Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, 2013 yılının bu ilk grup toplantısına başlarken mümtaz heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Maalesef bugünkü konuşmama acı ve üzüntü verici bir kazayı sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu Müessese Müdürlüğü maden ocağında metan gazının açığa çıkmasıyla sekiz işçimiz hayatını kaybetmiş, birisi de ağır yaralanmıştır. Merhum işçilerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine ve Zonguldaklı vatandaşlarıma başsağlığı diliyor, yaralı kardeşimize ise acil şifa temenni ediyorum. Bu kazanın tüm yönleriyle araştırılarak, varsa ihmal, eksiklik ve kusurların bir an önce ortaya çıkarılması çok büyük önem arz etmektedir. İş kazalarını hafife alan, tedbir almada zafiyeti bulunan yöneticilerin durumları da muhakkak ki gözden geçirilmeli, benzeri felaketlerin önlenmesi için her titizlik ve dikkat mutlaka sergilenmelidir. Bu facianın yaraları süratle sarılmalı ve görevi başındayken aramızdan ayrılan işçilerimizin aileleri mağdur edilmemelidir. Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye tam 10 yıldır umutla yeni bir yılı karşılaşmakta, hevesle yeni bir yıla girmektedir. İyimser duygular, olumlu bekleyişler, huzura duyulan özlemler her yılın başında sabırla seslendirilmektedir. Bu zamana kadar, milletimizin mutlu ve müreffeh olması, bir ve diri durması, devletimizin güçlü ve itibarlı hale gelmesi siyasetimizin ana gayesi olduğundan taleplerimizin istikameti de sürekli bunlara yönelik olmuştur. Her defasında, kararan, karmaşıklaşan ve kaybolan bir yılın ardından; aynı döngülerin, aynı ezberlerin ve aynı nakaratların tekerrür etmemesi hepimiz tarafından dile getirilmiştir. Ne var ki yeni bir yılın başındaki canlı ve heyecanlı dilekler, kısa süre sonra yerini umutsuzluğa, bezginliğe ve yılgınlığa bırakmıştır. Zira yeni diye ümit bağladığımız, yeni diye peşine düştüğümüz yıllar, maalesef sonunda acı mağlubiyetleri, artan hezimetleri ve dayanılmaz eziyetleri beraberinde getirmiştir. 2012 yılının da bu söylediklerimden bir farkı yoktur. Geçtiğimiz yıl, Türkiye’nin çözüm bekleyen sorunlarını aşabilmek adına kalıcı ve tesir düzeyi yüksek hiçbir hamle, hiçbir girişim yapılamamıştır. Aksine sıkıntılar daha fazlalaşmış, sorunlar daha da ağırlaşmıştır. Bu açıdan 2012; kayıp, karanlık ve kutuplaşmaya teslim olmuş bir yıl olarak hafızalarımızda çıkmayacak şekilde yer etmiştir. AKP zihniyeti acziyetini kapatabilmek, eksikliklerini örtebilmek için sözde dikleşmeden dik durma iddialarına 2012’de de sığınmış, değişim borazanlığı, vesayet ve statüko karşıtlığıyla milli kimliğe ve emanetlere yine sırt dönmüştür. Hükümet Türk milletiyle duygu bağını, gönül rabıtasını ve sadakat hissini koparmış, yozlaşmanın ve yabancılaşmanın uçurumuna savrulmuştur. Geride kalan yıl içinde bu durum fazlasıyla görünür ve yaşanır bir hal almıştır. 2012 yılından 2013 yılına devreden Türkiye gerçeğinde; √ Siyaset gölgelenmiş, sosyal hayat örselenmiş, ekonomi aşınmıştır. √ Hukukun objektifliği sakatlanmış, toplumsal ahlak yaralanmış ve işbirliği eğilimleri körelmiştir. √ Kardeşlik bilinci hasar almış, milli kimlik tahribata maruz kalmış ve Türk milleti tüm cephelerden hücuma uğramıştır. √ Milli eğitim sistemi hedef yapılmış, milli varlıklar peşkeş çekilmiş, milli tarih geçmişle yüzleşme parolasıyla ters yüz edilmiştir. √ Komşu coğrafyalara haçlı planları servis edilmiş ve onursuzluk ileri demokrasiyle makyajlanmıştır. √ Kavga, kargaşa, dargınlık ve husumet tohumları zehirli meyvelerini vermiştir. √ Cepheleşme her alanda kök salmış, her kesimde derinleşmiştir. √ Ekonomik ve sosyal sorunlar insanımızın üzerine çığ gibi düşmüş; yokluk, yoksulluk ve işsizlik aşılmaz, geçilmez ve telafi edilmez boyutlar kazanmıştır. √ Bölücü terör ile etnik tahrikler alabildiğine tırmanmış, hain saldırılar sıradanlaşmış, şehitler artmış ve son yurdumuzun üzerine kara bulutlar çökmüştür. Hükümet, geride kalan bir yılı tamamen günübirlik meselelerle geçiştirmiş, gündem imal etmekle meşgul olmuş ve Türk milletini oyalamıştır. AKP, kendisine verilen demokratik krediyi cebini doldurmak, yandaşlarını abat etmek ve milli ilkeleri hançerlemek için fırsat görmüştür. Düne saplanıp kalan, ikilikleri ve közlenmiş ihtilafları eşelemekten haz duyan iktidar anlayışı, Türkiye’yi hiç olmadığı kadar yormuş, sonu meçhul ve sisli hadiselere hapsetmiştir. Türkiye’nin milli çıkarlarını ve köklü devlet geleneklerini ucuz siyaset malzemesi yapma girişimleri geçtiğimiz yılda da hız kazanmış, yargı, yasama ve yürütme arasındaki gerilim ve çekişmeler çoğalmıştır. Düne bakarak, geçmiş tecrübelerimize dayanarak 2013’te milletimiz adına sevineceğimiz bir gelişmenin olmayacağını bugünden öngörmemiz kötümserlik olarak değerlendirilmemelidir. Hele hele, biraz sonra ayrıntısıyla yorumlayıp görüşlerimizi aktaracağım bu yılın ilk haftasından itibaren başlayan bölücülük rekabeti ve PKK havariliğindeki heves, bu yılın nelere gebe olduğunu gözler önüne sermiştir. Her şeye rağmen, yeni yılın, krizden krize sürüklenen ülkemiz ve aziz milletimiz için huzur, istikrar ve güven ortamının tesis edileceği aydınlığa çıkış ve kurtuluş yılı olmasını yürekten temenni ediyorum. Tüm vatandaşlarımızın ve siz değerli arkadaşlarımın yeni yılını bir kez daha kutluyor, sağlık, mutluluk, huzur ve refah içinde geçecek bir yıl diliyorum.
Değerli Milletvekilleri, Türkiye’nin yüz yüze kaldığı sorunların kapsam ve derinliği şüphesiz çok çeşitli olup, bir hayli de fazladır. Bu bakımdan milletimizi ilgilendiren her meselenin, her konunun ve her talebin siyaset tarafından imkân ve kaynakların gözetilerek dile getirilmesi ve makul bir çözüm yoluna kavuşturulması gerekmektedir. Ancak ülke gündeminin ağırlığı ve üzerinde durulması lazım gelen gelişmelerin cesameti ister istemez temas etmeyi arzuladığımız konu başlıklarını daraltmaktadır. Bu yüzden AKP-PKK-İmralı arasında kurulan diyalog ve müzakere köprülerinin yeni yılla birlikte alenileşmesi dolayısıyla, değerlendirmelerimizi doğal olarak bu çerçevede yapmayı doğru ve mecburi addediyoruz. Türkiye’nin, milli iradeyi umursamayan, millet varlığını özümsemeyen, milli hedefleri anlamlandıramayan çapsız ve özürlü siyaset temsilcileri elinde kötü idare edildiği devirler takdir edeceğiniz üzere belirli aralıklarla da olsa görülmüş ve yaşanmıştır. Dürüstlükten yoksun, idealden mahrum ve adanmışlıktan muaf siyasi yönetimler, milletimizin hak ettiği seviyelere gelmesine katkı vermemişler, müdahil olmamışlardır. Bu yüzden de yoksulluk aşılamamış, refah sağlanamamış, işsizlik çözülememiş ve milletler mücadelesinde ön safhalara geçilememiştir. Bununla birlikte yıllardır büyük can ve mal kayıplarına mal olmuş etnik merkezli terör ve siyasal bölücülüğün ihmal ve iradesizlikle mesafe almasına da engel olunamamıştır. Biz bugün, milletimizin varlığının, geleceğinin, güvenliğinin ve kardeşliğinin hilafına yaşanan bu talihsiz dönemleri hüzün ve ibretle hatırlıyoruz. Ancak, AKP hükümetinin inatla ilerlemekte olduğu tehlikeli yol ve benimsediği siyasi tercihler geride bıraktığımız bütün olumsuzluklardan çok daha keskin, çok daha kesif ve benzerlerinden daha kötü sonuçlara yol açmaktadır. Her şeyiyle ortadadır ki, etrafı ateşle çevrilmiş, sınırları ihanetle çizilmiş, muhteviyatı boyun eğmeyle belirlenmiş kara ve ara bir dönemden geçen Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve millet olarak çok ciddi beka sorunuyla karşı karşıyadır. Maruz kaldığımız menfur suikastın hedefi, Türkiye’nin milli birliği, milli güvenliği, milli varlığı ve bin yıllık kardeşlik hukukudur. Ülkemizi etnik tuzakların içine çekmek isteyen ve nereden bakarsak bakalım iki asrı aşan bir mazisi bulunan küresel oyun, plan, proje ve heveslerin AKP’yle başını kaldırıp inisiyatif elde ettiği anlaşılmaktadır. Damat Ferit lobileri, Sait Molla takipçileri, Şerif Hüseyin müttefikleri, Anzavur taraftarları, Seyit Rıza misyonerleri, Şeyh Said izcileri, Doğu Sorunu mucitleri, Mondros sevdalıları, işgal artıkları, isyan kalıntıları AKP’nin ampulünde toplanmış ve AKP’nin uyarıcı etkisiyle yattıkları kış uykusundan uyanmışlardır. Karlofça’dan Küçükkaynarca’ya, Sevr’den yıkım projesine kadar Türk ve İslam değerlerine karşı ne kadar hazım ve tahammül sancısı çeken varsa AKP’yle hayat bulmuş, AKP’yle gözlerini açmıştır. İşbirlikçiler sıra sıra dizilmiş, sömürge tahsildarları peş peşe takılmış, emperyalizmin uşakları saf saf hizalanarak AKP’de buluşmuştur. Bir tek Milliyetçi Hareket Partisi kalmış ve yalnızca gücünü büyük Türk milletinden alan Türk milliyetçileri küfrü ve melaneti tek başına karşısına almıştır. 1919’lu yıllardaki milliyetçi kudret, milli kuvvet aynısıyla Üç Hilal’de canlanmış, Üç Hilal’de sancaklaşmıştır. Milli bağımsızlığın helecan ve heyecanı, milli hakimiyetin inanç ve ilhamı, Türkiye’nin dirliği ve birliği milliyetçilere emanettir, milliyetçilerin omuzlarına yüklenmiştir. Bu tarihi görev bizim için şeref meselesi olup, her türlü mülahaza ve tartışmanın üzerindedir, önündedir ve öyle de kalacaktır. Görüyor ve yakından takip ediyoruz ki, fikir ve figüranı bildik sima ve belli niyetler olan; senaryosu kan, çirkeflik ve düşmanlıkla yazılan bir oyun arkası arkasına vizyona sokulmaktadır. Bu sinsi oyunun sahnelenmesindeki maksat, Türkiye’yi kimlik tahrikleriyle kavga ve iç çatışma ortamına çekerek geleceğini karartmak ve dönüşü olmayan ayrılığı ve kopmayı milletimiz içinde teşvik etmektir. Tarih sayfalarından ders çıkarması gereken AKP hükümetinin ise bu çöküş güzergahını adımlamaktan en ufak rahatsızlık duymadığı, bilakis keyifle bozgunculuğu ve fitneyi yaygınlaştırmaya kararlı olduğu görülmektedir. Başbakan Erdoğan bunun için çok mücadele vermekte, çok mesai harcamaktadır. Başbakan’ın, bölücü heveslere cesaret vermenin, etnik tahrikleri sürdürmenin ve bunlardan çıkar ummanın, Türkiye’nin milli birliğini, beraberliğini ve kardeşliğini katledecek tarihi bir ihanet olduğunu bilmesi ve girdiği yanlıştan dönmesi bugüne kadar mümkün olmamıştır. AKP zihniyetinin teslimiyet siciline, terörle işbirliği üzerine kurulu sabıkalarına bu yılda yenileri ve daha da fazlaları ilave olacağı şimdiden belli olmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin yıkılması, Türk milletinin bölünmesi amacıyla kavramsallaştırılan yıkım yolunun kısa vadeli birinci aşamasında, PKK dayatmalarının hayata geçirilmesinin psikolojik alt yapısı hazırlanacak, bu konuda köprü görevi görecek idari ve yasal düzenlemeler hayata geçirilecektir. Türk kavramının engellenmesine yönelik girişimler için idari adımlar ve İmralı canisinin hapishane koşullarının iyileştirilmesi bu ilk aşamada gündeme gelecektir. Orta vadeli ikinci aşamada, kanun değişikliği gerektiren konularda düzenlemeler yapılacak ve TBMM’i ihanete ortak edilmeye çalışılacaktır. Üçüncü ve son aşamada ise anayasa değişikliklerinin gündeme taşınacağı ve eğer mümkün olursa üniter yapısının bozularak bölünmesi temin edilmiş olacaktır. Gelişmeler bize bunları işaret etmekte, bunları göstermektedir. Türk milli kimliğinin değiştirilmesi, ikinci bir dilin seçmeli dersten ileriye taşınarak eğitim dili haline gelmesi ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi eşliğinde yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılmasıyla federasyona zemin hazırlanması taksit taksit karşılanacaktır. Türkiye’nin bu yükü taşımaya artık mecali kalmamış, bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır. Bu noktaya adım adım nasıl gelindiği hakkında herkes dürüst bir vicdan ve akıl muhasebesi yapmak durumundadır. Türkiye’nin geleceğinin kurtarılmasının her şeyden önce buna bağlı olduğu unutulmamalıdır. İçine sürüklendiği bu ağır şartlar karşısında, milli bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek her Türk vatandaşının kaçamayacağı tarihi bir görev ve sorumluluktur. Devlet ve toplum hayatımızın her alanının içten içe kemirilmesine ve Türkiye’nin içerden ve dışarıdan çökertilmesi için yürütülen sistemli saldırılara karşı ilgisiz ve tepkisiz kalmak, tarihin asla affetmeyeceği bir gaflet olacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi bu hassasiyetle hareket edecek, bu şuurla siyasetini şekillendirecek, var gücüyle Türkiye’ye ve Türk milletine sahip çıkacaktır.
Değerli Arkadaşlarım, Türk milleti yeni yılın ilk günlerinden itibaren İmralı canisini odağına alan yeni bir müzakere ve mütareke arayışlarına şahit olmaktadır. AKP hükümeti PKK’nın paçasından tutmuş, çekim alanına kapılmış ve bir kez daha niyet ve tarafını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlamıştır. Bildiğiniz gibi Başbakan Erdoğan, müebbet hapis cezası hükümlüsü teröristbaşıyla görüştüklerini geçtiğimiz yılın son günlerinde katıldığı bir televizyon programında ikrar etmiştir. Ancak bu açık ve cüretkar beyana rağmen, AKP’nin İmralı adasına düşkünlüğü, İmralı canisine yakınlığı, kurduğu sohbet ve muhabbet ortaklığı yeni değildir. Yeni olan Başbakan’ın pervasızlığı, hükümetinin şuursuzluğu ve meseleyi sıradan görerek topluma artan ölçekte kabul ettirmeye gayret etmesidir. Artık Türkiye terörle masaya oturmayı saklama ve gizleme gereği bile duymayan, bu yöndeki tepkilere aldırış dahi etmeyen vicdan ve hamiyet fukaralığıyla bire bir muhataptır. Başbakan Erdoğan çizmeyi aşmış, eşiği geçmiş ve bölücü terörün kanlı limanına hükümetini demirlemiştir. İmralı canisi, Kandil’deki çetesi, peşmerge başı ve Başbakan pazarlık masasına oturarak Türk milletinin geleceği hakkında kumar oynamaya başlamışlardır. Hafıza tazelemesi bakımdan bugünlere nasıl gelindiğini, nelerin yaşandığını kısaca yeniden ele almak bize aydınlatıcı bilgiler ve bugünü anlamada kolaylıklar sağlayacaktır. ABD Başkanı Obama’nın 6 Nisan 2009 tarihinde Meclis Genel Kurulunda yaptığı konuşması AKP’ye görev ve ödev olarak yansımış, bilhassa sözde Kürt sorunuyla ilgili düşünceleri yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Cumhurbaşkanı Gül’ün 9 Mayıs 2009 tarihinde Prag’dan Ankara’ya dönüş yolunda sarfettiği “İster terör, ister Güneydoğu, ister Kürt meselesi deyin, bu, Türkiye’nin en önemli meselesidir ve mutlaka halledilmelidir.” düşünceleri de Obama’nın direktiflerini tamamlamış ve bundan sonra Türkiye kaygan ve karanlık bir kulvara girmiştir. Ardından Başbakan Erdoğan topa girmiş ve hükümetini ve dönemin yıkımdan sorumlu içişlerini bakanını bu konuya memur etmiştir. Takip eden süre içinde de, PKK ile yürütülen pazarlıkların birincisi 1 Ağustos 2009 tarihinde harekete geçmiştir. Hükümet, yanına aldığı “oniki kötü adam” refakatinde, bizim açımızdan yıkımın bir diğer adı olan “PKK açılımı”nda Polis Akademisi zeminini kullanmaktan çekinmemiştir. PKK’yla pazarlıkların ikinci sırasında 19 Ekim 2009 tarihli Habur terörist karşılama törenleri yer almıştır. Mehmetçiğin kanını döken, vatan ve millete kast eden insanlık düşmanları davul, zurna ve halaylarla karşılanmış, AKP PKK’ya sınırda teslim olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın umut verici olarak yorumladığı canilerin Habur’da kucaklanması ve çadır mahkemelerde aklanması Türk tarihinin şahit olduğu en rezil manzaralardan birisi olarak hiç unutulmayacaktır. Şu işe bakınız ki, sevinç ve hürmetle karşılanan katillerin eylem ve örgüt arkadaşları; kan dökmeye, can almaya ve birliğimize kıymaya devam etmişlerdir. Başbakan’ın “süreci sil baştan yaparız” türünden sızlanmaları, suya sabuna dokunmayan kuru gürültüleri nafile açıklamalar olarak kalmaya mahkum olmuş, PKK’nın fendi AKP’yi ne hazindir ki yenmiştir. Kandil şebekesi AKP’yi tuş etmiş, müzakere afyonunu himayecisi peşmerge başıyla doğrudan doğruya zerk etmiştir. İlerleyen süreçte analar ağlamasın propagandası yapan blok çökmüş, her gün omuzlara alınan şehitler Türk milletini mateme boğmuştur. √ PKK vurmuş, AKP bakmıştır. √ PKK saldırmış, AKP şaşmıştır. √ PKK bombalamış, AKP bocalamıştır. √ PKK kurşunlamış, mayınlamış; AKP yerin dibine batmış, ama olan Türk milletine olmuştur. Ellerinde kaleşnikof, havan topu olanlarla, çocukları, genç kızları, kadınları katleden alçaklarla demokrasi konuşulmuş, özgürlük tartışılmış ve barış çubukları içilmiştir. PKK’yla pazarlıklar Habur’dan sonra da devam etmiş, üçüncü aşamada İmralı canisi ve terör örgütüyle doğrudan temas kanalları açılmış, Oslo görüşmeleri bu şekilde cereyan etmiştir. Parti olarak İmralı canisiyle görüşmeleri ilk defa gündeme getirdiğimizde Başbakan sinir küpüne dönmüş, ağzına ne geliyorsa bize hakaret olarak sıralamıştır. Kendisi, 22 Ağustos 2010 günü Kayseri Cumhuriyet meydanındaki konuşmasında aynen şöyle demiştir: “Bizim PKK ile bir araya geldiğimizi söyleme şerefsizliği yapanlar, bu alçakça iftirada bulunanlar, bunun hesabını her yerde vereceklerdir. Biz terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız. Bizim felsefemizde, anlayışımızda böyle bir şey olmaz. Şunu bilin, Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu bir iktidar hiçbir zaman terör örgütüyle masaya oturmaz.” Bir sonraki gün, yani 23 Ağustos 2010 tarihinde, Show TV’de katıldığı bir programda ise, Kayseri’deki konuşmalarını inkar edercesine İmralı’yla görüşmeleri kabul etmek durumunda kalmıştır. Bir suçlunun telaşıyla sorumluluğu kendisinden uzaklaştırmak adına Türk siyasetine yeni bir yorum getirmiş ve “biz hükümet olarak görüşmüyoruz, devletin istihbarat örgütleri görüşüyor” diyerek korkudan ve çekindiğinden dolayı devleti sorumlu ilan etmiştir. 2 Eylül 2010 tarihinde ise TV-8’de, bu defa, “devletin sürekliliği var, bizden önce de İmralı ile görüşüldü” mazeretlerine sığınmayı tek çare olarak görmüştür. Ne ilginçtir ki, iki gün sonra bu kez de partisinin İstanbul’daki açık hava toplantısında şahsımı ve partimizi hedef alarak, “iddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir. Benim veya arkadaşlarımın masaya oturduğunu ispat edemezseniz şerefsizsiniz.” kabalığını ve kalitesizliğini göstermiştir. Allah büyük ve adaletlidir. Doğrunun, hakkın ve haklının yanındadır. Yalancının mumu her zaman yatsıya kadar yanmış, gizli kapaklı işler kimseyi mutlu etmemiş, pinokyoluk kimseye fayda sağlamamıştır. Yıllardır soruyoruz, yıllardır sorguluyoruz; İmralı canisiyle görüşme ve müzakereler hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıktığına göre şerefsiz kimdir? Şerefsizlik kimin payına ve hanesine düşmüştür? Şeref dersinden sınıfta çakmışların, her defasında ikmale kalmışların Türk milletinin ve devletinin şerefini sahiplenmesi nasıl mümkün olacaktır? Böylesi bir paradoksun içinden nasıl çıkılacak, batan şeref teknesi bölücülük ummanından nasıl çıkarılacaktır? Sayın Başbakan gelin önce bonusuyla birlikte epey biriken şu şeref bahsinin üzerinde duralım ve açıkta kalan şerefsizlik hesabını artık açılmamak üzere kapatalım. Böylece hak yerini bulsun, bizim payımıza gecikmiş iade itibarı, sana da yüz kızarıklığı ve bir özür dileme borcu düşsün.
Değerli Milletvekilleri, Geçen yılın son günlerinde Şanlıurfa’ya giden Başbakan, burada yaptığı konuşmasında; “artık şiddet sussun siyaset konuşsun, silahlar sussun fikirler konuşsun” diyerek PKK’ya çağrı yapmış, yürüyen müzakerelere ön ayak olmuştur. Başbakan PKK’yla konuşmayı siyaset zannetmektedir. Teröre göz kırpmayı, teröre çanak tutmayı, bölücülüğe can suyu vermeyi, diklenmeleri alttan alarak PKK’ya teslim olmayı marifet saymaktadır. Üstelik terörle mücadele, siyasetle müzakere sözleriyle de, PKK’nın bir numaralı failini siyasetçi mertebesine çıkarmaktadır. Hükümetin İmralı’ya boyun eğmesi, İmralı’daki bebek katilinden sözde çözüm ve barış adına medet umması tarifi çok zor olacak bir travma ve alçalma halidir. Lütfen dikkat buyurunuz değerli arkadaşlarım, AKP, otuz bin kişinin kanını elinde taşıyan bir terör mahkumundan insaf, merhamet ve icazet beklemektedir. 16 Aralık 2012’de MİT müsteşarının Başbakan Erdoğan’ın emri doğrultusunda İmralı canisiyle saatler süren görüşmesi ve bunu halen sürdürmesi, 3 Ocak 2013 günü iki BDP milletvekilinin İmralı ziyareti her şeyi açıklığa kavuşturmuştur. Bu sırada, yeni bir genelkurmay başkanı daha gözaltına alınmış, ifadesi alındıktan sonra, üçüncü yargı paketiyle yürürlüğe giren adli kontrol mekanizmasıyla serbest bırakılmıştır. İmralı’nın ayağına gidenler, genelkurmay başkanlığı yapan 80 yaşını aşmış birisini onlarca polis nezaretinde Ankara’ya getirmekten ne tuhaftır ki utanmamışlardır. Türk askeri gözetimde, terörist ise her tarafta seferdedir. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, müzakere edilen öncelikli konu başlıkları arasında; √ Anadil eğitimindeki zamanlama, √ Anayasada Türk kavramının tasfiyesi ve Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması, √ KCK tutuklularının salıverilmesi, √ Yerel yönetimlere özerklik, √ İmralı canisinin hapishane şartlarının düzeltilmesi yer almaktadır. Yani Türkiye’nin bölünmesi, federasyona dönüşmesi, PKK’nın affı, İmralı canisinin önce eve, sonra da özgürlüğüne kavuşması aşama aşama gerçekleştirilecektir. Bu gelişmelerin hakimiyet ve hürriyetimize en kesif darbe olduğunu görmek istemeyenlerin, Kandil’in İmralı’ya racon kestiğini hayâsızca dile getirmeleri ise şüyu vukuundan beter bir saptırma olarak belirmiştir. İmralı canisine ses çıkaramayan, karşı gelemeyen, hatta toz kondurmayan küçük beyinlerin, asıl meydan okumanın büyük milletimize olduğunu görememeleri kendi fıtratlarıyla son derece münasiptir. Anlaşıldığı kadarıyla bu güruhun üslubu çuvallamış, ölçüsü kaçmıştır. Palavracılar, tufeyliler, yanar dönerler iş başı yapmış, müzakereleri masumlaştırmaya soyunmuşlardır. Taklit akıl ve transfer metotlarla tepki ve direnişleri törpüleyeceklerini hesaplaşmışlar, fakat yanlış hesabın Milliyetçi Hareket’ten döneceğini tahmin edememişlerdir. Üstelik bir de partimizin İmralı müzakerelerine destek olması gerektiğini söyleyecek kadar zeka ve basiret yoksunu olduklarını ispatlamışlardır. Ama hala bir şansları vardır. Ne zaman ki okyanuslar kuruyup çöle dönerse, belki o zaman bu dilekleri gerçekleşebilecek ve aradıklarını bulabileceklerdir. Şimdi sorarım sizlere, müzakere ve müzakereden sızan başlıklar ihanetin daniskası değildir de nedir? Türkiye’nin çökmesi, Türk milletinin parçalanması için daha ne yapılacak, daha neler uygulamaya koyulacaktır? Peki, şehitlerimiz boşa mı mücadele etmiş, analarımız boş yere mi evlatlarını kaybetmiştir? Bundan sonra sınırda nöbet bekleyen, dağda devriye gezen ve vatan ve bayrak müdafaasını her türlü olumsuz şartta yapan Mehmetçiğe, polise, korucuya ne diyeceğiz, neyi bahane olarak ileri süreceğiz? Recep Tayyip Öçalanla, Abdullah Öcalan ve arkalarında duran küresel yardakçıları bölünmemizi, ayrılmamızı buyurdular, ne yapalım buna rıza gösterin mi diyeceğiz? Silahlar sussun, eller tetikten çekilsin, barış güvercinleri uçsun, operasyonlar dursun, çözüm olsun, kan akmasın diyen bir eli yağda, bir eli balda PKK elçileri, millet hasımları, insanlık kaçkını yandaş kalemşor sefiller böyle yazdı, böyle istedi ve böyle talep etti, ne yapalım mı diyeceğiz? Lütfen söyleyiniz, her karışı kefensiz yatan yiğitlerle dolu olan son vatanımızı bundan sonra nasıl ayakta tutacağız? Her dağa çıkan eninde sonunda Türkiye’yi esir alacaksa, düzeni, güvenliği, hukuku ve devlet umurunu nasıl koruyacağız ve bu coğrafyada millet olarak ne şekilde var olacağız? Böylesi bir ortamda Afrika’ya gitmekten sakınmayan Sayın Başbakan söyler misin bize, partine yüzde 50 oy vermiş aziz milletimiz, PKK’yı temize çıkar, teröristleri akla, İmralı mahkumuna ipleri ver mi diye arkanda durmuştur? Daha düne kadar idamdan bahseden sen değil miydin? 2007 tarihinde Erzurum’dan attığım urganı beş yıl sonra Ankara Kızılcıhamam’da kapan sen değil miydin? Kısa süre öncesine kadar teröristlerle kucaklaşan BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaktan bahseden yine sen değil miydin? “Ben olsam asardım” dediğinle bugün yanak yanağısın, kucak kucağısın ve fiili eşbaşkanlık içindesin. Ne değişmiştir de dün ak dediğine bugün kara, dün eğri dediğine bugün doğru, dün öyle dediğine bugün böyle demektesin. Başbakan’ın kafasına kimler girmiş, başkanlık vaadiyle aklını kimler çelmiştir? Kendisini Başkan, İmralı canisini de sözde Kürdistan’a baş mı yapacaktır? Bu olanlar, bu ihtimaller ihanetin, rezaletin yanında inanın bana hafif kalacaktır. Bu olan biten Türk milletinin başına gelebilecek en büyük beladır. Kimliği defolu, zihniyeti küflü, millet bilinci sorunlu, milliyet sevgisi noksan olanlar birleşmiş ve İmralı’da buluşmuştur. Başbakan ve partisi Türkiye Cumhuriyeti’ne misilleme yapmakta, “ben de olsam dağa çıkardım” ifadeleriyle intikam almaktadır. PKK terörü ve İmralı canisi Türk milletinden ve Türk devletinden hınçla bedel istemekte, diyet ödetmek için ellerini ovuşturmaktadır. Ana muhalefet partisi CHP, komşuda pişer bize de düşer mantığıyla AKP ve PKK’nın ihanet yarışına sözüm ona kredi açarak, ön yargılı değiliz diyerek rol kapmaya çalışmaktadır. BDP ise tecridi kaldırılan terörist başıyla huşu içinde görüşmekte, saçlarının ve bıyıklarının beyazladığını ifade ederek insani bir portre çizmeye kalkışmaktadır. Medyadan sivil toplum kuruluşlarına, temas ve diyalog gurubu diye isimlendirilen terör komiserlerine kadar herkes İmralı’ya methiyeler düzmekte, göze girmenin uğraşını vermektedir. Milletimizin yakından tanıdığı Urfalı bir türkücü bile sanal ortam vasıtasıyla, insan sevdalısı bir sanatçı olduğunu ileri sürerek, özlediği barış yolunun önüne hendek değil, köprü kurulmasını istemektedir. Bu köprünün altından şehit kanı aktığını, karşı tarafında ise Kandil ve İmralı olduğunu ya anlamamakta ya da anladığı halde bundan bozuk zihniyeti gereğince gocunmamaktadır. Bir tek Milliyetçi Hareket Türk milletinin yanındadır, yalnızca milliyetçi-ülkücü hareket Türk milleti sensiz asla diyerek sağlam ve ödün vermeyecek tavır göstermektedir. Tüm bunlar olurken Başbakan Erdoğan hala sorumluluğu devlete atmaya çabalamakta, kendilerinin görüşmediğini en ufak utanma emaresi göstermeden beyan etmektedir. Sayın Başbakan, merak etmekteyiz ki, sen muz cumhuriyetinin mi başbakanısın? Yoksa Patagonya’dan mı geldin, Tanzayadan mı göç ettin? Senin ve hükümetinin talimatı olmadan Türk milletine düşman olan bir terör suçlusuyla görüşülüyorsa Türkiye yanmış, bitmiş ve kül olmuş demektir. O halde başbakanlık görevinden hiç bahsetmemen ve hemen evinin yolunu tutman en iyi ve mantıklı çıkar yol olacaktır. Bu zihniyet hala istismar peşindedir, hala kaçak güreşmektedir. Yeri gelmişken bizim Başbakan Erdoğan’a bir tavsiyemiz ve teklifimiz vardır. Nereye çalıştığı, kimlerin acenteliğini yaptığı aşağı yukarı malumumuz olan Cengiz Çandar’ın moderatörlüğünde, İmralı adasında terörist başıyla birlikte uygun bulacağınız bir televizyon kanalına birlikte katılınız. Sorundan ne anladığınızı, terörü nasıl tarif ettiğinizi şeffaf ve direkt bir şekilde aziz milletimizle paylaşınız. Sorunun teşhisinde uzlaşırsanız, bu defa da çözümden ne beklediğinizi ve çözümle neyi kast ettiğinizi müştereken açıklayınız. Çözüm olarak planladığınız önce özeklik, sonra federasyon mudur? Yoksa siz bağımsız Kürdistan’a mı çözüm diyorsunuz? Türk milletinin etnik kimliklere taksimi, vatanın ortadan ikiye ayrılması size göre çözümün bir parçası mıdır? Dağa piknik yapmak için çıkmadıklarını oniki kötü adamın en kıdemlisinden birisi olan gazeteci Hasan Cemal’e itiraf eden yılan başı ve çetesi hangi tavizlerle silah bırakacak ve hangi yollarla Avustralya’ya gönderilecektir? Bunlarla ilgili hazırlıklarınız nelerdir, anlaştığınız ve uzlaşmaya vardığınız hususlar nelerden ibarettir? Bize göre çözüm de, çare de bellidir. Önce PKK’nın tüm militanları silahlarıyla birlikte teslim alınacak veya teslim olacaklardır. Sonra haklarında Türk adaletinin vereceğe hükme razı geleceklerdir. Böylelikle Türk milletine yapılan saldırılar, ihanetler cezasız bırakılmayacaktır. Bizim terörle mücadeleden anladığımız, PKK’ya kapılanmak ve dile benden ne dilersen türünden azciyet ve çürümüşlüğe onay vermek değildir. Terörle mücadele, örgütün son militanının tesirsiz hale getirilesiye kadar sürdürülmeli, Kandil, Barzani ve İmralı Türk milletinin azametiyle sarsılmalıdır. Aksi halde iblise ruhunu ve fikrini ipotek ettirenler zafer kazanacak ve şehitlerimizin kemikleri Allah muhafaza ama, böyle giderse sızlayacaktır. Vatan evlatlarının kanının yerde kalmasına, kardeşliğimizin bozulmasına ve milletimize bölünme zehri içirilmesine tahammülümüz yoktur. Bölücülük biberonundan kana kana içen süt kardeşlerin galibiyet çığlığı atmalarına müsamahamız ve iznimiz asla olmayacaktır. Bu gelişmeler karşısında bir hususun altını çizerek duyurmak istiyorum: Madem İmralı’ya ziyaret sıklaşmıştır, değil mi ki terörist başına gitmek kutsanmıştır; bu durum karşısında İmralı’daki terörist sizin olsun. Bilininiz ki ben de Silivri’ye gidip, terörist olmakla ve terör örgütü kurmakla suçlanan, bize göre de terörle mücadelede tarihi vazife üstlenen ve bu konuda eşsiz hizmetleri bulunan 26’nci genelkurmay başkanımızı ziyaret edeceğim ve onunla Allah’ın izniyle kısa süre içinde kucaklaşacağım.
Muhterem Arkadaşlarım, Konuşmamın son bölümünde özet halinde ekonomideki son gelişmelere değinmek, zam ve fiyat artışlarına dikkat çekmek istiyorum. Yıllardan beridir, AKP hükümeti, vatandaşlarımızın ekmeğine göz dikmiş, nafakasına ilişmiş, mutfağına pimi çekilmiş bomba gibi düşmüştür. Elde, avuçta ne varsa zalim zamlarla ve fahiş vergi artışlarıyla almış, bunun adına da istikrar ve zenginlik demiştir. İnsanımızın reel geliri düşerken, en çok kullandığı ve ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlere vicdansızca zam yapılmasının bize göre başka bir izahı olmayacaktır. Her zam yoksulluğu biraz daha derinleştirmektedir. Her fiyat artışı hayat pahalılığını biraz daha çekilmez hale getirmektedir. Ve her vergi artışı, şikayetleri ve perişanlığı biraz daha genişletmektedir. AKP hükümeti işin kolayını bulmuştur. Bütçe açık mı veriyor, zamma yüklenmiş, carı denge alarm mı veriyor, tüketime kabahat bulmuş, ekonomik büyüme mi düşüyor neredeyse derin devlete suç atfetmiştir. 2013 yılında, vergilerin artışında kullanılacak yeniden değerleme oranı yüzde 7,8 artırılmıştır. Motorlu taşıtlar vergisinden ehliyete, veraset ve intikal vergisinden pasaport harçlarına, vergi cezalarından konut KDV’lerine, sigaradaki vergi oranlarından trafik cezalarına kadar zam furyası almış başını gitmiştir. AKP hükümeti delik deşik olan bütçenin finansmanı için, geçtiğimiz yılın Eylül ayında da zamlara bindirmiş ve bunu vatandaşımızın sırtına yüklemiştir. Eylülde akaryakıta, tapu harçlarına, alkollü içeceklere, ekim ayında da elektrik ve doğal gaza insafsızca, vicdansızca zam yapmıştır. Vatandaşlarımızın doğal gaz faturaları geçen yılın kış aylarına göre yüzde 30 daha pahalı olmuş, ısınmak daha da külfetli hale gelmiştir. Önümüzdeki süreçte doğal gaza, elektriğe, akaryakıta tekrar zam gelmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Hükümet bunun işaretini çoktan vermiştir. Bununla birlikte, taksi, otobüs ve dolmuş ulaşımında daha çok para harcanacak, çiftçi kardeşlerimizin şimdi bile karşılamakta zorlandıkları mazot faturası daha çok kabaracak, bunlara bağlı olarak diğer mal ve hizmetler grubunda fiyat artışı beklentileri yoğunlaşacaktır. Bilindiği üzere, enflasyon 2012 yılında yüzde 6,16 düzeyinde gerçekleşmiş, ama gerçek hayat pahalılığı bu oranı misliyle geçmiştir. 2012 yılındaki fiyat artışları konutlarda yüzde 11,37; giyim ve ayakkabılarda yüzde 8,17; lokanta ve otellerde yüzde 9,31 seviyesinde gerçekleşmiştir. Rakam ve oranlar ne olursa olsun, milletimiz pahalı yemekte, pahalı içmekte, pahalı gezmektedir. Ev kiraları cep yakmakta, mutfak giderleri, okul masrafları, ısınma ve aydınlanma maliyetleri toplamda gelirleri aşmaktadır. 2012 yılına tartışmalı hale gelen altın ihracatı, yere çakılmış büyüme oranı, artan bütçe ve cari açık miktarları damga vurmuştur. IMF’nin cari açık tehlikesine vurgu yapmasıyla, ekonomiyi soğutma çalışmaları yapılmış, ardından da büyümedeki ani gerileme yumuşak iniş olarak tevil edilmiştir. AKP hükümeti ihracatla övünmekte, ihracatla sevinmektedir. İktidar partisi 2012 yılı ihracatının, bir önceki yıla göre yüzde 12,6’lık artışını her şeyin önüne çıkarmaktadır. Oysaki ithalat 220 milyar dolar sınırına çoktan yaklaşmıştır. Görüldüğü kadarıyla ihracat ve ithalat arasındaki makas açılmaktadır. Ayrıca bu yılın ilk altı aylık süresi için belirlenen asgari ücret miktarı 774 liradır. Bu demektir ki, beş milyona yakın vatandaşımız aç, sefil ve çaresizliğe bu yılda mahkûm kalacaktır. Simit hesabıyla ekonomi tahlili yapan Başbakan Erdoğan artık simidi bile asgari ücret alan insanımızdan çok görür bir hale gelmiştir. Ekonomiyi düştüğü bataklıktan çıkarmak yerine, kendisini kurtarmaya, yandaşlarını palazlandırmaya çalışan Başbakan Erdoğan’a bu gidişle; Çile çeken işçilerimiz, sorun yumağı olan kahve üreticilerimiz, atama bekleyen öğretmenlerimiz, ağır hayat şartlarından dolayı mağdur olan memurlarımız, kandırılan emeklilerimiz, yüz üstü bırakılan esnafımız, duyarsızlığa terk edilen dul ve yetimlerimiz, perişanlığa terk edilen çiftçilerimiz haklarını helal etmeyecektir. Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, siz muhterem milletvekili arkadaşlarımı ve grup toplantımıza teşrif eden sayın misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor; başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Sağ olun, var olun.
|