03.02.2001 - MYK Toplantısında Yapmış oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısı Konuşması
3 Şubat 2001

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Merkez Yönetim Kurulu toplantımızın açılış konuşmasına başlarken hepinizi saygıyla selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.

30 Ocak 2001 Salı günü akşamı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Genel Kurul çalışmaları devam ederken vukuu bulan tartışma ve kargaşa ortamında fenalaşarak kalp krizi geçiren değerli Şanlıurfa milletvekili Mehmet Fevzi Şıhanlıoğlu'nu maalesef kaybetmiş bulunuyoruz. Merhuma Cenab-ı Allah'tan rahmet, başta kederli ailesi olmak üzere partili arkadaşlarına ve meclisimize baş sağlığı diliyorum.

Yüce Meclis'te bu tür bir gelişmenin yaşanması hepimiz açısından çok üzücü olmuştur. Bundan sonra, geçmişte de benzer örneklerine rastlanan böyle bir üzücü hadisenin yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Bunun için de, bütün siyasi parti yöneticilerinin ve milletvekillerinin benzeri bir hadisenin bir daha tekrar etmemesi amacıyla asgari bir özen ve titizlik içinde hareket etmelerinin gerekliliğine inanıyoruz.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bir milletvekili arkadaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan gelişmeleri ve vefatın hemen arkasından başlayan karalama kampanyalarını, basit ve çirkin siyasi manevraları değerlendirmek istiyorum. Bu değerlendirme, çok arzu etmememize rağmen bir ihtiyaç haline gelmiş bulunmaktadır.

Mecliste temsil edilen muhalefet partileri yöneticilerinin son bir yıldır dozu giderek artan bilinçli bir gerilim ve tahrik siyaseti izlediği hepinizin malûmudur. Özellikle de Aralık ayı içinde yapılan Bütçe görüşmelerinden başlayarak hemen her fırsatta partimize karşı karalayıcı ve kışkırtıcı beyanlarda bulundukları göze çarpmaktadır.

Basiret ve ahlâk yoksunu siyasi zihniyetin sahipleri her gelişmeyi ve değeri sonuna kadar istismar etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Salı gecesi yaşanan acı olayı da sonuna kadar kullanmaktan kaçınmamışlardır. Rahmetli milletvekilinin daha cenazesi ortada dururken şov yapmanın arayışı içinde olmuşlardır.

Yine, medyamızın bir bölümünde yer etmiş kronik MHP karşıtlarının son gelişmeleri fırsat telakki ederek, siyasi kampanyalara destek vermeleri ve karşı olduklarını söyledikleri yargısız infazı bir yöntem olarak çok çabuk benimsemeleri, diğer bir kayda değer gelişme olmuştur.

İnanıyoruz ki, yaşanan üzücü hadisenin sıcaklığı ortadan kalktığında, başta merhumun partili arkadaşları ve yakınları olmak üzere sağduyu sahibi her vatandaşımız siyaset bezirgânlarının trajikomik oyununu daha iyi değerlendirecektir.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Şimdi, huzurlarınızda tartışmalara konu olan içtüzük değişikliğine ve onun çağrıştırdığı iktidar-muhalefet ilişkilerinin önemine temas etmek istiyorum.

Bilindiği üzere, Türk demokrasi tarihinin hüzün verici sayfalarında iktidar-muhalefet ilişkilerinin düzeyi ağırlıklı bir yer işgal eder. İster İkinci Meşrutiyet döneminde gelişen siyasi hayata, isterse 1945 sonrasında şekillenmeye başlayan demokratik yapıya bakalım, iktidar-muhalefet ilişkilerinin genellikle sorunlu bir seyir izlediği görülmektedir.

Rekabet ve uzlaşma, eleştiri ile çözüm üretme arasında denge kuramayan hakim anlayış, siyasi kültürümüzde belirgin bir yere sahip olmuştur. Sağlıklı bir iktidar-muhalefet ilişkileri geleneğinin yokluğu, demokratik sistemin gelişip kurumlaşmasının önündeki en büyük engellerden birini oluşturmuştur.

Demokratikleşme sürecinde mesafe almış ülkelerde ise, bu ilişkilerin seviyeli bir diyalog ve uzlaşma zemini üzerinde geliştiği ve temel bir ahenge kavuştuğu bilinmektedir. İşte bu yapı ve anlayış, demokratik rejimin işlerliğini ve hayatiyetini mümkün kılan temel bir faktör olmaktadır.

