Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bazı Balkan ülkelerine yaptığımız seyahatimizi ve son siyasi gelişmeleri genel hatlarıyla değerlendireceğimiz bugünkü basın toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Konuşmamın başında, 22 Haziran’da Suriye tarafından düşürülen RF-4E Fantom tipi eğitim uçağımızda bulunan iki pilotumuzun şehit olmasından duyduğum derin teessür halini belirtmek istiyorum. Aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken; ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize sabırlar niyaz ediyorum. Özellikle günlerdir süren, pilotlarımızın nasıl şehit olduğuyla ilgili kafa karıştırıcı beyan enflasyonu hepimizi rahatsız etmiştir. Mesele üzerinde bilip bilmeden konuşulması, kask ve botlar üzerinden zorlama sonuçlara ulaşılması hayret verici bir manzarayı ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede hangi kaynak ve çevrelerden beslendiği az çok belli olan yayın ve haberlere itibar edilmesi ve önem atfedilmesi Türkiye’nin tezlerini zaafa uğratacak ve inandırıcılığını tartıştıracaktır. Beklentim herkesin, düşürülen uçağımızla ilgili devlet kurumlarının yaptığı tespit ve açıklamaların arkasında durması, kuşku pompalamaya çalışan iç ve dış odaklara fırsat vermemesidir. Ayrıca Samsun’da yaşanan sel felaketi ve kaybolan canlar hepimizi çok üzmüş ve kaygıya sevk etmiştir. Şimdiye kadar 12 kardeşimiz maalesef hayatını kaybetmiştir. Vefat edenlere Cenab-ı Allahtan rahmet, ailelerine ve Samsunlu vatandaşlarıma başsağlığı diliyorum. Tabii afetin meydana gelmesini elbette kimse istemeyecektir ve dilemeyecektir. Ancak risklerin öngörülerek bu paralelde tedbirlerin sıkılaştırılması ve yoğunlaştırılması her şeyden öncelikli ele alınmalıdır. Samsun’un Canik ilçesinde yaşanan acı hadisenin özünde tedbirsizlik, yerleşim yeri seçimindeki dikkatsizlik, çarpık kentleşme ve yanlış alanlara konut inşası önemli bir etkendir. TOKİ’nin dere yataklarına ev yapması, belediyenin ihmal ve kayıtsızlığı üzülerek görüyorum ki felaketlere kapı açmıştır. AKP’nin siyasi propaganda malzemesi TOKİ’nin Samsun’daki acı tabloda önemli bir payı vardır. AKP’li Büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasında birbirini suçlayan kısır döngü, yardımlar konusunda koordinasyonsuzluk, acil müdahaledeki düzensizlikler yaraların sarılmasını geciktiren başlıca faktörlerden bazılarıdır. Konuyla ilgili AKP’li bakanların kendilerini kurtarmak ve aklamak adına asılsız mazeretlere sığınarak ipe un sermeleri de hükümetleri adına talihsizliktir. Samsun’daki doğal felaketin neden olduğu zararların hükümetçe karşılanması her şeyden acil bir duruma gelmiştir. Kaçak, yanlış ve dengesiz yapılaşmaya göz yumanlar ve hatta teşvik edenler hakkında da hukuki takibat süreci bir an önce başlatılmalı, kim olursa olsun bunlardan hesap sorulmalıdır. Değerli Basın Mensupları, Balkan seyahatimiz esnasında ve sonrasında ülkemizde önemli sayılabilecek gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan birisi yargı alanındaki yeni düzenlemelerdir. Özel yetkili mahkemelerin akıbetini de kapsayan 3. yargı paketi 5 Temmuz 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Her şeyden önce bu yargısal düzenlemenin eleştirilecek çok yönü olduğu açıktır. En başta AKP’nin siyasi durum ve şarta göre hukuka neşter vurması, kendini güvenceye almak için adaletin içini oyması bizim tasvip etmediğimiz ve tehlikeli bulduğumuz bir husustur. Madem yargı hizmetlerinin etkinleştirilmesiyle ilgili ihtiyaç bu kadar belirgindir, o halde bugüne kadar hükümet neden bunu geciktirmiş, neden görmezden gelmiştir? Adaletin ucu kendisine dokununca birden bire irkilen ve harekete geçen iktidarın yeni uygulamaları, klasik bir ön alma ve yargıya daha fazla siyasi nüfuz çabasından başka bir anlama gelmemiştir. Terör ve darbe suçlarında üst düzey bir makamdan izin almadan soruşturma açılabilmesi, bunun dışındaki “örgüt” suçlarında ise soruşturma başlatılabilmesi için üst makamdan “izin” alınma mecburiyetinin getirilmesi AKP’nin sinsi niyetlerinin eseri olarak görülmelidir. Diğer taraftan yeni durum kapsamında özel yetkili mahkemeler kaldırılmış, yerine bölge mahkemeleri tesis edilmiştir. Bazı darbe davalarına bakan mahkemelerin de dava sonuçlanasıya kadar görevine devam edeceği anlaşılmıştır. Yapılan kanun düzenlemesiyle, şüphelilerin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınması kararlaştırılmıştır. 3 yıldan daha az hapis gerektiren adli kontrol sistemi; 3 yıl ve üstü için uygulanabilir bir hale getirilmiştir. Bu nedenle halen tutuklu bulunan milletvekillerinin tutuksuz olarak yargılanabilmelerinin önü açılmıştır. Ne var ki bunun, davaya bakan hâkimin takdir yetkisine bırakılması ve amir hüküm olarak tayin edilmemesi yeni sorunların belirmesine neden olabilecektir. Millet vekâletini almış milletvekillerinin, en kısa sürede özgürlüklerine kavuşarak zaten olması gereken durumlarına kavuşmaları bizim en temel dilek ve isteğimizdir. Bu şekilde halen tutuklu bulunan milletvekillerinin yemin merasimlerinin de yapılarak TBMM’nde yerlerini almaları millet iradesine duyulan hürmetin ikamesi olmayan bir gereği olacaktır. Sayın Basın Mensupları, Partimizin Başkanlık Divanı üyelerinin ve milletvekillerinin iştirakiyle, 27 Haziran-1 Temmuz 2012 tarihleri arasında dört Balkan ülkesine karayolu vasıtasıyla ziyaret gerçekleştirdik. Pazarkule Sınır Kapısı’ndan çıkış yaptığımız andan itibaren Evlad-ı Fatihan’la kavuşmanın mutluluğunu üst seviyede yaşadık. Balkanlar seyahatimizde ilk olarak Yunanistan’a giderek Batı Trakya’daki soydaşlarımızla hasret giderdik. Önce Dimetoka Seçek Bölgesinde bulunan Büyük Derbent Köyü’ndeki asaleti ve coşkuyu yaşadık. Mehter marşıyla karşılanmamız ve sımsıcak misafirperverlikle ağırlanmamız hiç unutamayacağımız bir güzellik olarak her daim kalbimizde yaşayacaktır. Buradaki kardeşlerimizin bağlılığını, bizlere gösterdikleri yoğun ilgi ve yakınlığı görmekten kıvanç duyduk. Allah’a şükürler olsun ki Büyük Derbent Köyü’ndeki soydaşlarımız inançlarına ve kökenlerine tam bir sadakatle bugünlere ulaşmıştır. Karşılarına çıkarılan engelleri, zorlukları aşarak bugünlere gelmişlerdir. Kimliklerinden ödün vermemişler, baskıcı eğilimlere direnmişler ve yozlaşmaya dayanmışlardır. Bunlara şahit olmak elbette bizim açımızdan sevindirici olmuştur. Buradan Kozlukebir Belediyesi’ne geçerek soydaşlarımızın başarılı ve göz doldurucu çalışmalarını yerinde müşahede ettik. Ardından Gümülcine’ye giderek Batı Trakya Türklüğü’nün duayen ve saygın ismi, dava ve fikir insanı merhum Dr. Sadık Ahmet’i kabri başında dualarla andık. Sonrasında Gümülcine Başkonsoluğumuza ziyaret gerçekleştirdik ve takdir edilmesi gereken çalışmaları ilk elden dinledik. Takip eden süre içinde İskece Müftümüzle görüştük, İskece Türk Birliği’nde bulunduk. Ayrıca Gümülcine Türk Gençler Birliği’ndeki soydaşlarımızın inanmışlığını ve milli değerlere sahip çıkan dirayetlerini görmek tarifi olmayan bir duyguya kapılmamıza neden olmuştur. Gümülcine’den sonra Selanik’e giderek Başkonsolosluğumuzun çalışmaları hakkında kıymetli bilgiler aldık ve Gazi Mustafa Kemal’in doğduğu evde incelemelerde bulunduk. Selanik’te Mustafa olarak doğan, Anadolu’da Atatürk olarak zirveleşen, kurtuluşumuzun öncüsü bu büyük devlet adamamızın, dünyaya gözlerini açtığı evde hatıralarıyla bütünleşmek bizler için çok anlamlı neticeler doğurmuştur. Bu arada, bizim Yunanistan seyahatimizden rahatsızlık duyan bazı marjinal çevrelerin kuru gürültüden ibaret olan hezeyanları ise Türk ve Müslüman karşıtlığının iflah olmaz varlığına açık bir işaret teşkil etmiştir. Emellerinden vazgeçmeyen Enosis zihniyetinin ve Megali İdea’yı gıdası yapan düşmanca tutumların halen varlığını sürdürmesi ise şüphesiz esef verici ve komşuluk hukukuyla bağdaşmayan kötü niyetliliktir. Diğer taraftan ibadete kapatılan, bu da yetmiyormuş gibi bakımsızlığa terk edilen Alaca İmaret Camii, bizim tarafımızdan Sadrazam İshak Paşa Camii olarak Selanik gezimiz esnasında yeniden isimlendirilmiştir. Selanik’te yaşayan soydaşlarımızın, halen apartman altlarındaki mescitlerde ibadetlerini yapıyor olmaları hepimiz açısından büyük bir üzüntü kaynağıdır. Ülkemizde ruhban okulunun açılmasıyla uğraşanların, ibadetlerini yapacak camileri bile olmayan kardeşlerimizin sorunlarına eğilmekten imtina etmeleri vicdansızlıkla ve insafsızlıkla bile izah edilemeyecektir. Bunun telafisi amacıyla, Selanik’teki ecdat yadigarı Sadrazam İshak Paşa Camii’nin ibadete açılması konusunda AKP hükümeti her türlü girişimi beklemeksizin başlatmalıdır. Yunanistan’da bulunduğumuz süre içinde, alınan güvenlik önlemlerinin, gösterilen titizlik ve dikkatin memnuniyet verici olduğunu da söylemek istiyorum. Buradan Yunanistan hükümetine, güvenlik birimlerine ve bize kılavuzluk yapan emniyet görevlilerine teşekkür ediyorum. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu özverili ve fedakar nitelikli davranışları hiç unutmayacağını da Ankara’dan ifade etmeyi yararlı görüyorum. Kıymetli Basın Mensupları, Balkan gezimizin ikinci ayağında Makedonya yer almıştır. Önce Manastır’da Gazi Mustafa Kemal’in fikirlerinin yeşermeye başladığı Askeri İdadi’de bulunduk. Aziz Atatürk’ün yetişme çağında dönüm noktalarından birisi olan bu tarihi lisenin, kaderine terk edilmiş bir görüntü vermesi ise bizi son derece üzmüştür. AKP hükümetinin TİKA aracılığıyla, burayı restore ederek bakımını üstlenmesi en azından geçmişin hatıralarına saygının icabı olacaktır. Buradan sonra Resne’ye giderek, hürriyet kahramanı Resneli Niyazi Paşa’nın konağı’nı ve ardından da Balkanlar’ın incisi Ohri’yi ziyaret ettik. Gostivar’da, Türk Milli Birlik Hareketi Partisi’nin Genel Merkezi’nde soydaşlarımızla buluşarak bu siyasi parti çatısı altındaki çalışmalarından bilgi sahibi olduk. Buradan Kalkandelen’e giderek Boyalı Camii’ni ve Harabati Baba Tekkesi’ni ziyaret ettik. Ecdat mirası bu kutsi yerlerde geçmişin ihtişamlı ve mana yüklü esintisiyle müşerref olduk. Kalbimizde eşsiz bir yeri olan Üsküp’te hatıralarımızı canlandırdık ve Evlad-ı Fatihan’ın derinlere işlemiş izleriyle karşılaştık. Bununla beraber Türk Demokratik Partisi Genel Merkezi’nde soydaşlarımızla dertleştik, gayretlerini ve faaliyetlerini kendilerinden duyma fırsatına kavuştuk. Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Balkanlar’daki üçüncü durağımız ise Kosova olmuştur. Soydaşlarımızın Prizren’deki muhabbetine ve içtenliğine gurur duyarak tanık olduk. Kosova Demokratik Türk Partisi’nin Genel Merkezi’nde kardeşlerimizle bir araya geldik, sorunlarını ve beklentilerini dinledik. Prizren’deki sivil toplum kuruluşlarının yönetici ve temsilcileriyle sıcak ve dostane bir atmosfer içinde gönül sohbeti eşliğinde kucaklaştık. Buradan Mamuşa’ya geçerek, aziz Mamuşalıların sevgideki cömertliğiyle karşılaştık. Mamuşa’daki soydaşlarımızla birlikteyken sanki Tokat’ta gibiydik. Gösterilen sevinç dalgasından, heyecanla uzatılan ellerden ve asla azalmayacak âlicenaplıktan ziyadesiyle bahtiyar olduk. Bilinmelidir ki Mamuşalılar gönlümüzü fethetmiştir. Evlad-ı Fatihan’ın dimdik ayakta kaldığını, tarihi mirasın vicdanlarda taşındığını bir kez daha ispatlamışlardır. 50 dereceye varan sıcaklık altında Mamuşa gönlümüzün parlayan yıldızı, damarlarımızdaki nabız atışı haline gelmiştir. Daha sonra da kutlu ceddimiz Sultan 1.Murat’ın ve Gazi Mestan’ın manevi huzurlarında hazır bulunduk. Ve Balkan seyahatimizin son durağı olan Bulgaristan’a Priştine’den geçerek ulaştık. Bu ülkede siyasi mücadele veren Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin değerli yöneticileri ve milletvekilleriyle görüşmeler yaptık. Sofya’da Başmüftülükte, Sayın Başmüftümüz ve Büyükelçimizle bir araya geldik. Bulgaristan’daki çalışmaları hakkında son derece doyurucu ve hayırlı bilgiler aldık. Bulgaristan’da son olarak soydaşlarımızın yoğun bir şekilde yaşadığı Kırcaali’ye intikal ederek, Kırcaali Belediyesinde temaslarda bulunduk. Devamında ise Kıcaali’den hareket ederek yurda dönüşümüzü gerçekleştirdik. Dört ülkeyi kapsayan Balkan seyahatimiz sırasında; bizlerden yardım ve alakasını esirgemeyen büyükelçilerimize ve başkonsoloslarımıza teşekkür ediyorum. Tertemiz kalpleriyle sevgilerini gösteren ve bizleri bağırlarına basan soydaşlarımıza bu vesileyle şükranlarımı sunuyor, hepsine anavatandan selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Değerli Basın Mensupları, Balkanlara yaptığımız seyahatin iki nedeni vardır ve bunlar bizim açımızdan çok önemlidir. Bunlardan ilki; nerede bir Türkçe konuşan, ben Türk ve Müslüman’ım diyen kardeşimiz varsa onlarla tanışmak, bütünleşmek ve paylaşmaktır. Zira Türk neredeyse, Müslüman nerede varlığını gösteriyorsa Milliyetçi Hareket Partisi büyük bir heves ve heyecanla oradadır. Türk ve İslam olmak bizim açımızdan nimetlerin zirvesidir. Ayrıca soydaşlarımızın beklentilerini ve biriken sorunlarını ele alarak sahiplenmek, Dünya ve Türkiye gündemine Balkan Türklüğü’nün durumunu ve yaşadıklarını daha iyi anlatabilmek ziyaretlerimizin gayeleri arasında yer almıştır. İkinci olarak, Balkan Savaşları’nın 100. yıldönümünde bu coğrafyanın her köşesine sirayet etmiş olan geçmişin acı izlerini tekrar hatırlamak ve dersler çıkarılması için uyarıcı bir işlev görmektir. Özellikle Türkiye’nin yeni bir Balkan sendromuna yakalanmasının arifesinde, dünde yaşanan felaketlere dikkat çekmek ve dersler çıkarılmasını temin etmek bizim en belirgin amaçlarımız arasında bulunmuştur. Türk milleti bir asır evvel, hala sızısını çektiği ayrılık ve çözülmenin her çeşidiyle karşılaşmış, her türüne muhatap kalmıştır. Acıya katlanmış, kayıplara dayanmış ve çileye göğüs germiştir. Balkanlar’da tam yüz yıl önce cereyan eden komplolar, kışkırtmalar ve kimlik eksenli talepler buraların kaderini değiştirmiş ve elimizden kayıp gitmesine sebep olmuştur. Dil temelinde kırılan fay hattı Balkanlar’da yaşanan derin hayal kırıklığının maalesef özeti haline gelmiştir. Bu coğrafyanın üzerine çöken sis bulutunun arkasında ecdadımızın dağılmasını, parçalanmasını isteyen güçler elbette çok etkili rol oynamıştır. Bunlar, Türk milletini Balkan topraklarından çıkarmak için her yola başvurmuşlar, her vicdansızlıktan medet ummuşlardır. Türklüğü önce Balkanlar’dan, sonra da Anadolu’dan silme niyetleri hiç bitmemiş ve bu rezil anlayış hedefinden hiç sapmamıştır. Nihayetinde “Şark Meselesi”nin özünde yatan asıl amaç da kesinlikle budur. Balkan Savaşları bu kapsamda tarihi bir kavşak noktasıdır. Soydaşlarımızın Batı Trakya’da azınlık durumuna düşmeleri Balkan Savaşlarının ağır neticelerindendir. Azınlık hakları Lozan'da garanti altına alınan Batı Trakya Türklüğü, çok geçmeden Yunanistan devletinin uyguladığı asimilasyon politikası sebebiyle yeniden mağdur edilmiş ve Lozan’da elde ettiği haklar sürekli gaspa uğramıştır. Lozan Anlaşması çerçevesinde belirlenen Balkanlar’daki Müslüman Türk azınlığın varlığına, sinsi hedefleri doğrultusunda sırtını dönen küresel çevrelerin, kendi anayurdumuzda milletimizin içinden işbirlikçileri eliyle yeni azınlıklar çıkarmaya çalışması küstahlıktan da öte bir durum olarak görülmelidir. 1950'den itibaren artan ayrımcı ve baskıcı politikalar sonucunda, Batı Trakya’daki kardeşlerimizin Lozan’da elde edilen tüm hakları çiğnenmiştir. Altını kalın olarak çizmek isterim ki, soydaşlarımız, yıllardır devam eden tüm haksız uygulamalar, baskı ve yıldırma politikaları karşısında bile kamu düzenini bozmaya, toplumsal huzursuzluğa yol açacak kanun dışı eylemlere tevessül etmemişlerdir. Buna rağmen tacizlerle ve insanlıkla bağdaşmayan muamelelerle yüz yüze kalmışlardır. Türkiye’de Rum olmak herhangi bir yaptırıma bağlanmazken, Batı Trakya’da yakın bir geçmişe kadar Türk’üm demek bile ahlaksızca cezai takibata maruz bırakılmıştır. Halen levhalardaki Türkçe ibareler silinmekte, vakıflarla ilgili sorunlar devam etmekte, vatandaşlık ve eğitim alanındaki problemler sürmektedir. Esasen Ege’nin bu yakasında geçerli olan hak ve talepler, karşı kıyısında duyarsızlığa ve ilgisizliğe terk edilmiştir. Bu ortamda Türkiye’de azınlık vakıflarıyla ilgili adımlara ve taşınmazlarının iadesi amacıyla alınan kararlara rağmen, Batı Trakya’da bunun aksine gelişmelerin yaşanması hicap duyulması gereken bir konu olarak karşımızdadır. Diyanet İşleri Başkanı’nın bile soydaşlarımızın kanayan yarası dururken, Fener Rum Patriğini ziyareti sırasında Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına göndermede bulunması ve sanki bu konu üzerine vazifeymiş gibi hareket etmesi doğru, yerinde ve hakkaniyetli bir tavır olmamıştır. Türkiye’deki azınlıkların haklarını verme konusunda faal durumda olanların, insafları varsa dikkatlerini biraz da Batı Trakya’daki kardeşlerimize çevirmeleri ve çığlıklarını duymaları mutlak anlamda elzemdir. Türkiye’ye azınlık hukukunu durmadan hatırlatan, Batı Trakya’daki kardeşlerimize de yalnızlık hukukunu reva gören çifte standartçı yaklaşımlar asla kabul edilemez niteliktedir. Tutarlık ve uluslararası hukuk doğrultusunda azınlık haklarından soydaşlarımızın tümüyle istifade ettirilmesi hem haktır hem de yasal zorunluluktur. Bununla birlikte yüz yıl önce bizi Balkan coğrafyasından koparmak için sömürgeci güç alçakça tertiplere başvurmuş ve insanlık dışı saldırıları meşru görmüştür. Evlad-ı Fatihan’ın egemenlik alanlarını daraltmak ve dağıtmak için aşağılık yöntem ve yollara müracaat etmiştir. Nitekim Dedeağaç’ı, Selanik’i, Gümülcine’yi, İşkodra’yı, Yanya’yı, Kavala’yı, Makedonya’yı, Arnavutluk’u, Gökçeada ve Bozcada hariç Ege adalarının tamamını Balkan Savaşları’yla kaybedişimiz unutmadığımız en hazin trajediler arasındadır. Biliyoruz ki son yurdumuza yönelik zahmet ve hicran oldu göçler ne yazık ki Balkan Savaşları’nın sonucunda başlamıştır. Özellikle 1908’e kadar iç içe olduğumuz Bulgaristan merkezli göçler bunlardan birisidir. Balkanlar’da yaşanan acılardan sonra; Evlad-ı Fatihan anılarını, komşularını ve topraklarını geride bırakmak durumunda kalmıştır. Kaldı ki Bulgaristan’da bulunan soydaşlarımızın göç çilesi hiç bitmemiş, karşılaştıkları kötü muamelede azalma görülmemiştir. Bundan 23 yıl önce; zulüm ve şiddet nedeniyle bu ülkeden Anadolu’ya hasret treni kalkmış, yüzbinlerce soydaşımızın önünde yerini yurdunu terk etmekten başka bir seçenek kalmamıştır. Kapıkule umudun geçiş güzergâhı haline dönüşmüştür. Türk milleti buradan gelen kardeşlerimize kucağını açmış, ekmeğini paylaştırmış ve sıcaklığını göstermiştir. Bize göre Balkan coğrafyası mahzundur, mahcuptur, solgundur ve hala istikrar kazanamamıştır. Dün milletimize karşı ittifak yaparak mücadele verenler anlaşmazlık ve açmazlarla karşı karşıyadır. Balkanlar’daki Türk kudreti zayıfladıktan sonra, bu coğrafyanın huzuru kaçmış, talihi ters dönmüştür. Müslüman Türk kimliğine tahammülsüzlük gösterenler, yaşadığı vatan topraklarından göç ettirenler, kanını dökenler, canını alanlar, işkence yapanlar elbette iki cihanda da rahat yüzü göremeyecektir. Ve bizim de bedduamız her daim bunların üzerine olacaktır. Değerli Basın Mensupları, Dünde kalan olaylar bugün ve yarın üzerindeki karanlık noktaları mutlaka aydınlatacaktır. Bu itibarla Balkan coğrafyasında yaşananlar ayrıntılı bir şekilde incelenmeli ve yorumlanmalıdır. Gelişmeler Türkiye’nin yeniden bir Balkan vakasıyla karşı karşıya olduğuna işaret etmektedir. Bu ifademin dayanakları ve gerekçeleri arasında bugünle dün arasındaki yoğun benzerlik oldukça dikkat çekicidir: Şu düşündürücü tesadüfe bakınız ki, √ Dün emperyalizmin telkin ve dayatması vardı, bugün de vardır. √ Dün özerlik talepleri vardı, bugün de vardır. √ Dün dil ve kimlik alanında yoğun ısrar vardı, bugün de vardır. √ Dün çeteciler, bölücüler, isyankârlar vardı, bugün de vardır. √Dün imparatorluğun her tarafına yayılmış ikilikler ve cepheleşmeler vardı; bugün de vardır. √Dün Balkan Dağlarında eşkıya vardı; bugün Anadolu’nun düzlüklerinde, yokuşlarında kanlı bölücü niyetler vardır. √ Malum güçler dün Balkanlar’ı istiyorlardı, bugün de Anadolu’ya gözü dikmiş durumdadır. BOP bu konuda ara bir istasyondur. Ortadoğu; bunun ön hazırlığı ve idman sahasıdır. Etrafımıza çekilen ateş hattı, istikrarsızlık ve kaos sarmalı bunun ilk safhasıdır. Bunun için içimizi karıştırmaya, uşakları ve taşeronları eliyle kardeşliğimizi çatırdatmaya çalışmaktadırlar. Dün kısmen başardılar, ama Allah’ın izniyle bugün başaramayacaklardır. Tarih her şeyiyle göstermektedir ki; √ Osman Paşa’nın Plevne’sini, I.Murat’ın Kosovası’nı kaybettik. √ ‘Akmam’ diyerek feryat eden Tuna Nehri’ni geride bıraktık. √ Yıldırım Bayezid’in Niğbolusu’nu yetim bıraktık. √ Sultan II.Murad’ın Varnası’ndan olduk. √ Namık Kemal’in Silistresi’ni, Yahya Kemal’in Üsküp’ünü yitirdik. Fakat tüm bu acı kayıplara rağmen dayandık, katlandık ve sabır gösterdik. Estergon’u, Kanije’yi, nazlı Budin’i, Bosna’yı, Karadağ’ı ve Adriyatik’e kadar yaşanmışlıkları ve hürmetle yâd ettiğimiz ceddimizin kanıyla vatanlaştırdığı diğer yerleri elimizden aldılar, fakat yine de umudumuzun güneşini inanç ve imanımızla diri tuttuk. Emperyalizmin kanlı dişleri ne yaptıysa, Türk ve İslam varlığını şükürler olsun ki öğütememiştir. Biz bunu Balkan Türklüğü’nde, Evlad-ı Fatihan’ın destansı mücadelesinde bir kez daha iftiharla gördük. Geçmişte topraklarımıza, vatanımıza ve milletimizin muhterem varlığına musallat olanlar bilmelidirler ki; Bundan sonra; ne İstanbul’u, ne Ankara’yı ne de Hakkâri’yi asla bırakmayacağız. Ne Konya’yı, ne Trabzon’u, ne Diyarbakır’ı ve ne de İzmir’i katiyen terk etmeyeceğiz. Bundan yüz yıl sonra, gelecek neslin yeni kayıplardan bahsetmesine kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Çünkü bizim gidecek başka bir yerimiz ve yurdumuz yoktur. Bizim yeni Belene Kamplarına, yeni facialara ve yeni ayrılıklara tahammülümüz bulunmamaktadır. Yeni Türk düşmanlıklarına, İslam karşıtlıklarına müsamahamız dünya durdukça olmayacaktır. Hele hele yeni zorbalıkları, küslükleri, bölünmeleri ve acımasızlıkları hafife almamız doğal olarak mükün görülemeyecektir. Bu itibarla, Balkan Savaşları’nın 100. yılında geçmişin muhasebesi iyi yapılmalıdır. Herkes ayağını denk almalı, “kap kapanın, vur vuranın” ilkelliğinden sıyrılmalıdır. Sorun diye icat edilen açmazların pençesinde milletimizin lime lime olacağını herkes anlamalıdır. Bu topraklara yüzyıllar içinde çekile çekile geldik ve sınırlarımızı şehitlerimizin kanlarıyla belirledik. Biz, PKK elçileri resmi konutlarda barış gönüllüsü olarak ağırlansın diye bedel ödemedik. Pusular meşrulaşsın, mayınlar doğal karşılansın, tuzaklar ve saldırılar sıradan görülsün diye biz bu aziz vatanı namus bilmedik. Bu topraklar üzerinde, birlikte yaşamanın bozulmasıyla nelerin yaşandığı artık iyi görülmelidir. Üst kimliğin etkisini kaybedince birleştirici ve kaynaştırıcı bağların nasıl zayıfladığı iyi idrak edilmelidir. Biz bunun için çabalıyoruz, bunun için uğraşıyoruz ve bin yıllık kardeşliğin sakatlanmaması için var gücümüzle çırpınıyoruz. Ve elbette sonuna kadar da bu uğurdaki mücadelemize devam edeceğiz. Sayın Basın Mensupları, Balkanlardaki soydaşlarımız saygı duyulması gereken varlık ve birlik arayışı içindedir. Engellemelere rağmen Türkçeye sahip çıkmışlar, yüce dinimizin buyruklarından ayrılmamışlardır. Gittiğimiz, gördüğümüz her yerde bunun mümtaz örnekleriyle muhatap olduk. Evlad-ı Fatihan birçok badireyi geçmiş, benliğini unutmamış, Türk-İslam kültürünün çizdiği rotadan çıkmamıştır. Müslüman Türk’ün ulviyetini göstermişler, ciddiyetini, cesametini ve cesaretini ispatlamışlardır. Bunları anlamak istemeyenlere, kabullenme sefaleti çekenlere yeri ve zamanı gelince davranışlarıyla, karakterleriyle, vakurla çerçevelenmiş üsluplarıyla göstermişlerdir. İnançlarımıza saldıranlara, Türklüğümüze hakaret edenlere, camimize canice zarar vermeye çalışanlara göz açtırmamışlardır. Kötülüğü ve zalimliği kılavuz yapanlara misliyle cevap vermişlerdir. Ne kadar acı hadise yaşansa da Evlad-ı Fatihan ürkmemiş, çekinmemiş ve düşmemiştir. Geleneklerine bağlı olarak yaşamaya devam etmişler, halen de bundan taviz vermemektedirler. Ne mutlu onlara ki Türküm demekten iftiharla bahsetmektedirler. Şüphesiz biz şeklimiz ve maddemizle Türk olduğumuz kadar, ruhumuza ait ebedi vasıflarımızla ve manamızla da Türk’üz, Türk olacağız ve sonsuza kadar Türk kalacağız. İşte soydaşlarım bunun en büyük delilidir. Son olarak ifade etmek isterim ki, Balkan Türklüğü asimilasyoncu tehditlere direnirken daha fazla birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Yapay ihtilaflardan, kişiselleştirilmiş hiziplerden ve başka yerlerden imal edilip aralarına sokulmaya çalışılan nifaklardan mutlaka uzak durmalıdırlar. Temelsiz dargınlıklar, sonuçsuz kavgalar Evlad-ı Fatihan’ın semtine yabancı olmalıdır. Dinimize, dilimize ve büyük Türk varlığına karşı hazım sorunu yaşayanları sevindirmemeliler ve onları güldürmemelidirler. Müşterek değerler üzerinde buluşarak tefrikanın mağlup olması, husumetin zayıflaması kaçınılmazdır. Bunun için Balkanlardaki soydaşlarımın bu bilinç ve uyanıklıkla hareket edeceğine, hayal satıcılarına, ümit tacirlerine ve çekişme taraftarlarına layık oldukları dersleri vereceğine içtenlikle inanıyorum. Parti olarak Türk-İslam jeopolitiğinin derinlerine daha fazla inerek, üzerimize düşen ne varsa yapma konusunda son derece samimi ve kararlı olduğumuzu bu vesileyle ifade etmek istiyorum. Bu kapsamda; √ Orta Asya ve Ortadoğu’daki Türk topluluklarıyla, √ Balkanlar ve AB ülkelerindeki Türklerle, √ Kıbrıs Türkleriyle, √ Dünya üzerinde değişik ülkelerde yaşayan unutulmuş ve milli kimliği aşınmış kardeşlerimizle yakından ilgilenip onlarla kucaklaşmayı inşallah büyük bir heves ve inanmışlıkla sürdüreceğiz. Çünkü 21. yüzyıl bizim için Türk-İslam asrı olacaktır ve bu tarihi sorumluluğu bayrak gibi zihnimizde ve gönlümüzde taşıyacağımızdan herkes emin olmalıdır. Tüm Türk coğrafyası üzerinde; barış, sevgi, kardeşlik, birlik ve beraberlik kokan bir sosyal ve siyasal iklimi inşa etmek, Türk dünyasına mensup herkesin en büyük gayesi ve iddiası olmalıdır. Bu duygularla halen Balkan coğrafyasında hayat mücadelesi veren soydaşlarımıza başarılar ve esenlikler dilerken her zaman yanlarında olduğumuzu söylemek istiyorum. Rahmete kavuşan fatihlerin evlatlarına Cenab-ı Allah’tan rahmet niyaz ediyor, basın toplantımıza katılan siz değerli basın mensuplarına ve aziz dava arkadaşlarıma teşekkürlerimle birlikte saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun. Ne Mutlu Türküm Diyene. |