Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Değerli dava arkadaşlarım, Kıymetli Basın mensupları, Merkez Yönetim Kurulu'muzun 2001 yılının bu ilk toplantısını açarken hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Burada, bir kez daha geçmiş Ramazan Bayramınızı ve yeni yılınızı kutluyor, Yüce Allah'tan ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile kılmasını temenni ediyorum. Türkiye bir yılı daha geride bırakmıştır. Geçen bir yıl bize, dünyada meydana gelen olaylara ve Türkiye'nin önündeki sorunlara yaklaşımlarımızın ve çözüm yollarımızın ne derece gerçekçi olduğunu görme fırsatı vermiştir. Bugün, ülkemizin karşı karşıya olduğu sorunları ve dünyanın yaşadığı temel değişme eğilimlerini dikkate aldığımızda zor bir dönemeçte bulunduğumuzu fark etmemek mümkün değildir. Fakat şunu açıkça söyleyebiliriz ki, Türkiye bu zorlukları aşmaya her zamankinden çok daha fazla yaklaşmıştır. Kıymetli dava Arkadaşlarım, Değerli basın mensupları, Türkiye'nin sorunlarının son on yılda özellikle iki noktada düğümlendiği ve bunların sağlıklı biçimde çözülmedikçe başka alanlara da yayılıp toplumsal bir kaosa dönüşme eğilimi taşıdığını ifade etmek istiyorum. Bunlardan birincisi, siyasi istikrar ve demokratikleşme ile ilgilidir. Burada bir hususu kesinlikle kabul etmeliyiz ki, herhangi bir toplumda siyasi sistem demokratikleşmeden o toplumun kalıcı bir siyasi istikrara kavuşması mümkün değildir. Türkiye'nin demokratikleşme sürecine bakıldığında çok ciddi bir çelişkinin ortaya çıktığı görülmektedir. Toplumsal ve ekonomik gelişmeyle güçlenen demokratikleşme ihtiyacına karşı, mevcut siyasi ve idari yapılarda gerekli dönüşümlerin sağlanamaması bu çelişkinin temel sebebi olmaktadır. Ülkemizde toplumsal gelişme çizgisinde yaşanan demokratikleşme taleplerinin yeterince karşılanamaması, toplumsal değişmeyi sağlıklı mekanizmalar ve yapılar üretmekten uzaklaştırabilmektedir. Bu da, ister istemez Türkiye'nin çeşitli zamanlarda krizler içerisine düşmesine yol açmaktadır. Bilindiği gibi, demokratikleşme sürecinin ilke düzeyinde temel dayanaklarının en başında "halkın serbest seçimler yoluyla oluşan iradesine" saygı ve bu saygının gereği olan siyasi ilişkilerin kurumlaşması gelmektedir. Yine, devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin demokratikleşmesinde fonksiyonel olan mekanizmalardan bir diğerini de siyasi partiler oluşturur. Bir siyasi kurum olarak partiler, toplumsal taleplerin siyasete dönüşmesini sağlayan yapılardır. Şüphesiz, demokratikleşme süreci, daha derinde insan hak ve özgürlüklerinin gelişip kurumlaşmasına bağlıdır. Bu anlamda partiler, temel hak ve özgürlüklerin korunması ve gelişmesinde de rol oynayan siyasi yapılardan biri olarak önem taşımaktadır. Görüldüğü gibi, siyasi partiler demokratik rejimlerin hem işleyişinde, hem de gelişiminde stratejik bir öneme sahiptir. Dolayısıyla, görev ve sorumlulukları da, sahip oldukları bu konuma paralel olarak artmaktadır. Unutulmamalı ki, güçlü bir çoğulcu sistemin yaşayacağı atmosferi ifade eden demokratik siyasi kültür, en başta partilerin gösterecekleri performansa, görev ve sorumlulukları konusunda sergileyecekleri özene bağlı olarak gelişmektedir. Biz, Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde yeterince mesafe kat edememiş olmasında, siyasi aktörlerin demokratik sorumluluk kültürünü inşa etmekte yetersiz kalmalarının etkili olduğuna inanıyoruz. Bunun yanında, siyasi partilerin gelişip, kökleşmesine fırsat vermeyen müdahalelerin engelleyici bir rolü olduğunu da düşünüyoruz. Bu bakımdan siyasi partilerin konumu Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde ileri bir adım atmasının ön şartı olarak önem kazanmaktadır. Bu ve benzeri sebeplerle, toplumsal dayanışmanın yanında, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına aracılık eden kurumlar olarak da gelişmesi gereğini vurgulamak istiyoruz. Genellikle, son tahlilde olağandışı dönemlerde gözlenen parti kapatmalarının, partilerin olumsuzluklarını gidermenin bir yolu olarak görülmesinin ülkeye bir şey kazandırmadığını örnekleriyle biliyoruz. Bu girişimler, siyasi partilerin kendi hatalarını düzeltip olgunlaşmaları fırsatını ortadan kaldırdığı gibi, "kanuna karşı hile yoluyla" bu hatalarını daha da artırarak sağlıksız bir yolda devam etmesine de zemin hazırlamaktadır. Bu durum ise, istikrarlı ve demokratik bir siyasi yapının oluşmasını zorlaştırmadan öte bir sonuç doğurmamaktadır. Bu bakımdan, Türkiye'nin siyasi parti kapatmayı istisnaî bir uygulama haline getirmesi demokratikleşme, istikrar ve siyasi gelişme bakımından bir zarureti ifade etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, çok partili hayata adım attığımız tarihten bu yana kritik tartışma alanlarından birini oluşturan siyasi partiler hukukuna yol gösterici yeni ilkeler kazandırmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun için Anayasal düzenin korunması ile demokratik gelişme arasında dengeyi gözeten makûl bir yaklaşımı benimsemek gerekmektedir. Hukuka aykırı eylem ve işlemlerden dolayı tüzel kişiliğin cezalandırılması nihaî yaptırım olmalı, bunun yerine suç işleyenlerin cezalandırılması öncelik taşımalıdır. İleride, Siyasi Partiler Kanunu'nda yapılacak değişiklilerle de ağır bir yaptırım olan parti kapatma cezasına ancak kademeli bir ceza sisteminin sonucunda başvurulan bir sistem geliştirilmelidir. Muhterem dava arkadaşlarım, Basınımızın saygıdeğer temsilcileri, Bilinmelidir ki, Türkiye, demokratikleşme sürecini tamamlayamadığı müddetçe, siyasi istikrarı kalıcı hale getiremeyeceği gibi, ekonomik gelişme ve toplumsal uzlaşma dinamiklerini de harekete geçirmekte zorlanacaktır. Bugün, devlet ve millet olarak yaşadığımız bir çok sorunun temelinde yatan faktörlerden birisi de budur. Bu bakımdan Türkiye'nin hukuk devletini güçlendirip, demokrasisini geliştirmesini sağlayacak reformları yapması ve ilkeleri hayata geçirmesi gerekmektedir. Bunların başında, gerçek bir toplumsal sözleşme hüviyetine sahip olacak demokratik bir anayasaya ihtiyaç vardır. Olağandışı dönem ve şartların izlerini taşıyan anayasalar ile onların yansıması olan siyasi partiler ve seçim kanunu gibi düzenlemeler, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesini engelledikçe; Devlet, toplum ve fert arasında güvene dayalı bir ilişki biçimi inşa edilmesi zorlaşmaktadır. Yine, idari ve siyasi kurumların faaliyetleri yeterince denetlenmemekte, yolsuzlukların panzehirlerinden biri olan "saydam yönetim" anlayışı yerleşememektedir. Bu durum ise, şiddet yanlısı ve Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen karanlık güçlerin ve örgütlerin işini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca, toplumsal enerjinin çoğu zaman heba olmasına yol açmakta, özgüven duygusu zayıflayıp karamsarlık duygusu gelişmektedir. Bunun için önümüzdeki günlerde en önemli görevimiz, siyasi istikrarı daha sağlıklı ve kalıcı bir yapıya dönüştürecek kapsamlı bir demokratikleşme ile toplumsal uzlaşma ve dayanışma projesini uygulayarak Türkiye'nin önünü açmak olacaktır. Kıymetli dava arkadaşlarım, Değerli Basın mensupları, Türkiye'nin sorunlarının düğümlendiği alanlardan birini de hiç şüphesiz temel ekonomik açmazlar oluşturmaktadır. Ülkemiz, hiç şüphesiz son bir buçuk yıldır bu alanda önemli adımlar atmıştır. Türkiye'nin bu açıdan sağladığı başarı ortadadır ve bunu hiç kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Son on beş yılda % 80 ve %120'lerde seyreden enflasyon oranı, 2000 yılında %30'lar seviyesine çekilmiştir. Türkiye'nin bunu ekonomiyi küçülterek, daraltarak veya negatif büyüterek değil, %6 civarında bir büyüme oranını elde ederek gerçekleştirmiş olması çok büyük bir anlam taşımaktadır. Enflasyondaki bu düşüşün ve ekonomik büyümenin toplumsal faydaları ise önümüzdeki dönemde daha iyi hissedilecektir. Geride bıraktığımız 2000 yılının son ayında vuku bulan mali krizin yarattığı psikolojiden yola çıkarak, bütün bu olumlu gelişmelerin önemini yok sayanları anlamak zordur. Şikayet etmeye en çok hakkı olan dar gelirli vatandaşlarımız yerine, ekonomik politikaların gerekliliğini en iyi anlaması gerekenlerin ölçüsüz eleştirileri çok düşündürücü olmuştur. Bunlarla birlikte çeyrek asırlık enflasyonist alışkanlık ortamını terk edemeyenlerin tedirginliklerinin geçici olacağını ümit ediyoruz. Burada, bir kere daha açıkça ifade ediyorum ki, Türkiye enflasyonla mücadelesine kararlı bir şekilde devam edecektir. Bilindiği gibi, 2001 yılı "Enflasyonla Mücadele ve Yeniden Yapılanma Programı"nın ikinci uygulama yılını ve daha da önemlisi başarıya ulaşma bakımından bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bu dönüm noktasının en iyi şekilde geçilmesi için, belli başlı bütün ekonomik kurumların ve aktörlerin işbirliği içinde olması önem arz etmektedir. Kısacası, başarıya ulaşmak için müşterek bir çabanın ve kararlılığın sağlanması şarttır. Parti ve hükümet olarak sadece bu başarıyla yetinenemeyeceğimizin de bilincindeyiz. Bu mânâda önümüzde iki önemli ekonomik hedef bulunmaktadır. Bunlardan birisi, kamu kaynaklarının kullanımında verimlilik ve tasarruf ilkesinin hayata geçirilmesi; ikincisi ise reel ekonomiyi harekete geçirecek yeni bir birikim modelinin kurulmasıdır. Takdir edileceği üzere, ülkemizde kamu kaynaklarının kullanımındaki savurganlık sahipsizlik ölçüsünde yaygınlık kazanmıştır. Bu durum, vicdan ve insaf ölçülerine sığmayacağı gibi, rasyonel ölçülerle de çatışan bir çarpıklıktan başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, ne ahlakî nede ekonomik mantığa uygundur. Bizim buradaki yaklaşımımız, kamu kaynaklarının kullanılmasında tasarruf, üretimde ise verimlilik ilkesinin egemen kılınmasıdır. Bunu Türk ekonomisinin daha hızlı toparlanmasının ön şartı olarak kabul ediyorum. Ve bütün Bakan arkadaşlarımdan başarılarının kriterleri olarak, verimliliğe ve harcama disiplinine azamî özeni göstermelerini istiyorum. Bunu başardığımız takdirde, millet malına nasıl sahip çıkıldığını ve kaynaklarının nasıl yönetildiğini gören vatandaşlarımızın takdirlerinin bizimle olacağına kimsenin en küçük bir şüphesi olmamalıdır. Muhterem arkadaşlarım, Saygıdeğer basın mensupları, Türkiye'nin sermaye birikim modeli de büyük ölçüde kapalı ekonomilerde görülen yaklaşımı yansıtmaktadır. Gerçekten de, Türk ekonomisinde ucuz kamu fonları ve kaynaklarıyla uzun yıllar kullanılmış; son yıllarda ise enflasyon yöntemiyle sermaye birikimi modeli bu yapıya eklenmiştir. Fakat yine, son yıllarda ortaya çıkan ekonomik tıkanıklıklar ve periyodik krizler bu modelin değiştirilmesi zaruretini ve yeni bir birikim modeline duyulan ihtiyacı ortaya koymuştur. Bu yeni yaklaşım, sağlıklı piyasa mekanizmasına dayalı, rekabetçi, dışa açık ve çağdaş iktisadî bir yaklaşımdır. Enflasyonla mücadele programının başarısı bir anlamda Türk ekonomisine hâlâ baskın olan rantçı ve kapalı yapının köklü bir değişimle rekabetçi piyasa mekanizmasına dönüşmesine bağlıdır. Bu dönüşüm, istikrarlı ekonomik büyümenin ve gelir dağılımı bozuklukların düzeltilmesini sağlayacak sosyal reformlara da zemin teşkil edecektir. Bilinmelidir ki, bu gelişme ve değişmelerden rahatsız olanlar ile enflasyonla mücadeleden memnun olmayanların sesleri yükseldikçe Türkiye bu yolda mesafe kat ediyor demektir. Ama Türk ekonomisi büyüyüp geliştikçe, insanımızın huzur ve refahı pekiştikçe, bundan herkesin yararlanacağı da unutulmamalıdır. Kıymetli arkadaşlarım, Değerli Basın Mensupları, Türkiye, çok şeyi başarabilecek güçlü potansiyellere sahip bir ülkedir. Başarının aslî şartı da, Milletimize inanmaktan, yarınlarımıza güvenmekten geçmektedir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak milletimize inanıyor, yarınlarımıza da güveniyoruz. Bunun içindir ki, bu ülkeyi başarıya taşımak bizim görevimizdir. Sizlere bu kutsal görevde başarılar diliyor, yüksek heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Dr. Devlet Bahçeli |