Genel Başkanımız
Dr. Devlet Bahçeli'nin Sayın Bakanlar, Sayın Milletvekilleri, Yurtiçi ve yurtdışından buraya gelerek bizleri şereflendiren Değerli Bilim Adamları, Türkologlar, Tarihçiler, Kıymetli Misafirler, Saygıdeğer Basın Mensupları, Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada "Türk Projesi" adıyla başlayan ve nihayetinde 37 ciltten oluşan çok değerli ve anlamlı bir külliyatın kamuoyuna sunuluşu ve bu münasebetle düzenlenen "Uluslararası Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Sempozyumu" için bir araya gelmiş bulunuyoruz. "Türk Projesi" ile başlangıcından günümüze kadar Türk Milleti'nin kurduğu devletlerin; inşa ettiği emsalsiz kültür ve medeniyetin; siyaset, teşkilat, toplum, ekonomi, düşünce, bilim, dil, edebiyat, kültür ve sanat açılarından bütün yönleriyle değerlendirmesi yapılmış bulunmaktadır. Dünya çapında çok geniş bir bilimsel katılımla gerçekleştirilen projenin hazırlık safhasında Türkiye'nin ve dünyanın Türkoloji ile ilgili bütün akademik çevreleri ile temas sağlanmış; projeye 48 ülkeden 589 bilim adamı ve araştırmacı çalışmaları ile iştirak etmişlerdir. Ayrıca Türkiye'den 1723 bilim adamı ve araştırmacı projeye katkıda bulunmuşlardır. Bu proje ile sadece Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan Türkler'in değil, Azerbaycan'ın, Kazakistan'ın, Kırgızistan'ın, Özbekistan'ın, Türkmenistan'ın ve diğer Türk topluluklarının tarihleri de yazılmıştır. Bu itibarla, Türk kültür hayatına ve dünyanın tarih birikimine büyük katkılar sağlayacak bu dev esere, başta Proje Koordinatörü Sayın Hasan Celal Güzel ve Yeni Türkiye Araştırma ve Yayın Merkezi çalışanları olmak üzere, emeği geçmiş bulunan herkese en derin teşekkürlerimi sunuyorum. Kıymetli Misafirler, Değerli Bilim Adamları ve Tarihçiler, Türk milletinin tarih boyunca yaşadıkları, ürettikleri, gerçekleştirdikleri üzerine böyle kapsamlı bir çalışmanın meydana getirilmiş olmasından ayrı bir memnuniyet, ayrı bir heyecan duyuyorum. Medeniyet ve tarih bilincinin süreklilik kazanmasının en güçlü kaynaklarını oluşturan bu tür eserler, geçmiş ile gelecek arasında anlamlı bağların oluşmasını mümkün kılacaktır. Aslında, insanlık, dünya üzerinde hayat bulduğu ilk andan itibaren, bir "tarih bilinci"ne sahip olagelmiştir. Tarih insanlığın yol haritası, bin yıllar içinde şekillenen ortak hafızamızın yön gösterici, yön verici bir kaydıdır. "Tarih" kavramıyla ne zaman yüz yüze gelsek, her birimizin zihninde farklı farklı çağrışımlar şekillenir; her birimiz kendi eğilim, birikim ve yaklaşımlarımız doğrultusunda bir "tarih resmi" tasavvur ederiz. İşte, tarih, bütün bu tasavvurlarımızı da içine alan, bitmek tükenmek bilmez bir hazinedir. Yüzyıllarca yeni yeni tanımlar kazanan "Tarih", özellikle son iki yüzyıl boyunca temel bir bilimsel uğraş alanı haline gelmiş, bir yandan da tarih felsefesindeki gelişmeler toplumların kaderini etkileyecek neticeler doğurmuştur. Öyle ki, 19. yüzyıl "Tarih Yüzyılı" adıyla anılır olmuş, 20. yüzyıl tarih felsefesinde, tarih biliminde, tarih yazımının teknik ve yöntemleri konusunda ufuk açıcı ve yenilikçi pek çok tartışma ve yaklaşımla zenginleşmiştir. Bugün yeni bir yüzyılın, yeni bir çağın başında bulunmaktayız. Hiç şüphe yok ki, bu yeni dönem de kendi tartışma başlıklarını, kendi düşünüş biçimlerini, geçmiştekinden farklı bilgilenme yöntemlerini beraberinde getirecek, tarihi, kavrama ve yorumlama şeklimiz üzerinde yeni ve derin izler bırakacak, bize bugün için vazgeçilmez gelen pek çok unsuru dönüşüme uğratacaktır. Buna karşılık, bireylerin ve milletlerin hayatını kuşatan belli başlı bazı değişmez değerler vardır. Bu temel değişmezlerin, her milletin, her toplumun tarih içinde yaşadığı serüvende öğretici ve yenileyici birer unsur olarak yer alması şarttır. Geleceğin bireyler ve toplumlar tarafından, bir bütün olarak, önceden belirlenmesi imkânsızdır. Gelecek, içinde her zaman bir takım belirsizlikler taşıyacaktır. Ama gelecek, belirsizliklerin olduğu kadar, öngörünün de alanıdır. Bir milletin geleceği öngörebilmesinin yolu, öncelikle kendi geleceğini belirleyebilmesinden geçecektedir. Öngörülü olabilmenin, insanlık adına doğru ve sağlıklı adımlar atabilmenin anahtarı ise tarihtedir. Çünkü geçmişi kayda geçirmenin anlamı geçmiş üzerine düşünmek, geçmişin felsefesini yapmaktır. Bir milletin geleceği bu düşünüş, bu felsefe içinde şekillenir ve yaşadığımız anın dinamikleri içinde kendini görünür kılar. Dolayısıyla, kendini şimdiki anda açığa vuran gelecek, tarih üzerine ve tarih içinde düşünmemizin ürününden başka bir şey değildir. Yeni kuşaklara tarih bilincini aşılamak, ancak, siz değerli bilim adamı ve tarihçilerin çabasıyla hayat kazanan bu tür çalışmalar sayesinde mümkün olacaktır. Unutulmamalı ki, sahip olduğu kültürel ve tarihî zenginlik içinde kendini yeniden üretemeyen toplumlar, tarihin genel dinamiklerinin, aslî akış yönünün dışında kalır. Türk milletini tarihin vazgeçilemez ve göz ardı edilemez aktörlerinden biri kılan irade, hep bu aslî akış yönünü gözetmesi, bu konuda dur durak bilmeyen bir uğraş sergilemesi olmuştur. Öte yandan, tarihin genel dinamiklerini kavramak ne kadar önemliyse, ayrıntıların tarihi üzerinde yoğunlaşmak da o ölçüde gerekli ve öğreticidir. Biz tarihin genel dinamikleri üzerine uzun boylu tefekkür ederken, ayrıntıların tarihini sürekli ihmal eden bir toplumuz. Belki de bu yüzden, çeşitli kültürlerin yaratıcı ve dönüştürücü biçimde kullandıkları ve bu yolla süreklilik kavrayışını ayakta tuttukları bazı geleneksel sanat ve teknikleri, bizim fazlasıyla ihmal ettiğimiz öne sürülebilir. Geleneksel sanatlarımızdan bir çoğunun, bu kültürün yaratıcı birer unsuru olarak yaşaması yerine, artık bir hatıraya dönüşmüş olması çok acı vericidir. Bugün bize ayrıntı gibi görünen unsurları birer birer unutmak, geçmişimizin ayrıntılarını teşhis etmek ve kavramak konusunda da ciddi zorluklar yaşayacağımız anlamına gelecektir. Değerli Bilim Adamları, Muhterem Misafirler, Çok sayıda düşünür şu görüşte birleşmektedir: Her dil, içinde kendi dünya görüşünü taşır. Dolayısıyla, dünyayı kavrayış şeklimizin kaydını oluşturan tarihin evi de dildir. Tarihin ve dilin bu dönüştürücü gücünü her an hissetmek ve buna yakışır şekilde değerlendirmek gereği vardır. Dil ile tarihin bu kaçınılmaz birlikteliği, Türk dilinin büyük ustası, ortak hafızamızın kayda geçirilmesinin öncüsü Yusuf Has Hacib'in "misk ile bilgi" arasında gördüğü benzerliği hatırlatmaktadır. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig'de şöyle der: "Misk ve bilgi birbirine benzer; insan bunları yanında gizli tutamaz. Miski gizlersen, kokusundan belli olur; bilgiyi saklarsan, dili ayarlamasından belli olur. Bilgi hiçbir zaman fakirliğe düşmeyen bir servettir; hırsız ve dolandırıcının eli ona erişemez, onu alamaz." İşte tarihin yarattığı bilgi birikimi böyle bir varlıktır; bu varlığı sadece korumak değil, aynı zamanda onu etkin kılmak zorundayız. Tarihin kavranış ve kullanılış biçimi ayrı ayrı her birimizin etkinliğine katkıda bulunduğu, kültürümüze ve dünyanın ortak birikimine yeni öğeler kattığı sürece gerçek anlamını bulacaktır. Tarih, bir kültürün düşünüş ve kavrayış biçimini, o kültürün hayatla kurduğu bağı doğrudan besleyip canlandırdığı için, etkin bir bilgidir. Yani, kuru bilgilerin, tozlu belgelerin korunağı değil, hayatın zırhı, hayatın kalkanıdır. Tarih, işte bu etkin yanıyla, ortak bir hafıza, ortak bir birikim olmakla kalmaz, bir milletin, bir toplumun ortak aklını üreten güce dönüşür. İnsanları örgütlü ve etkili bir bütün haline getiren temel unsurlardan biri, bu ortak akıldır. Bir topluluğun dünya üzerindeki etkinlik derecesini, bu aklı yeniden üretme becerisi belirlemektedir. Toplumların önündeki hem en büyük imkân hem de en büyük tehlike budur. Bu ortak akıl, içindeki dinamik öğeleri yaşatmayı ve yenilemeyi başardığı sürece, tarihin aklına dönüşecektir. Bunun anlamı, bütün insanlık için yapıcı, üretken ve zenginleştirici bir gelecektir. Oysa aynı "akıl" statikleşir, durgunlaşır, kendini katı ve değişmez bir çerçeveye hapsederse, gelişmenin değil, donup kalmanın; çözümün değil, çatışmanın kaynağı olup çıkacaktır. Bundan dolayı, milletlerin tarih içinde geliştirdiği akla hep kulak vermek, ama ona karşı sorgulayıcı bir tutum içinde bulunmaktan da asla vazgeçmemek gerekir. Tarihe ve tarihteki akla bakmak bir "çözüm tekniği" geliştirmek değil, kendine özgü bir "sorunları görebilme sanatı" yaratmak anlamına gelecektir. Tarih, içinde bugünün ve yarının çözümlerini barındıran bir sihirli formül olamaz. Çünkü tarih, doğrudan çözümlerin alanı değildir. Tarihe bakmak, bize, varlığımızı derinden etkileyen sorunları kavramanın, teşhis edebilmenin ve bütün boyutlarıyla görebilmenin yolunu sunmaktadır. Kısacası, tarih, düşünmenin ve sorgulamanın alanıdır. İşte bu sebeple, sorgulamayı bırakmak, aklın izini sürmeyi bırakmaktır. Aklın izini sürmeyi bırakmak, dünyayı akıldışı olanın, önyargıların, kör inançların, içi boş bir gururun ve herşeyi meşru sayan bir kendini bilmezliğin insafına bırakmak demektir. Türkler'in tarihi, aslında hep bu tehlikeye karşı mücadelenin tarihi olmuştur. İnsanlığı bekleyen sorunlar dikkate alındığında, bundan sonra da böyle bir mücadelenin içinde olacağımız açıktır. Kıymetli Misafirler, Değerli Bilim Adamları ve Tarihçiler, Türkler, tarih boyunca, kelimenin hem geleneksel hem de modern anlamında hep devletli bir millet olmuşlar, bayraksız ve devletsiz kalmamak için büyük bir mücadele vermişlerdir. Türk milletinin bu örgütlenme iradesi ve mevcut örgütlenmeyi etkin biçimde yaşatma yeteneği dikkate değer bir unsurdur. Türkler'in örgütlenme modeli, akıl ile tarihin buluşup birbirini yenilediği alanlarda nasıl bir kavrama ve uygulama tarzına sahip oldukları konusunda ilginç ve önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kısacası, tarih ile aklın, yaşanan çağın ruhuna uygun bir örgütlenme modeli içinde bir araya getirilmesi ve kendini sürekli yeniden üretecek bir yapıya kavuşturulması, Türkler için bir tür gelenek, vazgeçilmez bir millî reflekstir. Hiç şüphe yok ki, Türkiyemiz'in medeniyet birikimi ve kültürel değerleri bu büyük çabanın, bu değişmez iradenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. İnanıyorum ki, bu birikim ve değerler, yeni çağın şekillenmesine de önemli katkılarda bulunacaktır. Çünkü Türk milleti, tarihî perspektifi ve misyonu ile, insanlık ailesinin yeni yönelim ve gelişmelerini her zaman büyük bir hızla kavramakta, benimsemekte, kendi iç değerleri haline getirmekte ve bunları özgün katkılarla zenginleştirmektedir. Bir milletin birikimi, aynı zamanda onun "varlık şartı"dır. Kendisi olmaktan vazgeçmeyen bir millet, her zaman, öz yapısından doğan hedef ve atılımları gerçekleştirme iradesine sahip olacak, böylece hem kendisinin hem bütün insanlık ailesinin varlık alanını genişletecek ve güvenceye alacaktır. Birikim ve değerleri sayesinde kültürlerarası bir köprü kurmayı başaran Türk milleti, bunu yaparken, varlığının temelini oluşturan "adalet ülküsü" gibi hedefleri asla yitirmemiş, bu hedeflerin insanlığın ortak değeri haline gelmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamıştır. Aynı hedef ve ülküler Türk Milleti'nin geleceğine de ışık tutacaktır. Bunu başarmanın yolu da, tarihe eleştirel bir gözle bakmaktan asla vazgeçmemek, ama onu yaratıcı, dönüştürücü, yenileyici bir kavrayışın esas öğesi olarak yaşatmak ve korumaktır. Bugün karşımızda duran eserin temel işlevi de bu zorlu ve onurlu çaba için önemli bir kaynak teşkil edecek olmasıdır. Bu büyük eserin Türk Milleti'ne ve Türk Dünyası'na hayırlı olması dileğiyle, "Uluslararası Türkoloji ve Türk Tarihi Araştırmaları Sempozyumu"nu açıyor, gerek yurtiçinden gerek yurtdışından buraya gelerek bizi onurlandıran bütün katılımcılara başarılar diliyorum. Sözlerime son verirken, bu kapsamlı eserin benzer çalışmalar için bir ilham kaynağı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |