Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin Değerli Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Sözlerime başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Belediye başkanlarımızla her yıl düzenlediğimiz istişare toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Bu toplantımızda, 3 Kasım 2002 seçimleriyle ilgili değerlendirmelerin yanı sıra, Belediyelerimizin hizmetlerinin bir muhasebesi yapılacak ve bu çerçevede önümüzdeki mahalli seçimlere kadar yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır. İstişare toplantımıza geçmeden önce, Milliyetçi Hareket Partisi'nin son gelişmelerle ilgili görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak istiyorum. Türkiye dış politika alanında çok zor ve sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs konusunda yaşanan son gelişmeler, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bu konularda sergilediği tutarsız yaklaşımlar, ciddi endişe ve tereddütlere yol açmıştır. Türkiye için adeta bir kader imtihanı olarak takdim edilen Kopenhag zirvesi dün sonuçlanmış; Avrupa Birliğinin Türkiye'ye bakış açısı ve Kıbrıs konusundaki gerçek niyetleri ortaya çıkmıştır. Kopenhag kararları, maalesef çok ciddi olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir sürece girildiğini göstermektedir. Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Dış politika, günübirlik değerlendirmelerden ve siyasi istismar hesaplarından uzak tutulması gereken çok hassas bir alandır. Türkiye'nin temel çıkarlarını ve güvenliğini ilgilendiren konuların, hem gereken ciddiyet ve hassasiyetle, hem de partiler üstü bir anlayışla ele alınması hepimiz için milli bir görev ve sorumluluktur. Milliyetçi Hareket Partisi, 58. Hükümete bu gidişat karşısında samimi uyarılarda bulunmayı, böyle bir sorumluluk anlayışının gereği olarak görmektedir. 58. Cumhuriyet Hükümetinin de bu konulardaki uyarılarımızı aynı anlayışla değerlendireceğini ümit etmekteyiz. AKP iktidarı 3 Kasım seçimlerinden bu yana geçen süre içinde çok başlı ve tutarsız bir yönetim anlayışı sergilemiştir. Dış politika konularında tutarlı ve ciddi bir yaklaşım izleyememiş, yönünü rotasız ve pusulasız bulmaya çalışan bir dağınıklık tablosu çizmiştir. Bilindiği gibi, yeni hükümetin kuruluş döneminde dış politika konuları ön plana çıkarılmış ve Avrupa Birliğinden müzakere tarihi alınmasının 58. Hükümetin birinci önceliği olduğu açıklanmıştır. Ancak, AKP yönetimi basiretsiz bir yaklaşımla Kıbrıs konusunu da bu denklem içine sokmuştur. Bunun sonucu Kıbrıs sorunu Avrupa Birliği ile irtibatlandırılarak yanlış ve tehlikeli bir zeminde tartışmaya açılmıştır. Birleşmiş Milletlerin sunduğu çözüm planı bu tartışmaların odak noktasını oluşturmuştur. Kıbrıs'taki Türk varlığının ve milli kimliğinin zaman içinde yok olması sonucunu doğuracak bu plan, Türkiye ve Kıbrıs için en ideal çözüm modeli olarak takdim edilmeye çalışılmıştır. Türkiye, bu süreçte, milli çıkarlarını ucuz pazarlık konusu yapmaya hazır bir devlet konumuna sokulmuştur. Özellikle, Kıbrıs konusu Avrupa Birliğinden esasen hakkımız olan müzakerelere başlangıç tarihi alabilmek karşılığında bir pazarlık unsuru olarak görülmüştür. Bu iki konu arasında organik bir bağ kurulması için adeta davetiye çıkarılmış, Avrupa Birliğine bu yönde cesaret verilmiştir. Bunun sonucu, Kıbrıs sorununun bir oldu - bittiye getirilerek Avrupa Birliği perspektifine ve takvimine uygun bir şekilde çözümü için yoğun bir baskı ve zorlama süreci harekete geçirilmiştir. Türkiye, temelden sakat bir pazarlık zeminini kendi rızasıyla hazırlamıştır. Bunun karşılığında "şartlı tarih" ve "tarih randevusu" gibi sus payı olarak verilecek herhangi bir işaretle yetinileceği izlenimi yaratılmıştır. Kopenhag zirvesine böyle bir süreç sonunda gelinmiştir. Bu süreçte yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin dış politika alanında tehlikeli bir yola sürüklenmekte olduğunu göstermektedir. AKP yöneticilerinin ve 58. Hükümetin bu konularda izlediği yaklaşımın, ilerisi için çok ciddi bir endişe kaynağı teşkil ettiğini üzülerek belirtmek istiyorum. Değerli Basın Mensupları, Türkiye'nin adeta kilitlenerek beklediği Kopenhag zirvesinde müzakere tarihi alınacağı konusunda Türk kamuoyunda büyük beklentiler yaratılmış ve zirve öncesi yoğun bir şartlandırma kampanyası yürütülmüştür. Ancak, bütün bu beklentiler karşılık bulamamıştır. Kopenhag zirvesinde Avrupa Birliği Türkiye'ye bakış açısını ortaya koymuş, Kıbrıs'ın üyeliği konusundaki siyasi kararını da sonuçlandırmıştır. Türkiye sonunda gerçeklerle yüz yüze kalmıştır. Açık olan gerçek sonuç şudur: Zirvede Türkiye'ye müzakere tarihi verilmemiştir. Bunun ötesinde, şarta da bağlansa müzakereler için somut bir tarih dahi telaffuz edilmemiştir. Sadece, Türkiye'nin belirli şartları yerine getirmesi halinde konunun 2004 yılı sonunda yeniden değerlendirileceğinin belirtilmesi ile yetinilmiştir. Diğer bir deyişle, Türkiye'ye müzakere tarihi verilip verilmemesinin ancak iki yıl sonra ele alınacağı yolunda hiçbir somut anlam taşımayan bir mesaj verilmiştir. Sonuçta Türkiye'ye diğer hiçbir aday ülkeye uygulanmayan yeni bir bekleme dönemi uygun görülmüştür. Avrupa Birliğinin bir aday ülke ile müzakerelere başlama kararını bir yıl içinde iki kere yapılan zirve toplantılarında aldığı bilinen bir gerçektir. Durum bu iken, bu konuda Türkiye bakımından yapılacak değerlendirme şimdiden iki yıl ileriye atılmıştır. Bu arada yapılacak üç zirve toplantısında Türkiye konusunun ele alınmaması peşinen kararlaştırılmıştır. Türkiye önümüzdeki iki yıl içinde öngörülen şartları yerine getirse bile, yine de tarih verilmeyecek ve bu konu ancak Aralık 2004'de değerlendirilecektir. Türkiye Kopenhag zirvesinde bir kez daha rencide edilir ve dışlanırken, diğer dokuz aday ülke ile birlikte Kıbrıs Rumlarının Avrupa Birliğine üye olması kararlaştırılmıştır. Buna göre Rumlar'ın Nisan 2003'de Kıbrıs adına üyelik anlaşmaları imzalanacaktır. Bu tarihe kadar Birleşmiş Milletler planı esas alınarak Kıbrıs sorununa çözüm bulunamazsa, Kuzey Kıbrıs Avrupa Birliğinin dışında kalacaktır. Bu tarih aşılırsa, Kıbrıs Türklerine Kıbrıs Rumlarının istediği bir siyasi çözümü kabullenerek Avrupa Birliğine üye olmuş Kıbrıs Cumhuriyetine iltihak etmek ve bu yolla Avrupa Birliğine dahil olmak gibi bir tek seçenek kalacaktır. Kıbrıs'a, bu şekilde, Almanya modeli olarak adlandırılan yöntem uygulanacaktır. Bilindiği gibi, Doğu Almanya, Sovyet Blokunun dağılmasından sonra kendi varlığına son vermiş ve Batı Almanya'ya iltihak ederek Avrupa Birliği'nin içine girmiştir. Kıbrıs'a da bu model uygulanmak istenmektedir. Sayın Basın Mensupları, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde bugün gelinen nokta maalesef bu olmuştur. Türkiye, yine özürlü bir aday olarak görülmüş, hiç hak etmediği ağır bir muameleye ve ayrımcılığa maruz bırakılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin sürekli vurguladığı gibi, Avrupa Birliğinin samimi ve iyi niyetli olmadığı, Türkiye'nin üyeliği için gerekli siyasi iradesi bulunmadığı bir kere daha anlaşılmıştır. Bu gerçekleri saptırmaya ve farklı şekilde göstermeye çalışmak mümkün değildir. Bu sonuç ideal olmasa bile hiç yoktan iyidir, bardağın dolu tarafına bakılmalıdır gibi tevil gayretleri ve kılıf arayışları, bu gerçekleri ortadan kaldırmamaktadır. Kopenhag kararlarının Türkiye ve Kıbrıs bakımından ifade ettiği anlamın ve doğuracağı başlıca sonuçların doğru değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Kopenhag'da Türkiye'nin adaylık sürecinin zamana yayılarak sürüncemede bırakılabilmesi için gerekli zemin ve şartlar hazırlanmıştır. Türkiye için öngörülen iki yıllık bekleme döneminde Türkiye'den talep edilecek hususlar ile bunların yerine getirilip getirilmediği, Avrupa Birliğinin zamana ve ortama göre değişebilecek sübjektif değerlendirmesine bırakılmıştır. Böylelikle Avrupa Birliğine Türkiye'yi oyalama imkanı verilmiş, bu amaçla Türkiye'nin karşısına sürekli yeni taleplerle, yeni bahane ve dayatmalarla çıkabileceği bir süreç başlatılmıştır. Bunun sonucu olarak, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin geleceği bir belirsizlik ortamına itilmiştir. Bu gerçekleri, artık herkes görmeli, duruşunu ve politikalarını buna göre belirlemelidir. Değerli Basın Mensupları, Zirve kararlarının Kıbrıs sorunu üzerinde de çok yönlü olumsuz etkileri olacaktır. Kıbrıs konusunun bir pazarlık unsuru haline getirilmesi sonucu, böyle bir süreçte Türkiye'nin karşısına çıkarılacak ilk faturanın Kıbrıs olacağı ortadadır. Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs sorununun Avrupa Birliğinin istediği şekilde ve bu amaçla Birleşmiş Milletlerle birlikte hazırlanmış plan doğrultusunda çözümünü kabul etmeye mecbur bırakılacağı bir zorlama süreci başlatılmıştır. Kopenhag zirvesi öncesi bu konuda fütursuzca yapılan baskılar, önümüzdeki üç aylık dönemde artarak sürdürülecektir. Birleşmiş Milletler planının 10 Aralık tarihinde taraflara sunulan gözden geçirilmiş ikinci metninde, çok büyük ölçüde Rum tarafının talepleri doğrultusunda değişiklikler yapılmıştır. Plan, bu haliyle Türk tarafı için ciddi riskler taşımakta ve tehlikeli sonuçları olacak düzenlemeler içermektedir. Türk tarafının temel konulardaki haklı ve meşru endişelerini karşılamayan bu planın kabulü, Kıbrıs'ta gerginlik ve çatışma ortamının yeninden yaşanmasına yol açacak ve Türk varlığı için çok ciddi bir tehdit teşkil edecektir. Türk tarafı, şimdi adil bir çözüm için kabul edilebilir zemin teşkil etmeyen planı, zaman baskısı altında kabul etmeye mecbur bırakılacağı bir sürece zorlanmaktadır. Bu konuda üç ay kadar sürmesi öngörülen müzakereler de Avrupa Birliğinin Kıbrıs'ın üyeliği konusunda Kopenhag'da aldığı siyasi kararın gölgesi ve vesayeti altında yürütülecektir. Bu süre içinde Kıbrıs konusunda Türk tarafının kabul edebileceği bir çözüm bulunamazsa, Türkiye ya bu boyunduruk altında Kıbrıs sorununun Türk tarafını tatmin etmeyecek bir çerçevede çözümünü kabul edecek, ya da bekleme dönemine sokulan adaylık statüsünde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Avrupa Birliği bu noktaya gelinmesinin sorumluluğunu hiçbir şekilde üstlenmeyeceği bir süreci Kopenhag'da başlatmıştır. Böylece Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, doğrudan Kıbrıs ipoteğine de bağlanmış, Kıbrıs ön şartına siyasi niteliğinin ötesinde hukuki bir mahiyet ve fonksiyon kazandırılmıştır. Sayın Basın Mensupları, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin böyle bir sürece sokulması sonucunda, Türkiye'nin karşısına getirilecek talep ve dayatmaların Kıbrıs ile sınırlı kalmayacağı da ortadadır. Bu süreçte, Kopenhag siyasi kriterlerinin yasalarda ve uygulamada tam olarak yerine getirilmesi adına Türkiye'nin karşısına azınlıklar konusunda daha ileri ve aşırı taleplerle gelinmesi çok muhtemeldir. Bu talepler, Avrupa Birliğinin farklı kökenli Türk vatandaşlarını Kopenhag siyasi kriterleri açısından milli azınlık olarak gören temel bakış açısının ışığında şekillenecektir. Son gelişmelerden cesaret alan terör örgütü PKK/KADEK'in Avrupa Birliğini bu amaçla sonuna kadar istismar edeceğinden ve Türkiye'ye baskı için kullanacağından şüphe duyulmamalıdır. Bu çerçevede, terör örgütünün siyasi eylem planının diğer hedeflerinin gerçekleştirilmesi için, ilk planda, terör suçlarından mahkum olanların tahliyesi ve genel siyasi af çıkarılması gibi taleplerde bulunulabileceği unutulmamalıdır. Aynı şekilde, Güneydoğu sorununa siyasi çözüm bulunması ve hatta bunun için Avrupa Birliğinin terör örgütü olarak görmediği KADEK ile diyalog kurulması çağrılarına muhatap kalmamız da hiç kimse için şaşırtıcı olmamalıdır. Diğer yandan, bu sürecin ileri aşamalarında, Ege sorunlarının Yunanistan'ın isteği doğrultusunda uluslararası mahkeme yoluyla çözümünün kabulü ve Ermenistan ile ilişkiler konusunda Türkiye'nin karşısına bazı talep ve dayatmalarla çıkılması da beklenmelidir. Değerli Basın Mensupları, Kopenhag zirvesinde Türkiye için öngörülen sürecin teslimiyetçi bir anlayışla kabullenmesi halinde, bütün bu bedeller Türkiye'nin önüne taksit taksit çıkarılacaktır. Bunun için gerekli zemin Kopenhag kararlarıyla hazırlanmıştır. Ayrıca, Avrupa Birliği Türkiye ile ilişkilerde dayatma yöntemi ile sonuç alınabileceğini görmüş, bu konuda cesaretlendirilmiştir. Bu sonucun hiçbir şart altında kabul edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin böyle bir zeminde sağlıklı ve dostane bir şekilde ilerletilemeyeceği de ortadadır. Son iki yıl içinde yaşanan gelişmelere ve Türkiye'nin sarf ettiği bütün çabalar sonunda bugün gelinen noktaya bakıldığında, bütün bunlardan kazançlı çıkanların sadece Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve KADEK ismini alan terör örgütü olduğu görülecektir. Türkiye, bugüne kadar, Kopenhag siyasi kriterlerine uyum adına Avrupa Birliğinin çeşitli dayatmaları karşısında terör örgütünün siyasallaşma stratejisinin daha ileriye götürülmesi amacına hizmet edecek bazı adımlar atmıştır. Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi alınacağı ümidiyle terör örgütünün siyasi amaçlarıyla örtüşen düzenlemeler yapılmıştır. Bu bakımdan, terör örgütünün bugün gelinen noktadan memnuniyet duymaması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Bu süreç, bir kez daha altını çizmek gerekir ki, Yunanistan'ın ve Rumların çıkarlarına da hizmet edecek şekilde gelişmiş ve sonuçlanmıştır. Yunanistan, ilk planda Kıbrıs Rumlarının Avrupa Birliği üyesi olmasını sağlamıştır. Aynı zamanda, önce Kıbrıs sorunu ve daha sonra da Ege sorunlarının istedikleri yönde çözümüne yol açacak bir sürecin başlatılması amacına ulaşılmıştır. Bunlara karşılık, Türkiye için ortaya çıkan tek sonuç, içi boş bir Avrupa Birliği perspektifinin sürdürülmesi ile sınırlı kalmıştır. Bunun yanı sıra, Kopenhag siyasi kriterlerine uyum adına yapılan düzenlemelerle AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a milletvekili yolunun açılmış olması da, belki bu muhasebe sonucunda yarar hanesine kaydedilebilecek bir unsur olarak görülebilecektir. Milliyetçi Hareket Partisi'nin şimdiye kadar, Avrupa Birliği konusunda ilkeli bir tutum izleyerek, gerçek tespitlerde ve samimi uyarılarda bulunduğu hatırlanacaktır. İlkeli ve gerçekçi tutumumuz maksatlı biçimde Avrupa Birliği karşıtlığı olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede MHP'siz Hükümet ve Meclis senaryoları acımasızca uygulamaya konulmuştur. Şimdi MHP'nin içinde bulunmadığı Hükümet ve Meclis döneminde Türkiye'nin yüz yüze kaldığı gerçekler bunlar olmuştur. Bu konularda yaptığımız samimi uyarılar, inanıyoruz ki bugün vicdanlarda elbette daha iyi anlaşılacak ve değerlendirilecektir. Sayın Basın Mensupları, Kopenhag zirvesi kararlarının karşımıza çıkardığı gerçekler ve Milliyetçi Hareket Partisinin son gelişmeler hakkındaki değerlendirmeleri ana hatlarıyla bunlardır. 58. Hükümetin zirve karalarını bu gerçekler ışığında değerlendirmesini ve Türkiye'nin göstermesi gereken tavrı bunlar ışığında belirlemesini bekliyoruz. İlk planda Kıbrıs konusunda karşımıza getirilen tablonun gerçekler zemininde değerlendirilerek Türkiye'nin izleyeceği tutumun bir an önce ortaya konulması büyük önem taşımaktadır. Unutulmamalı ki, milli ve haklı davalarımızı savunmak, zaaf ve bezginliği kaldırmayacak hayati öneme ve değere sahiptir. Bu konular, bir hükümetin tek başına yüklenebileceği ve tek başına karar verebileceği hususlar değildir. Her kurum ve kişi, hem tarihe hem de gelecek kuşaklara karşı sorumlulukları bulunduğunu aklından çıkarmamalıdır. Bu çerçevede, Türkiye'nin içi boş bir Avrupa Birliği perspektifi karşılığında Kıbrıs Türk halkını ve bağımsız devleti KKTC'ni asla feda etmeyeceği çok iyi bilinmelidir. Kopenhag'da Kıbrıs konusunda alınan karar karşısında Türkiye'nin sessiz kalması veya göstermelik bir tepki ile yetinmesi mümkün değildir. Bilindiği gibi, Türkiye, Kıbrıs sorunu çözüme kavuşturulmadan önce Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olmasının ülkemizin hayati çıkarlarını haleldar edeceğini ve bunun hiçbir şart altında kabul edilemeyeceğini bundan önceki hükümetler zamanında açıklamıştır. Böyle bir gelişme halinde Türkiye'nin KKTC ile bütünleşme yolunda somut adımlar atacağı ortaya konulmuştur. Bu konuda TBMM kararı ve hükümet açıklamaları bulunmaktadır. Bu amaçla KKTC ile imzalanacak anlaşmaların hazırlığına da başlanmıştır. Bugün gelinen noktada 58. Hükümetin Türkiye ile KKTC arasında dayanışma bütünleşme sürecinin hızlandırılması için kararlı bir tutum sergilemesini beklemekteyiz. Milliyetçi Hareket Partisi, bu konularda üzerine düşen sorumluluk anlayışıyla hareket etmeyi, kamuoyunu aydınlatmayı ve uyarmayı bundan sonrada sürdürecektir. Partimiz Türkiye'nin milli çıkarlarının takipçisi olarak, 58. Hükümetin bu yönde atacağı adımların destekçisi olacaktır. Unutulmamalı ki, 58. Hükümet ve Meclis başta olmak üzere, hiçbir kurum ve kişinin, milli ve tarihi sorumluluklarımızı ve yükümlülüklerimizi yük olarak telakki etme ya da yok sayma hakkı bulunmamaktadır. Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |