Genel Başkanımız
Dr. Devlet Bahçeli'nin Kıymetli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki grup konuşmama hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlayarak başlıyorum. Dünyada, özellikle de bölgemizde meydana gelen olaylarla, ülkemizin toplumsal ve ekonomik bakımdan içinden geçtiği süreçlerle ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilindiği gibi, yakın zamana kadar Orta Doğu'da tırmanmaya devam eden çatışmalar bugün çok önemli bir boyuta ulaşmıştır. Filistin'de yaşanan dram yalnızca Orta Doğu için değil, bütün insanlık için önemli bir barış sorunu haline gelmiş bulunmaktadır. Meseleyi, öncelikle dünyanın yaşadığı küresel dinamikler açısından ele aldığımızda, küreselleşmenin gelişmiş ülkeler lehine yarattığı etkilerin sadece ekonomik eşitsizlikleri derinleştirmekle kalmayıp, siyasi dengesizlikleri de besleyen bir süreç haline geldiğini tespit etmek mümkündür. Özellikle küresel ekonomik güçlerin çıkarlarını maksimize eden gelişmeler, dünya barışını ve adaleti tahrip eden bir nitelik arz etmektedir. Bu sebeple, yoksulluğa karşı küresel mücadeleyi ihmal eden yaklaşımların ciddi bir biçimde ele alınıp eleştirilmesi zaruri hale gelmiştir. Filistin'de yaşanan olayların insanlık onurunu hiçe sayan bir nitelik kazanması, küresel sürecin belki de en önemli sorununun barışı inşa edip koruyacak duyarlılık ve araçlara sahip bulunmadığına işaret etmektedir. En azından bunları harekete geçirecek motivasyon eksikliği olduğunu göstermiştir. "Roma Barışı"ndan sonra dünyanın yaşadığı en uzun barış çağlarının, yani "Osmanlı Barışı"nın bozulmasının ardından, Orta Doğu'da yaşanagelen olaylar ve bugün Filistin'de sorunun ulaştığı boyut, istikrarı ve hoşgörüyü koruyacak ruhun besleneceği yeni bir medeniyet anlayışına ihtiyaç bulunduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye, sahip olduğu tarihi birikimle, doğu ve batı arasında medeniyetleri buluşturan ve uzlaştıran kimliği ile, Orta Doğu'da barışın inşa edilip korunmasına katkı yapacak bir konumda olmak zorundadır. Bu bakımdan Türkiye'nin güçlenmesi ve gelişmesi, sadece Türk milleti için değil, bölgesel barış ve insanlığın geleceği açısından da önemli bir husustur. Doğu ve batı medeniyetlerinin içinde barındırdığı çatışma potansiyelinin yerine, uzlaşma ve barışı kültürel olarak üreten bir Türkiye'nin medeniyetler arasında diyaloğu kurumlaştıracak yeni bir misyonu üstlenmesi gerekmektedir. Bizim tarihsel kimliğimiz ve son iki yüz yıldır batıyla olan ilişkilerimiz, bugün ülkemizi hem doğu, hem de batı açısından bir "uzlaşma mekânı ve imkânı" haline getirmiştir. Küresel sorunlara karşı politikalar geliştirme ve uygulamaya koyma ihtiyacı, her geçen gün daha acil ve ertelenemez hale geldikçe, Türkiye'nin temsil ettiği misyonun anlam ve değeri de artacaktır. Savaş, yoksulluk, terör gibi, bütün insanlığa karşı yönelen meydan okumaları engelleyecek sosyal ve insanî bir yapılanmanın gerçekleşmesi; diğer bir deyişle küresel sürecin vahşi yüzünü insanîleştirecek yeni bir yaklaşımın oluşması gereği, bu misyonu şüphesiz daha da önemli kılmaktadır. Değerli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Bugün Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler her türlü insaf ve insanlık hududunu aşmış, sağduyudan tamamen uzaklaşmış bulunmaktadır. Bu sebeple, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin son gelişmeler karşısında aldığı; "tarafları anlamlı bir ateşkese" ve "İsrail birliklerini Filistin kentlerinden çekilmeye" çağıran kararı bir an önce uygulanmalıdır. Son gelişmelerin bölgede yaşayan