Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 20 Kasım 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
20 Kasım 2012

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımızın başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

Haftaya yine üzüntüyle başladık, yine şehadet haberleriyle sarsıldık.

Yeni saldırılarla irkildik, yeni kayıplarımızla yandık.

Her defasında son olmasını dilediğimiz caniliklerin, evlatlarımızı birer birer aramızdan almasına seyircik kaldık.

İnsanlıkla bağını koparan teröristler ölüm saçmaya, can almaya ve kıyım yapmaya devam ederken, hükümetin duyarsızlığına, ataletine ve teslimiyetine bir kez daha öfkelenerek şahit olduk.

Kahramanlarımız birer birer Rahmeti Rahmana yürürken hükümetin basiretsizliğini, yılana ağı veren politikalarını kızgınlıkla izledik.

Ama olan her defasında vatan nöbetindeki çocuklarımıza oldu.

Adres sormayan kurşunlar, hedef gözetmeyen bombalar, kahpece kurulan pusular, kalleşçe düzenlenen baskınlar anaları evlatlarından, gelinleri sevdiklerinden, çocukları babalarından kopardı, koparmaya devam ediyor.

Yeter diyoruz, ama son bulmuyor.

Bitsin istiyoruz, ama bataklık kurumuyor.

Türk devleti dağları mesken tutmuş eşkiyalar tarafından durmadan eritiliyor.

Türk milleti alçakça yapılan saldırılarla huzurundan oluyor, geleceğinden ve varlığından şüphe eder hale geliyor.

Kandil’de tezgâhını açan, ülkemizin değişik yerlerinde fütursuzca şubeler kuran insan kasapları artık dayanma ve mukavemet noktasını çoktan aşmış durumdadır.

Kendisini Kaf Dağı’nda gören, dev aynasında seyreden Başbakan Erdoğan ve hükümeti kesinkes duvara toslamış haldedir.

Cellâda şirinlik yapan iktidar partisi vehametin derecesini görmekten son derece uzaktır.

Bölücü teröre karşı dut yemiş bülbül gibi duran Başbakan ve arkadaşları, Türkiye’nin 10 yılda içini boşaltmış, Türk milletinin teslim senedini pervasızca hazırlamıştır.

İktidar zihniyeti için şehidin, şühedanın bir anlamı kalmamıştır.

Ne hüzün vericidir ki, bu kafa yapısında birisi gider birisi gelir mantığı hâkim hale gelmiştir.

Nasıl olsa vatan evlatları doğal şehit adayıdır ve yeri geldiğinde de kaçınılmaz son kendisini gösterecektir.

Bölücü terör istediği zaman eylem yapan, istediği zaman geri çekilen, yeri gelince eylem sahasını şehirlere genişleten ve bazen de cezaevlerini üst olarak kullanan kıvraklık ve kurnazlıkla müzakereci AKP’nin açtığı yolda emin adımlarla ilerlemektedir.

Görünen odur ki,  hainler rahata ermiş, cüret ve cesaretleri fazlalaşmıştır.

İhanet kümesinde toplananlar, düşman kampında buluşanlar iyice şımarmış, artık pervasızlığın doruğuna çıkmışlardır.

Bölücü talepler; namlu, ateş ve mayın vasıtasıyla dayatılmakta ve taviz üstüne taviz koparılmaktadır.

Bu süreçte şehitlerin kanı yerde kalmakta; “haklarından geleceğiz, hesabını soracağız, yanlarına koymayacağız, döktükleri kanda boğacağız, hadlerini bildireceğiz” diklenmeleri kısa zaman içinde unutulmuşluğa terk edilmektedir.

Yıllardan beridir ısrar ve aymazlıkla uygulanan sorunlu politikalar en sonunda iflas etmiş ve AKP terör duvarına başını çarpmıştır.

‘İyi şeyler olacak, umutluyum’ sözlerinden ‘bıçak kemiğe dayandı, günlerini görecekler, bedelini ödeyecekler, siz temizlemezseniz biz temizleriz’ sızlanmalarına büyük kayıplar ve şahadetler eşliğinde gelinmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın Habur’da umut verici gelişme olarak yorumladığı terörist kafilenin karşılama törenleri, bugün onlarca vatan evladının albayrağa sarılı tabutlarıyla yer değiştirmiştir.

Analar ağlamasın sözleriyle içine girilen tek taraflı ilişki ağı ve PKK açılımındaki ahlaksızca inat, can çekişen bölücü terörü diriltmiş ve sonunda milletimizin boğazına yapışmasına neden olmuştur.

Her şehitten sonra verilen beyanlara bakınız, sonra da bunların sağlamasını yapınız, o zaman acı gerçekleri, aslı astarı olmayan boş avunmaları hiçbir yoruma gerek kalmadan fark etmeniz kaçınılmaz olacaktır.

Dilemem, ancak Hakkâri Şemdinli’den gelen kara haberlere gösterilen tepkilerin durumu idare etmeye dönük uyanıklık olduğunu ve tıpkı daha önceki sert mesajlar gibi sonuçsuz kalacağını yaşayarak göreceğiz.

Bizim ciğerimizi dağlayan ve geçtiğimiz hafta sonunda Şemdinli’de 5 evladımızın hayatına mal olan terör saldırısı sabır taşımızı çatlatmakla kalmamış, nefretimizi daha da bilemiştir.

Irak sınırındaki Balkaya Dağları’nda 5 askerimiz ebediyete intikal etmiştir.

Jandarma Üsteğmen Gökhan Korkut, Jandarma Üstçavuş Mehmet Bostancı, Jandarma Üstçavuş Bekir Çavuş, Jandarma Çavuş Nihat Gün, Jandarma Uzman Çavuş Bilal Akgün şehit düşmüşlerdir.

10 Kasım tarihinde düşen helikopterde kaybettiğimiz evlatlarımızla birlikte son bir hafta içinde 22 askerimiz terörle mücadele uğruna şehit olmuşlardır.

Aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Kederli ailelerine, silah arkadaşlarına ve Türk milletine sabır ve başsağlığı temenni ediyorum.

Unutulmasın ki, şehitlerimizin hatıraları bizimle var olacaktır.

Onların manevi emanetleri yolumuzu aydınlatacak ve sahipsiz bırakılmayacaktır.

İnşallah şehitlerimizin kanına giren canilerin, vatansızların ve milliyetsizlerin yaptıkları gün gelecek misliyle ödettirilecektir.

Herkes şahit olsun ki, bu zaman çok uzakta değildir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türkiye’nin karşısındaki bölücü terör tehdidi tüm ağırlığıyla ve acımasızlığıyla sürmektedir.

Örgüt elebaşları ve militanları her vasıtayı kullanarak propaganda zeminini yaygınlaştırmaya, seslerini duyurmaya çalışmaktadır.

Amaç PKK tezlerini ve zorlamalarını kabul ettirmek ve istenilen noktaya taşımaktır.

Bunun için her çirkeflikten medet umulmakta ve her çirkinliğe kapı aralanmaktadır.

AKP hükümeti ise taksit taksit dayatılan hain projeleri cevaplamakta ve bir bahaneyle hayata geçirmektedir.

AKP-BDP-PKK-İmralı işbirliği hayalleri gerçekleştirmenin, dün imkânsız olarak görülen konuları elbirliğiyle savunmanın arayış ve çabası içinde var gücüyle devrededir.

√       Şu rezalete bakınız ki, bölücü terör rüyasında bile göremeyeceği kadar ilerleme kaydetmiştir.

√       Şu ihanete bakınız ki, Türk milleti dört bir yandan kuşatmaya alınmıştır.

√       Şu feleğin işine bakınız ki, terör suçundan mahkûm ya da tutuklu bulunanlar Türkiye’de gündem belirleyen, süreç tayin eden bir pozisyona kavuşmuşlardır.

İmralı talimatıyla bitirilen cezaevlerindeki açlık grevlerinde bu hazin gerçek ve manzara tümüyle görülmüş ve ortaya çıkmıştır.

8 Kasım 2009 günü İstanbul’da bir belediye otobüsüne molotof kokteyli atarak 17 yaşındaki lise öğrencisi Serap Eser isimli kızımızı şehit eden PKK’lı katiller açlık greviyle insanlık ve merhamet dilencisi olmuşlardır.

20 Eylül 2011 günü, Ankara Kumrular Sokak’ta 5 kardeşimize kıyan PKK’lı canavar, girdiği açlık greviyle sözüm ona öldürerek yapamadığına kendisini aç bırakarak ulaşacağını sanmıştır.

60 günü geçen bir zaman diliminde, bedenlerini ölüme yatıran PKK’lılar, ölümü göstererek taleplerinin karşılanmasını AKP’ye dayatmışlardır.

Bazı BDP’li milletvekilleri de kamuoyuna yansıyan kebap partisi görüntülerinden dolayı zora düşünce açlık grevine iştirak etmek durumunda kalmışlar ve ittifak halinde ölüm tiyatrosunda rol almışlardır.

İnsan canına saygı duymayan, insan hayatına değer vermeyen bölücülerin, kendi bedenlerinden yaptıkları tasarrufla sözde hak arayışında bulunmaları asla masum görülemeyecektir.

Ne var ki, eli ve vicdanı kanlı terör mensuplarının ölüm üzerinden pazarlık yürüterek AKP’yle köşe kapmaca oynamaları sonuç vermiş, talep listesindeki konu başlıkları iki ay içinde maalesef büyük oranda karşılık bulmuştur.

Tabutlarına çivi çaktıkları sanılan militanlar, bir bakıma Türkiye’nin varlığına makber kazmış ve AKP’de buna dünden boyun eğmiştir.

Cezaevlerindeki açlık kampanyası anadilde savunmanın önünü açmış, İmralı canisinin tecrit şartlarının hafifletilmesine neden olmuş ve anadilde eğitim isteklerinin yeni anayasa yoluyla karşılanacağını teminat altına almıştır.

AKP cezaevlerindeki ölüm diline, mezar siyasetine teslim olmuş, böylelikle PKK zorbalığına meşruluk kazandırmıştır.

Bu kapsamda İmralı canisi cezaevlerindeki açlık grevlerinin amacına ulaştığı mesajını kardeşi aracılığıyla yollayarak bu eylemin sonlanmasını istemiştir.

Ağlamadan sorumlu Başbakan Yardımcısı ise bundan dolayı memnuniyetini dile getirmiş ve telaşla teşekkürlerini sunmuştur.

İşin başından beridir kuru bir tehdit olan ve aslında hiçbir inandırıcılığı olmayan açlık grevi AKP’nin tavizleri için de payanda işlevi görmüştür.

Her an ölüm olur baskı ve yönlendirmesiyle, cezaevlerinden tabutlar çıkmaya başlarsa bunu kimse kaldıramaz türünden gözdağlarıyla açlık grevinin bitirilmesi konusunda temas ve diyalog kanalları ardına kadar açık tutulmuştur.

Mehmetçiğin albayrağa sarılı tabutlarını bir türlü görmeyen haysiyetsizlerin, vatan evlatlarının ardı ardına katledilmesini ağzına bile almayan haramzadelerin mevzu bahis açlık grevi olunca insanlık hatırlatması yapmaları bize göre kabul edilemez vicdansızlık örneğidir.

Ömrü hayatlarında bir tek şehidimize Fatiha okumaktan uzak kalmış kalpsizlerin, PKK’lıların eylemine sıra sıra destek açıklaması yapmaları da satılmış zihinlerinin ve rehin bırakılmış ruhlarının eseri olsa gerektir.

Bunlar ne kuldan utanırlar, ne de Allah’tan korkarlar.

Biz bunları iyi tanırız.

Biz bunların cibilliyetini iyi biliriz.

Bunlar lafta özgürlük ve demokrasi konusunda mangalda kül bırakmayan; Kandil’de PKK’lı, Ermenistan’da Asalacı, Kuzey Irak’ta Barzani yanlısı, Avrupa’da Brüksel aşığı, ABD’de Vashington sevdalısı, Türkiye’de ise yönü ve kıblesi belli olmayan bedbahtlardır.

Medyadan siyasete, ticaretten sivil toplum kuruluşlarına, sanattan değişik meslek guruplarına kadar bunların sayıları oldukça fazladır.

Ve bunlar sözde Türk milletinden görünüp düşman lehine komisyonculuk yapan ve aracılık faaliyetinde bulunan içimizdeki hain kontenjanıdırlar.

Cehaletlerini örtmek, art niyetlerini kapatmak ve asıl yüzlerini gizlemek için kalıptan kalıba giren köşesiz karakterler nerede ihanet varsa orada saf tutmaktadır.

Ama ne hazindir ki, fark edemedikleri tek gerçek Türk milletinin asaleti ve Türkiye’nin şeref ve varlık hukukudur.

PKK-KCK tutuklu veya hükümlülerinin açlık grevi eyleminde bunların sesi çok çıkmış, itirazları çok işitilmiştir.

Tüm çıplaklığıyla anlaşılmıştır ki, açlık grevleri sırasında İmralı canisiyle AKP hükümeti üç defa temas kurmuştur.

İmralı canisi hücresinde keyif sürerken yandaşlarını ölüme sürüklemiş, bunu da hükümetle pazarlık için malzeme olarak kullanmıştır.

AKP’de bile bile lades demiş ve açlık grevlerinin bahanesi olan üç istekten ikisini, anadilde savunma ve İmralı canisinin tecrit şartlarının iyileştirilmesini vicdanı sızlamadan karşılamıştır.

Öyle ki, İmralı adasıyla ulaşımı sağlayan eski tip koster gitmiş, yeni koster hemen yolcularını taşımak için limana yanaşmıştır.

Artık bozuk koster mazeretlerine sığınılmayacak ve müzakereler şeffaf ve aleni olarak yürütülecektir.

Dilek ve tavsiyemiz; şeref konusunda iddialı çıkışlar, hamasi sözler ileri süren Başbakan’ın, cari durumunu yeniden gözden geçirmesidir.

Başbakan Erdoğan’ın açlık grevi konusunda yüksek perdeden dile getirdiği sözlerinin ne denli boş ve anlamsız olduğu bir kez daha görülmüştür.

İşin ilginç yanı bu zihniyet bir taraftan idamdan bahsedip BDP’ye ve ölüm ayini yapan teröristlere saydırırken, diğer taraftan sütre gerisinde İmralı canisiyle görüşmekten vicdanen tedirginlik duymamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın istihza dolu sözleri; diyet ve rejimden bahsederek açlık grevine soyunanları küçümsemesi veya alaya alması anlaşıldığı kadarıyla bu gruplarla karşılıklı paslaşmasının doğal bir yanıdır.

Bu tavrını devam ettirerek açlık grevlerinin bitmesini kendisine mal etmesi bundan sonra şaşırtıcı olmayacaktır.

Pek tabiidir ki bu ifadelerinin hiçbir inandırıcılığı, kalıcılığı ve tutarlılığı da bulunmamaktadır.

Başbakan Erdoğan her defasında ters köşe yapmakta, sahnede kavga ederken, arkada elini bölücü mihraklara hevesle uzatmaktadır.

İnfaz ve şiddet bloğuyla girdiği danışıklı dövüş ilişki yumağı kuşkusuz Türkiye’nin kaderiyle oynamak manasına gelmektedir.

Açlık grevine pabuç bırakmamaktan bahseden Başbakan; aksine her şeyiyle sürecin içinde aktif bir şekilde yer almıştır.

Bu manzara siyasi ikiyüzlülüğün korkutucu boyutunu deşifre etmesi bakımından son derece ilgi ve dikkat çekicidir.

Acaba açlık grevleri, AKP ile İmralı canisi arasındaki müzakere ve mutabakat arayışlarını canlandırmak ve belirli bir seviyeye getirmek maksadıyla küresel ayağı da olan planlanmış bir ölüm stratejisi midir?

Çok yönlü, çok aşamalı ve çok aktörlü bu sürecin hedefinde yarım yamalak işleyen yıkım projesine tekrar nefes vermek mi vardır?

Silahlanarak siyasallaşma mücadelesinde olan bölücü terör örgütü, açlık grevleri aracılığıyla kamuoyunu manipüle etmeye ve inceldiği yerden kopsun psikolojisini hükümetin sunduğu fırsatlarla yerleştirmeye mi çalışmıştır?

Başbakan Erdoğan acilen cevap vermelidir ki, bu açlık grevinin teorisyenleri, mimarları arasında bilinenlerden başka kimler vardır?

Ölümle demokrasiyi bağdaştırmak, ölümle özgürlüğü aynı kategoriye sokmak hangi akla ve mantığa hizmettir?

Bundan sonra sırayı PKK’nın affı, İmralı canisinin özgürlüğü ve Türkiye’nin federasyona ayrılması mı alacaktır?

Bizim açımızdan şehitleri pazarlık konusu yapmaktan çekinmeyen bir edepsizliğin, açlık grevi düğmesine basarak Türkiye’yi talep-taviz-teslimiyet döngüsüne hapsetmesi hiç de imkânsız sayılmamalıdır.

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Türkiye’nin bu vahim ortamı içinde Irak Cumhurbaşkanı Talabani ve bu ülkenin kuzeyinde yer tutmuş Barzani maksat ve sicilini çok iyi bildiğimiz bir gazeteciyle peşpeşe mülakatlar yapmışlardır.

Hayret vericidir ki, bu iki peşmerge ağız birliği etmişçesine PKK’nın taleplerini sıralamış ve AKP’ye medya üzerinden mesaj yollamışlardır.

Kabile reisliğinden bir türlü uzaklaşamayan ve dün kırmızı pasaport verip ayağımıza çağırdığımız bu ikilinin Türkiye’ye akıl verir bir konuma gelmesi en başta AKP’nin bir ayıbı ve milletimizi içine düşürdüğü bir zillettir.

Başbakan Erdoğan’ın kardeşi ve dostu olarak gördüğü Ortadoğu’nun bu iki bezirgânı, ülkemize nasihat ederek içişlerimize burunlarını sokacak cüreti kendilerinde bulmuşlardır.

Şu işe bakınız ki, AKP’nin gurur kaynağı Barzani görüşlerinde fren tutmamış, açlık grevlerinden sözde Kürt sorununa, ana dilde eğitim isteklerinden Kürdistan’a kadar sızlanmalarını seslendirmiştir.

Bu terör himayecisi; ateşkese vurgu yapmış, İmralı canisinin barış sürecinde rol alabileceğine değinmiş ve anadilin en temel haklardan birisi olduğunu ifade etmiştir.

AKP’nin iftiharı Barzani vatan topraklarımız üzerinden spekülasyon yaparak dört parçalı Kürdistan’a atıf yapmıştır.

Ancak bu kepazeliğe karşı AKP’den hala çıt yoktur.

Herkese laf yetiştiren Başbakan Erdoğan, konu Barzani olunca dili durmakta ve suspus olmaktadır.

Ayrıca Irak Cumhurbaşkanlığı postuna Batı’nın müdahalesiyle oturan Celal Talabani kendi ülkesinin her meselesini çözmüş gibi Türkiye’ye yol haritası çıkarmaktadır.

İmralı canisinin önce hapishane şartlarının iyileştirilmesi, arkasından ev hapsine alınması, sonunda da af edilmesi Talabani’nin buyurdukları arasında yer almıştır.

Bununla yetinmeyen ve aynı zamanda Kürdistan Yurtseverler Birliğinin gedikli başkanı da olan Talabani;

√       Gerçek bir ateşkesin sağlanması,

√       PKK’lı militanların Türkiye sınırları dışına çıkmaları,

√       Yeni vatandaşlık tanımı

√       Ve genel af önerilerini getirmiştir.

Meğerse Talabani siyaset ve çözüm allamesiymiş de bir tek biz bunun farkına varamamışız ve anlayamamışız.

Talabani’nin başka bir derdi ve karın ağrısı varsa, derhal PKK izniyle bölgede dolaşan gazetecilerden birisine yeni bir demeç vermeli ve hezeyanlarına devam etmelidir.

Bu konuda bir engel yoktur.

Bir el işaretiyle anında Irak’a PKK paraşütüyle inecek hazır kıta bekleyen kalem sahipleri yedekte bulunmaktadır.

Bu şarlatanlığın, Batı hesabına faaliyet gösteren bu kalıntının haddini aştığı her şeyiyle ortadadır.

Bizim de önerimiz Talabani’nin Türkiye’yi gündeminden çıkararak, önce öldürülen, sakat bırakılan, tecavüze uğrayan bir milyon Irak’lının derdine düşmesidir.

Şayet siyasi sorumluluk üstlendiği Irak’tan umudunu kesip de Türkiye’nin bir bölgesiyle ilgili hesap yapıyorsa zaferle yattığı uykusundan hüsranla uyanacağını iyi bilmelidir.

Talabani PKK’yı bu kadar düşünüyor ve bu kadar yakın markaj ve ilgi sahasında tutuyorsa, temennimiz kendisine Kandil’den bir mağara kiralayarak kalan yıllarını burada geçirmesidir.

Her şeye rağmen, Talabani’nin açıklamalarının bir yeri daha bizim fazlaca dikkatimizi çekmiştir.

PKK’nın kendisine geldiğini, silahları bırakmak için birinci olarak genel af, ikinci olarak da anayasadaki vatandaşlık tarifinin yeniden yapılarak “Türk” ifadesinin çıkarılmasını istediklerini belirtmiştir.

Düşünebiliyor musunuz, bölgesel bazda yuvalanan tüm vampirler Türk milleti hakkında hükümler vermekte, görüşmeler yapmaktadır.

Geçen Eylül ayında bu PKK talepleri Başbakan Erdoğan’a Talabani tarafından iletildiğinde çok manidar bir sonuç ortaya çıkmıştır.

Başbakan, Talabani’ye sen kimsin diyeceğine, genel affın kolay olmadığını, kamuoyunun buna hazır bulunmadığını, kendisinin milliyetçi değil Müslüman olduğunu belirterek “herkes benim kardeşimdir” açıklamasını yapmıştır.

Bu diyaloglar doğru ise buradan iki sonuç çıkacaktır:

İlk olarak Başbakan Erdoğan PKK’nın genel affına hazırdır.

İkinci olarak da milliyetçililikle ilgili görüşleri tamamen yalan ve asılsızdır.

Buradan Başbakan Erdoğan’a hatırlatmak isterim ki, Türk vatanında yaşayan muazzam beşeri varlık tam bin yıldır Müslüman Türk milleti olmaktan gurur duymaktadır.

Bu tarihi gerçeği anlamak için önce millet, milliyet, sonra da milliyetçilik bilincinin yerleşmesi ve bunun da samimiyetle sahiplenilmesi gerekmektedir.

Görüyoruz ki, Barzani, Talabani, PKK, İmralı ve AKP arasındaki rol paylaşımı gittikçe finale yaklaşmaktadır.

Arabulucu Talabani, PKK koruyucusu Barzani ve bunların yoldaşı Başbakan Erdoğan Türkiye’ye İmralı terziliğiyle Kandil kefeni biçmektedir.

Ancak buna ne nefesleri yetecek ne de güçleri kâfi gelecektir.

Türk milleti tüm oyunları bozacak ve önüne koyulan tuzakları kırıp atacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi her şeyin farkındadır.

Ve Türkiye’yi harabeye çevirecek adımların, Türk milletini dağıtacak projelerin önünde dağları eriterek yol açan iradenin aynısıyla kaşı duracak, çözülmeye bir başına kalsa da geçit vermeyecektir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi önümüzdeki cumartesi, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlayacağız ve muhterem öğretmenlerimizin üzerlerimizdeki emeklerini bir kez daha hayırla ve hürmetle yâd edeceğiz.

Çocuklarımıza bir harf öğretebilmek için en ücra köşelerde heyecanla görev yapmaya çalışan, milletimizin aydınlık geleceğine katkı vermek için fedakârca hizmet veren bütün öğretmenlerimizin “Öğretmenler Günü’nü” şimdiden kutluyorum.

Bu mukaddes görevi gönül huzuru ile tamamlamış emekli öğretmenlerimizi minnet ile PKK terör örgütünün hunhar saldırılarında şehadete ulaşmış kahraman öğretmenlerimizi rahmet ve şükran ile anıyorum.

Ancak, bu güzel temennilerin yanı sıra işin üzüntü verici yanı, özel günlerini kutladığımız öğretmenlerimize hak ettikleri maddi ve manevi imkânları sunduğumuzu söylemekten çok uzaklarda bulunuyor olmamızdır.

Bugün, hangi gerekçeyle olursa olsun onlardan esirgeyeceğimiz imkânların yarın karşımıza çıkacak toplumsal faturası çok daha ağır olacak, geleceğimiz, “huzursuz öğretmen, eğitimsiz öğrenci, bocalayan ülke” çıkmazından maalesef kurtulamayacaktır.

Bu itibarla hangi siyasal düşünce yönetirse yönetsin, ülkemizin önüne koyduğu hedeflere ulaşabilmesinin yolu, hızı ve kalitesi, öğretim kadrosunun niteliği ve huzuru ile doğrudan ilişkilidir.

Unutulmasın ki sorunları çözülmemiş öğretmen, sorunlu öğrenci ve sorunlu eğitim sistemi demektir.

√       Evini geçindirmek için öğretmeni ikinci bir işte çalışmak durumunda bırakan maddi yetersizlikler,

√       Atanamayan öğretmen çilesinin bir türlü bitirilememesi,

√       Çok kalabalık dershane ortamlarında yetersiz eğitimin neden olduğu gerilim,

√       Eğitim disiplininden uzaklaşmış, fiziki imkânları kısıtlı eğitim ortamlarının varlığı,

√       Eğitim yöneticilerinin tespiti ve atanmalarındaki liyakatsizlik ve adam kayırma,

√       Bitmeyen sistem arayışlarının öğretmenlerde neden olduğu güven bunalımı ve intibaksızlık,

√       Öğretmenliği bir sanat gibi görmesi gerekirken, onu okul memuru olarak yorumlayan ilkel eğitim anlayışı,

√       Ve bunların yanı sıra ek ders ücretlerinin yetersizliği, hizmet içi eğitim eksikliği ve akademik bilgilerin güncellenememesi gibi devam eden sorunlar öğretmenlerimizin karşılaştıkları problemler arasındadır.

Kendi ailelerinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmekten çok uzak kalmış bir meslek mensuplarının, bu ağır ekonomik şartlar altında görevlerini layıkıyla yapmalarını beklemek insaflı bir yaklaşım değildir.

Hepimizin düşünmesi gereken konu; öğretmeni ve eğitimi kalkınmanın merkezine koymak yerine, neden yıllardır kıyısında bekleterek tali bir unsur haline getirmiş olduğumuzun sorgulanmasıdır.

Zira eğitim, bir toplumun gelecekte nasıl yaşamayı istediğini ve neyi hak ettiğini belirleyen temel unsurdur.

Geleceğimizden tasarruf edemeyeceğimize göre geleceğimizi hazırlayanlardan kısacağımız bir imkân ve yapacağımız bir tasarrufun bedeli mutlaka ağır olacaktır.

Yüksek hedefleri gözüne kestirmiş, milletinin refahını ve mutluluğunu ilke edinmiş bir devletin önce öğretmenlerini mutlu etmesi kaçınılmaz bir zorunluluk ve gerekliliktir.

Bütün bu zorluklara rağmen görevlerini büyük bir fedakârlıkla yürüten bütün öğretmenlerimizi bir kez daha kutluyorum.

Hepsine aileleri ve öğrencileri ile birlikte mutlu, huzurlu ve müreffeh bir hayat diliyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırıları ne acıdır ki kritik bir seviyeye dayanmış, kayıpların sayısı hızla yükselmiştir.

Haksız, mesnetsiz ve insanlıkla bağdaşmayan bu saldırıları kınadığımızı bir kez daha ilan etmek istiyorum.

Filistin davasını bastırmak, Gazze’yi füze kuşağına alarak cinayetleri sıradanlaştırmak İsrail’in klasik ve bildik taktikleridir.

Genellikle İsrail saldırılarının katalizörü olarak Ocak ayında yapılacak seçimler gösterilmektedir.

Siyasi saiklerle mazlum Filistin halkının katledilmesi hiçbir insani değerle izah edilemeyecektir.

İsrail devleti vicdansızca etnik temizliğe girişmiş, arkası arkasına ölüm yağdırmaktadır.

Yakın zamana kadar Suriye’deki hadiseleri konuşuyorken, birden bire İsrail saldırganlığının gündemin başköşesine oturması, komşu coğrafyalarda yeni bir oyunun sahnelenmeye çalışıldığına işaret etmektedir.

Üzülerek söylemek isterim ki uluslararası toplum yine duyarsız ve yine hareketsizdir.

Bunun yanında ABD Başkanı’nın İsrail’i savunan, arkasında duran ve cinayetlerini meşrulaştırmaya çalışan yaklaşımı da insanlığın iflas sınırına yaklaştığını resmetmektedir.

İsrail tarafından atılan füzeleri savunma hakkı olarak gören Başkan Obama, adaletsizliğin ve insafsızlığın içine gömülmüştür.

Madem İsrail kendini korumaktadır, peki Gazze ve Gazzeli kardeşlerimiz ne yapmaktadır?

Bu kovboy mantığının, vahşi Batı mirasının anlaşılır ve kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.

Gelişmeler karşısında Başbakan Erdoğan’ın temelsiz tehditleri, nafile beyanları dün olduğu gibi bugün de hiçbir şeye hizmet etmeyecektir.

“One minute” efelenmesinin ve mizanseninin kredisi artık çoktan bitmiş ve tükenmiştir.

Mısır ziyaretinde İsrail’i hedef alan değerlendirmeleri, hiçbir şekilde Filistinli kardeşlerimize bir şey kazandırmayacak, olsa olsa Başbakan’ın kişisel tatmininden ibaret kalacaktır.

2012 şartlarının 2008’in ki gibi olmadığını iddia ederek üst perdeden İsrail’e gözdağı veren Başbakan Erdoğan, daha Mavi Marmara’nın hesabını dahi soramamıştır.

Üstelik açıkça İsrail yanında yer alan Obama’ya etkili cevap vermekten bile çok uzaktadır.

Bu minvalde, Başbakan Erdoğan’ın bugünkü grup toplantısında muhtemel sözleri bizim açımızdan hiçbir sonuç doğurmayacaktır.

Beklentimiz Birleşmiş Milletler’in İsrail’in acımasızlığına acilen engel olması ve bu ay sonunda görüşeceği Filistin Devleti’nin üyeliğini kabul etmesidir.

Filistin davası adaletli bir şekilde çözülmeden, Filistin halkının talepleri karşılanmadan akan kanlar İsrail’i boğacak ve bölgesel huzur asla gelmeyecektir.

Bu vesileyle İsrail saldırganlığını, ona destek sağlayan emperyalist bakışı tekrar kınıyor, mazlumların ahının yerde kalmayacağına yürekten inanıyorum.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Konuşmama son vermeden önce geçtiğimiz hafta karşıladığımız ve 12 gün boyunca ibadetle geçireceğimiz Muharrem ayının hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bu matem ayında, geçmişin acı verici olaylarından ders alınmasını temenni ediyor, Yezitliğin dünya durdukça bedduayla hatırlanacağını canı gönülden ifade etmek istiyorum.

Bu duygularla hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarı ve güzelliklerle dolu bir hafta geçirmenizi niyaz ediyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.