22.01.2002 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Konuşması
22 Ocak 2002

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Ülkemizin iç ve dış politika gündeminin giderek yoğunlaştığı bir süreçte bulunuyoruz. Kıbrıs, Ortadoğu, Afganistan, Kafkasya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz açısından sıcak gelişmeler yaşanmaktadır.

Ülke gündeminde ise, ekonomik krizin aşılması ve normalleşme süreci başta olmak üzere, uyum yasaları ile bölücü-yıkıcı örgütün yeni stratejisini hayata geçirme taktiklerinin ağırlıklı bir yer tuttuğu görülmektedir.

Huzurlarınızda, dış politik gelişmelerden başlayarak, Türkiyemizi devlet ve millet olarak yakından ilgilendiren belli başlı konular üzerinde düşüncelerimizi ifade etmek istiyorum.

Yaklaşık yarım yüzyıldır kanayan bir yara durumundaki Afganistan'ın dünya gündeminde iki kez ağırlıklı olarak yer edindiği bilinmektedir. Afganistan, ilk önce Sovyet Rusya'nın işgali ile daha sonra da 11 Eylül saldırılarının arkasından yaşanan gelişmelerle birlikte kendinden çok söz edilen bir ülke olmuştur.

Türkiye'nin bu ülkeye olan ilgisi üç temel faktöre dayanmaktadır. Birinci olarak terörizmle uluslararası mücadele çerçevesinde, ikinci olarak bölgeyle olan tarihi bağlarımız sebebiyle, son olarak da insanî mülahazalarla Türkiye bu bölgeyle yakından ilgili olmak durumundadır.

Afganistan'ın bazı uluslararası terör örgütleri tarafından karargâh olarak kullanılması, sonuçta Afganistan halkının huzur ve refahına hiçbir katkı sağlamamış, bilakis birçok yeni sorunun doğmasına yol açmıştır. Bir yandan Afganistan'ın uluslararası sistemden tecrit edilmesine, diğer yandan da ülke içinde kargaşa ve sefaletin kol gezmesine sebep olmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri'nin öncülüğünde NATO tarafından yapılan askeri müdahalenin büyük ölçüde tamamlanmasının ardından Afganistan Halkı'nın yaşadığı dram daha çok gözler önüne serilmiştir.

Bundan sonraki aşama, artık Afganistan Halkı'nın yaralarının hızla sarılması ve istikrarlı bir yönetimin oluşması için gerekli adımların atılmasıdır. Bu insani ve tarihi görev, geçici Afgan Yönetimi ile birlikte, uluslararası topluma düşmektedir.

Terörizmin insani ve siyasi maliyetinin ağırlığına acı tecrübelerle bir daha şahit olan insanoğlu, küresel adaletsizlik ve vurdumduymazlığı ortadan kaldırmanın önemli bir adımını, bugün Afganistan örneğinde atma imkanını yakalamış bulunmaktadır. Millet ve devletler arasında varolan "küresel nefret psikolojisi" nin önüne geçmek için Afganistan çok önemli bir zemin oluşturmaktadır.

Tokyo'da dün başlayan ve bugün devam eden "Uluslararası Afganistan Yardım Konferansı"nda bu ülkeye yapılacak yardımlar ele alınmaktadır. Asıl önemli olan bu konferansta kararlaştırılan malî yardımların yerine getirilmesidir. Çünkü bu durum, çok zor durumdaki Afgan halkı bakımından büyük önem arzetmektedir.

Acil yardım fonu için taahhütlerini yerine getirmeyen ülkelerin bu kez sözlerinde durması gerekmektedir.

Türkiye, güvenlik ve istikrarın temini için yaptığı katkıların yanısıra, temel toplumsal ihtiyaçların karşılanması için de elinden geleni yapma gayreti içinde olacaktır. Mevcut imkân ve şartlar dahilinde, Afganistan'ın yeniden imarı ve yoksul halkın yaralarının sarılması için yardımlarını ve desteğini sürdürme kararlılığındadır. Bunun için, askeri birliğin ardından, sağlık ve tarım hizmetlerinin görülebilmesi amacıyla da gerekli katkıları yapmayı planlamış bulunmaktadır.

İnşallah, Afganistan en kısa süre içinde toplumsal hayatın devamı açısından ön şart oluşturan güven ortamına ve istikrarlı yönetime kavuşur.

Bunun Afganistan'ın Asya coğrafyasında taşıdığı stratejik konum dikkate alındığında bölgenin istikrara kavuşması bakımından da gerekli olduğu görülecektir.

Unutulmamalı ki, tarihi ve kültürel bağlarımızın çok güçlü olduğu Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin istikrarı da bizim açımızdan çok hayatî ve önceliklidir.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bilindiği gibi, özellikle 57. Hükümet döneminde Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisi belirli bir istikrara kavuşmuş ve tarihi önyargıların aşılmasında geçmiş ile mukayese edildiğinde bazı önemli adımlar atılabilmiştir.

Bununla birlikte, ilişkilerimiz son bir-iki yıl içinde daha sıcak ve yoğun bir mahiyet kazanmış olmasına rağmen, arzu ettiğimiz düzey ve sürekliliğe kavuşmuş değildir.

Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerinin seyrinde rol oynayan üç kritik noktanın bugün de önemini koruduğu görülmektedir. Kıbrıs meselesinin çözümü, terörizmle mücadele ve malî yardımların geciktirilmesi, bazen ilişkilerimizi gölgeleyen, bazen de Avrupalı muhataplarımızı anlaşılmaz kılan bir mahiyet arzetmeye devam etmektedir.

Ülkemizde bazı çevrelerin Avrupa Birliği'ne üyeliğimiz konusunda sadece Türkiye'ye ait yükümlülükleri vurgulamaları, bu gerçekleri değiştirmemektedir. Değiştirmediği gibi, Türkiye'yi haksız, Avrupa Birliği yönetimini haklı kılmamaktadır.

Çeşitli vesilelerle sık sık vurguladığımız gibi, Türk toplumuna ve demokrasisine büyük zararlar veren vahşi örgütlerin, terörle mücadele kapsamı içinde değerlendirilmemesini anlamak imkansızdır. Bugüne kadar bu yaklaşımın makûl bir izahı da yapılabilmiş değildir.

Terörle mücadele listesine bakıldığında, Türkiye'nin yer almasını talep ettiği yıkıcı örgütlerden çok daha dar kapsamlı olanların listeye dahil edildiği göze çarpmaktadır. İşte böylesine bariz bir çifte standartın varlığı, Türk toplumunda haklı endişelerin doğmasına yol açmakta, Birlik yönetiminin samimiyetinden ve ciddiyetinden şüphe edilmesine sebep olmaktadır.

Hiç şüphe yok ki, ülkemizi tam üyeliğe aday olarak gören bir Avrupa Birliği yönetiminin, terörizmle mücadele konusunda çok daha tutarlı, kararlı ve açık olması gerekmektedir. Türk Milleti ve devleti, böyle bir yaklaşımı Birlik yönetiminden haklı olarak talep etmekte ve beklemektedir.

Birçok Birlik yöneticisinin, savaş hali ve terör suçları dışında idam cezasının kaldırılmış olmasını yeterli bulmadıklarını sık sık dile getirdikleri bilinmektedir.

İdam cezasının terör suçları kapsamından da biran önce çıkarılmasını ısrarla talep edenler, herşeyden evvel Türk insanının yaşama hakkını tehdit eden terör örgütlerine niçin mücadele kapsamında yer vermediklerinin anlaşılır bir izahını yapmak durumundadırlar.

Bilinmelidir ki, bu konuda Türk kamuoyunu tatmin edecek bir izah yapılamadığı sürece, zihinlerdeki ciddi soru işaretleri de önemini korumaya devam edecektir.

Hiç şüphesiz, Milliyetçi Hareket Partisi de bu haklı soruların takipçisi olma kararlılığını her şart altında sürdürecektir.

Kıymetli Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Kıbrıs meselesi, Türkiye açısından milli bir dava olmasının yanı sıra Avrupa Birliği'yle ilişkilerindeki kritik gündem maddelerinden birini de oluşturmaktadır.

Birlik yönetiminin Türkiye'ye ilişkin raporlarında Kıbrıs sorununun çözümüne özel bir yer ayrıldığı, daha çok Kıbrıs Rum kesiminin kayırıldığı dikkat çekmektedir. Ülkemizde bazı çevrelerin Kıbrıs sorununa yaklaşım biçimlerinde gözlenen çarpıklık ya da özensizlik de, bu tür tek yanlı beklenti ve talepleri cesaretlendirici bir rol oynamaktadır.

Uzun yıllardır çözüm arayışı devam eden ve çoğu zaman da çıkmaza giren Kıbrıs sorununda, hatırlanacağı üzere Sayın Rauf Denktaş'ın öncülüğünde yeni bir safhaya girilmiş bulunulmaktadır. Geçen yılın son ayında iki toplumun lideri bir araya gelerek yeni bir müzakere süreci başlatılmış bulunmaktadır. Buna göre, Kıbrıs sorununda iki tarafı oluşturan liderler doğrudan görüşmeler yoluyla makûl bir çözüme ulaşıncaya kadar müzakereyi sürdürmeyi kararlaştırmışlardır.

Sayın Denktaş ve Klerides'in 16 Ocak görüşmesinde haftada üç kez bir araya gelme kararı alınmıştır. Bu haftaki görüşmeler, sorunun boyutlarının ve temel bakış açılarının ele alındığı ilk toplantılar olması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Bizler, bu sürecin başarıyla sonuçlanmasını, Kıbrıs'ta uygulanabilir ve adil bir çözüme ulaşılmasını temenni ediyoruz. Kıbrıs'ın 21. yüzyılın barış ve istikrar adası olarak varolmasını, iki toplumun egemenlik haklarının ve güvenliğinin sağlam güvencelere kavuşturulmasını arzu ediyoruz.

Aynı şekilde, Avrupa Birliği yönetiminden de gerekli hassasiyetleri göstermesini, adil ve kalıcı bir çözümden yana açık bir tavır geliştirmesini bekliyoruz.

Kıbrıs'ta bu zamana kadar çözüme ulaşılamamasının sorumlusu olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Türkiye'nin gösterilmesinin mevcut tabloyu değiştirmediği artık kabul edilmelidir.

Dolayısıyla Kıbrıs'ta yeni başlayan müzakere sürecinde Birlik yönetiminin sorumluluğu da bir kat daha artmış bulunmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi'nin Avrupa Birliği üyeliğini sık sık gündeme getirmenin çözüm sürecine katkı sağlamadığı, bilakis çözümü zorlaştırdığı unutulmamalıdır.

Bunun için, Kıbrıs'ın Doğu Akdeniz'in istikrar ve barış adası olmasında Birlik yönetiminin köstek olmak yerine, katkı sağlaması için daha özenli ve dikkatli bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir.

Türkiye insani, hukuki ve tarihi sorumluluklarının idraki içinde hareket etme kararlılığından vazgeçmeyecek; haklı Kıbrıs davasını her zeminde savunmaya devam edecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Ülkemizde son günlerde yaşanan gelişmeler arasında "uyum yasaları"yla ilgili tartışmalar ile "kürtçe eğitim tezgahı" kritik bir önem kazanmış bulunmaktadır. Konuşmamın bu bölümünde özellikle bu iki konu üzerinde durmayı gerekli görüyorum.

Bilindiği gibi, bölücü-yıkıcı örgüt, elebaşısı yargılanıp hakettiği cezayı aldıktan sonra strateji değişikliğine gitmiştir. Buna göre, sıcak terör yöntemi ikinci plana çekilmiş, bunun yerine siyasallaşma taktikleri ön plana çıkarılmıştır. Diğer yandan nihaî hedeflerine ulaşmak için gerekli olan kurumsal çalışmaların yoğunlaştırılması da kararlaştırılmıştır.

Son iki yıldır, bazı batı Avrupa ülkelerinden, komşularımızdan ve Türkiye içinden sağladıkları lojistik desteklerin de katkısıyla bu yeni strateji uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu değişikliğin en önemli sacayaklarından birini, bazı gençler ile masum insanlar kullanılarak çeşitli kitlesel eylemler organize etmek ve kampanyalar düzenlemek oluşturmaktadır.

Bu taktik çerçevesindeki adımlardan biri, 1 Eylül Dünya Barış gününde kitlesel gösteriler düzenlemek olmuş, ancak başarıya ulaşılamamıştır. Eğitim ve öğretim dönemi başladığında ise, bu kez "ana dilde eğitim" kampanyası için düğmeye basılmıştır.

Ülkemizin dört bir tarafından çeşitli veli ve öğrencilere "kürtçe eğitim istiyoruz" dilekçeleri verdirildiği ortaya çıkmış bulunmaktadır. Dilekçe kampanyasının ilk ve lise öğreniminden üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde planlanıp icra edilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Kısacası, Anayasamızın 42. maddesinde Türkçe'den başka hiçbir dilin Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamayacağı açıkça yer almasına rağmen böyle bir eylem planlanmış ve uygulama safhasına geçilmiştir.

Sıradan bir eylem görüntüsü verilen bu kampanyanın, aslında planlı bir oyunun parçası olduğuna şüphe bulunmamaktadır. Bunun yanında, dış dünyaya bazı mesajlar verilmek istenmekte, akılları sıra ülkemizi köşeye sıkıştırma hesapları yapılmaktadır.

Ülkemizin birlik ve dirliği konusunda hassasiyet taşımayan ve jeopolitik denklemleri dikkate almayan bazı çevrelerin, bu tür eylemleri örtülü biçimde de olsa meşru görme ve gösterme gayreti içinde olmaları, ayrı bir üzüntü kaynağını oluşturmaktadır.

Ancak, böyle bir anlayışın bölücü-yıkıcı unsurların ekmeğine yağ sürmekten başka bir sonuç doğurmayacağı unutulmamalıdır.

Çeşitli vesilelerle vurguladığımız gibi, bölücü-yıkıcı terör örgütlerinin kökü kazınıncaya kadar terörizmle mücadelenin tamamlanmış ve başarıya ulaşılmış sayılamayacağı bir kez daha görülmüş bulunmaktadır.

Hiç şüphe yok ki, Türkiye, milleti ve devletiyle birliğini ve dirliğini tehdit eden her türlü unsura karşı mücadelesini sürdürecektir. Uzun yıllardır tezgahlanan ve sahnelenen "bölücü terör oyunu"nu bozma kararlılığından taviz vermeyerek yolunda ilerleyecektir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak meclisimizin gündemine giren "uyum yasalarıyla" ilgili düşüncelerimizi özetlemek istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni yasama yılına resmi çalışma takviminden daha önce başlamış ve kapsamlı bir anayasa değişikliğini görüşerek kabul etmişti. Bu hafta içinde ise, bu anayasa değişikliği paketini doğrudan hayata geçirecek olan "uyum yasaları" görüşülmeye başlanacaktır. Böylece, Türk siyasetinin demokratikleşme yolunda attığı ilk ciddi adım tamamlanmış olacaktır.

Yüce meclise sunulan uyum yasaları içinde özellikle 312. maddede yapılmak istenen değişiklik tartışma konusu edilmektedir. Bununla birlikte, Terörle Mücadele, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Ceza Muhakemeleri Usul Yasalarında da önemli düzenlemeler yapılmaktadır.

Bilindiği gibi, bu yasalarda yapılacak değişiklikler, "Ulusal Program"da belirlenen ilkelerin ışığında ve koalisyonu oluşturan partiler arasında var olan mutabakat doğrultusunda hazırlanmış bulunmaktadır.

Yasal düzenlemeler, son zamanlarda bazı siyasilerin özel konumları göz önüne alınarak kişisel beklentiler ve sorunlar çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu tür yaklaşımların demokrasinin özüyle de, hukuk mantığıyla da bağdaşmadığı açıktır.

Ayrıca bu tartışmalar, yasal düzenlemelerin insan hakları hukukumuzun gelişmesinde çok önemli bir aşama olduğu gerçeğini gölgelememelidir. Anayasa değişikliğinde yaşananlara benzer bir tartışmanın tekrarlanmasına yol açılmamalıdır.

Türkiye bütün siyasi partileriyle ve aydınlarıyla, hayırlı ve olumlu adımlara birlikte sahip çıkabilmeli, gelişmeleri sürekli eleştirme ve yetersiz bulma alışkanlığından vazgeçilmelidir.

Ülkemizde, yaşanan sıkıntılara ve var olan eksikliklere rağmen, güzel şeyler de olmakta, ekonomiden siyasete çok önemli ve köklü düzenlemeler yapılmaktadır.

Unutulmamalı ki, bütün bunları paylaşmak ve desteklemek, hem toplumsal güvenin ve moralin yükselmesi, hem de demokrasi kültürünün gelişmesi bakımından paha biçilmez bir değere sahiptir.

Türk Ceza Yasası'nın 312. maddesinde yapılan düzenleme, herhangi bir şahsı kurtarmak ya da cezalandırmak niyetiyle kaleme alınmamıştır. Bu madde ile etnik, dini ve sınıf ayrımcılığını körükleyen ve bu mânâda kamu düzenini bozma tehlikesini içeren yaklaşımların cezalandırılması amaçlanmıştır.

Mevcut düzenlemeyi yetersiz ya da art niyetli bulanların kendi konumlarını da gözden geçirmesi çok daha yararlı olacaktır. Her şeyden önce böyle bir düzenlemenin varlığına ihtiyaç olup olmadığına karar vermek durumundadırlar.

Bu çerçevede, etnik ve dini ayrımcılığı körükleyen kışkırtıcı konuşma ve davranışların tamamen serbest bırakılmasını savunmayı demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla temellendirmek de bir başka yanlışı ifade etmektedir.

Bizim açımızdan ayrımcılık ve kışkırtıcılık propagandası, demokratik çoğulcu toplumlarda özgürlük alanının ayrılmaz bir parçası değildir. Bilakis, demokratik yapının ve bir arada yaşama kültürünün altını kemiren bir virüstür.

312. maddenin yeniden düzenlenmesi uygulamada ortaya çıkan farklılıkları gidermek ve fikir özgürlüğü ile kamu düzenini bozma fiili arasındaki çizgiyi netleştirmek ihtiyacının bir sonucudur.

Bunun için, hiç kimse, 312. maddenin tamamen ortadan kaldırılmasına ya da düzenlemenin içini boşaltarak anlamsızlaştırılmasına yol açacak bir yaklaşım içinde olmamalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ne toplumsal ahengi ve kamu düzenini, ne de demokratik değerleri "mükemmel olsunculuk tuzağı"na kurban vermemiz mümkün değildir.

Sonuç olarak ifade etmek isterim ki, Türkiye çetin kış şartlarına ve ağır bir ekonomik krizin zorluklarına rağmen gelişme ve kalkınma dinamizmine sahiptir.

Unutulmamalı ki, ülkemizin güzelliklerinin ve zenginliklerinin idrakî içinde olduğumuz dayanışma ve uzlaşma zeminini kaybetmediğimiz sürece yapamayacağımız hiçbir iş, varamayacağımız hiçbir hedef yoktur.

Yeter ki, hep birlikte samimiyetle ve iyi niyetle çalışalım, gücümüze ve geleceğimize güvenelim.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
GenelBaşkanı