Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 5 Şubat 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
5 Şubat 2013

 

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki grup toplantımızın başında hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

30 Ocak 2013 günü, Gaziantep Şehitkâmil ilçesindeki 4.Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Güneydoğu Galvaniz Fabrikası’ndaki buhar kazanının patlaması sonucunda 7 kardeşimiz rahmeti rahmana yürümüş, 7’si de yaralanmıştır.

Bu acı verici işi kazasında hayatlarını kaybeden işçilerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyor; yaralılara ise geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konularında önleyici tedbirlerin alınması, işyeri denetimlerinin sıklaştırılması ve doğabilecek risklerin henüz başlangıç safhasındayken tespit edilerek giderilmesi parti olarak en büyük temennimizdir.

Nihayetinde çalışanlarımızın güvenli ortamlarda bulunmaları, ihmal ve kayıtsızlıklara prim verilmemesi işyeri sahiplerinin sorumlulukları arasında olduğu kadar, hükümetin de yapması gereken görevlerinden birisidir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, işçilerimizin daha emniyetli, daha temiz ve daha insani ortamlarda hayatlarını kazanmalarını gelişmiş bir ülke olmanın gereği, aynı zamanda medeni bir toplum haline gelmenin de vazgeçilmez bir unsuru olarak gördüğümüzü bu vesileyle bildirmek isterim.

 

Değerli Milletvekilleri,

Geçen haftaki grup toplantımızda bir Türkmen kenti olan Tuzhurmatu’da meydana gelen ve 42 soydaşımızın canına mal olan intihar saldırısından bahsetmiş, bu canavarlığı lanetlemiştim.

Maalesef Irak Türkmenlerinin çilesi bitmemekte, acısı dinmemekte, feryadı kesilmemektedir.

 Türkmeneli’ndeki cinayetler, katliama varan kanlı saldırılar durmamakta ve azalmamaktadır.

Geçtiğimiz Pazar günü, hareket halindeki bomba yüklü bir aracın Kerkük Emniyet Müdürlüğü’ne kısa bir mesafede infilak etmesi sonucunda, ilk belirlemelere göre 33 kişi hayatını kaybetmiş, 70’i aşkın kişi de yaralanmıştır.

Bu saldırıyı kınıyor, vefat edenlere Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, tedavi altında bulunanlara da şifa temennilerimi iletiyorum.

Son günlerde Türkmen şehirlerine ve Türkmen kardeşlerimize yönelen terör ve şiddet vakaları kontrolden çıkmıştır.

Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlere, semtlere düzenlenen intihar veya bombalı saldırılar çok ciddi bir düzeye ulaşmıştır.

Kanlı eller, Türkmenlerin sindirilmesi, yıldırılması ve yok edilmesi amacıyla adeta sürek avı başlatmıştır.

ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Türkmenlere yapılan suikastlar, tutuklama, tehdit ve göçe zorlama girişimleri ne hazindir ki bugünlerde artış göstermiştir.

Türkmenler fidye maksadıyla kaçırılmakta, insan hakkı ihlallerine uğramakta, değişik görev ve statüdeki kardeşlerimiz ezilmekte ve eziyet görmektedir.

Baskı, zulüm, işkence ve asimilasyon Türkmenleri inim inim inletmektedir.

Özellikle Kerkük’ün Türkmen kimliğini gasp etmek, Türkmenleri eritmek için AKP’nin gurur kaynağı ve bölgesel bazda biricik müttefiki olan peşmerge yönetimi örtülü operasyonlara başvurmaktadır.

Kerkük’ün Türklükle simgeleşmiş anıları, Türklükle anlam kazanan idealleri ve Türklükle pekişmiş gerçekleri kıskaca alınmış durumdadır.

Kerkük zehirlenmekte, Kerkük darbelenmektedir.

Peşmerge güdümündeki paramiliter güçler, yabancı istihbaratlardan görev alan infaz memurları, bölgede gözü olan emperyalistlerin nam ve hesabına tetikçilik yapan cellâtlar Türkmen varlığına ve Türkmen şehirlerine diş bilemekte ve kan kusturmaktadır.

Türkmenlerin yüz yüze kaldığı olaylar açıkça kıyımdır, açıkça etnik temizliktir.

Türkmenler topluca katledilmekte, soykırıma tabi tutulmaktadır.

Ancak AKP’den ses çıkmamakta ve tepki görülmemektedir.

Türkmenler, Türk devletinin yardım ve desteğinden mahrum hale gelmiştir.

Başbakan Erdoğan şayet, asla istemeyiz ama, Gazze’de benzer hadiseler yaşansaydı kıyameti çoktan koparmış, çoktan sesini İsrail’e karşı yükseltmişti.

Filistin’de İsrail saldırılarından dolayı hayatlarını kaybeden kardeşlerimiz insandır da, Türkmenelin’de periyodik olarak infaz edilen Türkmen kardeşlerimiz insan değil midir?

Türkmenlerin, ilgisizliğe, duyarsızlığa terk edilmesinin, hatta hiç dikkate alınmamasının sebebi nedir?

Hemen hemen her gün Irak Türkmenleri ölüme mahkûm edilirken, Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasi iradenin sessizliğini neyle izah etmek mümkündür?

Suriye’ye, Somali’ye ve Arakan’a yardım toplamak ve destek vermek için sıraya girenler konu Kerkük ve Türkmenler olunca neden ortaya çıkmamaktadır?

Başbakan Erdoğan Türkmenleri neden görmemekte, şikâyet ve çağrılarına neden kulağını tıkamaktadır?

Erbil’e, teröristlerle müzakere ve mütareke görüşmeleri amacıyla gitme hazırlıkları yapan AKP memurlarının aklında ve ajandalarında Türkmenlere yapılan saldırılar var mıdır?

Başbakan’ın açılım ortağı, çözüm yoldaşı ve yıkım fotoğrafında hemen yanıbaşında duran Barzani’ye karşı Türkmenlerin hak ve hukuku ne zaman savunulacak, ne zaman korumaya alınacaktır?

Başbakan Erdoğan’ın peşmerge başı Barzani’ye ve onun arkasında duran küresel mihraklara acaba bir vaadi mi vardır?

Dışişleri Bakanlığı tarafından 3 Şubat 2013 tarihinde yapılan açıklama bu yöndeki kuşkularımızı oldukça belirginleştirmiş ve yüzeye çıkartmıştır.

Özet olarak bu açıklamada; Kerkük’ün farklı köken ve inanca sahip grupların tarih boyunca barış içinde yaşadıkları bir yer olduğu, terör olaylarının Kerkük ve Tuzhurmatu gibi etnik ve mezhepsel bakımdan çoğulcu nüfus yapısına sahip şehirlerde yoğunlaştığı vurgulanmıştır.

Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamanın hiçbir yerinde Türkmenlerden, Türkmen şehirlerinden bahsedilmemiş, böylesi bir hassasiyet sergilenmemiştir.

Gazze’de ağıtlar yakan, tıpkı Hamas görevlisi gibi davranan Dışişleri Bakanı nedense Türkmenleri yok saymış, hiç kaale almamıştır.

Oysaki geçtiğimiz yıl gerçekleştiremediğimiz Kerkük ziyaretimizin öncesinde, apar topar bu Türkmen kentine giden Dışişleri Bakanı, 2 Ağustos 2012 günü burada aynen şöyle demiştir:

“Sizin burada tırnağınıza küçük bir diken batsa, onun acısını 75 milyon Türk Anadolu’da hisseder.”

Bu sözleri söyleyen hükümet zihniyetinin ne kadar tutarsız, ne kadar samimiyetsiz, ne kadar istismarcı olduğu açıkça anlaşılmıştır.

Türkmenlere diken batmamakta, ama bağırlarında bomba patlamakta, canları alınmaktadır.

Ancak AKP hükümeti, Kerkük’ün tarihsel bir gerçeği olan ve Allah’ın izniyle de hiç kimsenin değiştirmeye gücü yetmeyeceği Türkmen kimliğinin lağvedilme girişimlerine omuz silkmekte, suspus halde put gibi durmaktadır.

Unutulmasın ki, Barzani’ye, AKP’ye, bölücülere, küresel vampirlere inat Kerkük Türk’tür ve ilelebet Türk kalacaktır.

Kimse nefesini boşuna tüketmemelidir; yer demir, gök bakır olmadıktan sonra bu gerçek değişmeyecektir.

Elbette Barzani’nin Türkmenleri merkezine alan tedhiş, tedip ve tenkil adımları Türk milletinin ciğerini yakmaktadır.

Ne var ki AKP hükümeti İmralı’da teröristbaşıyla yürüttüğü görüşmelerin bir diğer ayağını sıkı fıkı olduğu Barzani’nin himayesinde Erbil’de PKK’yla birlikte ilerlettiğinden ve Türk kimliğine özürlü bakışından dolayı her şeyi sürüncemeye bırakmıştır.

Eşe ve dosta Irak’ın kuzeyinden temin edilen enerji ihaleleri dahi Türkmenliğin ve Türkmen illerinin önüne geçmiştir.

Çünkü AKP’nin menfaati için yapmayacağı çirkeflik, atmayacağı iftira, taviz vermeyeceği milli gerçeklik kalmamıştır.

Olan biten tüm gelişmeler karşısında Türkmenler kaderine terk edilmiş, Barzani’nin gönlü yapılmış ve Türkmen kentleri yüz üstü bırakılmıştır.

Türkmeneli; Türk milletinin hayat damarlarının geçtiği, bekamızın ve güvenliğimizin muhitinde bulunan çok önemli bir bölgedir.

Kerkük bizim için Ankara’dır, İstanbul’dur, Erzurum’dur.

Kerkük bizim için aşktır, tutkudur ve bağlanıştır.

Türkmen yurtları gözbebeğimiz, canımız ve içimizde dolaşan kandır.

Nasıl ki, vatanın pazarlığı olmazsa, Türkmeneli’nde sıra sıra dizilmiş milli ziynetlerin de tavizi asla olmayacaktır.

Biz Musul ve Kerkük’ün kaybına onyıllardır üzülüyoruz, onyıllardır kahrediyoruz.

Bu stratejik nitelikli tarihi Türkmen yurtlarının elimizden kayıp gitmesinin yasını ve kederini içten içe yıllardır tutuyoruz, yıllardır yaşıyoruz.

Şimdi de Türkmenliğin silinmesi, Türkmen kentlerinin teröristlerin hamisi peşmerge tarafından gasp edilmesiyle karşı karşıyayız.

Ancak büyük Türk milleti buna izin vermeyecek ve oynanan oyunu mutlaka bozacaktır.

Bu kapsamda olmak üzere, Irak Merkezi Yönetimi, Türkmenleri koruyucu, hayat ve varlık haklarını güvenceye alıcı tedbirler geliştirmeli ve Türkmeneli’ne sahip çıkmalıdır.

Irak’ın iç karışıklıktan sıyrılarak düzen ve denge içine girmesi, etnik ve mezhep temelli anlaşmazlıklarını tam anlamıyla bitirerek birlik ve bütünlüğüne ulaşması en samimi dileğimizdir.

AKP hükümeti biraz insafı ve milli vicdanı kaldıysa acilen Türkmen katliamının önüne geçmek için başta diplomasi yolları olmak üzere her türlü çareye başvurmalıdır.

Akan Türkmen kanı durmadan bize rahat yoktur.

Türkmen kentleri baruttan, bombadan ve silahtan arındırılmadıktan sonra tatmin olmamız, sükûnet bulmamız söz konusu değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi Türkmen kardeşlerinin her zaman yanında olacak, her desteği sonuna kadar verecek ve her zaman da dua ve özlemle sevgisini gösterecektir.

Şunu da herkes bilsin ki, Türkmen’e kalkan eli kıracak, saldırıları yeri ve zamanı gelince def edecek büyük bir güç vardır ve o da büyük Türk milletinden başkası değildir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Geçtiğimiz Cuma günü, ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine yapılan canlı bomba saldırısı hepimizi üzmüştür.

Bu hunhar saldırıyı gerçekleştiren yasa dışı sol bir örgüt militanı vücuduna yerleştirdiği bombayı elçiliğin nizamiye giriş kapısında patlatarak güvenlik görevlisi Mustafa Akarsu’nun ölümüne ve gazeteci Didem Tuncay’ın yaralanmasına neden olmuştur.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinde görev yaparken hayatını kaybeden kardeşimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, saldırıdan yaralı olarak kurtulan gazetecimize acil şifalar temenni ediyorum.

Bu intihar saldırısının gerçekleşme zamanı şüphesiz son derece dikkat çekici olup üzerinde durulmaya değerdir.

Söz konusu eylemin Ankara’nın göbeğinde meydana gelmesi herkesi düşündürmelidir.

Türkiye’nin içine düştüğü bunalımlı atmosfer, gerilim ve pamuk ipliğine bağlı ilişkiler ağıyla, bölgesel tansiyondaki alarm verici yükselişler birlikte ele alındığında bu eylemin yapılış amacı daha iyi anlaşılabilecektir.

Ve bu ne ilk ne de son vahşiyane bir hadise olacaktır.

Şu kadarını ifade etmeliyim ki, Türkiye güvensizliğin, şaibeli simaların, sabotaj ve eylemlerin kol gezdiği bir ülke haline gelmiştir.

Canlı bombalar, teröristler, kan akıtmanın hedefinde olan karanlık emeller başkent Ankara’ya kadar elini kolunu sallayarak gelebilmekte ve işin püf noktası da, planladıkları eylemleri kolaylıkla icra edebilmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Emniyet teyakkuzdaydı, maalesef önlenemedi” beyanı da başarısızlığın, yetersizliğin ve beceriksizliğin işareti olarak görülmelidir.

Bu akıl almaz tedbirsizliğin, izahı mümkün olmayan aymazlığın ortaya çıkardığı gerçek; güvenlik konularında çok ciddi açık ve zafiyet olduğunun gün yüzüne çıkmasıdır.

Bunlar olurken, hükümet nerededir ve neyle meşgul olmaktadır?

Bedenlerini ölüm makinesi yapan suikastçılar, saldırganlar ve insanlık düşmanları büyükşehirleri mesken tutmuşken, Başbakan ve hükümeti nereye sinmiş, nereye gitmiştir?

Bundan sonra ses getirecek büyük bir eylemin olması halinde AKP hükümeti bunun hesabını nasıl verecektir?

Başbakan Erdoğan, “Ne yapalım İmralı’da pazarlık yapıyorduk, tüm dikkatimizi buraya vermiştik, fark edemedik mi” diyecek, bu şekilde mi bahane üretecektir?

Oslo’da PKK’yla yapılan görüşmelerde, MİT eski müsteşar yardımcısı tarafından gündeme taşınan, metropollere PKK tarafından yerleştirilen bombaların bulunup bulunmadığı, bunlar hakkında hangi işlemlerin yapıldığı hala muammadır.

Meydanı boş bulan katiller her taraftadır, suikastçılar köşe başlarını tutmuştur.

Bilhassa, Paris’te üç PKK’lı kadın militanın öldürülmesiyle başlayan sancılı ve kaotik ortam gittikçe keskinleşmekte ve aşama kaydetmektedir.

Son derece kuşkulu bir ortam, tehlikelerle çevrelenmiş bir süreç milletimizi tehdit etmekte, vatandaşlarımızın günlük hayatını ve gelecek hayallerini örselemektedir.

AKP, bir ucunda İmralı, diğer ucunda Erbil’in olduğu ihanet koridorunda tüm mesaisini ve enerjisini sarfederken, Türkiye kötü niyetlilerin hışmına uğramakta, hıncına maruz kalmaktadır.

Gelişmelerin şakaya gelir tarafı, hafife alınacak bir yanı yoktur.

Bin Ladin’in damadı Ankara’da yakalanmakta, cinayet örgütleri Türkiye’nin orta yerinde cirit atmaktadır.

Kendisinden 12 gün haber alınamayan, arkasından da İstanbul’da ölü olarak bulunan ABD’li bir kadının akıbeti, niçin böyle bir sonla karşılaştığı derin bir sır olarak ortada durmaktadır.

Elbette bu cinayetin esrar perdesi aralanmalı, gerçek neden ve failleri mutlaka bulunmalıdır.

Kim ya da kimler ABD’li kadına kıymış ve canından etmiştir?

Bu sorunun cevabı gecikmeksizin aydınlatılmalıdır.

Türkiye iyiye gitmemektedir.

Türkiye doğru bir yolda bulunmamaktadır.

AKP’nin teröristlerle düşüp kalkması, utanmadan İmralı’ya kapılanması, Kandil’e gönül vermesi büyük belaları üzerimize çekmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla kışkırtmalara, ajitasyonlara, tuzaklara, tahrik kampanyalarına gün doğmuş, fırsat penceresi açılmıştır.

AKP hükümeti terörle açık açık, göstere göstere müzakere yaparken, terör örgütleri arayıp da bulamadıkları uygun, rahat ve risksiz bir ortama ulaşmışlardır.

Çünkü terörist olmak geçer akçe, terör taraftarlığı moda ve makbul meslek haline dönüşmüştür.

Türk milleti böylesi bir rezilliğe layık olmadığı gibi, bunu taşımaya mecbur da değildir.

AKP hükümeti daha fazla milletimizin haysiyetiyle, dokunulamaz ve el sürülemez haklarıyla oynamamalı, önünde daha zaman varken girdiği karanlık mecradan çıkacak dirayeti göstermelidir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Ülkemiz, kötü günleri, fecaate yakın hadiseleri normalleşme, özgürleşme ve demokratikleşme adı altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır.

Sözde çözüm ve barış atına binerek bölücülüğün narasını atanlar, bölünmenin flamasını sallayanlar ve bölmenin seyisliğine soyunanlar her tarafı sarmaktadır.   

Abartısız söylemek lazımdır ki, içimizdeki yangın büyümekte, yüreğimizdeki sancı fazlalaşmaktadır.

Etnik temelli bölücü mihraklar, AKP mutfağında sütten çıkmış ak kaşık haline dönüşmektedir.

Milli kimliğimiz mimlenmekte, milli kültürümüz fişlenmekte ve Türklük değerleri hakarete ve tacize uğramaktadır.

Türkiye her gün huzursuzluğun farklı bir rengiyle tanışmakta, hizip ve çekişmelerin farklı bir üslubuyla karşılaşmaktadır.

Ayrımcılıktan beslenenlere, anarşiden ve asayişsizlikten geçinenlere gün doğmaktadır.

İhanetle yolu kesişenlere, bindiği dalı kesenlere, milli gurur yelkenlerini suya indirenlere, dağılma ve parçalanmayla ruhunu birleştirenlere kucak açılmaktadır.

Türk’süz millet, milletsiz Türk arayışları; kimliksiz millet, milletsiz kimlik talepleri ahlaksızca ilerletilmekte ve propagandası yapılmaktadır.

Irkçılık virüsü, millete nifak sokma yüzsüzlükleri bizzat bölücülük limanına demir atan AKP, BDP, İmralı ve Kandil organizasyonuyla yönetilmekte ve yaygınlaştırılmaktadır.

Bugünkü ortam, Türk milletinin aleyhine olacak her türlü provokasyonun, kirli ve yüz kızartıcı ilişkilerin çabucak yeşerip büyüyeceği kaygan ve kaypak bir zemine kaynaklık etmektedir.

Aziz milletimiz çok boyutlu ve çok aktörlü sürdürülen bir operasyon sayesinde gün be gün zayıflatılmakta, yavaş yavaş milli köklerinden koparılmaktadır.

AKP, her şeyiyle bunun kontrol ve gözetimini temin etmekte, köhnemiş sürecin devamını sağlamaktadır.

Tümüyle ortadadır ki, hükümet, PKK’yla müzakereleri sürdürmek amacıyla vicdanı sızlamadan her değerimizi çiğnemekte, her yola başvurmaktadır.

Öyle ki, Türk milleti ağır bir baskı ve dayatmayla karşı karşıyadır.

İmralı canisi Başbakan’ın yeni gözdesi, yeni sırdaşı ve yeni ortağı olarak gittikçe sivrilmektedir.

Umutlar milletimizin kanını döken caniye bağlanmaktadır.

Bebek katilinden sihirli dokunuşlar, tılsımlı sözler, esrarengiz yöntemler beklenmektedir.

Bölücü terörün siyasetteki uzantısı olan BDP ise, AKP’yle bütünleşmekte, aynı karede elele pozlar vermekte, zaman zaman da mızıkçılık yapmaktadır.

AKP ile BDP’nin yapışık ikiz olduğunu ifade ederken; ne kadar haklı olduğumuz, ne kadar yerinde bir tespitte bulunduğumuz bir kez daha anlaşılmış ve ortaya çıkmıştır.

Gelişmeler AKP’yle BDP’nin bunun da ötesine geçtiğini ispat etmiştir.

AKP; tam olarak BDP’nin klonlanmış, PKK’nın genetiği değiştirilmiş değişik formatından başka bir şey değildir.

Polise silah çekmeye teşebbüs eden, aklı ve gönlü dağda kalmış, fikri ve insan sevgisi kurumuş BDP’li sefiller Başbakan’ın yanında hizalanmış, yanında çözüm sırasına girmiştir.

Bu insaniyet ve merhamet yoksunlarının eğer ellerine fırsat geçerse ne yapacakları, hangi zalimlikleri gösterecekleri ve kinlerini nasıl kusacakları ortadadır.

O kadar ki, BDP’li ırkçılar, AKP’den aldıkları yardım ve destekle Türk milletinin arasına nifak sokmak, fitneyi güçlendirmek için heyecan içindedirler.

Şu ibret verici sözler geçtiğimiz günlerde BDP’li bir milletvekili tarafından TBMM’nde dile getirilmiştir:

“Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz. Haddinizi bileceksiniz.”

Bize göre, dağda Mehmetçiğe sıkılan kurşunla, Meclis’te sarfedilen bu aşağılık düşünceler arasında hiçbir fark yoktur.

Bilinsin ki, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan bir sebeple göç eden aziz milletimin muhterem fertlerine son yurdumuz analarının ak sütü gibi helal olup, asıl sahipleri onlardır.

Hiç kimse asalet, hamiyet ve vakarla bütünleşmiş kardeşlerimize yabancı ve sığıntı muamelesi yapamayacaktır.

Bu ahlaksızlığın, bu marjinal ve ufalayıcı kafa yapısının her şartta da karşısına dikilir ve Allah’ın izniyle haddini bildirmekten de çekinmeyiz.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Başbakan’ın ani dönüşleri, kapatılamayan çelişkileri, dün söylediğini bugün yalanlayan tutumu arşa varmış, eşikleri aşmıştır.

İçinde bocaladığı kafa karışıklığı, telaşlı ve panik içinde tercih ettiği siyasi kararları şahsının hezeyanlara teslim olduğunun delilidir.

Bir ara bölücü militanlarla buluşan bazı BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmaktan, İmralı canisini idam etmekten bahseden Başbakan Erdoğan, şimdilerde bundan 360 derece çark etmiş ve hatta İmralı’yı da kapsamına alan gizemli bir dokunulmazlık kümesi oluşturmuştur.

Başbakan için İmralı’dan gelecek haberler, İmralı’nın atacağı adımlar her konunun önüne geçmiştir.

Yeni anayasa hazırlığı sürecine direkt müdahale ettiği anlaşılan caninin, anayasa yazımıyla ilgili AKP içinden isimler önermesi, üstelik Erbil’e gidecek müzakere görevlilerine itimat göstermesi, geri planda AKP-BDP-PKK arasında yapılan çalışmaların ve mutabık kalınan hususların neler olduğuyla ilgili hepimize bir fikir vermektedir.

Başkanlık sistemini tesis etmek, federasyon modelini hayata geçirmek ve üniter yapıyı eritmek için Başbakan Erdoğan ve bölücü şebeke eşgüdüm halinde devrededir.

Türklüğün anayasadan çıkarılması, Türklüğün idam fermanının kanlı ve bölücü eller tarafından yazılması etaplar halinde zemin bulmaktadır.

Türk milleti, içimize kadar sızmış Haçlı zihniyeti tarafından tarihin derinliklerine gömülmek istenmektedir.

Varlığımıza ömür biçilmekte, birliğimize hançer sallanmakta, kardeşliğimize zehir enjekte edilmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın Mart ayının sonuna kadar yeni anayasa hazırlığıyla ilgili yürütülen çalışmalara vade biçmesi, 19 Ekim 2011 tarihinden beri faal halde çalışan Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu sabote etmek için fırsat kollaması kimlerle gizli kapaklı işler çevirdiğini aslında deşifre etmektedir.

Referandum kartını tekrar gündeme taşıması da İmralı canisiyle bu hususta söz kestiğinin işareti olsa gerektir.

AKP-CHP- BDP- PKK Türk milletini ayırmak, kimliğinden koparmak ve anılarından mahrum etmek için işbirliği halindedir.

Her ortamda konuşmayı marifet sayan bir başbakan yardımcısı, AKP hükümetinin doğrudan doğruya PKK’yla görüştüğünü şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde ikrar etmiş, bunu da korkusuzca seslendirmiştir.

Bu çerçevede şerefsizlik bir kez daha adresini ve asıl sahibini bulmuş, yakasına asılmıştır.

AKP, silahlı bölücülerin taleplerini milletimize hazmettire hazmettire kabul ettirmek için olağanüstü bir çaba ve gayretin içine girmiştir.

PKK’nın silahla yapamadığı ne varsa hükümet çözüm maskesiyle aşama aşama yerine getirmektedir.

Ve milletimiz aldatılmaktadır.

Çözülen terör değil, Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Çözülen ağır bölücülük sorunları değil, tarihi ve sosyolojik mevcudiyetimizdir.

Çözüm çağrıları altında; Türk devleti haraç mezat teslim edilmekte, vatanımızın ocağına incir ağacı dikilmekte, Türk milleti parçalanmakta ve bölücülük meşrulaştırılmaktadır.

PKK’nın, sanki bir şey olmamış gibi, hatta tövbeye gelerek silah bırakacakmış iması hayâsızca yutturulmaya çalışılmakta, militanlara bizzat Başbakan tarafından her platformda güvenceler verilmektedir.

Sağduyu sahibi, milli duyarlılıklarından şüphe etmediğim AKP’ye oy vermiş değerli kardeşlerimle birlikte, vatansever özellikteki AKP’li milletvekili arkadaşlarım olan bitenlerden fazlasıyla rahatsızdır.

Başbakan Erdoğan PKK’ya pik yaptırtmakta, genel af için son rötuşları yapmaktadır.

Görünen odur ki, PKK, AKP’nin sırtını yere getirmiş, Başbakan ve zihniyetinin üzerinde hiç hakkı olmayan Türk vatanına çözüm ve barış ambargosu koymuştur.

Bunun yanında, “İmralı beklentilerimize cevap verecek noktaya doğru adımlarını atıyor” sözleriyle süreç diye tarifi yapılan ihanetin nasıl yürüdüğünü ve ne durumda olduğunu dile getirmektedir.

Milliyetçiliğe, Türk’e, Türkçülüğe ve son tahlilde millete ait olan her kıymete savaş açan Başbakan Erdoğan, İmralı canisini memnun ve mesut etmek için var gücüyle uğraşmaktadır.

İmralı kuralları, İmralı nasihatleri, İmralı mesajları AKP’nin gözünü kör etmiş, siyasetini haciz altına almıştır.

Ortaya çıkan kara tablo bunu resmetmektedir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan, katıldığı bir televizyon programında; genelkurmay başkanlarına ve diğer generallere terör örgütü mensubu demenin ciddi bir yanlış ve affedilemez olduğunu söylemesi bizim tarafımızdan ilgi ve hayretle karşılanmıştır.

Bilhassa Sayın İlker Başbuğ’un tutukluluk halini eleştirerek kendisine terör örgütü mensubu diyenleri tarihin affetmeyeceğini iddia etmesi de Başbakan için bir gelişme, ancak dünüyle de taban tabana zıtlıklar içermektedir.

Bizim görüşlerimize gecikmeyle de olsa ulaşması kendisi adına her yönüyle sevindiricidir.

Başbakan Erdoğan kendine güveniyor ve bu düşüncelerinde dürüst ise, o zaman elini taşın altına koyma vakti gelmiş demektir.

Hatırlanacağı üzere, 17 Şubat 2012 tarihinde yapılan bir kanun değişikliğiyle MİT Müsteşarıyla ilgili İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kesintiye uğratılmış ve Başbakan’ın iznine bağlanmıştır.

Başbakan Erdoğan bu konuda büyük bir hassasiyet göstermiş ve partisini adete teyakkuza geçirmiştir.

Bilindiği üzere, genelkurmay başkanları da Başbakan’a bağlı olarak çalışmaktadır.

Aynı duyarlılık ve yakınlık Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en yüksek noktasında bulunmuş komutanlar içinde sergilenmelidir.

Bu durum karşısında, artan mağduriyetler ve hak kayıplarından dolayı yeni bir yasal düzenleme yapılması zorunluluk halini almıştır.

Başbakan Erdoğan televizyonlarda sızlansa da, Sayın Başbuğ başta olmak üzere, birçok muvazzaf ve emekli askerin tutukluluk halleri devam etmektedir.

Bu haksızlıkları önleyebilmek, soruşturma ve kovuşturmanın sağlıklı ve adaletli yürüyebilmesi için bazı yasal adımların atılması mecburiyet halini almıştır.

Başbakan Erdoğan ve partisini; Sayın İlker Başbuğ’un, görevde veya emekli olsun diğer askeri kişilerin muhatap kaldıkları usulsüzlük ve hukuksuzlukları ortadan kaldıracak kanuni hazırlıkları yapmaya davet ediyor, parti olarak atılacak her adıma sonuna kadar destek vereceğimizi buradan söylemek istiyorum.

Başbakan Erdoğan, genelkurmay eski başkanı Sayın Başbuğ tutuklandıktan bir kaç gün sonra partisinin Meclis grup toplantısında;

“Darbeci, vesayetçi anlayışla hesaplaşmadan ileri demokrasiye ulaşabilmenin imkânı yoktur. Biz, siyasi zeminde bu anlayışların yanlışlarını ortaya koyarken, yargı da kendi açısından hesap soruyor, olayları aydınlatmaya çalışıyor,” diyerek,

“Çeteler, mafya, darbeciler, diktacılar, -buraya dikkatinizi çekerim-, andıççılar eski Türkiye manzarasıdır. Yeni Türkiye, artık ileri demokrasiyle, hukuk devleti anlayışla, sivilleşmeyle şekilleniyor,” biçiminde görüş belirtmiştir.

Başbakan’a göre, Sayın Başbuğ’un tutuklanmasıyla Türkiye’de demokrasi, millet iradesi güç kazanmıştır.

Ek olarak da yargı hiçbir baskı olmadan, hiçbir etki altında kalmadan korkusuzca görevini yerine getirmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın ileri sürdüğü tez ve mülahazalar bu şekildedir.

Bu gerçekler ışığında cevabını aradığım ve aslında doğru şıkkı tek olan sorum şu olacaktır:

Tarih asıl kimi affetmeyecek, Türk milleti kimi bedduayla hatırlayacaktır?

Başbakan bu sorunun cevabını verebilecek midir?

Yoksa altından kalkamayacağı yeni bir şeref polemiğiyle işi yokuşa mı sürecektir?

Türk Silahlı Kuvvetleri bugün terör örgütü, genelkurmay başkanları da teröristbaşı olarak alçakça suçlanıyorsa bunun gerisindeki zanlı ve müstehzi ifadelerle ellerini ovuşturan failler bellidir.

Adalet ve Kalkınma Partisi ile işbirlikçilerini gören, tanıyan ve bu zamana kadarki icraatlarının bilincinde olan herkes siyasallaşmış yargı yoluyla Türk ordusunu köşeye sıkıştıran nankörleri, riyakârları ve helale yüzünü dönen gafilleri ayırt edebilecektir.

Bunlar; Brüksel’de AB’ci, Moskova’da Şanghay’cı, Libya’da NATO’cu, Suriye’de El Kaide’ci, Mısır’da İhvan’cı, Filistin’de Hamas’çı, Erbil’de peşmergeci, Kıbrıs’ta EOKA’cı, Atina’da Megali İdea’cı, Ortadoğu’da sultancı, ABD’de BOP’çu, Kandil’de barışçı, İmralı’da çözümcü, Doğu’da Kürtçü, Batı’da özgürlükçü, ama gelgelelim bir türlü Türk olamayan, Türkçülüğe de çakaralmaz silahlarıyla namlu çeviren fikirsizlik vebasına yakalanmış zavallılardır.

Bunlar gemici olmuş denizlere açılmıştır, ama millet gemisinin yönünü kayalıklara çevirmekten çekinmemişlerdir.

Bunlar mısırcı olmuştur; ama Türk devletini mısır taneleri gibi dağıtmayı kafalarına koymaktan geri durmamışlardır.

Bunlar, yağcılıkta sınır tanımayan, yeminlerle ilelebet, ezeli ve ebedi başkanlık ilanı yapan aklını kaçırmış güruhun bizzat aynadaki akisleridir.

Ne fayda ki, Başbakan Erdoğan’ı bu dalkavukluklar kurtaramayacaktır.

Nihayetinde şahsının fikirleri olgun, iddiaları berrak, hedefleri idealist değildir.

İşine nasıl geliyorsa öyle hareket etmekte, keyfi neyi öngörüyorsa bu şekilde konuşmaktadır.

Düşüncelerindeki tenakuzlar diz boyu olup, çizmeyi çoktan aşmıştır.

Yırtık büyük, yama küçüktür.

Başbakan İsrail’in Suriye’ye saldırmasını suya sabuna dokunmayacak ifadelerle pas geçmiş ve Siyonizmle aynı hedefe kilitlenmiştir.

Suriye’nin bombalanmasını, İsrail’in cüretkâr ve vahşi saldırganlığını hayret verici şekilde görmezden gelmiş ve basit sözlerle geçiştirmiştir.

Diğer taraftan, AB konusunda da birbirini tutmaz açıklamaları, Şanghay İşbirliği Örgütü konusundaki temelsiz atışları son günlerin ana gündem konuları arasına girmiştir.

Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın Çin’in stratejik amaçlarıyla vücut bulduğu, artan enerji ihtiyacını karşılamak için manivela işlevi gördüğü ve bunun için Türk dünyasını atlama taşı olarak kullandığı bildik gerçekler arasındadır.

Bu birliğin temelinde Doğu Türkistan’a yapılan zulümler vardır.

AKP’nin, Suriye meselesinde ters düştüğü ülkelerle bütünleşme arayışları gerçekten politikasızlığın ve yönsüzlüğün dik alasıdır.

Bununla beraber, yıllar evvel, Avrupa Birliği’yle Katolik nikâh yapmanın yollarını arayan Başbakan, şimdi boşa atıp dolu tutmanın peşine düşmüştür.

2004 yılında havai fişeklerle yapılan kutlamalardan sonra, 2013’te hava gazına dönüşen AB macerası her anlamda sorgulanmaya muhtaçtır.

Sayın Başbakan, madem AB’yi bu kadar sorguluyorsun, madem 50 yılı aşkındır oyalandığımızı haklı olarak ifade ediyorsun, o zaman müzakere defterini kapat, üyelik sürecini tek taraflı olarak askıya al da senin samimiyetini, cesaretini görelim ve alkışlayalım.

Bu haftaki konuşmama son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor; bereket, bolluk ve başarı içinde geçireceğiniz bir hafta diliyor, hepinizi Yüce Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.