toplumların gelecekte birarada yaşama zeminini tamamen ortadan kaldıracak bir sonuca yol açmasına izin verilmemelidir. Bundan dolayı, taraflar arasında karşılıklı anlayışın hakim olması için sürekli çaba gösteren Türkiye'nin, Orta Doğu'daçağrılarına kulak verilmelidir. istikrarı ve barışı gözeten Türk devleti olarak, Orta Doğu'da barışı gerçekleştirebilecek her türlü girişimi desteklediğimizi ve üstümüze düşen bütün görevleri yerine getirmeye hazır olduğumuzu söylemek istiyorum. Kısacası, barışı kuracak adil bir çözüm için atılacak ilk adım, İsrail yönetiminin uluslararası hukuka uygun davranması ve Filistin halkının hukukunu ihlâl eden eylemlerinden şartsız vazgeçerek işgale son vermesidir. Bu işgalci davranışın ve Filistin yönetimine yönelik fiili durumun, terör yöntemini benimsemiş örgütlerin zeminini güçlendirecek sonuçlar doğurabileceği unutulmamalıdır. Bilinmelidir ki, meşru Filistin yönetiminin etkisiz hale getirilmesi sadece ve sadece bölgedeki terörist örgütlerin işine yarayacaktır. Bu, Filistin ve İsrail halkının barış içinde yan yana yaşamalarını istemeyenlerin arzuladığı bir neticedir. İsrail yönetiminin böyle bir durumun ortadan kaldırılması bakımından da, bir an önce bu yanlışa son vermesi şarttır. Değerli Milletvekilleri, Sayın Basın Mensupları, Günümüzde, küreselleşmenin yarattığı eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlara karşı dünya ölçeğinde yeniden örgütlenme ihtiyacı, bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiş bulunmaktadır. Çünkü, küresel sürecin bu sorunları arttırıcı ve niteliklerini genişletici etkileri, böyle bir ihtiyacın zaman geçirilmeden karşılanmasını zorunlu kılmaktadır. Böyle bir çerçevede, uluslararası terörizm ile onu besleyen kaynak ve sorunlarla da çok yönlü mücadele etmek ve müşterek politikalar geliştirmek gerekmektedir. Uluslararası terörizme karşı yürütülmesi gereken mücadele, uluslararası hukuk ve insan hakları gibi temel değerlere bağlı olarak sürdürüldüğünde daha etkili ve daha netice alıcı olacaktır. Bu mücadelenin başarılı olabilmesi için, başta Avrupa Birliğimilletlerin eşitliği ve işbirliği temel ilkesine saygılı olmak durumundadır. olmak üzere, bütün küresel ve bölgesel aktörler, Bu çerçevede Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği meselesinin yanlış zeminlerde tartışılması veya bunun Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini engellemek isteyen bazı Avrupalı odakların istediği tarzda ele alınması, bizim açımızdan konuyu saptırmak istemekle eşdeğerdir. Bunun için açıkça ifade etmek istiyoruz ki, Avrupa Birliği yönetimi Türkiye'ye karşı, hem önyargılı tutumundan vazgeçmeli, hem de ülkemizin jeopolitik ve jeokültürel katkılarını idrak etmelidir. Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyeliğini engelleyecek talep ve söylemleri dillendirmek yerine, ülkemize karşı başta ekonomik olmak üzere bütün yükümlülüklerini yerine getirerek, sorumluluğunun gereğini yapmalıdır. Bunu yaptığı zaman Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yaşanan gerilimlerin ortadan kalkacağı, sorun çözücü yaklaşımların gelişme fırsatı bulacağı açıktır. Bizim bütün yönleriyle ortaya koyduğumuz bu gerçek, özellikle ülkemizdeki milli çıkar ve hassasiyetlerimiz konusunda duyarsız olan çevrelerin koparmaya çalıştığı gürültünün esas maksadını göstermesi bakımından da önemlidir. Eğer, bu yaklaşımın taraftarları, Avrupa Birliği yönetiminden üyelik müzakerelerini başlatan bir takvimin talep edilmesini ve malî yükümlülüklerin yerine getirilmesini destekleyici bir tavır içerisine girdikleri takdirde samimiyetlerini açıkça gösterme fırsatını bulmuş olacaklardır. Aksi takdirde, Türkiye'nin Birliğe üyeliğini engelleyici bir tutumu bilinçli ya da bilinçsiz olarak savunduklarını söylemeye bile gerek kalmayacaktır. Aziz Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Türkiye'nin sahip olduğu tarihsel birikim, yaklaşık yüz yıldır bölgede yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, bölgesel barış ve insanlığın geleceği açısından, ülkemizin istikrar içinde gelişmesini zorunlu kılmaktadır. Bu bakımdan insanlığın geleceğini düşünenlerle, Türkiye sevdalıları aynı noktada birleşmektedirler. Bu nokta, toplumsal barış içinde gelişen, istikrar içinde güçlenen Lider Türkiye'dir. Geçtiğimiz yirmi yıl içinde, ülkemizi istikrarsızlaştırmayı amaçlamış politikalarla beslenen terörizmin mâğlup olması, Türkiye karşıtlarını bugünlerde yeni politika arayışlarına itmiş görünmektedir. Avrupa'daki bazı çevreler, bünyelerinde barındırdıkları terör örgütünün isim değiştirme çabalarını destekleyen kampanyalarda, bize: "Terör örgütü artık kimliğini bile değiştirdi, farklı bir strateji izliyor, eski örgüt ortadan kalktığına göre artık buna karşı yeni bir tavır takınmanız gerekmez mi?" şeklinde sorular yöneltmektedirler. Bu sorulara karşı cevabımız açıktır. Terör örgütünün adının değiştirilmesi, Türkiye düşmanı çevrelerin elinde daha elverişli bir araç haline getirilmesi çabasından başka bir şey değildir. Türkiye'ye karşı kullandıkları terörün bütün insanlığa ve insanlık değerlerine yönelebileceği gerçeği, ümit ediyoruz ki, sağduyulu batılı çevrelerin, üzerinde hassasiyetle duracakları bir husus olacaktır. Ancak yaklaşımları ne olursa olsun, siyasallaşma oyunları terör örgütünün bizim açımızdan niteliğini ve anlamını değiştirmeyecektir. Herkes şunu açıkça bilmelidir ki, terör örgütü hangi adı alırsa alsın, hangi kimlikle saklanırsa saklansın, hangi kisveye bürünürse bürünsün, milletimiz onu kanlı parmak izinden tanır. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Konuşmamın bu bölümünde ekonomik hayatımızı ilgilendiren bazı gelişmelere dikkat çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Türk ekonomisinin içinde bulunduğu krizi geride bırakma mücadelemiz devam etmektedir. Bu aşamada üzerinde hassasiyetle durduğumuz husus, ekonomiyi yeniden krizlere sokmayacak yapısal bir dönüşümü gerçekleştirme meselesidir. Türk ekonomisinin yapısal açmazları, popülist yaklaşımlarla yürütülen günübirlik uygulamaların yarattığı ve giderek ağırlaşan iç ve dış borç yükü, yüksek faizler ve yaklaşık çeyrek asırdır süren kronik enflasyonla ilgilidir. Bu yapıda kısa dönemlerde ekonomik büyüme mümkün olmuş, ancak bu dönemleri mutlaka ciddi krizler takip edegelmiştir. Kısaca, köhne ve çarpık ekonomik yapı içerisinde sürdürülebilir bir gelişme modeline geçilmesi mümkün olmamıştır. Enflasyon içinde büyümenin sınırları krizler tarafından çizilmiştir. Kısa vadede büyümenin yarattığı değerler bu dönemleri takip eden krizlerle etkisiz hale geldikçe, yüksek faizin, iç ve dış borçların ve enflasyonun toplumsal maliyeti daha da ağırlaşmıştır. Türk ekonomisi, hiç şüphesiz ve tartışmasız bir şekilde sürdürülebilir kalıcı bir büyüme modeline yönelmek zorundadır. Bunu başardığımız zaman, artık kriz yaratmayan, kendi üretim ve tasarruf gücüyle büyüyen, borçlarını çevirebilen bir ekonomiye kavuşacağımız açıktır. Bugün, yeniden popülist ve geleceği öngörmeyen yaklaşımları seslendiren enflasyon lobisinin ne yapmak istediğini dikkatlice değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Bu seslere kulak vermek, bugüne kadar yapılan fedakârlıkları bir anda yok etmek ve eskiye dönmek anlamına gelecektir. Sonuçta, bu dramatik yanlışın tekrar edilmesi, eski anlayışa ve onun ürünü olan devresel krizlere yeniden kapı açmaktan öteye geçmeyecektir. Enflasyonla mücadele programından taviz vermeden, sıcak para veya popülist politikalara kaymayan bir büyümeyi kalıcı hale getirdiğimizde, Türkiye'yi kronik enflasyon belasından kurtardığımız gibi, istikrarlı gelişmeyi de sağlayabiliriz. Unutmayalım ki, büyümenin sağlıklı bir zemine kavuşabilmesi, dolayısıyla toplumsal adaletsizliklerin en aza indirilmesi ancak enflasyonun makûl bir seviyeye çekilmesiyle mümkün olacaktır. Günümüzde döviz kuru, faiz hadleri ve para politikası gibi makro göstergelerde ortaya çıkan olumlu gelişmeler, yapılan düzenlemelerin ürün vermeye başladığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu aşamada yapılması gereken, ihracata dönük büyümeyi uzun soluklu bir hale getirecek ve reel ekonomide olumsuz müdahalelere izin vermeyecek bir dönüşümü sağlamak ve dolayısıyla istikrarı kalıcı bir yapıya kavuşturmak olmalıdır. Ağır borç yükü, yüksek faizler ve müzmin enflasyon belasından kurtulacak bir ekonominin, toplumsal dinamizm ve gelişme açısından sağlıklı bir süreç oluşturması kaçınılmaz olacaktır. Türkiye, bugün işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yolsuzluk ve yoksulluk gibi toplumsal yapıyı tahrip eden hastalıklardan kurtulmak için, büyüme ve istikrarı birlikte aramak mecburiyetindedir. Geçmişte olduğu gibi, enflasyon lobisine, rantiyeye ve popülizme taviz vererek doğru politikalardan vazgeçmek, belki ülkemize ve insanımıza kısa dönemde bir nefes aldıracak; fakat uzun dönemde ise, soluksuz bırakıp yeni krizlere yol açacaktır. Hükümet olarak, yılların birikimi olan sorunların çözümü için pek çok siyasi kadronun cesaret edemediği kararları aldığımız ve uygulamaya koyduğumuz bilinmektedir. Bugün, bu politikaların Türkiye'yi yeni bir ekonomik yapıya taşıması için de gereğini yapmak, enflasyonsuz bir büyüme sürecini başarmak durumundayız. Unutulmamalı ki, karşılaştığımız sorunların ağırlığı, bu güne kadar bu sorumluluğu üstlenme cesaretinin eksikliği ile de ilgilidir. Popülizm, rantiye ve enflasyondan beslenen çevreler, Türkiye'nin kalkınmasına ayak bağı olmuşlardır. Artık Türkiye, 21. yüzyılda eski yanlışlarından kurtularak kendi gelişme yolunu bulmak mecburiyetindedir. Değerli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, 21. yüzyılın dünyası, değişme ve gelişme hızının giderek arttığı bir ilişkiler ağına dönüşmektedir. Yaşanan gelişmeler, bu hızlı değişmelerin çok sayıda yeni sorun yaratması gibi, ortaya çıkan sorunlara da çok hızlı cevap vermeyi zorunlu kılmaktadır. Bizler, Türkiyemizin gelişme ve sorun çözme kabiliyetini artırdıkça, 21. yüzyılda daha da güçleneceğine inanıyoruz. Bunun için de Türkiye'de siyaset etme biçiminin, ilkeli, yenilikçi ve sorun çözücü bir mahiyet kazanması gerektiği açıktır. Milliyetçi Hareket Partisi, yeni çağın gerçek ihtiyaç ve dinamiklerine uygun bir siyaset etme biçimini hakim kılmak istemektedir. Hiç şüphesiz, uzlaşmayı ve sorumluluğu, sorun çözme kabiliyeti ve yenilikçi yaklaşımlarla bütünleştirdiği içindir ki, Türkiye'nin önünü açmaya devam edecektir. Siyasetimizi değer ve çözüm üreten bir niteliğe dönüştürdükçe, millet ile siyaset daha çok kucaklaşacak ve Lider Türkiye'ye giden yol daha anlamlı ve aydınlık olacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi bir kez selamlıyor ve saygılar sunuyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |