Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 19 Mart 2013
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

 Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, 
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 
19 Mart 2013

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye’nin değişik ebat ve nitelikteki meseleleri üst üste birikerek kalın, katı ve çok katmanlı bir tabakaya dönüşmüş durumdadır.

Hepimizi yakından ilgilendiren hadiselerin seyri umut verici değildir.

Gündeme yansıyan vakalara, haberlere, beyanatlara ve bildik aktörlere bakıp topluca yoruma tabi tutulduğunda her şey tüm çıplaklığıyla görülecek ve anlaşılacaktır.

Hakikaten de Türk milleti güçlenmiş, ittifaklarını genişletmiş ve uygun propaganda kanalları bulmuş hain niyetlerin hedefindedir.

Tıpkı bir piramidi andıran ve yukarıdan aşağıya doğru genişleyen kötü ve zalim emeller, varlığımızı ve birliğimizi yıkmak için durmaksızın, beklemeksizin, yorulmaksızın faaliyettedir.

Türkiye kanama geçirmekte, pansuman tedaviler, ayaküstü müdahaleler artık fayda vermemektedir.

AKP hükümeti 10 yılda ülkemizi yangın yerine çevirmiş, ayrımcılığa prim vermiş, bölücülüğü şevklendirmiş, yanlışı kurumsallaştırmıştır.

Rotasını şaşıran, her yönden iflas eden, milli kimlikle yolunu çoktan ayıran Adalet ve Kalkınma Partisi; Türkiye’yi kapkara, zehirli sarmaşıklarla çevrili bir sürecin içine getirmiştir.

Biliniz ki, Türkiye böyle gidemeyecektir.

Unutmayınız ki, Türkiye bu şekilde ayakta kalamayacaktır.

Türk milleti bu siyasi zihniyetin elinde daha fazla hırpalanmayı ve acımasızca sindirilmeyi hak etmemektedir.

Bu itibarla, önümüzdeki yıl yapılacak Mahalli İdareler Seçimleri bir fırsattır, bir dönüm ve tarihi karar anına tekabül etmektedir.

Elbette bu bilince sahip olduğumuz için çalışmalarımızı her düzeyde ve her alanda yoğunlaştırarak, aziz milletimizle coşku içinde buluşuyor, görüşüyor ve partimizin belediye başkan adaylarını birer birer açıklıyoruz.

Geçen hafta bu kapsamdaki çalışmalarımız çok yoğun ve verimli geçmiştir.

Önce Kocaeli ilimizin Darıca ilçesine giderek hepimizin gıpta ettiği sevgi ve heyecan seline şahitlik ettik.

Burada belediye başkan adayımızı Darıcalı kardeşlerimin huzurunda ilan ettik ve başarmaktan başka çaremiz olmadığını gösterdik.

Geçtiğimiz hafta sonunda da Ordu, Giresun ve Trabzon’da bulunarak aziz vatandaşlarımızla ve değerli dava arkadaşımızla bir araya geldik, dertleştik, hasret giderdik.

Belediye başkan adaylarımızı gururla, ümitle ve çok şeyler bekleyerek duyurduk ve başarıdan başka seçeneğimiz olmadığını yeniden gösterdik.

Karadeniz’in vakur ve tertemiz insanlarından yoğun bir ilgi ve yakınlık görmekten son derece mutlu olduk.

Milli ruh, milliyetçi şuur ve birlikte yaşama inancı çok şükür Karadeniz’den güneş gibi parlamaktadır.

Samsun’da, Ordu’da, Giresun’da, Trabzon’da gördüğümüz manzaralar, verilen mesajlar, edindiğimiz izlenimler bunu göstermektedir.

Karadeniz Bölgesinde yaşayan kardeşlerim;

√       Türk bayrağına tavizsiz sahip çıkmaktadır.

√       Türk kimliğine bağlılıkla yaklaşmakta, milli ve manevi değerleri kem gözlerden sakınmaktadır.

√       Türk milletinin bölünmesine, Türk milletinin etnik kimlik siyasetiyle parçalara ayrılmasına kesinlikle müsamaha göstermemektedir.

Karadeniz gelişmelerden rahatsızdır, AKP’nin bölücü teröre alan açan, milli varlığa hazımsızlıkla yoğrulmuş politikalarından son derece memnuniyetsizdir.

Kardeşlik Karadeniz’in son ve vazgeçmeyeceği kararıdır.

Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü Karadeniz’in değişmeyecek, düşmeyecek ve geri tepmeyecek iradesidir.

Karadeniz’deki milli dalga, Karadeniz’deki milli infial ve Karadeniz’deki milli duruş imrenilecek ve takdir edilecek bir düzeydedir.

İnşallah önümüzdeki Mahalli İdareler Seçimlerinde Karadeniz AKP’ye haddini bildirecek, gününü gösterecek ve milli uyanış çığıyla bu zihniyeti boğup atacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Mahalli İdareler Seçimleri’ne çok sıkı, çok kararlı ve çok hevesli bir şekilde hazırlanmakta, önce yerel yönetimlerde, arkasından merkezi yönetimde iktidar olmayı amaçlamaktadır.

24 Ocak 2013 günü Söğüt’ten başlattığımız çalışmalarımızı, 30 Mart 2014 tarihine kadar arttırarak, her yere ulaştırarak ve mutlaka da başarıyla taçlandırarak sürdüreceğiz ve yaygınlaştıracağız.

İnancım ve beklentim odur ki;

Mahalli İdareler Seçimleri Türk milletinin uyanışına sahne olacaktır.

Arkasından yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimiyle AKP’ye bir uyarı verilecektir.

Ve normal zamanı 2015 yılının Haziran ayı olan Milletvekilliği Genel Seçimleriyle de AKP iktidardan uzaklaştırılacaktır.

Gelişmeler, gidişatın boyutu, hamd olsun buna işaret etmektedir.

AKP, iktidardan düşecek, iktidarı kaybedecek ve doğruca Yüce Divan’a gidecektir.

Yapılanların hesabı, çekilen sıkıntıların ve verilen tahribatların ağır bilançosu inşallah teker teker AKP’den sorulacak, sonuçta Türkiye nefes alarak huzur, güvenlik, esenlik ve istikrara Allah’ın izniyle kavuşacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Millet dediğimiz muazzam beşeri gerçekliği kalabalıklardan, hedefsiz yığınlardan, anonim topluluklardan ayıran ve farklılaştıran en temel husus; dün ve bugün perspektifine haiz olması, ilave olarak yarınlara ulaşma kararlılığı taşımasıdır.

Aynı zamanda millet; anlık gelişmelerin, spontane olayların, tesadüfen kurulmuş ilişkilerin bir eseri ve sonucu değildir, olmamıştır.

Müştereken ve gönüllü şekilde bir araya gelmiş, ortak değerler ekseninde gelecek tasarımını, gelecek vizyonunu ve gelecekte yaşama inancını fedakârlıklarla somutlaştırmış fertlerden bir millet oluşmuştur.

Millet; dünüyle, diliyle, dilekleriyle, diniyle, direnciyle, değerleriyle bir anlam kazanmıştır.

Bu kapsamda söylemek lazımdır ki, aziz milletimiz; önce Cenab-ı Allah’ın bir lütfu, arkasından da tarihin her devrinde olgunlaşan, temelleri derinlere inen ve kapsayıcı bir özelliği bulunan sosyolojik, kültürel, psikolojik, ekonomik ve siyasi varlık olmuştur.

Bizim, coğrafyamızı değiştiremeyeceğimize, tarihimizi inkar edemeyeceğimize ve köklerimizi yok farz edemeyeceğimize göre, millete sahip çıkmaktan, milleti yaşatmaktan başka seçeneğimiz olmadığı açıktır.

Türk milletine mensubiyet hepimiz için gurur vesilesi olduğu kadar, kardeşliğini korumak, hayat ve varlık haklarını savunmak bir vefa ve şeref meselesidir.

Biliyoruz ki, Türk milletinin tarihi mevcudiyeti, üzerinde yaşadığı vatan coğrafyasıyla, birlikte yaşamasını teminat ve güvenceye alan zengin milli kültürüyle, acılara birlikte göğüs germe şuuruyla, başarılara beraberce tutunma tercihiyle ve gelecekte de bir ve bütün halinde var olma ülküsüyle sağlamlaşmıştır.

Bundan da geriye dönüş yoktur.

Tüm karşı çıkış ve itirazlara rağmen, Türk milleti vardır, var olacaktır.

Türklük hepimizin kaynağı, kökeni ve kaynaştırıcı bağıdır.

İsimsiz millet inşa etmeye, Türklüğü geriye çekmeye, Anayasa’dan atmaya, mazimizi istismar edip süreç sözleriyle sündürmeye kimsenin, hele iktidar anlayışının hiç hakkı yoktur.

Türk milleti cephelerde, muzaffer günlerde, yenilgilerde, hayal kırıklıklarında, hayatın ve zamanın her bölümünde varlığını teyit ederek, güçlendirerek, üzerinde oynanan oyunları peş peşe boşa çıkararak bugünlere gelmiş, bugünlere intikal etmiştir.

Şu günkü emanetten, şu günkü mirastan etnikçi siyasetle, bölücü cüretle, üstelik küresel planlara yardım ve yataklıkla taviz verilemez, geri adım atılamaz ve atılmayacaktır.

Yemen’e, Galiçya’ya, Arap Yarımadası’na, Afrika’nın büyük bölümüne, Kafkaslar’a, Balkanlara, Çanakkale’ye ve kurtuluş mücadelesinin her sayfasına dikkatlice bakanlar, özenle inceleyenler, Türk milletinin nerelerden ve hangi badirelerden geçerek bugünlere geldiğini göreceklerdir.

Biz milletçe ağır saldırıları püskürterek, komploları ezerek, işbirlikçileri bozguna uğratarak, işgalcileri ve istilacıları yenilginin içine gömerek, tabii olarak varlık ve birlik haklarımızı şehadet şerbetinden kana kana içerek koruduk ve kanat gerdik.

En başta Çanakkale’de yaşanan destan, inancın gülleye, imanın ateşe ve vatan sevgisinin mermiye galebe çalmasıyla şekillenmiş ve tescillenmiştir.

Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki, dün 98’nci yıldönümünü andığımız Çanakkale Deniz Zaferi, en kesif orduların maskaraya döndüğünün ve en modern savaş gemilerinin etten bir duvara çarparak denizin dibine battığının adeta özetidir.

Türk milleti topyekûn Çanakkale’de ayağa kalkmış, doğudan batıya, kuzeyden güneye herkes sömürge namlusuna ve düşmanların kanlı hesaplarına hak ettiği dersi vermiştir.

Hafta sonunda Trabzon’da yaptığım bir konuşmada da belirttiğim üzere;

Çanakkale ile milletçe kahraman olduk ve kahraman millet unvanını yüzbinlerce kefensiz halde yatan şehitlerimizle bir kez daha teyit ettirdik.

Bu nedenle, Çanakkale, bizim için bir coğrafi bölgenin adından önce, her karış toprağına bir yiğidin, bir vatan evladının sere serpe uzandığı dünyanın en büyük şehitliğidir.

Çanakkale, yalnızca bir ordunun verdiği ihtişamlı bir mücadele değil, binlerce yılda yoğrulmuş asil Türk milletinin, maddi ve manevi bütün güçleri ile gerçekleştirdiği bir var oluş savaşıdır.

Çanakkale, dönemin en büyük küresel gücüne karşı, bir karış bile vermemek için, kanı ve canı ile vatan topraklarını mühürleyen Türk milletinin varlık mücadelesidir.

Bizler bu eşsiz, dua ve şükranla andığımız mücadele ruhunun varisçileriyiz.

Çanakkale’yi geçilmez yapan, Çanakkale’yi yenilmez kılan ve Çanakkale’yi zirveleştiren Türk milletinin bağımsız yaşama duygusu, esarete tahammülsüz tutumudur.

Asırlarca topraklarımızda gözü olanlar, asırlarca Türklüğü silmeye ve sürmeye çırpınanlar, Çanakkale’de millet gücüyle, iman kudretiyle ve milliyetçi heyecanlarla kalbura çevrilmiş, yerle bir edilmiş ve yerin dibine geçirilmiştir.

Teslimiyetçiler Çanakkale’yi anlamayacaklardır.

Çözümcüler, bölücüler, eşbaşkanlar, teröristler ve elbette hainler Çanakkale’yi göremeyecekler ve bilemeyeceklerdir.

Çünkü Çanakkale, Türk milletinin nabız atışı, can evi, vicdan senedi, şahdamarıdır.

Çünkü Çanakkale, tek dişi kalmış canavarın kuyruğunu kıstırarak def olup gittiği yerin adıdır.

Çünkü Çanakkale, kınalı kuzuların şehadet ipine sımsıkı sarılarak, asalet, fazilet, ahlak, maneviyat ve vatan mücadelesi verdikleri mehabet dolu hatıraların toplamıdır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Başbakan Erdoğan, dün yaptığı bir konuşmasında çok ilginç bir şekilde; Çanakkale’yi anlamayan milleti de, milliyeti de, milliyetçiliği de anlayamaz açıklamasında bulunmuştur.

Son derece hayret verici biçimde, millet ve milliyet şuurunun daha ileriye taşınmasından bahsetmiştir.

Ve yine bu konuşmasında, kendilerinin milliyetçilik anlayışlarının çerçevesinin Çanakkale’de çizildiğini ifade etmiş, milliyetçiliğin şehitlere sahip çıkmak olduğunu belirtmiştir.

Türk milleti böylesine gelgitleri olan, böylesine kafası karışık, böylesine bayatlamış, diliyle kalbi arasında böylesine uçurumlar olan birisini ne görmüştür, ne de yönetimi altında bulunmuştur.

Yeri gelmişken herhalde kendisi, şu sorularımızın cevaplarını vermekten de kaçmayacaktır, kaçamayacaktır.

Sayın Başbakan, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan sen değil miydin?

Türklükle karşıma gelmeyin diyen sen değil miydin?

Türk milletini 36’ya bölme çabasından sakınmayan, Çanakkale önlerine gelen emperyalistlerin torunlarıyla Türklüğe ve milliyetçiliğe eşgüdüm halinde ve işbirliği içinde savaş açan sen değil miydin?

Ne oldu da, Çanakkale’de millet, milliyet ve milliyetçilik konusunda ahkâm kesmeye, nasıl anlaşılacakları üzerinde kafa yormaya başladın?

Bunlarla da yetinmeyen Başbakan, sömürgeci saflarda, haçlıların nam ve hesabıyla Çanakkale önlerine gelen bazılarının, ezan sesini duyunca, kandırıldıklarını ve aldatıldıklarını gördüklerini iddia etmiştir.

Ve bunların, hemen silahı bırakarak, “Biz Osmanlıya karşı savaşmayız, biz Müslüman kardeşlerimize karşı savaşamayız” dediklerini nakletmiştir.

Söyler misin Sayın Başbakan, asıl sen kimi kandırmaya ve manipüle etmeye çalışıyorsun?

Kutsal topraklarda yabancıların kışkırtmasına kapılarak ecdadımıza ihanet edenleri, emperyalistlerle bir olup kuyumuzu kazanları, arkamızdan vuranları unutalım, boşverelim mi istiyorsun?

İslam coğrafyasında Osmanlı’ya yapılan itirazları, yabancılarla ittifak kurup da önümüze taş koyanları görmezden gelelim, bir kenara koyalım mı diyorsun?

İslam sancağını Haçlılara cephe alarak kanı pahasına taşıyan Müslüman Türk milletine yapılan ihanetlere, ne yapalım olan olmuş bir kere bahanesiyle anlayış mı göstermemizi bekliyorsun?

Sorarım sana, masumları katletmek, canları almak, özgürlükleri sabote etmek, işgale cevaz vermek İslam’ın neresinde vardır?

Cihat ve gazayı rehber edinmiş Müslüman milletimiz, düşmanı dost, katili kardeş, hainlikleri sıradan gören omurgasız, iradesiz, ilkesiz, tarihsiz, köksüz, şahsiyetsiz, sinmiş bir kalabalık mı olsun?

Dilinin altındaki bakla bu mudur?

Bize söylemeye çalıştığın bu sefil düşünce midir?

Düşmanlıklar elbette ilelebet yaşamaz, yaşamamalıdır.

Ancak tarihten, yaşanmışlıklardan ders ve sonuç çıkarmış milletler tehlikenin ne taraftan geleceğini, asıl tehditlerin nereden doğacağını bilecek ve buna göre geleceğini planlayacaktır.

Ve yine sorarım sana Sayın Erdoğan, binlerce kilometre uzaktan kalkıp da Çanakkale önlerine kadar gelenlere, ne işiniz vardı vatanımızda, zalimlerin yanında ne arıyordunuz demeyecek miyiz?

Bunları unutacak ve yutacak mıyız?

Sayın Başbakan Türk milletine yapılan haksızlıkları sen unutabilir, küçümseyebilir ve yok farz edebilirsin.

Ama biz unutmadık, unutturmadık ve unutmayacağız.

Şu işe bakınız ki, Başbakan Erdoğan Çanakkale’de, aziz şehitlerimizin huzurunda, tüm Türkiye’nin önünde bir kez daha yalan ve riyaya çakılmış kalmıştır.

Madem Çanakkale’yi anlamadan milleti, milliyeti ve milliyetçiliği anlamak bu zihniyete göre mümkün değildir, o halde Başbakan Çanakkale’de boşa kürek çekmiş, havanda su dövmüş ve gereksiz yere patinaj yapmıştır.

Sayın Başbakan nafile yere çırpınma, sen milliyetçiliği ve milleti bilmediğinden ve hatta hasım olduğundan dolayı, Çanakkale’yi de anlayamazsın, Çanakkale’nin sırrına da eremezsin.

Çanakkale’de yükselen millet evlatları; vatanı bölmeye, Türklüğü kovmaya, hürriyetimizi çalmaya çalışan alçaklara karşı kanlı gömlekleriyle mücadele etmişler, ülküleriyle devleşmişlerdir.

Senin ise giydiğin gömleğinin önünde ABD, arkasında AB, bir yanında Barzani, diğer yanında Öcalan ve PKK yazarken, nasıl olur da Çanakkale’ye anlam yüklemeye, ne hakla çiğnediğin milliyetçiliği kendine mal etmeye cüret edersin?

Türk milletini birbirine düşürmeye, dayanışma ve kardeşlik rabıtasını hançerlemeye tam mesai içinde çabalarken, neyin milliyetinden, kimin milletinden bahsedersin?

Seyit Onbaşı, 215 okka mermiyi senin yolundan gittiklerine haddini bildirmek için kaldırmıştır.

Tophaneli Yüzbaşı Hakkı, senin ve hükümetinin şevkle planlarına dâhil olduğu küresel mihrakları mayınlamak için hasta halinde Nusret Mayın Gemisiyle denize açılmıştır.

Ezineli Yahya Çavuş, senin peşinden sürüklendiklerine fırsat vermemek için yaralı bacağıyla düşmana Çanakkale’yi dar etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal, senin ve hükümetin gibi içimizi karıştırmaya, kardeşliğimizi bozmaya, birliğimizi sarsmaya ve millet varlığını imha etmeye kalkışanlara sur olan askerlerine, “Ben size ölmeyi emrediyorum” komutunu vermiştir.

Çözüm süreci işportasında Türk milletini kelepir fiyatla devretmeye girişenlerin, kıyılarımızı kirleten düşmanların bugünkü uzantılarıyla müzakere edenlerin, samimiyetle anlayacakları ve kabullenecekleri bir yer değildir Çanakkale.

Ve elbette Çanakkale, İmralı canisi ve örgütüyle hayâsız bir biçimde sürdürülen çözüm süreci için dua istenecek, destek talebinde bulunulacak ve manevi değerlerimizin istismarıyla gözleri boyayacak bir yer de değildir, olmayacaktır ve inşallah da olamayacaktır.

Bize Çanakkale şehitlerine sahip çıkmadığımız iftirasını da yüzü kızarmadan atan Başbakan bilsin ki;

Türk tarihinin herhangi bir kesintinde millet ve vatanı için mübarek kanlarını akıtan aziz şehitlerimiz bizim her şeyimiz, vazgeçemeyeceğimiz sevdamız, yeri dolmayacak eşsiz ve yüksek emanetlerimizdir.

Başbakan Erdoğan, şehide kelle derken; biz, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” diyorduk.

Başbakan Erdoğan şehitlerin kanlılarından, katillerinden medet umarken, manevi hatıralarını bir bir çiğnerken, biz şehitlerimizin haklarını her şeyimizle savunuyorduk.

Şehitleri istismar ettiğimizi, kandan beslendiğimizi, morg önlerinde beklediğimizi, Fatiha bilmediğimizi, ölümlerden geçindiğimizi çirkince ifade ederken, biz dualarla şehitlerimizi omuzlara alıyor, tekbirlerle son yolculuklarına uğurluyor ve acılarını yüreklerimizde duyuyorduk.

Başbakan şehit kanları oluk oluk akarken, evlatlarımızı toprağa sokan alçaklarla, rezillerle, canilerle pazarlık masaları kurmuş, sözde barış çubukları içmiştir.

Dün Çanakkale önlerinde dünyayı başımıza yıkmayı amaçlayanların üç nesil sonraki evlatlarıyla kol kola girmiş, kanlı projelerin eşbaşkanlık görevini üstlenmiştir.

Şundan eminiz ki, bugünkü siyasi zihniyetin temsilcileri dün Çanakkale’de bulunsaydı, düşman saflarında Müslüman Türk milletine mermi sıkar, top atar ve ölüm kusardı.

Başbakan Erdoğan ne şehidi bilir, ne şühedanın hakkını koruyabilir.

Ne milletin ismini itiraf eder, ne de milliyete kafası basar.

Bunun için diyorum ki, Sayın Başbakan senin tarafın, kimden yana olduğun ve kimlerin ekmeğine yağ sürdüğün tam olarak belli ve belirgin olmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi, şehitlerimizin emanetçisi, Türklüğün bekçisi, milliyetçiliğin bereketli sancağı, Türk milletinin hizmetkârı ve Türkiye’nin son şansı olarak senin ve hedeflerinin muarızıdır.

AKP ise Çanakkale’de durdurulanların elçisi, Sakarya’da tekmelenenlerin ileri karakolu, Dumlupınar’da kovulanların ta kendisidir.

Kararlılıkla yeniden söylemek isterim ki, manevi huzurlarında, Türk milliyetçileri adına, Çanakkale’deki bütün kahramanlarımızın mukaddes hatıralarını saygıyla yâd ediyor, hepsine, en derin hayranlık ve sadakat hislerimle Cenab-ı Allahtan rahmet diliyorum.

Çanakkale ruhunun rehberimiz olduğunu, gösterilen cesaret örneklerinin ve fedakârlık bilincinin başlıca kaynağımız ve ilhamımız olduğunu açık yüreklilikle ifade etmeyi manevi bir borç olarak görüyorum.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

İki gün sonra baharın gelişini haber veren Nevruz Bayramı’nı milletçe kutlayacağız ve milletçe bu günü paylaşacağız.

Takdir edeceğiniz üzere, tarihi ve kültürel kökleri bakımından Türk milletine mal olan ve Türk milletinin bir değeri haline gelen Nevruz, yüzlerce yıldır kutlanmaktadır.

Türk kültürü gerçek anlamda, kardeşlik duygularını, yardımlaşma, dayanışma hasletlerini ve kaynaşmanın her türlüsünü tavsiye ve tescil etmektedir.

Nevruz da bizim bir kültür değerimizdir, asırlarca milletimize baharın doğuşunu müjdeleyen iftiharımızdır.

Bu Bayram’ın yalnızca bir mevsim değişimi olarak yorumlanması bir tarafını eksik ve yetersiz bırakacaktır.

İşin aslına bakarsınız, Nevruz baharın doğum haberi olduğu gibi, bolluğun, bereketin, barışın ve huzurun da mesajıdır ve bu şekilde anlaşılmalıdır.

Nevruz, kavuşmanın, paylaşmanın, engin muhabbetin, hoşgörü ve sevginin gür akan ve debisi yüksek milli ve manevi nehridir.

Bu nehirde bin yıllık kardeşliğimiz akmaktadır.

Bu nehirde Türk milletinin özü ve hatıraları şarıldamaktadır.

Bu nehirde Türk’ün tarihi ve emanetleri yüzmektedir.

Nitekim bu nehirde kir akmaz, kötü niyet görülmez, pas olmaz, girdap bulunmaz ve kesinlikle bulunmayacaktır.

Bir diğer açıdan vurgulamak isterim ki, Nevruz, büyük milletimizin özgürlük ve hükümranlığının kaynağı, daha da ötesi, asırlar evvel yakılan Ergenekon ateşinin kıvılcımıdır.

Nevruz Bayramı’nın aslına sadık olarak kutlanması, yeniden maddi ve manevi anlamda diriliş ve doğruluşa vesile olması en samimi dileğimdir.

Bu vesileyle tüm vatandaşlarımızın Nevruz Bayramı’nı şimdiden tebrik ediyor, anlamına uygun olarak kutlanmasını bekliyor ve bunu içtenlikle temenni ediyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Bu iyi ve olumlu düşüncelerimize rağmen bu yıl ki Nevruz’un tamamıyla bölücü emellere ipotek ettirildiği, İmralı canisinin hezeyan ve küstahlıklarına sahne olacağı şimdiden anlaşılmıştır.

Maalesef tüm olumlu ve samimi görüşlerimiz, kutlanacak Nevruz Bayramı’nda sakatlanacak, katilden, eli kanlı teröristten beklenen tılsımlı açıklamalar her şeyin önüne geçecektir.

Şu haliyle görünen gerçek üzülerek söylemeliyim ki, budur.

Nevruz Bayramı’na henüz zaman varken, AKP iktidarı geçtiğimiz Pazar günü PKK maşası BDP ve bölücü mihraklara ortam açmış, kutlama yapmaları için ikramda bulunmuştur.

Merakım AKP milletvekili değerli arkadaşlarımın, bu ortam içinde Nevruz Bayramı’nı hangi duygularla ve nasıl kutlayacağıdır.

Başta İstanbul Kazlıçeşme olmak üzere, İmralı canisinin posterleri artık hiçbir çekinme veya korku emaresi gösterilmeden ulu orta asılmış, teröristbaşına özgürlük mesajları saygısızca verilmiş, Kürt kökenli kardeşlerimize statü talebi dillendirilmiştir.

Ülkemizin değişik yerlerinde, isyankârlar bölücülük kartelinin vahşi ve barbar piyonları millet ve devlete alenen meydan okumuşlardır.

Verilen tavizler PKK ve yandaşlarını şımartmış ve coşturmuş, adeta bağımsız Kürdistan provaları yapılmıştır.

Bu ortamda Türk bayrağı provokasyon vasıtası olarak görülmüş, millet ve vatan değerlerini savunanlar provokatörler olarak itham edilmiştir.

AKP’nin yönetimindeki Türkiye’de;

Türklük suç, milliyetçilik suçlu, millet kusurlu, bayrak tahrik, Türkçe ayıp, vatan pay edilecek sahipsiz arazi olarak görülür duruma gelmiş ve bu şekilde tanımlanmıştır.

Türkiye’de tüm milli kural ve ilkeler aşınmış ve çatallaşmıştır.

Konuşmamın bu aşamasında şunu açıkça ortaya koymak isterim ki, Kürt kökenli kardeşlerimize statü talebinde ve bunun yanında İmralı canisine özgürlük çağrısında bulunmak bedbahtlıkla dahi izah edilemeyecek kadar ölçüsüzlüktür.

En başta vurgulamak lazım gelirse, Kürt kökenli kardeşlerimiz, milletimizin eşit, saygın ve yeri dolmayacak fertleri, bin yıllık kardeşliğin mukaddes temsilcileridir.

Bugüne kadar neyde geride kalmışlar, hangi eksiklikleri olmuştur?

Siyasete girmeleri mi engellenmiş, ülke yönetimine katılmaları mı dikkate alınmamış, devlet yönetiminde bulunmaları ya da sosyal ve ekonomik hayata girmeleri mi zorlaştırılmıştır?

Ülkemizin her yöresinde, iş kurmaları, okumaları, seyahat etmeleri, yer tutmaları, meslek edinmeleri, yerleşmeleri, sivil toplum kuruluşlarına girmeleri konusunda sorunları mı olmuştur?

Bürokrat, milletvekili, bakan, başbakan ve hatta cumhurbaşkanı olmaları mı ertelenmiş, yoksa bunlar kendilerine çok mu görülmüştür?

Holding kurmalarına, işadamı ve girişimci olmalarına, üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev almalarına mani mi olunmuştur?

Gerçekten bunlara verilecek hiçbir olumsuz cevap yoktur.

Bugüne kadar hiç kimse, kökeninden, yöresinden ve anasının dilinden dolayı ayrılmamış, ayrımcılığa uğramamıştır.

Öyleyse bu kardeşlerimizin eksiklikleri nedir, nelerden ibarettir?

Hangi konuda geri ve nelerde yetersiz kalmışlardır?

Türk milletine mensubiyetten gurur duyan kardeşlerim, bireysel eksende, hangi sosyal, siyasal ve ekonomik statüyü istemişler de alamamışlar, neyi beklemişler de ulaşamamışlardır?

Bölücülerin Türk milletinin arasına nifak sokmasına ne hadleri ve ne hakları vardır?

Bize göre, ülkemizin her yöresinde eşit ve onurlu bir şekilde yaşayan Kürt kökenli kardeşlerimi sözde Kürt sorunu nağmesiyle terörün peşine takmak, PKK’yı temsilcileri gibi sunmak en büyük soysuzluktur.

İmralı canisi ve örgütü en fazla Kürt kökenli vatandaşlarımın kanını akıtmış, canına ve malına kast etmiştir.

Şimdi de kalkıp, Nevruz’un bölücü ve yıkıcı emeller çerçevesinde formüle edilmesi, buna hükümetin kolaylaştırıcı ve rahatlatıcı adımlar atması Türk milletine yapılan en iğrenç kötülüktür.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Görüldüğü kadarıyla, Başbakan Erdoğan, başkan olabilmek, Türkiye’nin bölünme şifrelerini taşıyan küresel kanlı projeleri hazmettirebilmek, Anayasa’nın ilk üç maddesini kaldırmak için yapmayacağı bir şey olmadığını icraatları ve beyanlarıyla kanıtlamaktadır.

Bu zihniyetin gözünü kan, ruhunu hırs bürümüştür.

AKP, bebek katiliyle yapılan görüşmeleri sıklaştırmış ve süreç denilen ihanet adımlarını hızlandırmıştır.

Dün itibariyle, yeni bir BDP’li heyet İmralı canisiyle görüşmüş, Kandil’den, Avrupa’dan ve partilerinden yazılan cevabi nitelikli mektupları huşu içinde adrese teslim etmiştir.

Bölücü siyasetin duayenleri, AKP icazetiyle, şehitlerimizi andığımız, Çanakkale Deniz Zaferi’ni idrak ettiğimiz ve hatta Ergenekon Davasında müebbet ceza taleplerinin yağmur gibi yağdığı bir günde, İmralı canisiyle buluşmuşlardır.

Başbakan Erdoğan Çanakkale’de şehitlerimizi istismar ederken, az ötede teröristbaşıyla 3 BDP’linin buluşmasını ve kucaklaşmasını ayarlamış, bölücü çöpçatanlığa soyunmuştur.

Terör örgütü kurmakla ve terörist olmakla suçlanan genelkurmay başkanları,  ömür boyu ceza teklifiyle eziyete ve hukuksuzluğa uğrarken, gerçek teröristbaşı sözde çözüm ve barış ortağı olarak takdim edilmiş, mesajları kamuoyuna hevesle aktarılmıştır.

Diyebilirim ki, Başbakan Erdoğan, İmralı canisiyle yürüttüğü pazarlıkların ana teması olan “Al Başkanlığı, Ver Özerkliği” takasına yeni halkalar eklemiştir.

Bu çerçevede görünen gerçek şudur: “Al PKK’yı, Al Özerkliği, ne Yaparsan Yap TSK’yı” “Çıkar PKK’yı, İçeri At TSK’yı” “Kurtar PKK’yı, Mahkûm Et TSK’yı”

Olan budur, tüm gelişmelerin istikameti buraya doğru gitmektedir.

Sekiz kamu görevlimizin KCK ve PKK militanlarının serbest kalması karşılığında ve bu meyanda yapılan pazarlıklar sonucunda bırakıldıkları iyice görülmüştür.

Bundan sonra KCK ve PKK’lıların kafileler halinde salıverileceği netleşmiştir ki, bir grup KCK’lı da aceleyle bırakılmıştır.

Başbakan Erdoğan PKK’yla birlikte, Türk milletine ve Türk ordusuna tuzak kurmakta, kara çalmakta ve değirmen gibi öğütmektedir.

Yazık ki, Türkiye çok kötü bir duruma düşürülmüştür.

Türk milleti ihanetin tüm renk ve yüzleriyle karşı karşıya kalmıştır.

İmralı canisiyle görüştükten sonra açıklamalar yapan 3’ncü BDP heyeti, aziz milletimizin ve büyük ülkemizin kimlerin, hangi niyetlerin eline kaldığını berrak şekilde yeniden göstermiştir.

Mudanya’dan İmralı’ya giden, Ataköy’den de çıkan bölünme elçileri, teröristbaşının kanlı kalemiyle yazdığı mesajını Türkiye’ye duyurmuşlardır.

İmralı canisi de Başbakan gibi Türkiyelilik zırvasıyla karanlık görüşlerini yanaşmaları aracılığıyla vermiş ve her şeyin merkezine kendisini koyduğunu yeniden göstermiştir.

İmralı canisi özet olarak;

√       Türkiye’nin demokratikleşmesini hedeflediğini,

√       21 Mart Nevruz Bayramında yapacağı çağrı için hazırlık yaptığını ve bunun tarihi olacağını,

√       Silah meselesini de hızla ve zaman kaybeden çözmek istediğini,

√       Bunun için TBMM’den ve siyasi partilerden destek beklediğini,

√       Geri çekilmenin ve sözde barışın kalıcı hale gelmesi için TBMM’nin üzerine düşeni yapması gerektiğini ahlaksızca, ar damarı çatlamışçasına beyan etmiştir.

İmralı canisinin birkaç gün sonra yapacağı, AKP ve bölücü yandaşlarının merak ve heyecanla beklediği açıklama için, bu sözler gerçekte ipucudur.

Türkiye ne yazık ki İmralı’da yatan bir teröristin ağzına bakar hale gelmiştir.

Başbakan Erdoğan, canibaşının yıllardır takipçisi olduğu hain isteklerine yapışmış, köle gibi tutunmuş ve her değerimize bölücü mercekle bakar hale gelmiştir.

Türkiye’yi yöneten bu iktidar anlayışı pandoranın kutusunu açmış, bölücü terör örgütüne ruhunun ve vicdanının tapusunu bedelsiz devretmiştir.

Başbakan’ın ileri demokrasisi, gerçek anlamda PKK demokrasisidir.

Başbakan’ın ustalık dönemi, hem çılgınlık hem de PKK ustalığının garanti edilmesine hizmet etmektedir.

√       PKK rest çektikçe AKP pusmaktadır.

√       PKK sözde jest yaptıkça AKP mest olmaktadır.

√       İmralı canisi mesaj verdikçe Başbakan sinmekte, saklanmakta, ağzını dahi açamamaktadır.

Türk milleti böylesi bir iktidara layık değildir.

Türkiye bu şekilde daha fazla gidemeyecek, milli kantar ihanet yükünü daha fazla çekemeyecektir.

Hâlihazırda senaristleri belli olan bölücülük oyununda, figuranları billurlaşmış terör tiyatrosunda herkes yer kapmakla, pislikleri önden izlemek için rezervasyon yapmakla meşguldür.

Bunun için de Nevruz Bayramı’nda sahnelenecek kepazelikler için bekleme dönemine girilmiştir.

PKK, örgütün Avrupa ayağı ve BDP’den oluşan üçlü fitne, cevaplarını verdiğine göre, teröristbaşı bildik ezberlerini tarihi mesaj diyerek birkaç gün sonra duyuracaktır.

PKK’nın Kandil ayağı, çekincelerini belirtmekle birlikte stratejik hedefler doğrultusunda, teröristbaşının perspektifine bağlı olduklarını ve bunun geleceğin yönünü tayin edeceğini çoktan belli etmiştir.

Önümüzdeki günlerde İmralı canisi, muhtemeldir ki;

√       Sözde demokratikleşme ve çift taraflı ateşkes çağrısında bulunacak,

√       Rahat hareket etmesi için yeni imkânlar isteyecek, yani serbest kalmanın arayışında olacak,

√       TBMM’nin devreye girmesini bekleyecek, yasal ve anayasal değişiklikler talep edecek,

√       Bu çerçevede, PKK’nın, mekap yöntemiyle sınır dışına çıkması temennisinde bulunacak,

√       Ve özerk bir yönetimin hayata geçirilmesini şifreli sözlerle muhataplarına iletecektir.

Adalet Bakanı’nın sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla TBMM’i PKK hedeflerine seferber edilecektir.

Milli hâkimiyetin bu kutlu çatısı, Gazilik unvanıyla baş tacımız olan bu büyük millet eseri çözülmeye, çöküşe ve çürümeye payanda yapılacaktır.

Ancak iyi bilinsin ki, Türk milletinin bu mukaddes emanetini, kurtuluşumuzun ana karargâhını ve kalbini, PKK’nın önüne pas pas etmeye çalışanlara fırsat vermeyiz ve hepsinin de alnını karışlarız.

Türk milletinden yüz bulan, bununla yetinmeyerek astarını da isteyen AKP köhnemişliğinin, TBMM’ni eşkıyanın oyuncağı haline çevirmesine göz yummayız, izin vermeyiz ve bu şehit emanetinin şerefiyle de oynatmayız.

TBMM’ni Kandil’e çevirmeye gayret eden ahlaksızlar dikkat ediniz.

Öcalan’ı sözde barış ve çözüm elçisi sıfatıyla millet huzuruna çıkarmaya çalışan pervasızlar ayağınızı denk alınız.

√       Köklü çözüm peşinde olduklarını söyleyenler size söylüyorum.

√       İmralı kölesi olan, Kandil muhipliğinde karar kılan ve PKK kılavuzluğunda demokratikleşme arayan reziller, size açıklıyorum,

       “Türkiye’nin İmralı sürecine ihtiyacı vardır” diyenler size bildiriyorum,

       “Hiç bu kadar iyimser olmamıştık, iyi şeyler olacak” kuruntusuna kapılanlar size beyan ediyorum,

√       Sekiz kamu görevlimizin tutanakla bırakılmasını jest olarak yorumlayan, iyi niyet olarak gören zavallılar size diyorum,

√       Parantez açıp kapatmakla uğraşan, “Ya birlikte yürüyeceğiz, ya da bizi lime lime edecekler” ifadeleriyle Türk milletine ölümü gösteren gafiller size haykırıyorum.

√       Milli devlet yapısının talepleri karşılayamadığından dolayı güncellenmesi gerektiğini söyleyen şaşırmış ve esir olmuş zihniyetler size konuşuyorum,

       “İşler iyi gidiyor, bu işi bitireceğiz, dua edin, destek verin, Öcalan’ın doğru söylediğine doğru deriz,” yaygarasını koparan katranlaşmış vicdanlar sizlere sesleniyorum.

Başaramayacaksınız, muvaffak olamayacaksınız, firavun tavırlarınızla önümüzü tıkayamayacaksınız.

Sizin doğrunuz Öcalan’ın doğrusu olsun, bizim doğrumuz Türk milletidir.

Sizin piriniz Öcalan, rehberiniz PKK, bölünme trafonuz Kandil olsun; bizim yeminimiz Türk milletinin varlığı korumak ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü sağlama almaktır.

İkazla bildiririm ki, Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk milleti son sözünü henüz söylememiştir.

Duyduk duymadık demeyin.

Tekraren ifade ediyorum; Milliyetçi Hareket Partisi çözüm süreci denilen, çözülme ve çöküş planına karşıdır, her daim kararlılıkla karşı duracaktır.

Türk devletinin kolonlarını devirmeye, Türk milletinin maddi ve manevi hazinesini çarçur etmeye, milli kimliğini bölücülük alevinde yakmaya kalkışanlar; Milliyetçi Hareket Partisi olduğu sürece kabusu yaşayacaklar, seraba batacaklar, hayal balonu kafalarında patlayacaktır.

Bu düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, mutlu, huzurlu ve başarılarla dolu günler geçirmenizi Cenab-ı Allah’tan diliyorum.

Sağ olun, var olun.

Ne mutlu Türküm diyene, Ne mutlu Türk olarak kalana.