19.05.2002 - Avusturya Türk Federasyonu'nun Düzenlemiş Olduğu Kurultayda Yaptıkları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Avusturya Türk Federasyonu'nun Düzenlemiş Olduğu Kurultayda Yaptıkları Konuşma
19 Mayıs 2002

 

Aziz Vatandaşlarım,

Muhterem Misafirler,

Avusturya Türk Federasyonunun Değerli Yöneticileri,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Geleceğimizin Teminatı Genç Kardeşlerim,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Sözlerime başlarken hepinizi en iyi duygularımla selamlıyor, sevgiler ve saygılar sunuyorum.

İlk kez gelme fırsatı elde edebildiğim Viyana'da gösterdiğiniz yakın ilgiye şükranlarımı ifade ediyorum.

Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Bizleri Almanya, Fransa, Hollanda ve Belçika'dan sonra Avusturya'da sizlerle buluşturan Yüce Allah'a sonsuz şükürler olsun.

Kurultayımız, hepimize kutlu ve uğurlu olsun.

Huzurlarınızda, öncelikle bu muhteşem kurultayı şereflendiren sizlere ve organize eden federasyon yöneticilerine teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayrıca vurgulamak isterim ki, bugün kurultayımız, milletimiz açısından önemi ve değeri çok büyük olan bir yıldönümünde yapılmaktadır. Bugün, milli mücadelemizin ilk adımını ifade eden 19 Mayıs'ın 83.yıldönümünü idrak ediyoruz.

Bu vesileyle, bütün milletimizin 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, Türkiyemizin varlığı ve geleceği için mücadele veren bütün şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.

Kıymetli Vatandaşlarım,

Değerli Arkadaşlarım,

Sevgili Gençler,

Bilindiği üzere, bütün insanlık ailesi zorlu ve karmaşık bir sürecin içinde bulunmaktadır. Özellikle son on yıl boyunca yoğunluk kazanan küreselleşme olgusu, hem toplumlar hem de devletler arası etkileşimleri hızlandırmış, birçok sorun ve gelişme giderek insanlığın ortak gündemini oluşturmaya başlamıştır.

1990'lı yılların başında komünist blok tarihe karıştığında oluşan dünyanın geleceğine dair iyimser beklenti düzeyi ile bugünkü beklentiler yumağı arasında önemli farklılıkların bulunduğuna şüphe yoktur.

Günümüzde, istikrarlı ve huzurlu bir dünya ve insanlık tasavvurlarının yanında, belirsizlikler, riskler, küresel kutuplaşma ve kültürler arası çatışma fikirleri giderek daha fazla yankı bulmakta, taraftar toplamaktadır.

Davos ve Porto Alegre şehirleri, artık küresel adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin, diğer bir deyişle Kuzey ve Güney kutuplaşmasının sembolleri haline gelmiştir. Diğer yandan, hakim temasını Hıristiyanlık ile Müslümanlığın oluşturduğu medeniyetler ve dinler arası çatışma tezleri gündem oluşturmaya başlamıştır.

Kısacası, 20. yüzyıla egemen olan siyasi ve askerî rekabet, önceliğini kültürel, teknolojik ve ekonomik rekabete bırakmıştır.

İşte temel endişemiz, nitelik değiştiren küresel rekabet şartlarının, eski mücadele ortamını aratmayacak ölçüde büyük riskleri ve belirsizlikleri içinde barındırıyor olmasıdır. Çünkü bu süreç, jeopolitik denklemlerin daha karmaşık bir hâl almasını beraberinde getirmekte, enerji üretimi, dağıtımı ve kullanımı üzerindeki denetim ve üstünlük mücadelesini kızıştırmaktadır.

Özellikle Amerikan Halkı ve devletinin karşı karşıya kaldığı 11 Eylül trajedisinin ardından terör ve güvenlik meselesi de bu denklemlere yeni ve önemli bir boyut daha katmıştır.

Bu dönemde, hem Batı hem de Doğu dünyasında, başka bir deyişle, Müslüman ve Hıristiyan alemleri içinde, din faktörünü çok tehlikeli bir biçimde kullananlara da şahit olunmuştur. İslâm dinini sadece terörizmle ilişkilendirmekle yetinilmemiş, aynı zamanda insanlığın geri kalmışlık sorununun temelinde yatan bir faktör olarak ele alanlara sıkça rastlanmıştır.

İşte bütün bu tartışma ve gelişmeler, insanlığın ortak geleceği bakımından çok tehlikeli hesapların, en azından tehlikeli bir zihniyetin varlığına işaret etmektedir.

Her şeyden önce, büyük Türk milletinin mensupları ve kader arkadaşları olarak, bu tür anlayış ve planları şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

Temel felsefesinde barış, hoşgörü ve dayanışma duygularının gelişip yerleşmesinin temel bir belirleyiciliğe sahip olduğu İslâm dininin terörizmle ilişkilendirilmesi, sadece müslüman toplumlar için büyük bir haksızlığı ifade etmemekte, bütün insanlığın huzuru için de ağır bir sorumsuzluk örneğini oluşturmaktadır.

Unutulmamalı ki, esas ve önemli olan, hedefine ulaşmak için şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş bütün terör örgütlerine, birlikte ve dürüstçe karşı çıkmaktır. Çünkü, bir insanlık suçu olan terörizmin, milliyeti ve dini olmadığı gibi, iyisi de, masumu da yoktur.

Teknolojinin baş döndürücü bir hıza sahip olduğu günümüzde, terör örgütlerinin hareket yeteneğinin arttığı ve sofistike yöntemler kullandığı bilinmektedir. Bunun için, başta ileri sanayi ülkeleri olmak üzere, bütün dünya devlet ve milletleri terörizmin de küreselleşmesine fırsat vermemelidir.

Bu çerçevede göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus da, küresel kutuplaşmanın ve her geçen yıl artan küresel yoksulluk sorununun terör örgütlerinin istismar edeceği bir potansiyel zemin oluşturduğu gerçeğidir. Özellikle zengin ülkelerin, bu açıdan daha özverili ve dikkatli politikalar geliştirmesi gerekmektedir.

Kısacası, dünyanın ve insanlığın sonu belirsiz olan ve hatta büyük tehlikelere davetiye çıkartan anlayış ve mücadelelerle bir yere varması mümkün değildir. Bütün milletler ailesinin ortak yaşama mekânı olan dünyamızın geleceğine hep birlikte sahip çıkmak, insani değerleri amansız bir rekabete kurban etmemek gerekir.

Bugün genişleme sancıları çekse de, Avrupa Birliği'nin "Avrupa ideali" ve ekonomik kapasitesi bakımından önemli bir bölgesel iddia ve güç sahibi olduğuna şüphe yoktur. Bu sebeple, Avrupa Birliği'nin terörizmle mücadele konusunda, hem demokrasinin yaşaması hem de, beşerî sorumluluklarının gereğini yerine getirebilmesi için daha kararlı ve samimi bir yaklaşım içinde olması şarttır.

Bilinmelidir ki, bunun aksini iddia etmek ya da tutarlı ve net bir politika izlemekten kaçınmak, ortak insanî değerleri ve milletlerarası işbirliği anlayışını inkâr etmekle aynı anlama gelecektir.

Huzurlarınızda bir kez daha ifade etmek isterim ki, 21. yüzyıl yeni bir "barbarlık çağı" değil, bir "insanlık çağı" olmalıdır.

Muhterem Vatandaşlarım,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye'nin üzerinde bulunduğu jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel fay hatları, hem çok nazik, hem de çok stratejik bir öneme ve ayrıcalığa sahiptir. Bunun için, sadece bölgemizde değil, dünyanın her tarafında ortaya çıkan gelişme ve sorunlardan diğer ülkelere göre daha fazla etkilenmektedir.

İster ekonomik krizlerin derinleşmesine, isterse diplomatik ve siyasi krizlerin gelişme seyirlerine bakılsın, bu özelliğimizin somut göstergeleriyle karşılaşılacaktır.

Türkiye, 20. yüzyılın soğuk savaş şartları döneminde yerine getirdiği rolleri, 21. yüzyılda medeniyetler ve kültürlerarası diyalog ve hoşgörü açısından yerine getirmek istemektedir. Sadece dinî ve kültürel açıdan çok zengin olan konumunu ve tarihî birikimini bütün insanlığın hizmetine sunmak istemektedir.

Benzer şekilde, büyük enerji kaynakları ve terminalleri ile pazarlar arasında yer alan emsalsiz pozisyonunu, yeni çağda istikrarlı ve huzurlu bir beşerî iklimin oluşması ve pekişmesi için değerlendirmeyi arzulamaktadır.

Sözün kısası, Asya ile Avrupa'yı her açıdan buluşturmak ve kaynaştırmak istemektedir. İşte bu tarihî ve insanî düşünce ve projeye, engel değil, destek olmak gerekir.

Türkiye'mizin Avrupa Birliği içinde yer alma iradesini her türlü olumsuzluklara rağmen taşıyor olmasının temel sebebi budur.

İnanıyorum ki, böyle bir anlayış, yeni yüzyılın çok önemli ve anlamlı bir buluşmasını, yeni bir küresel dayanışma örneğini yansıtmaktadır.

Son zamanlarda bütün Avrupa üzerinde giderek daha görünür olmaya başlayan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık rüzgârlarının kâbusa dönüşmemesi bakımından da Türkiye'nin varlığı ve katkıları büyük değer taşımaktadır. İşte bu durum, Avrupa değerleri ve idealinin test edileceği yeni ve önemli bir alanı ifade etmektedir.

Ama ne yazık ki, aynı anlayışı, aynı ilgiyi Avrupalı muhataplarımızdan görmek mümkün olmamaktadır.

Türkiye'ye karşı tam 40 yıldır uygulanan politikaların hakim rengini çifte standartlar, oyalama taktikleri ve bazen de olabildiğince ard niyetli yaklaşımlar oluşturmaktadır.

Avrupa Birliği yönetimleri, ülkemizden sürekli olarak belirli ön şartları yerine getirmesini istemekte, ancak Türkiye'ye karşı yüklendiği sorumlulukların gereğini yerine getirmekten ısrarla kaçınmaktadır.

Bundan daha önemlisi, Kıbrıs sorununun çözümünde ve terörle mücadele konusunda Türkiye'nin haklı talep ve beklentilerini ısrarla gözardı etmektedir.

Her şeyden önce ifade etmek isterim ki, bu tavır, hiçbir şekilde iyi niyetli ve dostane bir yaklaşım değildir.

Tam 15 yıl boyunca Türkiye'nin başına belâ olan, açıkça insanlık suçu işleyen, vahşi terör yöntemini bir araç olarak kullanan terör örgütüne bir çok Avrupa ülkesinde gelişme ve barınma imkânı tanındığı bilinmektedir.

Bugün ne değişti de, 4 ay önce terörle mücadele listesine alınmayan ve daha da önemlisi 15 yıldır gözardı edilen PKK terör örgütü listeye dahil edilmektedir?

Bu değişikliğin temel sebebi, sorunun boyutlarının yeni farkına varılması mıdır, yoksa isim değişikliği oyunu mudur?

Öncelikle bu konular ve sorular açıklığa kavuşturulmalı, Türkiye'ye karşı ön yargılı ve çifte standart ifade eden politikalardan biran önce vazgeçilmelidir.

Avrupalı dostlarımızdan Türk toplumunu rahatsız eden, demokrasimizi ve toplumsal dayanışmamızı zedeleyen bütün terör örgütleriyle kararlı ve etkin bir mücadele yürütmelerini beklemek Türkiye'nin doğal hakkıdır.

Bu mücadelenin, terör örgütlerinin Avrupa'da rahatça faaliyet gösteren ve sayıları onlarla ifade edilen bütün yan kuruluşları ve isim değişikliği yapan uzantıları için de verilmesi zorunludur.

Bu anlayışı ve kararlı yaklaşımı, Avrupa Birliği yönetiminden talep ediyor ve bekliyoruz.

Aziz Vatandaşlarım,

Değerli Arkadaşlarım,

Bilindiği üzere, Avrupa Birliği'ne üyelik sürecince önümüze çıkartılan engellerden birini de Kıbrıs sorunu  oluşturmaktadır. Maalesef, bu konuda da aynı terörle mücadelede olduğu gibi, Birlik yönetimi ile Türkiye arasında bir anlayış birliği oluşturmak, meseleye çok yönlü ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşmak mümkün olamamaktadır.

Başlangıç olarak vurgulamak isterim ki, Kıbrıs sorununa doğru teşhis koymak için, öncelikle sorunun kaynaklarını ve boyutlarını iyi kavramak gerekir. İkinci olarak da, gerçek bir barışın ve istikrarın temini için kalıcı ve adil bir çözüme ihtiyaç olduğunu iyi kavramak gerekir.

Kıbrıs meselesine, sadece Rum ve Yunan bakış açısıyla yaklaşıldığında sonuç alınamayacağını, artık herkes görmek durumundadır. Tek yanlı ve dayatmacı politikalarda ısrarın, çözümsüzlükte ısrar anlamına geleceği unutulmamalıdır.

Tam 25 yıldır adada belirli bir istikrar ve barış ortamının bulunduğu ve bunun nasıl tesis edildiğinin dikkate alınması geleceğe de ışık tutacaktır.

Kıbrıs'ta Türk toplumunun siyasi ve insanî haklarını güvence altına almayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin konumunu yok farzeden bir tavrın devam ettirilmesinin, hiçbir kuruluşa ve ülkeye faydası dokunmayacaktır. Kıbrıs'ın mevcut statüsünden memnun olmayanların, çabalarını durumun daha da ağırlaşması yönünde değil, iyileşmesi yönünde yoğunlaştırması zorunludur.

Avrupa Birliği yönetimi, uluslararası sorunlara yaklaşımlarında pozitif yönde inisiyatif alabildiğini ve hakkaniyetli bir çözümü kolaylaştırdığını Kıbrıs konusunda ispat etmelidir. Küçük stratejik hesapların ve Türkiye'yi incitecek politikaların Avrupa Birliği'nin küresel etkinliğine ve saygınlığına hiçbir katkı sağlamayacağı iyi bilinmelidir.

Türkiye, Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir çözüm sürecinden, barış ve istikrardan yanadır. Bu tercihini de her şart altında koruyacağını açıkça ilan etmektedir.

Unutulmamalı ki, Kıbrıs davası Türk milleti açısından millî bir davadır. Bunun için de, millî çıkarlarının ve haklı beklentilerinin arkasında sonuna kadar duracaktır.

Aziz Vatandaşlarım,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sevgili Gençler,

Sözlerime son vermeden önce, ülke ve millet olarak yaşadığımız ekonomik krize kısaca temas etmek istiyorum.

Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, Türkiye'miz dünyanın en zorlu, en kritik, dolayısıyla en önemli coğrafyasının tam merkezinde yer almaktadır. Siyasi ve ekonomik sıkıntılarımız da, bunun için çok yönlü ve büyük olmaktadır.

Devlet ve millet olarak kalkınma hedefine kilitlenmekte yetersiz kalışımız ve yine siyasi iktidarların zaman zaman başvurduğu politikaların sorunların derinleşmesine sebep olması, ekonomik kurtuluş mücadelemizin başarıyla sonuçlanmasını geciktirmiştir.

Türkiye'miz, son sekiz yıl içinde, iç ve dış dinamiklerin etkisiyle üç büyük ekonomik krizi yaşamak zorunda kalmıştır. 1994, 1998-99 ve 2001 yıllarına damgasını vuran bu krizlerin faturası çok ağır olmuştur.

Milliyetçi Hareket'in de iktidar ortağı olarak yer aldığı 57. Hükümet döneminde, bir yandan doğal afetlerle ve krizlerle bir yandan da yoğun dış politika gündemleriyle uğraşmak zorunda kalınmıştır.

Partimiz, Allah'a şükürler olsun ki, bu mücadelelerden bütün zorluklarına rağmen alnımızın akıyla çıkmayı başarmıştır. Milliyetçi Hareket, birçok haksız ve insafsız eleştiriye ve çeşitli oyunlara rağmen hem çok hassas dengeler üzerinde duran istikrarın, hem de millî çıkarlarımızın garantörü olmuştur.

Bu politika ve tavrın anlam ve önemi, sonu gelmeyen siyasi çekişmelerin ve yaşanan istikrarsızlıkların yüklü faturaları hatırlandığında çok daha iyi anlaşılacaktır.

Bilinmelidir ki, bu politikamız ve siyaset anlayışımız, ne koltuk sevdasının ne de siyasi zaafın bir yansımasıdır. Bazıları anlamak ya da takdir etmek istemese de, "önce ülkem, sonra partim" sözümüzün bir gereğidir.

Tabii ki, bugün de birçok sorunumuz önemini korumakta, özellikle son on yılın ihmâl ve yanlışlıklarının bugünlere katlanarak yansımasının yol açtığı derin toplumsal yaralarımız bulunmaktadır.

Son dört aydır ekonomik göstergelerde ortaya çıkan olumlu işaretler inşallah önümüzdeki dönemde artarak devam edecektir. Böylelikle sağlıklı bir büyüme ortamına geçilecek, işsizlik ve yoksulluk gibi temel sosyal sorunlarımızın çözümü makûl bir sürece kavuşacaktır.

Türkiye, bu dönemde sadece krizle boğuşmakla yetinmemiş, aynı zamanda ekonomik yapısının daha sağlıklı işlemesini mümkün kılacak birçok reformu da hayata geçirmiştir. Son iki-üç yıl içinde atılan adımların büyük bir çoğunluğunun, aslında yıllardır konuşulan ve hayata geçirilmek istenen yapısal dönüşümler olduğu açıktır.

İnanıyorum ki, yerine oturmaya başlayan ekonomik dengelerle birlikte, yapılan düzenlemeler, ülkemizin ve milletimizin önünde açılan ufukta daha hızla ilerlemesinde büyük bir rol oynayacaktır.

Unutulmamalı ki, büyük ülke ve milletlerin sadece iddiaları ve idealleri değil, sorunları ve engelleri de büyük ve zorlu olur.

Önemli ve gerekli olan, ülkemize ve kendimize güvenmek, başarma irademizi sürekli korumak ve çok çalışmaktır.

Böyle bir durumda aşılamayacak hiçbir engel, ulaşılamayacak hiçbir hedef yoktur.

Bizler, aziz milletimizin kader arkadaşı, can yoldaşı Türkiye sevdalıları olarak bunun için varız. Yarınlarda da bunun için var olacağız.

Siz Avrupa Türklerinin varlığı ve başarısı da, bizim açımızdan büyük bir kıvanç, büyük bir dinamizm kaynağıdır.

Sizler, bulunduğunuz ülkelerde barış ve huzur içinde yaşadıkça, sizler eğitim ve iş hayatlarınızda yeni başarılara imza attıkça, bizler bundan onur duyacağız, güç alacağız.

Bir taraftan bulunduğunuz ülkelerin toplumlarıyla barış ve huzur içinde birlikte varolacak, diğer taraftan da millî değerlerimizle ve Türkiye'mizle bağlarınızı hep canlı tutacaksınız.

Unutmayınız ki, gelecek nesillere böyle bir anlayışı ve bilinci miras bıraktığımız ölçüde yeni başarılara koşmak, yeni misyonlar üstlenmek mümkün hale gelecektir.

Çünkü, sizler Avrupa Türkleri'nin Avusturya'daki temsilcileri olarak, kültürler ve dinler arası hoşgörünün öncülerisiniz.

Çünkü sizler, uzun yıllardır milletlerarası dostluk ve dayanışma çabalarının en güzel örneklerini sergileyen bir misyonun temsilcilerisiniz.

Bunun için, sadece, geleceklerini kurtarmak, yeni iş imkânları yaratmak isteyen soydaşlarımız değil, Büyük Türk Milleti'nin gönüllü kültür elçilerisiniz.

İşte bu sebeple biliyor ve ifade ediyorum ki, sizin başarınız, aynı zamanda Türkiye'nin başarısı olacaktır.

Hepinize, bu duygu ve düşüncelerle en iyi dileklerimi ifade ediyor, bir kez daha saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.

Geleceğiniz güzel, Türkiye sevginiz sonsuz, başarınız mutlak olsun.

Hepiniz Yüce Allah'a emanet olun,

Hepiniz sağolun, var olun.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
GenelBaşkanı