Bu ülkelerde, siyasi muhalefetin asli işlevlerinden biri, iktidarı eleştirmek ve denetlemek, bir diğeri de iktidara yardımcı olmak ve alternatif politikalar geliştirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Böylece, bir yandan iktidara katkı sağlayarak halka hizmet etmek, diğer yandan da muhalefette iken iktidara hazırlanmak söz konusu olmaktadır. İşte bir demokrasinin, hem sürdürülebilir bir yapıya sahip olması, hem de gelişmesi, böyle bir anlayışın yerleşmesine bağlı olarak mümkün hale gelmektedir.

Görüldüğü gibi, yerleşik demokrasilerde iktidar ile muhalefetin rekabet ile uzlaşmayı bir arada barındıran ve dolayısıyla yıkıcı muhalefet anlayışını dışlayan bir siyaset zemini yaratmaları bu açıdan çok önem taşımaktadır. Sadece samimi bir demokrat olmanın değil, gerçek bir vatansever olmanın da böyle bir anlayışı içtenlikle benimsemekten geçtiği açıktır.

Türk demokrasisinin en büyük zaaflarından birini bu noktada yaşanan sıkıntıların oluşturduğuna şüphe yoktur.

Rekabeti kargaşa ve karalama, uzlaşmayı teslimiyet olarak algılayanların bütün bunların farkında olup uygulaması, tabii ki imkansızdır. Yine, neredeyse her gün farklı tavırlar izleyen, siyasi hafızalarında seviyeli ve tutarlı olma duyarlılığının karşılığı olmayan siyasetçilerin yapacağı şeyler bellidir ve sınırlıdır. Siyasi muhalefetin seçimlerden bu yana izlediği politikalara, ağızlarında sakız yaptığı söylemlere bakıldığında, bu gerçeği bütün çıplaklığıyla görmek mümkündür.

Halktan gördükleri tepki sonucunda bir süre uzlaşmacı ve yapıcı siyaseti deneyenler, bunu başaramayınca tekrar seçim öncesinin çatışmacı ve kavgacı siyasetine geri dönmüşlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde başlayan İçtüzük görüşmelerinde takındıkları tavır, bu açıdan en son ve önemli göstergelerden biri olmuştur.

Muhterem Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bilindiği gibi, Meclis iç tüzüğü, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde yer alan komisyonların ve Genel Kurul'un çalışma esaslarını belirleyen bir kurallar manzumesini ifade eder. Bu kurallar, işleyen bir parlamento anlayışının, diğer bir deyişle hem siyasi denetim yapmayı hem de çözüm ve karar üretmeyi somut kriterlere bağlayan bir anlayışın eseri olmak durumundadır.

Ülkemizin parlamento tarihinde, siyasi tartışmaların merkezinde yer edinen bu konuda makûl bir yol bulmak ve temel bir uzlaşmaya varmak mümkün olamamıştır. Bu zamana kadar, 1961 Anayasası döneminde iki meclisli yasama organı sistemine göre hazırlanan iç tüzüğün ciddi biçimde elden geçirilip yenilenmesi çok arzu edilmiş ama bir türlü gerçekleştirilememiştir.

21. yasama döneminde de muhalefet partilerinin kötü alışkanlıklardan kurtulamadığı, mevcut iç tüzüğün sunduğu imkânları sonuna kadar zorlayarak kullanmaya çalıştığı görülmektedir.

Sağlıklı bir denetim yapmak, gerektiğinde iktidara yol göstermek ve yardımcı olmak yerine, ağırlıklı olarak yasama faaliyetlerini sabote etme yolu tercih edilmiştir. Görüşülen bir yasa maddesi hakkında birbirinin benzeri onlarca önerge verilmesi, yürürlülük maddelerinde bile ısrarla söz alınması, bu durumun en bariz örneklerini oluşturmaktadır.

Hangi gerekçeleri kullanırlarsa kullansınlar, böyle bir muhalefet tavrı, abartılı demokrasi vurgularının aksine, milletin zamanını çalmaktan ve demokrasiyi kuru bir muhalefet anlayışına indirgemekten başka bir anlama gelmemektedir.

Çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, 21. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21. Yüzyıl'ı kavrayan, ülkemizi yarınlara emin adımlarla taşıyan bir meclis olmak zorundadır. Türkiye'nin biran önce yapması gereken yeni hamleleri yapısal reformlarla destekleyen, halkımızın çözüm bekleyen devasa sorunlarına kararlılıkla el atan bir parlamentoya ihtiyaç vardır.

Yüce Meclis, iktidar ve muhalefeti ile böyle bir anlayışı ortaya koyduğu takdirde, sonuçta demokrasimiz ve milletimiz kazançlı çıkacaktır. 21. Yüzyıl'ın meclisini, toplumun ve çağın gerisine götürmeye kimsenin hakkı bulunmamaktadır.

Kısacası, Türk demokrasisinin ve milletinin ihtiyacı, sağlıklı denetim yapan, aynı zamanda verimli ve etkin çalışıp değer ve çözüm üreten bir meclis yapısına kavuşmaktır.

İşte Milliyetçi Hareket Partisi, içtüzük meselesine ve son gelişmelere bu tür bir duyarlılıktan ve ülke çıkarlarını ön plânda tutan seviyeli bir bakış açısından yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımını da her türlü çirkin söyleme ve yakıştırma çabasına rağmen sürdürmeye kararlıdır.

Milletin sesi kısılıyor naraları atanların, kürsü önünde fiili durum yaratıp tehditkâr sözler sarfetmeyi nasıl bağdaştırdıklarını anlamak mümkün değildir. Bilinmelidir ki, Türk milletinin sesini kısmaya kimse cesaret edemez. Türk milleti öyle bir teşebbüsle karşılaştığını düşündüğü anda sesini duyurmasını bilen bir millettir.

Sonuç olarak, bütün bunlar denetim yapmak ve alternatifler üretmek isteyen bir muhalefetin değil, sürekli gerilim yaratarak ve iktidarı karalayarak meclis çalışmalarını baltalamak isteyen bir muhalefetin varlığını otaya koymaktadır. Daha dün kendi verdikleri araştırma önergelerinin arkasında durmak yerine Meclis'i terketmeyi tercih edenlerin, bugün denetim hakkına hararetle sahip çıkma iddialarının hiçbir tutarlı tarafı yoktur.

Salı günü yaşananlar da, muhalefet partileri yöneticilerinin bir süredir oynamaya çalıştığı plânlı gerginlik oyununun üzücü sonuçlarından biridir. Uzlaşmacı ve yapıcı siyaset etme tarzı yerine, kavgacı ve istismarcı siyasetlerinde ısrar edilmesinin çıkmaz bir sokak olduğu görülmüştür. Böyle bir çarpık anlayışın kullanacağı en büyük araç, kaçınılmaz bir biçimde karalama kampanyaları düzenlemek ve şov yapmak olacaktır.

Ama bu siyasetin sahipleri, Milliyetçi Hareket Partisi'nin ve ona gönül vermiş milyonlarca insanın çirkin oyunlara prim vermeyeceğini er geç daha iyi anlayacaktır. Her ağzına geleni söylemenin siyaset sanatıyla bağdaşmayacağını, tahrikçi ve kışkırtıcı üslûplarla demokrasi kahramanı olunamayacağını acı da olsa bir kez daha öğreneceklerdir.

Onların bütün çabalarına rağmen, iki yıldır hakim kılmaya çalıştığımız hoşgörülü ve uzlaşmacı siyaset yaklaşımımızdan taviz vermeden yolumuza devam edeceğiz. Hoşgörüden ve uzlaşmacı siyasetten rahatsız olanların, Milliyetçi Hareket'in gelişmesini kabullenemeyenlerin hakkettiği dersi, şüphesiz yine milletimiz verecektir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Bu gün üzerinde durmak istediğim bir diğer husus ise, son günlerde, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkelerinin sözde ermeni soykırımına ilişkin takınmış oldukları tavırlarla ilgilidir.

Bilindiği gibi, Fransa Milli Meclisi, yerel seçim sürecinde, sözde Ermeni Soykırımını tanıdığını açıklayan bir yasayı kabul etmiştir. İki ülke arasında, yüzyıllardan beri varolan dostluk ve iyi ilişkilere rağmen, bu kanun, Fransa Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak resmiyet kazanmış bulunmaktadır.

Konu ile ilgili olarak daha önce de ifade ettiğimiz gibi, böylesine vahim bir hata ile, öncelikle iki ülke arasındaki köklü ilişkilere büyük bir darbe vurulmuştur. Herşeyden önce, şu ana kadar her platformda bütün tarihi belge ve kayıtlarla ortaya konulmuş olan gerçekler, bu yasa ile ters yüz edilmek istenmektedir.

Fakat, Fransa'nın bu tarihi hata ve yanılgısı bununla da bitmemektedir. Adeta, Türkiye'ye ve Türk milletine karşı hasmane bir tavır geliştirme eğiliminde olduğu izlenimi verecek adımları peşpeşe atmaktadır. Paris Belediye Meclisi'nin Ermeni diasporasının girişimleriyle sözde soykırımı sembolize edecek bir anıt dikme kararı da aynı çarpık bakış açısının mahsulüdür.

Yine, geçtiğimiz hafta içerisinde, İngiltere'de düzenlenen ‘Soykırım Mağdurlarını Anma' gününe, Ermenilerin de davet edilmiş olması dikkat çekmektedir. Şimdi de bu talihsiz girişimler ülkemizin Avrupa Birliği ile ilişkilerine de taşınarak yeni bir oyun daha oynanmaya çalışılmaktadır.

Bu ülkeler, hem Türkiye ile ilişkilerini sürdürmek, hem de Türk milletinin tarihini tahrif edip rencide etmeye çalışmak gibi büyük bir çelişki içerisinde hareket etmektedirler.

Bilinmelidir ki, parlamentoların tarihçilik yapmak gibi bir görevi yoktur, hele başka milletlerin tarihlerini diledikleri gibi değiştirme hakları hiç yoktur. Cezayir'de ve diğer sömürgelerinde gerçekleştirdiği katliam ve soykırımlar gündeme geldiği zaman, konuyu tarihçilere bırakmanın en doğru yol olduğunu savunan Fransa, bütün açıklığı ile tarihte yerini almış bir konuyu çarpıtarak, siyasallaştırmaktan kaçınmamıştır.

Burada, özellikle vurgulamak istediğim önemli bir nokta daha bulunmaktadır. Bilinmelidir ki, bu tür girişimlerle, ne Kafkasya'da kalıcı bir barışa ulaşılabilir, ne Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde bir gelişme kaydedilebilir ve ne de kuşatma girişimleri amaçlarına ulaşabilir.

Dünyaya açılmak için Türkiye'den başka çıkışı olmayan sınır komşumuz Ermenistan'ın yöneticilerinin bu kararları büyük bir sevinç ve memnuniyetle karşıladıkları ve destekledikleri, giderek Ermeni diasporasıyla ağız birliği yaptıkları göze çarpmaktadır. Ermenistan yönetimince yapılan son açıklamalar bu gerçeği ortaya koymaktadır. Ermenistan halkının çıkarlarına da aykırı olan bu durum, Kafkasya'nın ve dolayısıyla Avrasya'nın barış ve istikrarını da olumsuz yönde etkilemektedir.

İnsanlığın işbirliği ve dayanışmaya ihtiyaç duyduğu yeni yüzyılda, tarihi yaraları kaşıyarak ve tahrif ederek çatışma ve düşmanlıkları körüklemenin hangi rasyonel politika ile bağdaştığını anlamak mümkün değildir. Gelecek kuşakların, Avrupa değerlerini hiçe sayarak eski çatışma noktalarını kaşıyıp derinleştirenleri affetmeyeceği kesindir.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Türkiye'nin içerden ve dışardan ayaklarına pranga vurmak isteyenlerin bulunduğu, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığı istikrara tercih edenlerin varlığı bilinen bir gerçektir. Bu zamana kadar ülkemize doğru dürüst bir katkısı olmayanların milletimizin kaderi üzerinde ısrarla söz sahibi olmaya çalıştığı görülmektedir. Yine, Türkiye karşıtı lobilerin sözcülüğünü yapmayı çağdaşlık ve demokrasi gibi düşüncelerle temellendirme gayreti içinde olan çevrelere rastlanmaktadır.

Görüldüğü gibi, ülkemizin iç ve dış sorunlarını bir bir aşarak ilerlemesi kolay olmamaktadır. Ama ülkesini ve milletini sevenler varoldukça, milli birlik ve dirlik ruhu kaybolmadıkça Türkiye gemisi hedefine mutlaka varacaktır.

Sözün kısası, yeni çağdaki zorlu yolculuğumuza, devlet ve millet olarak bütün engelleri aşıp ayak bağlarını kopararak devam edeceğimize şüphe yoktur.

Konuşmama bu duygu ve düşüncelerle son veriyor, yüksek heyetinizi birkez daha en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı