormasını ve meseleyi olgunluk dairesinde makul bir çizgiye getirmesini istiyor ve parti olarak da bunu bekliyor ve destekliyoruz.

Muhterem Arkadaşlarım,

Bugünkü grup toplantımızla, ‘24. Dönem İkinci Yasama’ yılını tamamlamış olacağız.

Bir yıl boyunca hepiniz takdire şayan başarılar sergileyerek partimizi parlamentoda en iyi şekilde temsil ettiniz.

Sizlerle iftihar ediyorum.

Gerek komisyonlarda, gerekse de genel kurul çalışmalarında üstlendiğiniz millet vekâletini layıkıyla yerine getirdiniz.

Parti politikalarımızın izdüşümünde, şahsiyetli ve vakarlı duruşunuzun yol göstericiliğiyle Türk milletinin mesajı ve çelikten iradesi oldunuz.

Yoğun bir yasama döneminden sonra illeriniz, ilçeleriniz, beldeleriniz ve köyleriniz sizleri hasretle beklemektedir.

Tarlasında çiftçimiz sizi görmek, fabrikasında işçimiz sizinle buluşmak istemektedir.

Aziz vatandaşlarımız sizinle bütünleşmeyi ve dertleşmeyi arzulamaktadır.

Teşkilat mensuplarımız sizlerle el birliği yaparak milletimize daha çok ulaşmayı talep etmektedir.

Zira yapacağınız her çalışma, göstereceğiniz her çaba Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidarına bir adım daha yaklaşmak olacaktır.

Hepinize verdiğiniz katkılardan dolayı teşekkür ediyorum.

‘24. Dönem Üçüncü Yasama’ yılına kadar güzel ve fedakâr çalışmalarınızı artırarak sürdürmenizi istiyorum.

Bu duygularla konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve aramızda bulunan muhterem misafirleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.