Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Sözlerime geçtiğimiz cumartesi günü hepimizi kedere sevk eden ve 17 evladımızın hayatına mal olan elim helikopter kazasından duyduğum üzüntüyü tekrar ifade ederek başlamak istiyorum. Siirt’ten kalkan ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait olan S-70 Sikorsky tipi bir helikopter Pervari ilçesi Doğanca Beldesi Hasan Tepe mevkiinde maalesef kaza kırıma uğramıştır. Sonuç olarak 17 eve ağıt çökmüş ve 17 evladımız Hakk’a yürümüştür. Aziz şehitlerimiz memleketlerinde dualar eşliğinde son yolculuklarına uğurlanmışlardır. Buradan şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, acılı ailelerine ve silah arkadaşlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. Bu vahim kazanın pilotaj hatasından ve olumsuz hava şartlarından kaynakladığı konunun ilgilileri tarafından ifade edilmiştir. Bu ve benzeri kazaların bir daha tekerrür etmemesi için tüm önleyici tedbirlerin alınmasını ve vatan görevini yapan kahramanlarımızın emniyetli bir şekilde vazifelerini ifa etmelerinin temin edilmesini acilen beklediğimi buradan muhataplarına duyurmak istiyorum.
Değerli Arkadaşlarım, Meclis grup toplantımıza 26 günlük bir aradan sonra tekrar başlamış bulunuyoruz. Bu süre zarfında partimizin 10.Olağan Büyük Kurultayı’nın hazırlık ve icra safhaları aşama aşama kaydedilmiş, karşılaştığımız demokratik imtihanın gerekleri tam bir huzur ve katılımla yerine getirilmiştir. 4 Kasım 2012 Pazar günü gerçekleştirdiğimiz 10.Olağan Büyük Kurultayımız özenin, düzenin, sorumluluğun ve olgunluğun tüm yanlarına sahne olmuştur. Yurdumun her köşesinden Ankara’ya gelen aziz dava arkadaşlarım, coşku, heyecan ve bir şenlik havası içinde Milliyetçi Hareket’e sahip çıkmışlardır. Kurultayımız demokrasinin tüm güzelliklerinin sergilendiği bir ortam olarak herkesin dikkatini çekmiş ve de haklı olarak takdirini kazanmıştır. Bize göre, tek sesliliğin özlemini çeken, sultanlık falları açan sahte demokratlar kurultayımızdan ders almalıdır. İleri demokrasi diyerek geriliğin kılavuz kitabını yazanlar partimizin hoşgörüsünden sonuç çıkarmalıdır. Demokrasiyi yalnızca diliyle hatırlayanlar, katılımcılığı yalnızca işlerine geldiği zaman fark edenler Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve muhterem dava arkadaşlarımın tutumundan hislerine düşen payı almalıdır. Bu açıdan diyebiliriz ki, 10. Kurultayımız aynı zamanda demokrasiye duyduğumuz bağlılığın da bir ispatı olarak değerlendirilmelidir. Çok adaylı ve çok sesli bu demokratik atmosferin üzerinden sabrın, sağduyunun ve saygının eksik olmaması hem örnek teşkil etmiş hem de hepimizin iftihar vesilesi olmuştur. Bu tarihi kucaklaşma ağır sorunlar altında kıvranan milletimiz için bir umut parıltısı, Türk-İslam âlemi için canlılık işareti, kuşatma altına alınan Türk devleti için güven mesajı vermiştir. Türk milleti hasretini çektiği milli ve onurlu duruşu, sorunlarından arınma ve kurtuluş yolunu muhteşem iştirakle gerçekleşen Kurultayımızda görmüştür. “Türk Milleti Sensiz Asla” teması kurultayımızın ruhunu ve anafikrini göstermiş ve bundan sonraki siyasetimizin istikametini güçlü bir şekilde teyit etmiştir. Milletsiz vatan, milletsiz Türkiye ve milletsiz gelecek tasarlayan kabile asabiyetini aşamamış ruhsuzlara, 10.Olağan Büyük Kurultayımız bir kararlılık iradesi ve iddiası sergilemiştir. Şu kadarını söylemeliyim ki, yapacaklarımızın, fikirlerimizin, hedeflerimizin, dileklerimizin ve dualarımızın merkezinde büyük Türk milleti vardır ve hep de böyle kalacaktır. 10.Olağan Büyük Kurultayımız bunun için gür, inançlı, milli ve cesur bir ses vermiştir. İnanıyorum ki, Türk milletiyle ilgili yapılan tezgâh ve tertipler mutlaka büyük buluşmamızda yükselen manevi duvara çarpacak ve dağılmaya mahkûm kalacaktır. Kurultayımız aynı zamanda yeni dönemde görev alacak Merkez Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımızı da belirlemiştir. Önümüzdeki günlerde Merkez Yönetim Kurulumuzun ilk toplantısını yaparak çalışmalarımızı her yönüyle hızlandırıp milletimizin meselelerine tüm gücümüzle eğileceğiz. Amacımız ülkemizin bütün sorunlarını çözebilecek kucaklayıcı bir anlayışla, Merkez Yönetim Kurulu, Başkanlık Divanı, Meclis Grubu, il ve ilçe teşkilatları arasında tam bir uyum ve işbirliğinin hayata geçirilmesidir. Ve tüm dava arkadaşlarımızla birlikte Türkiye’nin sorun alanlarına kalıcı ve derinlikli çözümler üretmek, sonunda da mutlaka iktidara ulaşmaktır. Tek sermayesi dedikodu, tek çaresi olumsuz propaganda ve tek çıkışı kötümserlik aşılamak olanlara inat biz hevesle, heyecanla ve uyum içinde çalışıp milletimizin her ferdiyle gönül köprüsü inşa edeceğimizden en ufak şüphe duymuyorum. Milliyetçi Hareket Partisi bunun için vardır. Dargınlıklara, küskünlüklere, ikiliklere ve ihtilaflara kapı aralamadan dava şuurunun yol göstericiğiyle Allah’ın izniyle başarıya ulaşacağız, başarıyı birlikte yakalayacağız. Önümüzdeki zorlu ve kritik siyasal süreçlere partimizi taşıyacak inanç ve ilkeye sahip olduklarına inandığım bütün arkadaşlarıma bir kez daha başarılar diliyor, 10.Olağan Büyük Kurultayımızın başta aziz milletimiz olmak üzere, demokrasimize, Türk-İslam dünyasına, partimize ve sizlere hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Hepinizin bildiği gibi Amerika Birleşik Devletlerinde başkanlık seçimleri 6 Kasım günü gerçekleşmiş ve Demokrat Parti’nin adayı Barack Obama yüzde 50’lik oy oranıyla yeniden başkanlık koltuğuna oturmuştur. Bu neticenin hem Başkan Obama’ya hem de Amerikan halkına hayırlı olmasını diliyor, insanlığın aradığı barış ve huzur için bir dönüm olmasını temenni ediyorum. Hatırlanacağı üzere Obama ilk kez dört yıl önce başkanlık görevine talip olmuş, “evet, yapabiliriz” diyerek Amerikan halkına mesaj vermişti. Elbette Amerikan’ın dört yıllık bir sürede hangi mesafeleri aldığı, hangi sorunların üstesinden geldiği veya hangi alanlarda yetersiz kaldığı bizim meselemiz değildir. Bu her şeyden önce Amerikan halkının bileceği ve yorumlayacağı bir husustur. Bizi ilgilendiren asıl taraf, Amerikan’ın bölgesel ve küresel konulardaki müdahil tavrı, gelişmeler karşısında aldığı pozisyon ve takip edeceği politikalardır. Netice itibariyle kıtalar arası problem alanlarına doğrudan karışan, ülkeleri ve yönetimlerini yönlendirmekle kalmayıp dizayn arayışında olan bu ülkenin dış politika tercihi üzerinde kafa yorulmalıdır. Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi, Obama’nın “değişimi ileriye götürmek” şeklinde formüle ettiği seçim kampanyasını, özellikle Türkiye üzerindeki muhtemel yansımaları ile bölgesel ve uluslararası sorunlarda ortaya konulan yaklaşımları dikkatle izlemiş ve izlemeye de devam etmektedir. Tekrar seçilen ABD başkanının dış politika ve uluslararası güvenlik konularında izleyeceği temel yaklaşımlar zaman içinde daha iyi anlaşılacak ve değerlendirilebilecektir. ABD’de açılan yeni sayfanın, bölgesel barış, uluslararası güvenlik ve istikrar açısından, uluslararası meşruiyetin ve işbirliğinin daha güçlü olarak ön plana çıkacağı yeni bir dönemi başlatması hayati niteliktedir. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri bugünkü ortam ve şartlarda etkileyecek sorunların başında; Suriye’deki durum, Irak’taki gelişmeler, terörle mücadele, Kıbrıs sorununun çözüm süreci ve Ermenistan’ın soykırım yalanı etrafında sürdürdüğü karalama kampanyası gelmektedir. Bilhassa Suriye eksenli sorun ve açmazlar, bu ülkenin yaşadığı bunalım ve iç savaş döngüsü Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrini ve bölgesel dinamikleri yakından etkileyecektir. Biliyoruz ki, Suriye’deki olaylar durulma ve durgunluk emaresi göstermeden devam etmektedir. Muhalif gruplarla Esad güçleri arasındaki kanlı mücadele tehlike sınırını çoktan aşmış bulunmaktadır. Obama yönetiminin Suriye’ye müdahaleyi öngörmeyen yaklaşımı, daha çok muhalif unsurları güçlendirmeye yönelik adımları ısrarla sürmektedir. Geçtiğimiz günlerde Katar’ın başkenti Doha’da Suriye muhaliflerinin bir araya gelmesi, burada yeni bir başkan seçimiyle birlikte yeni bir oluşumun temellerinin atılması ve buna da okyanus ötesinden destek sağlanması bundan sonraki süreç hakkında hepimize ipucu vermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla Obama yönetimi, Suriye konusunda bölgesel aktörleri harekete geçirmenin hesabını yapmaktadır. Nitekim AKP yönetimi ve Katar Şeyhi, talipli ve iştahlı bir şekilde alacakları görevleri beklemektedir. Yapılan görüşmelerde muhaliflerin yeniden yapılandırılması ve radikal unsurların etkisinin azaltılması hususlarında bir yol haritası çizildiği görülmektedir. Bunun ne kadar amacına ulaşacağını elbette önümüzdeki zaman dilimi gösterecek ve netleştirecektir. Ancak demokrasi, barış ve özgürlük çığlığı atan muhaliflerin de kan dökmede, işkence yapmada ve vahşiyane saldırılarda Şam idaresinden geri kalmadığı tüm yönleriyle ortadadır. Evet, doğrudur, ABD Suriye’ye müdahale konusunda AKP’nin telkinlerine rağmen ayak sürümektedir. Ancak bu ülkenin, Suriye’deki iç kargaşanın ve kanlı hesaplaşmanın sürmesinde önemli dahli ve katkısı olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. AKP hükümetinin uluslararası topluma devamlı çağrı yapan, Esad yönetiminin devrilmesi için devreye girilmesini öneren yaklaşımı şimdiye kadar karşılık görmese de, muhaliflerin her anlamda desteklenmesi bu açığı gittikçe kapatmaktadır. Çetrefil bir hal alan gelişmeler, Suriye-Türkiye arasındaki kutuplaşma ve husumetin her geçen gün çoğaldığına işaret etmektedir. Sınırlarımıza isabet eden top mermileri, düşürülen uçağımız, karşılıklı restleşmeler ve en son olarak Şanlıurfa ilimizin Ceylanpınar ilçesine bir roketatar mermisinin düşmesi Suriye ile ilişkileri kritik ve içinden çıkılmaz bir seviyeye taşımıştır. Dün Suriye uçaklarının Türkiye sınırına150 metreuzaklıktaki yerleşim yerlerini bombalaması hudut güvenliğini ve buralardaki vatandaşlarımızın huzurunu bir kez daha sarsmıştır. Bu üzücü hadisede çok sayıda kişinin öldüğü ve yaralandığı kamuoyuna yansıyan bilgilerden anlaşılmaktadır. Ve doğal olarak bu karanlık ve tehditlerle dolu ortamdan kaçarak Türkiye’ye sığınan çok sayıda mültecinin varlığı kaygılarımızı daha da artırmaktadır. Suriye meselesi, bu ülkede yaşanan çatışmalar artık ülkemizin güvenliğini ve sınır bölgelerimizdeki vatandaşlarımızın hayatını doğrudan doğruya riske sokmaktadır. Bir kördüğüm halini alan sürecin nerede duracağını ve nelere mal olacağını kestirmek artık iyiden iyiye güçleşmektedir. Kurban Bayramı münasebetiyle alınan ateşkes kararının bir sonuca ulaşmadığı bugüne kadar yaşanan deneyimlerden açıklıkla görülmektedir. Türkiye kendi vatandaşının tedirgin olmasına, sınır hatlarının eleğe dönmesine seyirci kalmamalıdır. Elbette Türkiye zorbaların, diktatörlerin diklenmelerine katlanacak, tacizlerini alttan alacak, savurdukları tehditleri görmezden gelecek bir ülke değildir. Bizim merhametimiz kadar öfkemiz de şiddetli ve yakıcıdır. Kimse bunu denemeye kalkmamalıdır. Zira sonuçları tarafları için çok keskin ve acıklı olacaktır. AKP zihniyeti, muhalifler üzerinden yaptığı hamlelerin ve attığı adımların sonuçlarına aziz vatandaşlarımızın muhatap kaldığını görmeli ve bölgesel tansiyonun düşürülmesi amacıyla lazım gelen girişimleri öncelikle diplomatik yollar aracılığıyla hayata geçirmelidir. Kaldı ki her geçen gün çözümsüzlük yaygınlaşmakta, vahamet derecesindeki olayların önü alınamamaktadır. Önümüzdeki dönemde, Türkiye’nin ABD ile kurduğu ilişkinin mecrasını Suriye meselesi ciddi düzeyde etkileyecektir. Başbakan Erdoğan’ın Obama seçildikten sonra sarfettiği; “iki ülke arasındaki stratejik ortaklıkta final dönemi yaşıyoruz” sözleriyle, Suriye konusuna zımnen göndermede bulunması, bundan sonraki sürecin içeriğini adeta ilan etmektedir. Unutmayalım ki, uluslararası toplum ve ABD, muhalifleri destekleyerek değil, Şam yönetimiyle uzlaştırarak ve müzakere kanalları açarak barışa ve istikrara hizmet edebilecektir. Başbakan Erdoğan daha önceden dile getirdiği üçlü mekanizmaların kurulması için çaba ve emek harcamalı, büyüyen yangının ülkemizi kapsamına almaması için inisiyatif almalıdır. ABD’nin Irak konusunda izlediği politikaların sonucunda Irak iç çatışma ortamına sürüklenmiş ve bölünmenin eşiğine gelmiştir. Bu ülkenin himayesinde kuzeyde oluşan etnik siyasi yapılanma ile, Irak’ın toprak bütünlüğü ve üniter siyasi yapısını tehdit edecek bir süreç başlatılmıştır. Bizim dileğimiz benzeri gelişmelerin Suriye’de de yaşanmaması, geçmişteki hatalardan mutlaka ders alınmasıdır. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan PKK teröristleri Barzani’nin himayesinde bu bölgeyi Türkiye’ye karşı bir saldırı cephesine dönüştürmüş, PKK terörünün tasfiyesi için somut adımların atılmaması Türk-Amerikan ilişkilerini zehirleyen bir ihtilaf niteliği kazanmıştır. Şayet Suriye’nin kuzeyinde PKK-PYD varlığı kök salar ve buraya tam olarak tutunursa bundan öncelikle BOP’un arkasına düşerek milli gerçeklerden kopan AKP zihniyeti ve model ortağı ABD sorumlu olacaktır. Türkiye-ABD ilişkilerinde en önemli başlıklardan birisi de terörle mücadele konusu çerçevesinde, istihbarat paylaşımı ve karşılıklı yardımlaşma alanlarında yaşanılan tıkanıklıklar ve sorunlardır. Ne var ki, ABD’nin Ankara Büyükelçisi tarafından, geçtiğimiz ay yapılan bir açıklamada; Kandil’le ilgili olarak AKP’ye Bin Ladin’in yakalanmasında icra edilen çoklu disiplin yöntemimin önerildiği ve buna da hükümetin ilgisiz kaldığı yer almıştır. Eğer bu doğru ise AKP, Kandil’e etkili bir operasyon yapmaktan imtina etmiş demektir. Yani Kandil’in ölüm saçması, milletimize namlu çevirmesi AKP’nin umurunda olmamıştır. Bu fitne dağındaki terörist unsurların etkisiz hale getirilmesi amacıyla ABD tarafından teklif edilen stratejinin neden ve niçin dikkate alınmadığı ve yalnızca iyi işlemeyen istihbarat paylaşımıyla yetinildiği kısa zaman içinde izah edilmelidir. Başbakan Erdoğan, insansız hava araçları talebinde bulunacağına Kandil’deki terörist imal merkezinin yok edilmesiyle ilgili öneriye hangi saiklerle mesafeli durduğunu belirtmek durumundadır. ABD’nin bu yaklaşımının nasıl bir zihin ve düşünce mirasıyla geri çevrildiği ve üzerine düşülmediği Türk milletinin merak ettiği en temel konulardan birisidir. 33 Mehmedimizin kanını elinde taşıyan Parmaksız Zeki kod isimli katilin tanıklığıyla terörle mücadele edenleri mimleyen ve suç atfeden bir zihniyetin, PKK’yla mücadelede geriye çark etmesi ve suya yazması elbette bir dereceye kadar normaldir. Normal olmayan husus ise bölücü tezlere itibar ederek, perdenin önünde mücadele varmış gibi gösterip, arkada müzakere ateşini körükleyen münafıklığa soyunmasıdır. Eğer burada başka bir niyet var ise, AKP hükümetinin bu yükün altından kalkamayacağı ve hesabını veremeyeceği gün gibi ortadadır. Terörle mücadelede oyalama, sulandırma ve zaman kazanmaya dönük sinsilikler açıkça söylemek isterim ki, Türk milletine karşı işlenen tarihi bir suç olacaktır. Kandil’in temizlenmesi, terörist inlerinin boşatılması ve topyekun tesirsiz hale getirilmesi konusunda AKP’nin önünde engel, elini tutan bir güç ve mani olan bir sebep olmadığı artık meydandadır. Sormak isterim ki, o halde bu ataletin, yavaşlığın ve işi ağırdan alan densizliğin anlam ve kaynağı nedir? Bu kapsamda Türkiye-ABD ilişkilerinin merkezinde şüphesiz bölgesel hadiselerin geleceği fazlaca yer tutmuşken, terörle mücadeledeki dayanışma ve yardımlaşmanın alacağı mesafe de oldukça tayin edici olacaktır. Bizim bu aşamada söyleyeceğimiz, yeni yönetimin Türk-Amerikan ilişkilerinin her iki taraf için taşıdığı önemi ön planda tutan tutarlı ve ahlaklı bir bakış açısı geliştirmesi ve buna uygun bir siyasi tavır benimsemesidir. Değerli Arkadaşlarım, AKP hükümetinin demokrasiden çıkardığı zorbalığını kurumsallaştırmak, milli iradeden anladığı otoriter eğilimlerini kabullendirmek ve çoğulculuktan kastı gizli gündemlerini devlet ve toplum yapısına yedirmektir. TBMM’nde oylanarak yasalaşan Büyükşehir Kanun Tasarısı AKP’nin tüm foyasını bir kez daha gözler önüne sermiş, tahammülsüzlüğünü ve edepten yoksun siyasi tavrını yeniden deşifre etmiştir. Öncelikle söz konusu Kanun Tasarısı’nın görüşülmesi sırasında AKP’nin saldırgan, kaba ve nezaketsiz siyasi davranışını yadırgadığımı ve kınadığımı bildirmek isterim. Milletin vekilleri üzerinde tahakküm kurmak, farklı fikirleri bastırmak, çoksesliliği kısmak için terbiye ve ahlak dışı bir tutum takınan AKP’nin, özellikle partimize yönelik çirkin hareket ve hakaretlerini aziz milletimiz kaygı ve kızgınlıkla izlemiştir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin tezlerini demokratik vasıtalarla karşılamak yerine sokak kabadayılarına ve dağları mesken tutmuş eşkıyalara taş çıkartırcasına kavgaya müracaat etmek AKP’nin yerlerde sürünen seviyesini göstermesi bakımından ibret verici olmuştur. Bizim bunlardan korkarak milletimizin hak ve menfaatlerini savunmaktan vazgeçeceğimizi düşünen varsa, tavsiyemiz, ya kendisini gözden geçirmesi, ya da böylesi bir gafilliği kulağına üfürenleri tekraren kantara vurmasıdır. Milliyetçi Hareket Partisi TBMM’nin milli nabzı ve kalp atışıdır. Bunun önüne geçecek bir fani de henüz yeryüzüne gelmemiştir. Ağza alınmayacak galiz küfürlerle, suçlama ve isnatlarla parti gurubumuzu sindirmeye çalışmak BOP havlusuyla yüzünü kapatan Başbakan Erdoğan’ın ve uzaktan komutlu bazı vekillerinin yapacağı bir şey değildir. Buradan Büyükşehir Kanun Tasarısı’nın görüşülmesi sırasında soğukkanlı, vakarlı ve sabırlı bir şekilde mücadelesini yürüten siz değerli milletvekili arkadaşlarımı içtenlikle tebrik ediyor, hepinizi ayrı ayrı kutluyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Meclisteki duruşuyla tarihe not düşmüş ve milletimizin hak ve hukukunun yegâne savunucusu olduğunu ispatlamıştır. Bu zamana kadar birçok konuda haklılığımız ortaya çıkmıştır. Büyükşehir Kanun Tasarısı’ndaki görüşlerimizin de ne kadar haklı ve meşru olduğu çok yakın bir zaman içinde mutlaka anlaşılacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Az önce de ifade ettiğim gibi, TBMM’nin saygınlığına gölge düşürürcesine kargaşa ve gürültü ortamı içinde Büyükşehir Kanun Tasarısı kabul edilmiştir. Her zaman söyledik, yine söylüyoruz. Bu kanunun birçok sakınca ve mahsurlu yanları bulunmaktadır. Yapılan yeni düzenlemeyle büyükşehir belediye sayısı 16’dan 29’a çıkarılmaktadır. Bizim yeni büyükşehir olacak illerimize diyeceğimiz bir şey yoktur. Hatta bunun makul ve yerinde olduğunu da görüyor ve biliyoruz. Ancak Büyükşehir Kanun Tasarısı’nın üniter devlet yapısını zedeleyeceği, idarenin birliğini sakatlayacağı ve merkezden yönetim modelini aşındıracağı bir vehmin ürünü olmayıp, milli ve ilkeli bir tespitin sonucudur. Büyükşehir belediye sınırlarının il sınırına çekilmesi, Başbakan Erdoğan’ın eyalet yönetimine geçiş konusunda arayıp da bulamayacağı bir mazeret teşkil edecektir. Belirtmek isterim ki büyükşehir belediyesinin yetkileri yeni haliyle tüm il düzeyine teşmil edilmektedir. Bu şu demektir: Büyükşehir belediye başkanları ilin tek hâkim ve belirleyici gücü olmaktadır. Yönetimde iki başlılıktan sızlanan ve buna müsaade etmeyeceğini söyleyen Başbakan Erdoğan, ne kadar ciddi bir çelişkidir ki, çok başlılığı Türkiye’ye reva görmekten rahatsız olmamaktadır. Bu akılsız, duyarsız, sabit bakışlı siyaset algısı Türk idare sistemini mayınlamaktadır. Bunun yanında, illerin yönetimi merkezden yönetim esasından yerinden yönetim anlayışına kayacaktır. Anayasamızın 126. Maddesine göre, Türkiye, merkezî idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayrılmaktadır. İllerin idaresi ise yetki genişliği esasına dayanmaktadır. Yetki genişliği merkeziyetçiliğin neden olduğu bazı olumsuzlukları gideren ve yürütülen işlerin merkezden değil de, yerinden sağlanmasını hedefleyen bir fikir ve mantık örgüsüne sahiptir. Meselenin püf noktası idareyi etkin, istikrarlı, verimli ve hızlı çalıştırmakta yatmaktadır. Böylelikle mevcut durumda hizmet ve yatırım sunumu istenilen düzey ve ölçülerde olacaktır. Bu da yönetim ve siyaset becerisidir ki, AKP’nin bunun yanında bile geçtiğini söylemek mümkün değildir. Anayasa’nın 127. maddesinde ise mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olacağı vurgulanmaktadır. Buradan yerinden yönetimin mevcut il idare sistemi içinde de bulunduğu ve arzu edilirse daha da olgunlaştırılacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Ne var ki AKP’nin hesabı başka, gayesi değişiktir. 16 bin 82 köyü ve bin 582 belde belediyeyi kapatması, bu şekilde insanımızın hatıralarını budaması ve hayatı çekilmez kılmak için elinden gelen çirkefliği göstermesi siyasi fıtratınca şaşırtıcı değildir. Zira AKP, varını yoğunu Türkiye Cumhuriyeti’ni federasyon mezarlığına defnetmek üzerine kurmuştur. Bölgesel yönetimlerin, şehir devletçiklerinin ayakları Başbakan’ın kör ve ucuz taktikleriyle inşa edilmektedir. Başbakan Erdoğan federasyon devlet mimarisini vicdan azabı çekmeden, yüzü kızarmadan ve hatta en ufak burukluk yaşamadan yürütmektedir. İşte AKP, bölgesel yönetimlerin çalar saatini bu şekilde kurmaktadır. Bu saat federasyon ile birlikte çalacak ve Türkiye bölücülerin, teröristlerin ve ayrılmamızı bekleyenlerin hüsran dolu sabahına uyanacaktır. Ancak Milliyetçi Hareket Partisi var oldukça ve Cenab-ı Allah yardım ettikçe yanlış hesap Türk milletinden dönecek ve AKP’nin başında paralanacaktır. AKP’nin başkanlık modeliyle ilgili Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonuna teklif vermesi de, bu sürecin doğal ve ayrılmaz bir bütünü olarak görülmelidir. Nitekim Türkiye rejim ve yönetim değişikliğinin acımasızlığına ve maksatlı salvolarına maruz kalmaktadır. AKP’yi iktidar yapan bu sistem ve demokratik mekanizmalar öylesine yırtılmak ve bozulmak istenmektedir, ne hazindir ki böyle giderse geriye hiçbir şey kalmayacaktır. Başbakan Erdoğan’ın hırsı sağduyusunun önüne geçmiştir. Aziz milletimiz sorunların altında ezilirken, kendisi, sultanlık ve şahlığa özenmektedir. Yüzde 50’lik oy oranını da bunun kaldıracı olarak görmektedir. Başbakan Erdoğan 2014 yılında Cumhurbaşkanı olmanın değil, bölgesel yönetimlerin üzerinde başkanlık hanedanı tesis etmenin arayışındadır. Bu şımarıklığın, bu kadir kıymet bilmezliğin Türkiye ve Türk milleti kaygısı kalmamıştır. Yalnızca kendi ikbali ve istikbaline odaklanmış, bunun için de her insafsızlıktan medet ve çıkar umar bir aşamaya gelmiştir. Öyle k, yalan, riya, istismar, çarpıtma ve kandırma inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. İdam cezasıyla ilgili düşünceleri de bunlardan birisidir. Cezaevlerindeki açlık grevi ve idam konularına geçmeden önce son olarak belirtmek isterim ki, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan beklentimiz, Büyükşehir Kanunu’nu tekrar Meclis’e iade etmesi ve taşıdığı yüksek sorumluluğun gereğini mutlaka yerine getirmesidir.
Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye’nin giderek ağırlaşan bugünkü ortamında; bölücü ve etnik tahriklerin tırmandığı, iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhunun yara aldığı, tuzaklarla dolu sancılı bir döneme doğru gidildiği vicdan terazisini kaybetmemiş herkesin malumudur. Türkiye genelinde 72 cezaevinde, binlerce PKK ve KCK tutuklu veya hükümlüsü 60 güne yaklaşan bir süredir açlık greviyle Türk milletini tehdit etmektedir. BDP’li milletvekillerinin katıldığı bu ölüm oyunundaki gaye Türkiye’yi teslim almak, bölücü terörün isteklerine AKP’yi razı etmektedir. Bunların dağda, ovada, şehirde, cezaevinde kullandıkları bir tek lisanları vardır; o da ölümdür. Ölüm üzerinden pazarlık yapan, tehditle Türk devletine boyun eğdirmeyi uman bu utanmazlar güruhunun sabırları ve sınırları zorladığı her şeyiyle ortadadır. Cezaevinde dışarıdan talimatla ölüme yatanlar birinci olarak; İmralı canisinin tecrit şartlarının kaldırılmasını, ikinci olarak ana dilde eğitim ve üçüncü olarak da mahkemelerde ana dilde savunma taleplerini dayatmaktadırlar. AKP hükümeti ise bunlardan anadilde savunma taleplerini karşılamak için gerekli hazırlığı yapmış ve ivedilikle harekete geçmiştir. İmralı canisinin tecrit şartları da iyileştirilmek için sırayı beklemektedir. Burada anlayamadığımız taraf, İmralı canisiyle görüşmeler sürerken nasıl ve ne tür bir tecridden bahsedildiğidir. İmralı cezaevi zaten görüşme ve müzakere odasına dönmüştür. Burası Türk milletine yönelik ihanet kampanyasının üretim ve karar merkezi hüviyetine bürünmüştür. Kimin girdiği kimin çıktığı bile meçhul bir hale gelmiştir. Merakımız AKP ile İmralı canisi hangi konularda anlaşmazlık içindedir ki, açlık grevinin düğmesine basılmıştır. Cevabını duymak istediğimiz soru, uzlaşılamayan konunun Türkiye’nin nasıl bölüneceği, Türk milletinin nasıl parçalanacağı konularındaki yöntem farlılıkları mıdır? AKP bir yanda açlık grevlerini bitirmek için mekik dokurken, diğer yandan ölüme yatanları blöf yapmakla itham etmektedir. Hatta Başbakan Erdoğan terör suçlularının yiyip içtiğini bile iddia etmektedir. Hal böyleyse cezaevlerindeki açlık grevleri büyük bir oyunun ölüm üzerinden kurulan parçalarından ibarettir. Şüphesiz bu kepazeliğe bir son vermek hükümetin en asli görevleri arasındadır. İşi gücü ölüm olanlara prim ve taviz vermeden cezaevlerine gerekli insani müdahale yapılmalı ve açılmaya çalışılan tehdit kanalı işlemez hale getirilmelidir. Türkiye dağda teröre teslim olmayacağı gibi, cezaevinde de teslim edilmemelidir. Fırsattan istifade ederek bölücülüğün talepleri hükümet tarafından karşılanırsa bunu Türk milletinin asla hoş karşılamayacağı ve bu rezilliği bağışlamayacağı iyi bilinmelidir. Başbakan Erdoğan bu gündem karmaşası içinde idam tartışmasını Türkiye’nin gündemine sokmuştur. 2002 yılında, İmralı canisini yağlı urgandan almak için MHP’nin tek başına direnmesine rağmen idam cezasını kaldıranların ve o dönemde bunu destekleyenlerin şimdi çark etmeleri çok hazin bir tecellidir. Hatırlanacağı üzere, teröristbaşının İmralı’daki mahkeme sürecinin tamamlanmasından sonra verilen idam cezası 25 Kasım 1999’da Yargıtay tarafından onaylanmıştır. Bundan 5 gün sonra, 30 Kasım 1999’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi infaz sürecinin ertelenmesi için devreye girmiştir. Mahkeme İmralı canisinin yaptığı başvurunun sonuçlandırılmasına kadar cezanın infazının ertelenmesi yönünde bir ara karar almıştır. Buradaki amacın, zaman kazanmak ve aradaki dönemde Türkiye’ye siyasi baskı yapılarak idam cezasının kaldırılmasını sağlamak olduğu açıkça ortaya konulmuştur. MHP’nin de ortağı olduğu 57. hükümet döneminde, koalisyon ortaklarımız bu karara uyularak infazın ertelenmesini, bunun Türkiye’nin uluslararası yükümlülüğü olduğunu savunmuşlardır. Teröristbaşının infazının ertelenmesi baskılarıyla eş zamanlı olarak, Türkiye’de, AB süreci bahanesiyle idam cezasının kaldırılması için yoğun bir kampanya başlatılmıştır. Buna koalisyon ortağımız iki parti de katılmıştır. MHP, bu şekilde yürütülen Öcalan’ı ipten kurtarma operasyonuna tek başına ve sonuna kadar karşı çıkmıştır. Bu durum 57. hükümet ortaklarımızla bir yol ayrımına gelinmesinde başlıca etken olmuştur. Bundan sonra TBMM’de oluşturulan “Gökyüzü Koalisyonu” sonucu, MHP’nin tek başına karşı çıkmasına rağmen, idam cezası 9 Ağustos 2002’de kaldırılmıştır. Başbakan Erdoğan ve AKP milletvekillerinin önemli bir kısmı da bu yönde karar ve tavır oluşturmuşlardır. Hatta Başbakan Erdoğan idamın kaldırılmasını sevinç içinde karşılamıştır. Dönemin Cumhurbaşkanının daveti üzerine 7 Haziran 2002 günü Çankaya Köşkü’nde yapılan zirve toplantısında AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın idam cezasının kaldırılmasını hararetle savunduğu hala hatırlarımızdadır. Arkasından 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP zihniyeti, idam cezasının tamamen kaldırılmasını içeren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sözleşmesinin 6 Nolu Protokolünü 15 Ocak 2003'te imzalamış ve bu protokol gereğince 7 Mayıs 2004'te 4771 Sayılı Kanundaki terör, savaş ve yakın savaş suçları cümlesini de çıkartarak teröristbaşının idamının önünü tamamen kapatmıştır. İmralı canisini ipten almak için yapılan şer ittifakı Meclis tutanaklarında ve tarihin şahitliğinde her yönüyle mevcuttur. İmralı avukatlığına soyunarak idam cezasının kaldırılması için seferber olan Başbakan Erdoğan’ın şimdi idam cezasının geri getirilmesine değinmesi eğer yüzsüzlük değilse, yeni bir sinsiliğin ve kurnazlığın ilanı sayılmalıdır. Norveç’te katledilen 77 kişinin derdine düşen Başbakan’ın, şimdiye kadar Türkiye’de teröre kurban giden 30 bin canı aklına dahi getirmemesi anlaşılabilir ve kabul edilebilir gibi değildir. Bu gelişmeler aynı zamanda şunu göstermektedir: 11. yılına giren AKP hükümeti, Milliyetçi Hareket Partisi’nin tam 11 yıl gerisinden gelmektedir. Başbakan Erdoğan bu kadar yıl sonra bizimle aynı çizgiye gelmesi kendisi adına bir gelişme olsa da, ikircikli ve yanardöner tutumu açısından siyasi iflas göstergesidir. Sormak lazımdır ki, hükümetinin altına imza attığı 6 Nolu Protokol hala varlığını muhafaza ederken idam cezasından nasıl bahsetmektedir? Bu yolla hangi eksikliklerini örtmeye, hangi amaca dönük yığınak yapmaya ve neyin üzerini kapatmaya çalışmaktadır? Başbakan Erdoğan madem işi buraya kadar getirmiştir, bu durumda idam cezasının getirilmesi konusunda lazım gelen değişiklik teklifini bir an önce TBMM’ne vermelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, bu konuda dün olduğu gibi bugün de aynı kararlılığını koruyacak ve her desteği sonuna kadar vererek idam cezasının tekrar hayata geçirilmesini sağlayacaktır. Biz diyoruz ki; “Hodri meydan.” Bu düşüncelerle konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirleri bir kez daha saygılarımla selamlıyor, hepinize başarılarla dolu bir hafta diliyorum. Sağ olun, var olun. |