Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu basın toplantısı. 30 Aralık 2012
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
yapmış olduğu basın toplantısı.
30 Aralık 2012 

 

Değerli Basın Mensupları,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sözlemin başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.

2012 yılının son günlerinde ve yeni bir yılın taze umutları altında sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Bugünkü basın toplantımızda, 2012 yılını genel hatlarıyla değerlendirerek, içinden çıkılmaz hale gelen son hadiselerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birkaç gün sonra, zorluklara teslim olmuş, sıkıntılara havale edilmiş, çelişkilere bezenmiş bir yılı daha geride bırakıyoruz.

Ne üzücüdür ki, arkaya dönüp baktığımızda kaybolan hayallerden, çöken ümitlerden ve yara almış beklentilerden başka bir şey olmadığı tüm açıklığıyla fark edilecektir.

2012 yılında Türkiye; geriye gitmiş, hezimete uğramış ve skandallarla sarsılmıştır.

Bunalımlar peşi sıra vasat bulmuş, çatışma ve anlaşmazlıklar tahammül sınırını diğer yıllara kıyasla oldukça aşmıştır.

10. yılını dolduran AKP hükümeti, Türkiye’yi her yönüyle çıkmaza sürüklemiş, milletimizi her açıdan mağduriyete mahkûm etmiştir.

Siyaset kirlenmiş, ekonomi tökezlemiş, sosyal yapı zayıflamış, toplumsal ahlak çatırdamış, işbirliği ve dayanışma duyguları ne yazık ki körelmiştir.

10 yılda Türkiye her alanda ters yüz edilmiştir.

Vefasızlığın dibine batmış, samimiyetsizliğin çukuruna düşmüş AKP iktidarı ülkemizi hazin verici bir ortama sürüklemiştir.

Doğal olarak geride kalan her yılda, musibetlerin cesameti artmış ve sorunların derinliği fazlalaşmıştır.

Bu nedenle yine israf, yine kayıp ve yine heba olmuş bir yılın tüm ağırlığı ve varlığı kendisini göstermiştir.

19 Aralık 2009 tarihinde bir başbakan yardımcısını hedefine alan suikast iddialarının düzmece olduğu anlaşılmış, üstelik söz konusu zat bu kadar tahribat ve operasyondan sonra suikasta inanmadığını da bizzat teyit etmek durumunda kalmıştır.

Hali hazırda daha iyi fark edilmektedir ki, suikast iddiaları kozmik odalara girilmesi, buralarda ki bilgi ve belgelerin gasp edilmesi için fırsat ve imkan olarak değerlendirilmiştir.

2012 yılı; yıkımda ileri bir aşamayı, çözülmede önemli bir merhaleyi ve ihanet girişimlerinde kritik bir noktayı işaret etmesi bakımından son derece kayda değer bir dönem olmuştur.

Etnik temelli bölücü terör kaygı verici büyümesine, ısrarlı yayılmasına ve nifak saçan eylemlerine devam etmiş ve hatta bu yıla damgasını vurmuştur.

AKP politikaları bölücülüğe can vermiş, el uzatmış ve ayağa kaldırmıştır.

Terör müsait bir ortam bulmuş, arkası arkasına ölüm saçmıştır.

2012, PKK terörünün aldığı teşviklerden, gördüğü kolaylıklardan ve baş gösteren umursamazlıklardan dolayı saldırılarını sıklaştırdığı kan ve kıyım yılı haline dönüşmüştür.

Şüphesiz verdiğimiz kayıplar, karşılaştığımız şahadetler bu yılla sınırlı olmayacak, bu yılla bağlı kalmayacaktır.

Biliyoruz ki, terör kana doymamış ve doymayacaktır.

Cinayetlerinden katiyen vazgeçmemiş ve vazgeçmeyecektir.

Çünkü PKK sırtını sağlama almış, dayatmalarının karşılanacağı müsait bir zemine kavuşmuştur.

Üstelik İmralı canisi AKP’nin müzakere ortağı olarak iyice sivrilmiş, kanın durması, silahların susması ve çözümün sağlanması bahaneleriyle Türk devleti ölüm çetesinin muadili haline getirilmiştir.

Bu hiç kuşkunuz olmasın ki zillettir.

Karşılaşabileceğimiz en ciddi bozgun hallerinden birisidir.

AKP zihniyeti devlet olmanın şeref ve itibarını yere çalmıştır.

2012 yılında terör altın yılını yaşamış, melanet amaçlarına biraz daha yaklaşmıştır.

Ayrılma hazırlıkları ve bölünme planları yapanlar bu yılı iyi değerlendirmişlerdir.

Sözde Kürdistan paçavraları Türk bayrağının karşısına dikilmiş, cenazelerin dahi üzeri Ankara’da başka, Cizre’de başka örtülmüştür.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milletinin şeref ve namus simgesi şanlı bayrağına yapılan saygısızlıkları, kan ve şiddet payesi bez parçalarının rest çekercesine orada burada sallanmasını unutmayacak, sabıkalı bölücülere de hakkını helal etmeyecektir.

Üzülerek söylemek istiyorum ki, 2012’de, Türk milletine tuzak kurmaya, çelme takmaya ve önünü tıkamaya çalışanların yüzü gülmüştür.

Varlığımızı, birliğimizi ve dirliğimizi boğmak için fırsat kollayanlara gün doğmuştur.

AKP’nin gafletle ihanet arasında gidip gelen yanlışları, bölgemiz üzerinde emelleri bulunanların durmak bilmeyen faaliyetleri, Ortadoğu’nun bulaşıcı istikrarsızlıkları, emperyalistlerin yeniden harita çizme konusundaki inatları ülkemizi sonu karanlık bir mecraya sokmuştur.

Hangi zaviyeden bakarsak bakalım 2012 güçlüklerin çoğaldığı, kamplaşma ve cepheleşmelerin zirveye taşındığı bir dönemin adı olmuştur.

Tümüyle ortadadır ki;

√       MİT-KCK arasındaki kuşkulu ilişkiler ağı bu yılda açığa çıkmıştır.

√       Devlet kurumlarındaki çatışma, yargı bağımsızlığına vurulan darbe bu yıl iyice kemikleşmiştir.

√       Bu yılda, sözde darbe davalarında verilen kararlar haksızlığı, adaletsizliği ve vicdansızlığı tescillemiştir.

√       Rejim ve sistem hazımsızları, millet ve milliyetçilik düşmanları bu yılda iyice şımarmışlardır.

√       Bölgesel kaos, Suriye’deki kanlı hesaplaşmalar, Irak’taki sürtüşmeler bu sene kontrolden çıkmıştır.

√       Milli bayramlara tahammülsüzlükler, cumhuriyete karşıtlıklar bu yıl daha da belirginleşmiştir.

√       İsyan elebaşları övülmüş, hainler bu yılda da kutsanmıştır.

√       Otoriter arzular, tek adamlığa duyulan özlemler, demokrasiye muhalif tavırlar bu yıl içinde eşikleri aşmıştır.

√       Gündeme getirilen başkanlık sistemi, kabul edilen Büyükşehir Belediyesi Kanununu federasyon modelinin ön hazırlıkları olarak bu yıla mühür vurmuştur.

√       PKK’ya af çağrıları, İmralı canisinin temize çıkarılma sinsilikleri, militanları aklama düzenekleri, terörle müzakere kararlılıkları, dağa çıkmayı meşrulaştırma hezeyanları ve teröristlerle kucaklaşmalar bu yılda da sürmüştür.

Başbakan Erdoğan’ın ustalık dönemi, Türkiye’nin çöküş ve yıkılış şifrelerini içinde barındırmış ve hayal olan ne varsa gerçeğe çevirmiştir.

PKK’nın bir numaralı himayecisi peşmerge başı AKP kongresinde gurur duyularak alkışlanmış, biricik müttefik haline gelmiştir.

Irak’la anlaşmazlığa, Suriye’yle düşman kamplara, İran’la zıt uçlara düşülmüştür.

Türkiye’nin emniyeti zaafa uğramış, sınırlarımıza bombalar yağmış, uçağımız düşürülmüş ve sonunda da NATO’dan Patriot talep edilmiştir.

Dostların hasım, eski hasımların ise kardeşlikle taltifi herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir.

Bağımsız Kürdistan konusundaki son eşikler AKP müdahalesi ve rızasıyla bu yılda aşılmıştır.

Görüldüğü kadarıyla milletimizin aleyhine ne varsa 2012’de bir hayli mesafe almış ve olgunlaşmıştır.

Terörle mücadelede iştahsız ve inançsız bir şekilde ileri sürülen tam saha pres iddiaları ters tepmiş ve süreç terör örgütünün inisiyatifi ele geçirdiği tek kale maça dönüşmüştür.

Gelişmeler bize, AKP’nin bölücü terörle etkili bir mücadele niyet ve isteğinde olmadığını ve bundan sonra da olmayacağını kanıtlamıştır.

Şu aralar dillendirilen “tam koordinasyon” ve “entegre sistem” yöntemlerinin de yeni bir oyalama taktiği ve savsaklama aracı olarak kullanılacağı şimdiden belli olmuştur.

Zira AKP’nin bölücü terör ve faillerine karşı yumuşak ve alttan alan tutumu uzun süredir vardır ve bilinmektedir.

Hükümetin, Kandil’e hoşgörülü olması, İmralı’ya dostane yaklaşması, siyasi bölücülere sütre gerisinden sıcak mesajlar vermesi ve Barzani’ye kucak açması taviz döngüsünün birbirini tamamlayan parçaları olarak görülmedir.

Bu çerçevede AKP 10 yılda Türkiye’yi elemiş ve her değerini öğütmüştür.

Türk milletinin boyun eğmesini bekleyen, beyaz bayrak sallamasını dileyen çevreler hükümetin arkasına takılmış, tahrik ve ihanet kampanyasına hevesle sponsorluk hizmeti vermişlerdir.

2012 yılında da tüm çıplaklığıyla görülmüştür ki,

√       Milli kimlikle rabıtasını koparanlar AKP’de buluşmuştur.

√       Milli tarihle irtibatını kesenler AKP’de birleşmiştir.

√       Bin yıllık kardeşlik emanetiyle yollarını ayıranlar AKP’de tutunmuştur.

√       Ne kadar aykırı ve milli değerlere uzak sima ve zihniyet varsa AKP yönetimi altında toplanmış ve toparlanmıştır.

Demokratikleşme sözü caniliğin saklandığı kılıf, sivilleşme beyanları Türk Silahlı Kuvvetleriyle hesaplaşmanın kamuflajı, öldürmek meşru hak arama yolu olarak formüle edilmiştir.

Terör saldırıları düşünce ve ifade hürriyeti kapsamına sıkıştırılmış, şiddet sahneleri özgürlük ve barış adımları olarak alçakça saptırılmıştır.

Ayrıca 2012 yılı vurgunun, soygunun ve tükenişin miladı olarak hafızalara kazınmıştır.

Köprüler, otoyolları ve diğer milli varlıklar yandaşlara haraç mezat satılmıştır.

AKP işin kolayına kaçmış, yılların alın teri ve emeği ne varsa devretmiş, savmış ve elden çıkarmıştır.

Ekonomideki başarısızlıklar özelleştirmeyle telafi edilmeye, açıklar fahiş zamlarla, adaletsiz vergi artışlarıyla kapatılmaya çalışılmıştır.

AKP hükümeti, milletimizin dişinden, tırnağından artırdıklarını babalar gibi satmış, miras yedi gibi her milli varlığı eşe, dosta, işbirlikçiye peşkeş çekmiştir.

Başbakan bir konuda haklı çıkmış, bir iddiasında doğru olduğu anlaşılmıştır.

O da Türkiye’nin pazarlanması, önüne gelene zenginliklerinin sunulması olmuştur.

Parası olanlar el üstünde tutulmuş, faizciler, rantiyeciler, ihale komisyoncuları, hırsızlar, uğursuzlar, küresel sermaye lobileri hiçbir dönemde olmadığı kadar rahata kavuşmuştur.

Bununla birlikte yoksulluk, işsizlik, sefalet dayanılması güç aşamalara gelmiştir.

Açlık sınırı son bir yılda 45 lira artmasına karşılık asgari ücrete sadece 33 lira zam yapılmış ve 774 liraya yükseltilmiştir.

Bu şekilde milyonlarca insanımız fakirliğe, fukaralığa ve geçim zorluklarına vicdansızca mecbur bırakılmıştır.

Ekonomideki gedikler vatandaşlarımızı kâbus gibi vurmuş, büyümedeki sözüm ona yumuşak iniş ne garabettir ki takdir ve alkışla karşılanmıştır.

2012 yılında;

√       Hayat pahalılığı, perişanlık, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve ekonomik yoksunluk kazanmış; refah, istikrar, iş ve aş talepleri kaybetmiştir.

√       Küresel sömürü çarkı, devlet malı deniz anlayışı, uzayan kol bizden olsun mantığı kazanmış; milletimiz kaybetmiştir.

√       Baskıcı ve dikta arayışları kazanmış; demokrasi, çoğulculuk ve özgürlük beklentileri kaybetmiştir.

√       İftiralar, ithamlar, suç imalleri, asılsız ihbarlar, mesnetsiz haberler kazanmış; erdem, itibar, ahlak ve insaniyet kaybetmiştir.

√       Etnik bölücüler kazanmış, kardeşlik hukuku kaybetmiştir.

√       Müzakere kazanmış; mücadele kaybetmiştir.

√       Erbil, Vashington, İmralı ve Kandil kazanmış, Ankara kaybetmiştir.

√       Kavga, karanlık ve kaos kazanmış; huzur, asayiş ve güvenlik kaybetmiştir.

√       BOP eşbaşkanlığı, medeniyetler ittifakı, küresel çıkar lobileri kazanmış, insanlık ve gelecek tasavvurları kaybetmiştir.

√       Anadilde eğitim ve savunma lobisi kazanmış, Türkçe kaybetmiştir.

√       Şimdilik AKP kazanmış, Türkiye ve Türk milleti kaybetmiştir.

Fakat bilinsin ki, AKP’nin bu kazancı uzun sürmeyecek, erken zafer turlarına eşlik eden pervasızlıkları ve hadsizlikleri yanına kalmayacaktır.

Gecenin koyulaşan zulmeti Türk milletinin azametiyle dağılacak, Türklüğün zaferi felaketlerin dehşetini Allah’ın inayetiyle ezecek ve yok edecektir.

Unutulmasın ki, Türk milletinin ruhu zapt edilmedikçe, inanç ve iradesi kırılmadıkça, hiçbir kötü niyet muradına eremeyecek ve hedefine varamayacaktır.

Milletimizi esaret altına almaya çalışanlar, sağduyusunu tersten okuyanlar, tepkisizliğini yanlışa yoranlar, haram lokmanın ve haramla yoldaş olmanın bedelini elbette bir gün ödemek durumunda kalacaklardır.

Doğruluğun ve sadakatin ışığı, temizliğin ve milliliğin sıcaklığı tecelli edince ne AKP, ne bölücü terör ne de oyunlarla önümüze engeller dikmeye çalışanlardan ortada eser ve iz bulunamayacaktır.

İnanıyor ve biliyorum ki, bu çok uzak değildir.

 

Muhterem Basın Mensupları,

Bildiğiniz gibi, Başbakan Erdoğan 21 Aralık 2012 günü, katıldığı bir televizyon programında önemli açıklama ve itiraflarda bulunmuştur.

Bu kapsamda, evinin altındaki çalışma ofisinde dinleme cihazları tespit edildiğini, derin devletin boş durmadığını ve çalıştığını mağdur kisvesine bürünerek belirtmiştir.

Bu dinleme hadisesinin yeni olmadığı, yaklaşık bir yıllık mazisinin olduğu da bizzat kendisi tarafından ileri sürülmüştür.

Elbette hangi ülke olursa olsun, bir başbakanın dinlenmesi, özel veya siyasi konuşmalarının kayıt altına alınması bir skandaldır, tam bir kara mizah örneğidir.

Ancak Başbakan Erdoğan’ın dinlenmesinin şimdi gündeme getirilmesi ve dikkatlerin buraya odaklandırılması üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir durumdur.

Bu olağan dışı gelişmenin zamanlaması, yeni bir kurgunun, yeni bir planın ve gizemle örülmüş yeni bir komplonun devrede olduğunu göstermektedir.

Başbakan Erdoğan madem dinlenmiştir, madem karanlık niyetler çalışma ofisine, özeline ve dibine kadar nüfuz etmiştir, o halde bunu neden şimdi gündeme getirme gereği duymuştur?

Açıkça söylemek lazımdır ki, Başbakan’ın dinlenmesi milli güvenlik sorunudur ve şayet tarafı olduğu diyaloglarda devlet veya hükümet sırları seslendirilmişse bunlar belirli mahfillerin eline geçmiş demektir.

Kim ya da kimler hangi amaçla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı dinlemiş ve hakkında bilgi toplamıştır?

Yoksa gündem belirlemenin başbakan olmak için şart olduğunun düşünülmesi yeni bir gündem mimarisini mi gerektirmiştir?

Başbakan Erdoğan’ın yanına kadar sokulmuş, başucuna kadar girebilmiş, odasında bulunma yetki ve iznini alabilmiş kişi ya da oluşumların ellerinde ne tür bilgi ve ses kayıtlarının olduğu muammadır.

Bize göre Türkiye açık bir tehdidin ve çok yönlü bir kuşatmanın altındadır.

Başbakan Erdoğan’ın dinlendiğine dair iddiaları, adalet bakanının “ben de dinlendim” sözleri bir şeyleri kapatmaya veya tevil etmeye çalışmanın telaşı ve ön alması olarak da yorumlanmalıdır.

Yürüyen bazı darbe davalarında gizli dinlemelerle elde edilen bilgilerin kullanılması ve hukuki neticelere etki yapması bu sayede normal karşılanacaktır.

Anayasa Mahkemesi’nin hukuka uygun olmayan dinlemelerin delil sayılamayacağıyla ilgili kararının nasıl sonuç doğuracağı ise yakın zamanda net olarak anlaşılacaktır.

Diğer taraftan bölgesel gelişmeler vahim bir merhaleye gelmiştir.

Kürdistan’ın kurulmasıyla ilgili her gün bir temas ve hazırlık olduğu yazılıp, çizilmektedir.

Nitekim bu doğrultuda, Türkiye; ya yabancı istihbarat örgütleri tarafından bölgesel dizayn amacıyla meşgul edilmekte ve tartışmalara gömülmek istenmektedir.

Ya da Başbakan’ın izah edemeyeceği ilişkileri, açıklayamayacağı sözleri ve milli varlığımıza aykırı karar ve hareketleri vardır.

“Böceği devam ettirmeyelim” açıklaması aslında sakladığı, örtmeye çalıştığı bir şeylerin varlığına delalettir.

Telekulak çeteleri, derin gırtlak şebekeleri, röntgenci örgütler her tarafa sıçramış ve yerleşmiştir.

Türkiye dinlenmekte, sokaklar izlenmekte, özel hayatlar saldırıya uğramakta ve insanımız fişlenmektedir.

Bunun adı tam anlamıyla korku imparatorluğu, ortaçağ rejimi ve gestapo sistemidir.

Mucidi AKP, tetikçisi yerli ve yabancı yandaşlar, propagandistleri bazı medya ve sivil toplum örgütlerinde yer tutmuş kararmış vicdanlardır.

Bu itibarla Başbakan’ın dinlenmesi doğal ve malum bir akıbettir.

Bu yolu kendisi açmış, bu mecranın kapısını bizzat kendisi aralamıştır.

Dinleme, gözetleme ve özel hayatı kayıt altına alma rezillikleri AKP’yle birlikte her tarafa yayılmıştır.

Bugünkü şartlarda dinlenme kaygısı her insanımıza farklı ton ve boyutlarda ulaşmıştır.

Ülkemizde herkes dinlenmekten, takip edilmekten ve gözetlenmekten muzdaripse ve güvensizlik hali almış başını gitmişse ortada büyük bir mesele vardır.

Bunun da sorumlusu bellidir, AKP’yi ve siyasi uygulamalarını tarafsızca inceleyen herkes tüm yönleriyle gerçekleri idrak edebilecektir.

Başbakan Erdoğan;

√       Genelkurmay başkanları dinlenirken rahatsız olmamıştır.

√       İnternette çarşaf çarşaf yayımlanan konuşmalardan hicap duymamıştır.

√       Mahkemelerdeki beyanların sızdırılmasından, tanık ve sanık ifadelerinin deşifre edilmesinden gocunmamıştır.

√       Ana muhalefet partisi genel başkanlığı yapan bir şahsiyetin özel hayatı ahlaksızca didiklenirken hiç müdahalede bulunmamış, aksine bunu siyasi malzeme yapmıştır.

√       Ve partimize kaset tuzakları kurulurken, parti binamızın etrafında siyah camlı dinleme araçları gezerken suspus halde hiç renk vermemiştir.

Siyasete şekil vermek, siyasete istikamet çizmek, partilerin ahlaksızca itibarsızlaştırılmasına sessiz durmak, aynı zamanda darbe vurulmasına ve buhrana sürüklenmesine ön ayak olmak ara rejim yönetimlerinin bile aklına gelmeyen kepazelik ve çirkefliktir.

MHP’ye kurulan tuzakların failleri, özel hayatları hercümerç eden pespayelerin kimlikleri henüz tam anlamıyla netliğe kavuşmamıştır.

AKP hükümeti, demokrasiye sürülen kara lekeyi üzerine almamış olacaktır ki, yaşanılan rezaletleri görmezden gelmiş ve belirsizliğe bırakmıştır.

Kaset tezgahında, sanal alem kanalıyla yürütülen fitne ve dedikodu sarmalında şüpheli olarak gündeme getirdiğimiz AKP’li bazı kişiler hakkında ne yapıldığı, hangi kalıcı tedbir ve önlemlerin alındığı vuzuha ermemiştir.

Halen partimizin dinlenmesi konusundaki soruşturma devam ettiğinden arzuladığımız sonuca ulaşılamamıştır.

İnternet üzerinden parti tüzel kişiliğimize yapılan menfur saldırılarla ilgili yaptığımız şikayet İstanbul Özel Yetkili Savcılık tarafından devam ettirilmekte olup, henüz bir neticeye varılamamıştır.

Partimizin bazı eski yöneticileriyle ilgili ahlaksızca yapılan dinleme ve gözetleme iğrençliklerinin sürüncemeye bırakıldığı ve yürüyen tahkikatın hala yerinde saydığı ayrı bir kördüğüm olarak karşımızdadır.

Bu meyanda, Başbakan Erdoğan’a buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Demokrasinin sekteye uğratılması, millet iradesinin prestij kaybı yalnızca darbe dönemlerinde olmamaktadır.

Özel hayatların güvencede olmadığı, dinleme furyasının, gözleme alışkanlıklarının ur gibi yaygınlaştığı ortamda demokrasi nefes alamayacak temel hak ve özgürlükler heder olacaktır.

Bu ise bir ülke için felaketin, mahviyetin ve alt üst oluşun bir önceki durağı, bir önceki fazıdır.

Anlama, algılama ve yorumlama özürlüsü olmayan herkes bu gerçeği ikrar edecektir.

Toplumsal güvenin çölleşmemesi, birlikte yaşama duygusunun infaz edilmemesi için ilk başta herkesin özelinin teminat ve sağlam esaslara bağlanması şarttır.

Bu söylediklerim, sosyal barışın, sosyolojik denge ve uyum mekanizmalarının değişmez bir ilkesi, yeri dolmaz bağlayıcı bir faktörüdür.

Bunun için, tıpkı darbelerle ilgili oluşturulduğu gibi, TBMM’nde bir araştırma komisyonu kurularak geniş çapta dinleme ve gözetleme suçlarının üzerine gidilmeli ve Türkiye’nin bağrı böcek, sinek, akrep ve yılanlardan temizlenmelidir.

Başbakan’ın istifini bozmaması ve bu çağrımıza kulağını tıkması halinde kendisi ve hükümeti hakkındaki şüphelerimiz gerçeğe dönüşecek, böcek çiftliğinin AKP eliyle kurulduğu ne kadar inkar edilse de ortaya çıkacaktır.

Yıllar içinde, her defasında çetelerle mücadele ettiklerini ve bunları bitirdiklerini duyuran Başbakan, aslına bakarsınız organize suç teşekküllerinin bir adım ötesinde olduğunu ya görememiş ya da onların bir uzvu olmuştur.

Bu kapsamda kendisinin özet halinde ifade edeceğim şu sözleri zannediyorum boşluğa düşmüş ve tamamıyla da anlamsız kalmıştır:

√       "Temiz toplum oluşturmak için çalışıyoruz. Türkiye'de artık çeteler ve mafyalar yok olacak. Bu konuda kesin kararlıyız "

       “Çete, mafya bizim dönemimizde yokluğa mahkûm oldu.”

       “Yolsuzlukların, çetenin, mafyanın önünü kestik.”

       “Türkiye ileri demokratik standartlara ulaşmış, çeteleri, mafyayı tasfiye etmiş bir ülkedir.”

       “Çeteler karşısından hep birlikte dimdik durduk. Hukuksuzluk karşısında birlikte göğsümüzü siper ettik.”

Başbakan Erdoğan ne derse desin çeteler boş durmamış, suç örgütleri zaman kaybetmemiştir.

Kendisinin derin devlet saptaması ve tüm kötülükleri bu uydurma kavramın üstüne yıkması da sorumlu siyasetçinin tevessül etmeyeceği bir mazeret olarak değerlendirilmelidir.

Devletin hücrelerinde örgütlenmiş, periyodik olarak hukuk dışına çıkmış ve üstelik siyasi otoriteyi avucunun içine almış bir yapılanmanın kabulü en başta acziyetin ilanıdır.

Eğer böyle bir şey varsa, bu çeteler nerede ve hangi kurumların içinde yuvalanmıştır?

Partimize yönelik olarak tertip edilen ahlaksızca saldırıların altında ve gerisinde aynı eller mi vardır?

Başbakan Erdoğan bunu mu söylemeye çalışmakta, “ne yapalım bizim de başımıza geliyor, herkes kaderine razı olsun” mu demeye getirmektedir?

Bizim anlayışımıza göre, devletin derini, sığı, düzü, eğrisi olmaz, olmayacaktır.

Hukukla sınırları tayin edilmiş, kurum ve kurallarıyla gelenekleri olan bir devlette virüsler varsa, yanlış ilişki ağları tesis edilmişse bu tamamen yöneticilerin kusur ve kabahatinden dolayıdır.

Devlet dediğimiz soyut organizasyonu günah keçisi haline getirmek, tüm kötülüklerin merkezi olarak tanıtmak kurnaz ve basit bir siyasetin ve siyasetçinin geçim kapısıdır.

Devleti yöneten, sevk ve idare eden hükümettir.

Bir sorun varsa bunun vebali her şeyden önce hükümetin sırtındadır.

İlle de derin bir yapılanma aranıyorsa hükümete bakmak ve derin hükümet hakkında kafa yormak lazımdır.

AKP kendi derinliğini çoktan oluşturmuş, ayak oyunlarıyla millet iradesini temsil ettiğini zannetmiştir.

Başbakan Erdoğan önce bunları düşünmeli, geçmişteki günahlarıyla yüzleşmeli ve yanlıştan dönecek fazileti acilen göstermelidir.

Şu kadarını ifade etmeliyim ki, AKP beslemeli haşereler mutasyona uğramış, üreyerek başına buyruk hareket etmiş ve bumerang gibi dönüp sahibini vurmuştur.

Anlaşıldığı kadarıyla Başbakan, bugüne kadar böcekleri siyaset operasyonları için kullanırken, bazılarının kontrolden çıkıp kendisini hedef alacağını ne hikmetse öngörememiştir.

Gayet tabii olarak, Başbakan Erdoğan önce çevresine bakacak, kimlerle oturup kalktığına dikkat edecek ve kendi bakanının ifadesiyle dinlenmek istemiyorsa çok konuşmayacaktır.

Değişik zamanlarda Başbakan’ın Meclis’teki odasında, otomobilinde ve bir korumasında dinleme cihazlarının bulunduğuyla ilgili haberler doğruluk derecesinin teyidi yapılmadan kamuoyuna servis edilmiştir.

Hatta Başbakanlıkta eski-yeni korumalar arasında silah çekme vukuatları, meczup olduğu ileri sürülen birisinin silah patlatma hadiseleri de yakın zaman içinde yaşanmıştır.

Bunların hepsi şüpheli ve vaka-i adiyeden görülemeyecek konulardır.

Başbakanlığın etrafında esrar perdesi yükselmiş, sorgulanması ve üzerinde itina ile durulması gereken olaylar zinciri peş peşe gerçekleşmiştir.

Başbakan Erdoğan ve hükümetinin yapması gereken sızlanmak, şikâyet etmek ve mazlum rolü oynamak değil, suçluları ve telekulak zanlılarını yakalayarak adalete teslim etmektir.

Bunun için önce dürüstlük, içtenlik ve sicil berraklığı gerekmektedir.

Bugüne kadar yapılan özel hayat işgallerinden dolayı pişmanlık duyulmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi özel hayatın ihlaline ve her türlü kanun dışı mütecaviz eğilimlere karşı olduğundan, ne olursa olsun, Başbakan’ın dinlenmesi hadisesinin sübuta kavuşturulmasını istemekte ve beklemektedir.

Şeffaflığın, güvenliğin, yasalara bağlılığın, düzenin ve dengenin olmadığı bir yerde demokrasinin, hak ve özgürlüklerin çiğneneceği aşikârdır.

Bunun için hem partimize yönelik saldırıların hem de hala kimliği meçhul olan uzun kulakların, gizli kameramanların ve haşerelerin bulunup toplu bir temizliğin sağlanması kesinlikle temin edilmelidir.

Çetelerden arınmak, karanlık odaklardan kurtulmak, vesayetçi mihraklardan sıyrılmak için her şey bitmiş sayılmamalıdır.

2013 yılının en öncelikli konuları arasında bunlar yer almalı ve Türkiye’nin kamburu haline gelen kanun dışı eğilimler ve mafyatik gruplar vakit geç olmadan bitirilmelidir.

 

Değerli Basın Mensupları,

Geçen hafta, GÖKTÜRK-2 uydusunun fırlatılması amacıyla Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen törenler esnasında çıkan olaylar Türkiye’yi çok ciddi bir kutuplaşmaya itmiştir.

Her şeyde önce, şu hususun altını çizerek belirtmek istiyorum ki, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı’nın davet edilmesi unutulmuşsa da, TÜBİTAK kaynaklarıyla gerçekleştirilen milli nitelikli yer gözlem uydusunun uzaya gönderilmesi bizi ziyadesiyle memnun etmiştir.

Ancak uzayda kaybolsa da 2003 yılında fırlatılan BİLSAT, 2011 yılında fırlatılan RASAT uydularını da unutmamak tutarlılık gereği olacaktır.

Yüzde yüz yerli yazılım, yüzde seksen yerli girdiyle imal edilen GÖKTÜRK-2 uydusu bir gelişme olsa da bununla yetinilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Dileğim, bundan sonra uydu fırlatılmasının Çin’den veya bir başka yabancı ülkeden değil, ülkemizden yapılmasını sağlayacak teknik imkan ve kapasiteye ulaşılmasıdır.

ODTÜ’de cereyan eden taşkınlıklar tabiatıyla uydu fırlatılmasının önüne geçmiştir.

Öğrenci oldukları ileri sürülen kalabalıklar polisle çatışmış, ortaya çok ilkel ve kabul edilemez görüntüler çıkmıştır.

Bizim anlayamadığımız taraf, ODTÜ’deki saldırganların neyi ve niçin protesto ettiğidir?

Üniversitede olay çıkacağının, bu yönde hazırlıkların ve kışkırtmaların yapılacağının neden istihbaratı önceden alınamamış ve gerekli tedbirler niçin geliştirilememiştir?

İster istemez aklımızın bir köşesinde, AKP’nin bilerek ve isteyerek böylesi bir ortamı sağlamak için planlar yaptığıyla ilgili ihtimaller yer etmiştir.

Taş, sopa, molotof kokteyli ve sapan kullanarak düşmanca etrafa saldıranlar öğretim niyetiyle üniversitede bulunan öğrencilerden mutlaka ayırt edilmelidir.

Kurunun yanında yaş yakılmamalı, mümtaz bir eğitim yuvası olan ODTÜ’nün öğrencileri, kampus içinde provokasyon yapan militanlarla karıştırılmamalıdır.

ODTÜ ilim ve irfan merkezlerimizden birisi olup, teröristlerin sığınacağı ve eylem sahası haline getireceği bir yer değildir ve olmamalıdır.

Ne var ki ODTÜ’de Kandil uzantıları, yasa dışı Marksist-Leninist örgütler zehirlerini kusmuşlardır.

Kaldı ki PKK, ODTÜ’deki şiddet sahnelerini selamlamış ve destek vermiştir.

Bize göre ODTÜ’deki saldırganların öğrencilikle bağlantısı ve ilişkisi yoktur.

Üniversite yönetiminin bu sarih gerçeği görmeden olaylara karışanların lehinde açıklama yapması ve bunlara zımnen destek verir bir görüntü çizmesi akademik tarafsızlık ve insafla bağdaşmamıştır.

Diğer taraftan olaylardan sonra bu defa da 168 üniversite ve yüksekokuldan birçoğu devreye girmiş, ODTÜ yönetimini tasvip etmeyen bildiriler yayımlamışlardır.

Bunun karşılığında değişik üniversitelerden öğretim üyeleri karşı bir tavır alarak görüşlerini seslendirmişlerdir.

Biz bunların hiç birisini doğru bulmuyoruz.

AKP’nin yönlendirmesi altında üniversiteler polarize olmuş ve karşı saflarda toplanmışlardır.

İktidarın böl ve yönet aşısı, bu kez de bilim yuvalarına enjekte edilmiştir.

ODTÜ yönetimini eleştiren ve hükümet dalkavukluğuna soyunan üniversite yönetimleri, bu zamana kadar acaba hangi önemli konularda görüş belirtme gereği duymuşlardır?

Sorun yalnızca ODTÜ’müdür?

Üniversite yönetimleri Türk milletinin yaşadığı ağır meseleler, kayıplar ve tehlikeler hızla sürüyorken neyle uğraşmışlar ve hangi işlerle vakit geçirmişlerdir?

Milliyetçi-ülkücü öğrenciler teröristlerin saldırısına muhatap kalırken, konu AKP olunca anında başlarını kaldıran değerli rektörler, dekanlar ve öğretim üyeleri nereye gitmişler, neden sessiz kalmışlardır?

Gelişmeler üniversitedeki olaylarla ilgili teşhis ve ikazlarımızın da ne kadar yerinde olduğunu göstermiştir.

Milliyetçi-ülkücü öğrencileri çatışmalara çekmeye çalışanlar, sonu olmayan gerginliklerin tarafı yapmaya çabalayanlar her zaman olduğu gibi yine hüsranla tanışacaklardır.

Buradan milletimize faydalı olmak maksadıyla okullarına devam eden, tahrik ve hiziplere her yönüyle kapalı duran milliyetçi-ülkücü kardeşlerimi tebrik ediyorum.

Onlar; Türk milletinin gurur kaynaklarıdır.

Onlar; Türk milletinin gelecek umududur.

Onlar; aklıkla geçinen, ama zihinleri ve kalpleri zift gibi olanlarla mukayese edilmeyecek kadar öndedir, farklıdır ve ayrıcalıklıdır.

Üniversitelerdeki son olaylarla iyice gün yüzüne çıkan çifte standartçı, güçlünün yanında konumlanan, menfaat uman eğilimler sürdüğü müddetçe Türkiye’nin belini doğrultması mümkün değildir.

Demek ki, üniversitelere göre bugüne kadar en önemli ve açıklama yapacak kadar ciddi görülen sorun ODTÜ’deki olaylar olmuştur.

Başbakan Erdoğan’ın öğretim üyeleriyle ilgili kullandığı ifadeler de yakışık almamıştır.

Sinir ve öfke nöbetine tutularak ağır sözler sarfetmesi, taşıdığı makamın saygınlığıyla uyumlu olmamıştır.

Başbakan yağıp gürlediği ODTÜ’nün rektörüyle görüşmesine rağmen, önceki gün bir televizyon programındaki sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla sürtüşmeyi, cebelleşmeyi ve gerilim üretmeyi ısrarla sürdürecektir.

Bu süreçte de yandaş üniversite yönetimleri, bilimsel çalışma ve araştırma konularında rekabet edememelerinin, Türkiye’ye katkı verememelerinin mahcubiyetini siyasal iktidara destek vererek gidermeye çalışmışlardır.

Maalesef yaşananlar Türkiye adına kayıptır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Ülkemiz önünü görememenin, geleceği okuyamamanın sıkıntısını yaşamaktadır.

AKP hükümetinin başarısızlığı ve yetersizliği artık bardağı taşırmıştır.

Hükümetin sanal gündem oluşturması ve milletimizi karmaşanın içine çekmesi sabırları zorlamaya başlamıştır.

Geride kalan yıllara baktığımızda 2013 yılı için fazlaca umut taşımanın çok kolay olmadığı açıklıkla görülebilecektir.

Her şeye rağmen önümüzdeki yılda hükümetten;

√       Bölücü terörle mücadelede bahanelere, telkinlere ve dirençlere aldırış etmeyen irade ve gayret,

√       Yeni anayasa hazırlığı konusunda samimiyet ve geri adım atmayacak basiret,

√       Ekonomide bozulan, kriz alarmı veren ve olumsuzlaşan şartlara karşı alınacak tedbir,  gösterilecek temkin ve dirayet,

√       Türkiye’nin normalleşmesi ve istikrara kavuşması amacıyla sergilenecek iyi niyet,

√       Uluslararası ilişkilerde ve bölgesel gelişmelerde Türkiye’nin hak ve hukukunu sahiplenecek ve maceralara atılmayı engelleyecek feraset,

√       Komşu coğrafyalardaki etnik ve mezhep ikiliğine, iç isyan döngüsüne taraf olmayacak dikkat,

√       Türk milletinin birliğine, beraberliğine ve bölünmez bütünlüğüne tam riayet beklentimiz ve temennimizdir.

Bu düşüncelerle aziz milletimizin ve basın toplantımıza teşrif eden sizlerin yeni yılını tebrik ediyor, 2013’ün sağlık, başarı, barış, huzur ve güzellikler getirmesini diliyorum.

Hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

 Sağ olun, var olun.