24.01.2001 - Ankara Ticaret Odasında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Ankara Ticaret Odasında Yapmış Oldukları Konuşma
24 Ocak 2001

Sayın Bakanlar,

Değerli Milletvekilleri,

Ankara Ticaret Odası'nın Değerli Başkan ve Yöneticileri,

Kıymetli İşadamları,

Değerli Konuklar,

Basınımızın Saygıdeğer Temsilcileri,

Sözlerime, yüksek heyetinizi en iyi dileklerimle selamlayarak başlıyorum.

Ülkemiz açısından çok önemli bir zamanda yapılan böylesine güzel ve anlamlı bir toplantıda sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Bu vesileyle, Ankara Ticaret Odası yöneticilerini ve zor şartlar altında yüksek düzeyde vergi ödeyen ihracat ve hizmet arzı ile ülkemize döviz getirerek bu ödülleri hakeden kıymetli işadamlarımızı gönülden kutluyorum.

Kriz senaryolarının sıkça yazılıp oynanmaya çalışıldığı ülkemizde, kalkınmayı ve fedakârlığı sürekli ön planda tutan, herşeye rağmen ülkesine ve insanına güvenen sanayici ve işadamlarımız her türlü övgüye ve desteğe layıktır. Yine, Türkiye ve dünya şartları bakımından çok kritik bir dönemeçte bulunduğumuz bu zaman diliminde, böyle bir ödül töreninin yapılması, birçok bakımdan dikkate değerdir.

Her şeyden önce, bu törenin geleceğe dair ümitlerimizi arttıran, ülke ekonomisine sağlanan katkıları ödüllendiren bir anlamı ve önemi bulunmaktadır. Bunun yanında, bu tür ödül ve etkinliklerin, rekabeti teşvik etmesi, yatırım ve üretim sürecine yeni bir ivme kazandırması bakımından da rolü büyüktür.

Tabii ki, gelişmenin önünü açıp sürekli hale getirecek politikaları belirlemek ve uygulamak öncelikle hükümetlerin görevidir.

Bu zamana kadar, birçok hükümet tarafından çeşitli adımlar atılmış, ama elde edilen başarılar sınırlı düzeyde kalmıştır. Başka bir deyişle, arzu edilen sağlıklı gelişme trendi yakalanamamıştır.

Bu deneyimleri göz önünde bulunduran hükümetimiz, 2000 yılının başında uygulamaya koyduğu programla istikrarlı gelişmenin altyapısını oluşturmayı hedeflemiştir.

Takdir edileceği üzere Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir ivme kazanan küreselleşme süreci "Enflasyonla Mücadele ve Yeniden Yapılanma Programı"nın başarısını, hem gerekli hem de önemli hale getirmiş bulunmaktadır. Bu süreç, ülkeler ve bölgesel organizasyonlar arasında varolan ekonomik ve teknolojik rekabetin daha da kızışmasını ve yoğunlaşmasını beraberinde getirmektedir.

Ülkelerin böylesine çok boyutlu bir mücadele ortamında ayakta kalabilmesi de, öncelikle ekonomilerin rekabet ve verimlilik gücüne bağlı olarak değişmektedir. Bu aynı zamanda, yarınların dünyasında saygın ve etkin bir konuma sahip olabilmenin de ön şartlarından birini ifade etmektedir.

Görüldüğü gibi, ülkemizin ekonomik ve sosyal alanlardaki temel açmazlarını oluşturan kronik ve yapısal sorunlarından kurtulabilmesi, toplumun kalıcı bir istikrara, refaha ve huzura kavuşmasının yanında, belirsizlikler ve risklerle de dolu olan yeni çağın dinamiklerini kavrayabilmesi bakımından da hayati öneme sahiptir.

Hükümet olarak, ekonomik programı ve yapısal reformları, birçok siyasi riski göze alarak kararlılıkla uygulamaya çalışmamızın temel sebebi de budur. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi, atılacak yanlış adımların ya da gecikmenin telafisinin giderek zorlaştığı bir konjonktüre, dönüşümlerin derinleştiği bir dinamizme işaret etmektedir.

Biz, parti ve hükümet olarak, böylesine başdöndürücü bir sürecin yaşandığının ve zamanımızın kıymetli olduğunun farkındayız. Yine, bazı olumsuzluklara ve aksamalara rağmen, 20 ay boyunca kayda değer gelişmelerin yaşandığına inanıyoruz. Tabii ki, uygulanan programın başarılı olup olmadığına dair kesin sonuçlar, programın tamamlanmasıyla birlikte ortaya çıkacaktır.

Ancak, bir yıllık uygulama dönemi başta olmak üzere, benzeri programların sonuçları, bizlere öndeğerlendirme yapma imkânı vermektedir. 2. Dünya Savaşı sonrasında başlayıp gelişen çok partili siyaset dönemini temel aldığımızda, çeşitli ekonomik istikrar programlarının ve tedbir paketlerinin hayata geçirilmeye çalışıldığı, buna rağmen belli başlı ekonomik ve sosyal sorunların hâlâ varlığını devam ettirdiği görülmektedir. Benzer şekilde, 1961 yılından bugüne kadar Uluslararası Para Fonu ile 17 Stand-By antlaşmasının yapıldığı ve hedeflere tam olarak ulaşılamadığı bilinmektedir.

Bu sonuçta, dış dinamiklerin elverişsizliği yanında, programların özellikleri ile arkalarındaki siyasi iradenin yaklaşımlarının belirleyici bir rol oynadığına şüphe yoktur. Sergilenen yönetim örnekleri, genellikle, kararlı olmak yerine aceleci ve şüpheci, çok yönlülük yerine dar ufuklu yaklaşımları çağrıştıran bir nitelik arzetmiştir. Kaynak ve imkânların yetersizliğine, yönetim eksiklikleri ve sorunları eklendiğinde çoğu zaman başa dönmek kaçınılmaz olmuştur.

Bu tür deneyimlerin en büyük zararı, özellikle şu iki konuda ortaya çıkmaktadır. Birinci olarak, toplumda ekonomik sorunların çözülemeyeceğine ilişkin kanaatlerin yaygınlaşmasına sebep olan bir sonuç doğurmaktadır. İkinci olarak da, ekonomik aktörlerin yatırım ve üretim yapma şevkini kırmakta, güçlükle sağlanan uzlaşma zeminini bozmaktadır.

İşte, bu durumun farkında olan hükümetimiz, kısa vadeli siyasi çıkarların sahip olduğu cazibenin, orta ve uzun vadede ülke ve toplum için bir tuzak olduğunu düşünerek hareket etmektedir. Ekonomik programın başarıyla uygulanması ve ekonomik aktörlerin güven ve inancının devam etmesi için, kararlılığımızdan ve hedeflerimizden sapmamaya özen gösterilmektedir.

Değerli Konuklar,

Sayın Basın Mensupları,

Bugün geldiğimiz noktada, tatminkâr olmasa bile sağlanan bir başarı vardır ve bu başarıda biraz önce ifade ettiğim siyaset anlayışının payı büyüktür. Diğer bir deyişle, iç ve dış dinamiklerin hiç de elverişli olmadığı bir ortamda atılan adımlar, ulaşılan makro-ekonomik büyüklükler yeterli olmasa da gelecek için ümitlenmemizi mümkün kılmaktadır.

İnanıyoruz ki, geçen Kasım ayı sonlarında patlak veren malî kriz de, hükümet uygulamalarının ve programın zaaflarından çok, Türk ekonomisinin yılların birikimi olan yumuşak karnına işaret etmektedir. Büyük ölçüde sarılan bu yaranın tamamen iyileşmesi için biraz daha zamana ve özene ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, hükümetimizin, ekonomi bürokrasisinin, özel sektörümüzün ve bankacılık sektörünün işbirliği ve dayanışma içinde bulunması zorunludur.

Bizler, programın hedefine ulaşması için dönüm noktası anlamına gelen 2001 yılının, bu tür bir anlayış ve duyarlılıkla geçileceğine, sonuçta ülkemizin ve insanımızın kısır döngüleri kıracağına inanıyoruz. Böylece, yeni atılımlara hazırlanmak, yeni başarılara imza atmak mümkün ve kolay hale gelecektir.

Bu atılım ve başarıların, sosyal alandaki tezahürleri, toplum kesimleri arasında var olan uçurumların kapanması, kollektif bir refah artışının sağlanarak geleceğe daha güvenle bakabilmenin mümkün hale gelmesi olacaktır. Ekonomik alandaki tezahürleri ise, her sektörde uluslararası rekabete hazır ve dayanıklı, küresel firmalarını ve markalarını yaratmış bir özel sektör dinamizmi şeklinde ortaya çıkacaktır.

Türk özel sektörü, inanıyorum ki, böyle bir düşünce, irade ve potansiyele sahiptir. Bu konuda önemli adımlar atılmakta, belirli ölçülerde de olsa küresel ekonomik düzlemde mücadelesini sürdürmektedir.

Ancak, bütün bunları yeterli bulmamız, mevcutla yetinmemiz mümkün değildir. Daha iyiye ve büyüğe ulaşmak için hükümetlere de görev ve sorumluluk düştüğü açıktır. Vergi yükünün ve mevzuatının ağırlığından, yatırım ve altyapı şartlarına kadar birçok olumsuzluk bulunmaktadır. Bunların, mümkün olan en kısa zamanda elden geçirilip daha çağdaş ve rasyonel bir niteliğe kavuşturulması gerekmektedir.

Ama bu süreçte, yapılması gerekenleri yapmaktan, atılması gereken adımları atmaktan da kaçınmamak lazımdır. Şüphesiz, bir taraftan yeniden yapılanmayı sürdürürken, bir taraftan da yatırım ve üretimi artıracak tedbirleri almak şarttır.

Kıymetli Konuklar,

Değerli Basın Mensupları,

Sözlerimi, huzurlarınızda bir önemli konuya daha temas ederek sürdürmek istiyorum.

Takdir edileceği gibi, 57. Hükümet, geçmiş on yıl ile mukayese edildiğinde önemi daha iyi kavranacak olan çok zor bir işi daha başarmaya çalışmaktadır. Yüce Meclis'in desteği ve katkısı ile, Türkiye bir yıldır, sadece ekonomik alanda değil, hem siyasi ve hukuki sistemde yeniden yapılanmaya çalışmakta, hem de yolsuzluklarla kararlı bir şekilde mücadele etmektedir.

Üç partiden oluşan bir koalisyon hükümetinin, bu üç büyük ve sorunlu cephede mücadele vermesi, yabana atılacak bir irade ve uğraşı değildir. Bilakis takdir edilmesi ve desteklenmesi gereken bir anlayışı ortaya koymaktadır.

Bu üç alanda yapılan düzenlemeler ve yürütülen politikalar, son tahlilde birbirini tamamlayan temel bir yaklaşım olarak çok önem taşımaktadır. Daha açık bir deyişle, siyasi ve idari sistemini yenileyip yolsuzluklarla baş edemeyen bir Türkiye'nin ekonomik mücadelesini de kazanması mümkün değildir. Bunun için, yol açtığı sıkıntılarla da, çözümleriyle de oldukça karmaşık bir ilişkiler ağını ifade eden yolsuzluk meselesinin her açıdan ciddiye alınması lazımdır.

Bu dönemde, mevcut yolsuzluk ve soygunların ortaya çıkartılarak yeni soygunların önüne geçmeye çalışıldığı açıktır. Bu sebeple, gerek kamu bürokrasinde, gerekse özel sektörde işini yapanların, yatırım ve üretim için çırpınanların sıkıntıya sokulmasının telâffuz edilmesi dahi yanlıştır.

Sorunun kaynağında, yolsuzluklara set çekmek yerine geçit veren, zaman zaman da ortak olan siyaset ve yönetim tarzı yer almaktadır. Böyle bir siyaset etme anlayışının toplumsal maliyeti çok yönlü ve ağır olduğu için üzerine gidilmesi zorunludur.

Her şeyden önce, sürekli yolsuzluk ve haksızlık üreten bir yapının yozlaşarak çürümesi kesindir. Yolsuzluk ve usulsüzlüklerin kurumlaşmaya yüz tutmuş hali olan yozlaşma sürecinin, aynı anda hem ekonomik hem de demokratik gelişmeyi baltalaması, meşruluk tartışmalarını beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. 1990'lı yılların Türk siyasi ve ekonomik hayatı, bu tür olumsuzlukların iyice görünürlük kazandığı, tartışma ve krizlerin ayyuka çıktığı bir özelliğe sahip olmuştur.

Sözün kısası, yolsuzluklarla mücadele edip yozlaşmanın önüne geçilmesi, bir taraftan devletin ve siyasetin saygınlığının ve etkinliğinin artması, diğer taraftan ekonomik gelişmenin daha sağlıklı, bölüşümün de daha adil bir nitelik kazanması için zorunludur.

İşte bu ve benzeri sebeplerle, yolsuzlukla mücadelenin önemsenmesi, ciddiye alınması ve her kesimin katkı sağlaması önem arz etmektedir. Bu süreçte, özellikle partilerin ve siyasetçilerin dikkatli, özenli ve samimi bir yaklaşımı benimseyip hayata geçirmesi çok gereklidir.

Çünkü, yolsuzlukla mücadele söyleminin, gerçekten mücadele etmek için değil, günübirlik siyasi manevralarda bir dolgu malzemesi olarak kullanılmasının hiçbir faydası olmayacaktır. Bilakis, seviyeli ve tutarlı bir siyaset geliştirilemediği için siyasi yozlaşma sürecine hizmet etmesi kaçınılmaz olacaktır.

Değerli Konuklar,

Sayın Basın Mensupları,

Görüldüğü gibi, ülke ve millet olarak işimiz kolay değildir. Hatta, aşılması gereken birçok engel, dönüşmesi gereken siyasi zihniyet, katedilmesi gereken uzun bir mesafe vardır. Ama, bütün bunlar zor olsa bile, imkânsız değildir.

İster 20. Yüzyıl'ın başından 21. Yüzyıl'ın başına kadar geçen uzun döneme, ister 18 Nisan 1999 seçimlerinden bugüne kadar geçen süreye bakalım, bunları düşünmemek imkânsızdır. Bunun için de, öncelikle, kendimize, ülkemize ve geleceğimize güvenmemiz şarttır. Gerçek bir dönüşüm ve gelişmenin temel dinamiğini insanın kendisinin oluşturduğunu unutmamak lazımdır.

Yine, sivil toplum örgütlerinin savunduğu idealleri ve değerleri koruyup geliştirmesi yanında, sahiplendiği değerleri öncelikle kendi bünyesinde hayata geçirmesi de önem taşır. Siyasetin ve partilerin durumu da bundan farklı değildir.

Hangi alanda ve sektörde olursa olsun, iyi niyetimizi ve kararlılığımızı sergilediğimiz ölçüde başarı ve mutluluk hep daha yakın olacaktır. İş ve ticaret hayatında, siyaset dünyasında bunun örneklerine rastlanmaktadır. Bugün burada hep birlikte paylaştığımız ödül töreni de bunun yeni bir örneğini oluşturmaktadır.

Hepimiz, ödedikleri vergilerle, yaptıkları ihracatlarla ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan, bunun için de ödüle hak kazanan bütün iş adamlarımızla gurur duyuyoruz. Yine, bütün gücümüzle onların ve ileride bu tür ödülleri kazanacak diğer sanayici ve iş adamlarımızın yanında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz.

Konuşmama bu duygu ve düşüncelerle son verirken Ankara Ticaret Odası'nın değerli yönetici ve mensuplarına gösterdikleri yakın ilgiden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. İş hayatınızda ve diğer çalışmalarınızda başarılar dileyerek, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı