Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Kocayayla'da siz değerli basın mensuplarımızla son günlerde ülkemizde meydana gelen siyasi gelişmeler üzerinde bir değerlendirme yapmak istiyorum. Şimdi değerli arkadaşlar; bildiğiniz gibi 1 Temmuz 2002 günü Sayın Başbakanımızın başkanlığında hükümetimizin bir geleneği haline gelmiş olan liderler zirvesi yapılmıştır. Bu liderler zirvesinde, hükümetimizin uyum ve kararlılıkla ülke yönetiminde bulunduğu ve bu dönem içersinde yıllardır çözümsüzlüğe terk edilmiş olan bir çok sosyal ve ekonomik meselelerin çözümü için gayret gösterildi; ve buna ilişkin bir çok yapısal reformların yapıldığı vurgulanmış, ve hükümetimizin önümüzdeki günler içerisinde de henüz daha Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yasalaşmamış veya hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderilmemiş, fakat hükümetimizin programı içerisinde bulunan diğer yapısal reformlar üzerinde çalışılacağı, ve Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri çerçevesinde koalisyonu oluşturan partilerin uzlaşmış olduğu alanlarda gayret gösterileceği, seçimlerin de 2004 yılında normal anayasal süre içersinde yapılacağı ifade edilmiştir. Bunu siz değerli basın mensupları aracılığıyla kamuoyu da öğrenmiş bulunuyor. 4 Temmuz 2002 günü bu defa ekonomi yönetiminden sorumlu bürokratlarla birlikte Devlet Bakanı Sayın Derviş'in, Devlet Bakanı Sayın Toskay'ın ve Maliye Bakanı Oral'ın katılımlarıyla biraz daha geniş kapsamlı bir liderler toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıda görüşmelerin herhangi bir şart altında basına sızdırılmaması, kamu oyunu yalan yanlış bilgilendirilmemesi gereği toplantının başında özellikle Sayın Derviş tarafından vurgulanmasına rağmen, ertesi gün medyamızda ve basınımızda çok farklı değerlendirmeler ve görüşler ortaya çıkmış ve kamuoyu bir zihni kargaşıklığa doğru sürüklenmek istenmiştir. Şimdi burada bir objektif değerlendirmede bulunmak istiyorum. 4 Temmuz 2002 günü yapılmış olan liderler zirvesi, 4 saate yakın bir süre devam etmiştir. Burada Türkiye'nin ekonomik meseleleri gündeme getirilmiş ve bu ekonomik gelişmeler üzerinde 57. Cumhuriyet hükümetinin bundan sonra ne gibi tedbirler geliştirilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Burada ekonomiden sorumlu bürokratlar, özetin de özeti sayılabilecek değerlendirmeler yapmışlardır. Yani liderler zirvesine genel ekonomik durumla ilgili olarak, ayrıntılı yoğun bilgiler sunulmamıştır. Ekonominin genelde çok iyi gittiğine işaret edilmiş, makro büyüklüklerde iyileşmeler görüldüğü ifade edilmiş, fakat bütün bunlara rağmen döviz ve faiz oranlardaki yükselmenin önlemediği belirtilmiştir. "Bunun sebebi ne olabilir?" diye sorulduğunda, başta Sayın Derviş olmak üzere, ekonominin teknik yönden herhangi bir eksikliğinin bulunmadığı, son günlerdeki faiz ve döviz kurlarındaki yükselmenin siyasi belirsizlikten kaynaklandığı ve bu siyasi belirsizliğin ve olumsuz güven ortamının temel kaynağının ise Sayın Başbakanın sağlık meselesi olduğunu ifade etmiştir. Bu değerlendirmeye, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerindeki uyum yasalarının gecikmiş olmasını da eklemiştir. Tabi burada şunu hemen belirtmek istiyorum. 3 yıllık 57. Cumhuriyet Hükümeti, yılların birikimi olan ekonomik sorunları çözebilmek için ekonomik program uygulamaya koymuş ve bunu 17. Standby anlaşması ile IMF destekli olarak yürütmüştür. 2000 yılında uygulanan ekonomik politika kasım ayına kadar oldukça başarılı sonuçlar vermiş ve enflasyon oranı büyük oranda aşağıya çekilmiştir. 20 Kasımda bir kriz yaşanmış, 21 Şubat 2001 yılında bu kriz ikinci defa ortaya çıkmış, ve bunun üzerine yeni bir ekonomik program uygulanmaya konmuştur. Uygulanmakta olan ekonomik programın sorumluluğu da Sayın Kemal Derviş Bey'e bırakılarak güçlü bir ekonomik program uygulamasına geçilmiştir. Bu programın uygulanma aşamasından itibaren Türkiye'de içi tam doldurulmamış, ne olduğu kamuoyuna tam açıklanmamış, bazı kavramlar ileri sürülmek suretiyle ekonomik programın başarısız kaldığı konular bu kavramlarla örtülmeye çalışılmıştır. Bunlardan birincisi hükümete duyulan güvensizlik kavramıdır. Yine değerli basın mensuplarımız ve kamuoyumuz çok iyi hatırlayacaklardır. Bu iddiaya göre hükümete güven duyulmamaktadır. Bir güvensizlik sendromu yaşanmaktadır. Bu güvensizliği giderebilmek için de bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir, ama alınması gereken tedbirler ekonomik olmaktan ziyade, siyasi amaçlı olarak ileri sürülmüştür. Denmiştir ki, Bakanlar Kurulunun sayısı oldukça yüksek, bakanlar kurulu sayısını aşağı çekmek lazım, kamu yönetimini yeniden yapılandırmak lazım, bunun için de bazı bakanlar görevden alınmalıdır. Koalisyonu oluşturan partiler en az iki bakan eksiltmek suretiyle bu güven ortamını yeniden ortaya çıkartmak gerektiği vurgulanmıştır. O zaman da ifade ettik, güvensizlik kavramı nerden kaynaklanıyor sorusunu dürüst açıklayamamışlardır. Meclis çalışıyor, hükümet bütün uyum ve karalılığıyla sorunların üzerine gidiyor, Türkiye'yi yaşanmakta olan bir ekonomik krizden kurtarmaya çalışıyor, bunun için de bütün varlığını ortaya koymuş, siyasi iradesini beyan etmiş, samimiyet ve iyi niyetle sorunların çözümü için üstün bir gayret gösteriyor. Şimdi yeni bir kavram ortaya atıldı: Siyasi belirsizlik. Nedir bu kavram? Bunu da doğru dürüst bir açıklayan yok. Biraz size yabancı gelmesin, ama aynen zürafa gibi. Tanınması kolay, tanımlaması zor bir şekilde bu kavramlar ileriye sürülüyor. Şimdi soruyorum: Nedir Türkiye'deki siyasi belirsizlik? Türkiye'de yasama görevinin başında değil mi? Geçmiş yıllara göre en etkin ve verimli çalışmasını devam ettirememekte midir? Hükümet ve meclis yapısal reformlarla ilgili anayasal değişikliklerle ilgili ulusal program çerçevesinde Avrupa Birliğine uyum yasalarıyla ilgili bir çok faaliyeti ortaya koyuyor ve gerekli yasaları çıkartıyor. Yeni hükümet görevinin başındadır. Meclisi bu şekilde etkin ve verimli çalıştıran unsur hükümettir. Hükümet de bu gayretine devam etmektedir. Şimdi siyasi belirsizlikten ne kastediliyor ki, bu kavram üzerinde ısrarla duruluyor. Bu durum aynen güvensizlik kavramında olduğu gibi. Bunlar, Türkiye'de anlaşılmamaktadır ve çok da üzücü bir değerlendirme olarak şunu da söylemek isterim; Türkiye'de bu kavramlar ortaya atıldığı günden itibaren, uluslar arası finansman kuruluşlarından, bazı değerlendirme şirketlerinden, dış basından ve Türkiye'de yerli basından aşırı derecede destek bulmak suretiyle Türkiye'nin gündemi bir anda değiştiriliyor ve hiç kimsenin anlamadığı, hiç kimsenin anlatmadığı bir siyasi Türkiye belirsizlik kavramıyla karşı karşıya bırakılıyor. 4 Temmuz 2002 günü yapılan ekonomi zirvesinde de, bu kavramlar tekrarlanmıştır. Sayın Derviş Beye ben toplantıda şu soruyu yöneltmişimdir. Bunları herhangi bir farklı yoruma meydan bırakmadan sayın basın mensuplarımızın değerlendirmesini istiyorum. Gerçekleri kamuoyundan kimsenin saklamaya hakkı yoktur. Sayın Derviş Beye yönelttiğim soru şudur. Siz ekonomideki verilerin çok iyi olduğunu, teknik yönden ekonomik program için fazla yapılabilecek bir şey kalmadığını söylüyorsunuz. Bu görüşünüz Merkez Bankası ve diğer bürokratlar tarafından da teyit ediliyor, döviz ve faiz oranlarındaki ani yükselişin piyasanın algılamış olduğu siyasi belirsizlikten kaynaklandığını ve bu belirsizliğin de Sayın Başbakanın sağlık durumuyla ilişkilendirerek açıklamaya çalışıyorsunuz. O zaman soruyorum bu siyasi belirsizliği giderebilmek için bir öneriniz var mı? Sayın Derviş'in buna verdiği cevap yeni bir siyasi senaryodur. O zaman bu siyasi senaryo ne olacak, bu konuda bir açıklama yok. Ama gazetelerde farklı farklı bu siyasi yeni senaryonun ne olacağına dair de bazı köşe yazarlarımız, bazı dış basın (Times Gazetesi, Financial Times gazetesi) ve bazı değerlendirme gruplarının raporları bunun işaretlerini veriyor. Özetlemek gerekirse Ecevitsiz ve Milliyetçi Hareket Partisiz bir yeni siyasi oluşum, yeni bir siyasi iktidar yolu. Bunu kim yapacak? Nasıl yapacak? Bunları açıklayan da yok ve piyasanın bunlara karşı çok duyarlı olduğu ve bu sebeple faizlerin ve dövizin kontrol altına alınamadığı söyleniyor. Merkez Bankası Başkanına bir soru yönelttim, serbest döviz kuru uygulamasına geçilmiştir. Enflasyon hedeflemesi yapılmış, % 35 olarak belirlenmiştir. O zaman faizlerdeki yükselmeleri değerlendirebilecek tek mekanizma özerk kuruluş olan Merkez Bankasının görevidir, hangi para politikası araçlarını kullanarak bu yükselen döviz ve faizi aşağı çekebilme imkanı bulabilirsiniz. Böyle bir uygulamanız olabilir mi? Böyle bir uygulama sonuç verebilir mi? Sayın Merkez Bankasının Başkanının yaptığı açıklama, evet para politikası uygulamalarına girildiğinde şu an için % 71-72 civarında olan, son aldığım habere göre de % 76'ya tırmanmış olan faizi ve döviz kurunu aşağı doğru çekebiliriz. Ancak daha sonra bunlar tekrar yükselebilir. Sebep siyasi belirsizliktir. O zaman Merkez Bankasının özerk kuruluş olarak görevi nedir? Yani bir ülkede ani siyasi gelişmeler olsa o siyasi gelişmelerin sonuna kadar merkez bankası kendisini atıl mı bırakacak, sonuçları mı bekleyecek, normal şartların oluşmasını mı bekleyecek, normal şartlar oluşup piyasa kendi koşullarıyla, iç dinamikleriyle çalışırsa Merkez Bankasının görevi nedir? Anlaşılıyor ki bürokrasiyle, sorumlu devlet bakanıyla ve buna içerden ve dışardan iştirak edenlerle, Türkiye'de yeni bir siyasi iktidar yolu aranmakta ve bu başarılamadığı takdirde de Türkiye'yi bir siyasi kaosa sürüklenmekten kendilerini de alıkoymaktadırlar. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu tavrı benimsemiyoruz. Bu tür davranışlardan herkesin uzak durmasını istiyoruz. Ekonomik faaliyetlerin yeniden yorumlanması sırasında piyasayı ve kamuoyunu çok yanlış şekilde yönlendirecek davranışlardan uzak kalınmasını istiyoruz. Bazı maskaralıklardan vazgeçilmesinin gerektiğini ifade ediyorum. Nedir bu bazı maskaralıklar? Bazı gazetelerimiz ekonomi yönüyle analiz programları yapıyorlar, bunlardan bir tanesi Sayın Derviş'in aktif siyasete gireceği açıklaması ile birlikte dövizlerin aşağı düştüğünü, Menkul Kıymetler Borsası endeksinin yükseldiğini ifade ediyor. Ama aynı saatte değerli basın mensuplarımızın Sayın Başbakan'ımıza göndermiş olduğu yazılı 5 sorudan cevap geldiğinde, Sayın Başbakan'ımız görevinin başında bulunduğunu tekraren ifade ettiğinde döviz kurundaki düşmenin durduğu, buna karşılık ve menkul kıymetler borsasının endeksinin artmasının da durduğu ifade ediliyor. Yani piyasamız yarım saat içersinde iki demeçle hemen etkileniyor ve Türk ekonomisinin geleceği bu tür demeçlerle karamsarlığa itiliyormuş gibi bir manzara çiziliyor. Şimdi böyle bir piyasa duyarlılığına sahip bir menkul kıymetler borsası yok. Menkul kıymetler borsasında toplam işlem sayısı 300'ü bulmuyor. Bu 300 işlemin günlük kullanımı ya yarı, ya yarıdan fazla oluyor ve işleme tabi olan hisse senetleri Türkiye'de belli sayıda olan holdinglerin dünya kuruluşlarının hisse senetleri. Menkul Kıymetler Borsasında aracı kuruluşlar olarak bulunan 11-12 tane kuruluş var. Yani Londra Borsası gibi, Newyork Borsası gibi, çok geniş kapsamlı bir borsa olur da piyasa bütün unsurlarıyla özellikle serbest piyasa kuralları bütün unsurlarıyla işler halde olur da bu tür demeçlerle siyasi yönden bir etkileşme söz konusu olabilir. Şimdi bütün bunların yeni bir senaryonun, siyasi iktidar senaryosunun enstrümanları olarak kullanıldığı açıkça ortaya çıkmıştır. Bunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Şimdi değerli basın mensuplarımıza şunu belirtmek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak üç partinin oluşturmuş olduğu 57. Cumhuriyet Hükümetinin uzlaşmacı ve atılım hükümeti niteliği ile ülkeye çok büyük hizmetler sunduğu inancındayım. Bunun bir çok örneklerini herkes bilmektedir ve 3 yılda çok şeylerin yapıldığı da yine kamuoyumuz tarafından, milletimizin sağ duyusu tarafından da fark edilmektedir. Biz seçimlerin zamanında yapılmasından yanayız Milliyetçi Hareket Partisi olarak. Bunu da sürekli olarak vurgulamışızdır. Türkiye'de siyasi istikrarın kalıcı olabilmesi için, iktidarların uzun ömürlü olmasının yanında, seçimlerin zamanında yapılması alışkanlığının kazanılması gerektiği inancındayız, böyle düşünmekteyiz. Bunu da çok defa vurgulamışızdır. Hâlâ da vurguluyoruz. Zaten 57. Cumhuriyet Hükümeti'ni oluşturan partilerin liderleri bunu yazılı olarak da kamu oyuna açıklamışlardır. Şimdi bu gerçek böyle bilinmesine rağmen hükümeti oluşturan partilerin bazılarının zaman zaman erken seçimin gündeme getirmeleri, hatta zamanından evvel seçim takvimi ortaya koymaları, bazılarının ise muhalefet olarak erken seçim talebinde ısrarlı bir şekilde davranmaları, hükümetin bu kararlılığını değiştirmemiştir ve seçimlerin 2004 yılında yapılması konusu hâlâ hükümet görüşü olarak, koalisyonu oluşturan 3 partinin görüşü olarak benimsenmiştir. Şimdi burada sizlerin aracılığıyla bir husus daha kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum. Türkiye'de siyasi gelişmeler zaman zaman farklılıklar gösterebilir. Geçmişte olduğu gibi, siyasi iktidarlar seçimle veya koalisyonun uyuşmazlığıyla bozulmak suretiyle değişebilir. Ancak içten ve dıştan bazı senaryolarla beslenmiş olan bir siyasi iktidar değişikliği, millet iradesine dayanmayan bir değişiklik olarak nitelendirilir. Türkiye'nin geleceğini Financial Times, Times gazetesi, J.P. Morgen veyahut buna benzer değerlendirme kuruluşları, bazı medya unsurları, belirleme yetkisini kendisinde görmemelidir. Sayın Başbakanımız bir rahatsızlık geçirmektedir. Bununla ilgili olarak da tedavisi sürmektedir ve yapılmış olan tedavi iyileştirme işaretleri göstermektedir ve son günler içersinde bir takım faaliyetlere katılmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye'de bir Başbakanlık sorunu yok, Türkiye'de bir hükümet sorunu yok, koalisyonu oluşturan partiler arasında bazı konular dışında büyük ölçüde uyum var. Hal böyle iken, siyasi belirsizlik kavramı altına saklanarak Türkiye'de Sayın Başbakanı istifaya zorlamak suretiyle Ecevitsiz bir hükümet oluşumunun ilk adımını atmak isteyenler arkasından da oluşabilecek olan yeni iktidar modelinde akıllarınca Milliyetçi Hareket Partisini dışarıda tutmak isteyenlere sesleniyorum. Türkiye'nin, belli çevre ve odakların yönlendirmesi, uluslar arası finans kuruluşları veya basın desteğiyle Türkiye'de iktidarlara şekil verme gayreti içinde olanlara Millet olarak bir cevap vermeliyiz ve Türkiye'de Millet iradesinin her zaman geçerli olduğunu gösteren bir davranışı sergilemeliyiz. Onun için düşünce olarak söylüyorum, gerçekleşme durumu ne şekilde olur bilemiyorum, partimizin yetkili organlarında da ayrıca değerlendireceğim, ama şimdi diyorum ki madem Türkiye'de bir siyasi belirsizlik var, her türlü ekonomik programın başarıyla uygulanmasını engelleyen faktör bu olarak görülüyor. Gelin siyasi belirsizlikten neyi kastediyorsanız, ki kastettiğiniz 57. Cumhuriyet Hükümetinin bozulmasıdır, o zaman bu amaçlarınızı Millet iradesine dayalı olarak yapmaya cesaret ediniz. 1 Eylül'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni toplantıya çağıralım, 3 Eylül'de erken seçim kararı alalım, geçmiş dönemde olduğu gibi 60 günlük bir seçim takvimi içerisinde seçimleri yapalım ve seçim tarihini 3 Kasım olarak belirleyelim. Böyle bir durum 57. Cumhuriyet Hükümeti ile bir erken seçim yapılması demektir. Böyle bir durum, Sayın Başbakan'ımızın başkanlığındaki bir hükümetle Türkiye'nin sağlıklı bir seçime girmesi demektir. Böyle bir durum 3 Kasımda seçim sonuçları bir millet iradesini ortaya koyacaktır. Millet iradesiyle şekillenecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni bir siyasi iktidar ortaya koyabilir ve ortaya çıkacak olan bu yeni iktidar Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinde de önemli adımlar atabilir. Dolayısı ile Türkiye'yi kaosa sürüklemeden, Türkiye'de siyasi gerginlik yaratmadan, Türkiye'yi bazı kavram kargaşalığına sokmadan adımlar atılmalıdır. "Siyasi belirsizlik", bazı odakların ve çevrelerin dar iradeleriyle değil, 67 milyonun, yani Millet iradesi ile şekillenmiş olur ve böylelikle; Türkiye önemli bir bunalımdan yine Milletle beraber çıkma yolunu bulmuş olur. Bugün, için bu değerlendirmeyi kamuoyuna tartışılmak üzere sunuyorum. Kim varsa erken seçim isteyen hepsi bu düşüncemi paylaşsın. Böylece, İnşallah 2003 yılına çok daha güçlü bir iktidar yapısıyla girilir ve Millet Türkiye'nin meselelerini kucaklar. Hepinize teşekkür ediyorum. Arkadaşlarımızdan bu düşüncelerimi geçmişi ve geleceği kastederek söylemiyorum ama bu defa yansız, doğru ve tam vermelerini istiyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |